Bu dünyanın en güzel şeyi hüzün ve kederdir. Bu sofranın hazmı kolay nimeti de elem ve musibettir. Bu bir şekerdir ki ekseriyâ ona acı şeyler kılıf yapılmış da belâ görünür. Saâdet sâhibi uyanık olanlar onun tadına bakar, acıyı şeker gibi yerler. Onun acılığını şekerden daha tatlı bulurlar.
Dünyaya ve dünya hayatına düşkün olmayanlar, sevdiği Mevlâ'dan gelen her hükmü hoş görür güzel karşılarlar. M. İ. R. C-2 M - 29
Cenâb-ı Hak, bir kimseye mihnet,sıkıntı, belâ vermek istemişse, "Hakk'ın muradıdır" diye, seven nazarında hoş karşılanmalıdır. Kişinin muradı Hak Teâlâ'nın muradına muvafık olur da böylece elemde lezzete sebep olur. M. İ. R. C-3 M-15
İnsana gelen her mihnet ve elem, Allahü Teâlâ'nın takdiri ve dilemesiyle olduğundan, razı olmaktan gayri çare ve başka bir yol yoktur. İbadetleri yerine getirmede acele ediniz ve gayretli olunuz. Ağrı ve hastalıklara sabrediniz ve Hak Teâlâ'nın kereminden iyilik isteyiniz. Allah'ın hükmü olmadan, kimse kimsedeki zararı gideremez. İşte hakîkî kulluk yolu böyle inanmaktır.
Muhaliflerin ezâsına sabredin, onları büyüklerin bâtınına havale ediniz. M. İ. M. C-1 M-72
Hoşça düşünülsün ki, dünyada dert, elem ve musîbet olmasa, kurtuluş olmazdı. Zira belâlar; sıkıntı veren şeyleri ve hadiseleri, acı ilâcın hastalığı giderdiği gibi, def'eder. Bu fakire mâlûm olduğu üzere, umûmî davetlerde yemek verenlerin hâlis niyete kudretleri olmadığından, yemekte zulmet hasıl olur; yemek yiyenlerden bazı kimseler onda noksan bulur, tenkit ederler; yemek veren kimse de üzülür. Bu üzüntü sebebiyle yemekte olan zulmet kalkar ve Allah indinde kabule sebep olur...
İnsanoğlunun yaratılışındaki hikmet, ve maksat; Cenâb-ı Hakka ibâdet etmek, hakir ve zelil halini ve yokluktan ibaret olduğunu bilmektir.
Bilhassa dindar Müslümanlar için dünya, zindandan ibarettir. Zindanda zevkle yeme-içmeyi düşünmek akıldan uzak bir iştir. Âdemoğlu için mihnete ve meşakkate mukavemet ve sabretmekten gayri çare yoktur. Yücelmek ancak bu suretle müyesserdir. (M.İ.R.C1 M.64)
Büyük günah işleyenlerin suçları tevbe ile, şefaatle veya afv-ü ihsanla veya dünyanın sıkıntılarıyla ve ölümün şiddetiyle affolunmazsa, ümit olunur ki, bazıları kabir azabıyla kurtulur. Bazısı da kıyâmetin mihnetleriyle affolunur da günahı kalmaz ve cehennem azabı görmez. M. İ. R. C-1 M-266
Şeyh Muhiddin-i Arabî K.S. "Evliyâdan evvelâ belânın gitmesini istemek alınmıştır. Zira velî kul, belâyı Mevlâ'dan bilir ve O'nun muradı olduğunu düşünür de gitmesine gayret etmez. Gitmesini dilerse de bu, duâya teşebbüs içindir. Hakikatte hiç istemez ve Hak'tan ne gelirse lezzet alırlar." demiştir. M. İ. R. C-3 M-15
Kötü işlerin ve günahların sebeb olduğu belâları Hak Teâlâ halk eder. Böylece insan belâ ve musibetin mahalli olur.
M. İ. M. C-1 M-119
Sebeblere sarılmak
Sebeblere sarılmak, tevekküle mânî değildir. Ancak te'siri Cenâb-ı Hak'tan bilip, kuvvetli itimat ve itikad edip yine o anda kuvvetli olan sebebe sarılmalı. Lâkin "Hayâlî ve uzak olan bir sebebe sarılmak tevekkül değildir" demek mümkündür. Fakat sebeb olduğu yakînen bilinen bir şeyi terk etmek de câiz değildir. Ateşi yaktığınız zaman yakma hassasını Hak Teâlâ'dan biliniz. Bir şey yediğinizde biliniz ki, te'sir etmek Allah'tandır. Eğer kişi ihtiyaç vaktinde sebebe sarılmayı terk eder ve bu yüzden mazarrata uğrarsa âsî olur...
Sebeb üç nevîdir:
1. Hayâlî: Bunun terki lâzımdır.
2. Yakînen bilinen: Yapışılması vâcibtir.
3. Şüpheli, zannî: Bu da iki şekilde câizdir. Teşebbüs etmekte veya etmemekte muhayyer... Hak Teâlâ, Kur'ân-ı Mecîd'de meşveret ve tevekkül ile emir buyurdu. M. İ. M. C-1 M-182
İncemeseleler.com / Arşiv