"Cemiyet nizamının temelini aile teşkil eder. Cemiyeti bir bi­naya benzetirsek, aileler o binanın taş ve tuğlaları yerindedir. Cemiyetlerin sağlamlığı huzur ve saadeti onları teşkil eden ailenin saadetiyle yakından alakalıdır."

"Cemiyetteki bozukluklar, hiç şüphe yok ki, ailedeki bozuk­lukların tabii bir uzantısıdır. Bu bakımdan, nesillerin ilk terbiye ocağı olan aile yuvalarının sağlam esaslara bağlı olarak kurul­ması herşeyden önce gelir. Bir fabrikanın mükemmelliği ürettiği malın kalitesiyle ölçülür. Aile yuvasının sıhhat ve sağlamlığı da yetişen çocukların maddi ve manevi bakımdan dengeli, sıhhatli olmasıyla anlaşılır."

"Evliliğin en büyük gayesi, insan neslinin devamıdır.

Aileler, tıpkı hücreler gibi, bölündükçe yeni aileler halinde zin­cirleme çoğalırlar. Ancak mühim olan, bu çoğalmanın cemiyete ve insanlığa faydalı fertler kazandırmasıdır."

"İnsan tabiatı medeni olduğundan aile ve cemiyet halinde yaşamak üzere yaratılmıştır. Aileye savaş açan sistemler bile zamanla yaptıkları hatayı anlayarak geri dönmek zorunda kalmışlardır. Komünist ihtilalden sonra Rusya'da nikahı orta­dan kaldırıp aileyi temelden yıkan idare, bu durumun ortaya çıkardığı kötü akıbeti görünce eski katılığından vazgeçmiş Ye aileye imkan tanımak zorunda kalmıştır."

"Yapılan sosyolojik araştırmalar, hastahane, klinik ve ha­pishanelere düşen çocukların ve gençlerin tavır bozukluğu ve suç işleme temayül1erinin, en başta kötü aile terbiye si ve aile bo­zukluklarından kaynaklandığını göstermektedir. Bu gerçekler ışığında terbiyeci ve ıslahatçıların birleştiği nokta, evvela aile­nin ıslah edilmesinde toplanmaktadır."

"İnsanlığın iki cihan saadetini esas alan dinimiz, aileye, karı koca ve çocuklar arasındaki münasebetlere pek büyük ehemmiyet vermiştir. Bu hususta son derece manidar ve makul prensipler getirmiştir. İslam alimleri bu prensiplerden aldıkları ilhamla yeni bir ilim dalının doğmasına vesile olmuşlardır. Aile münasebetlerinin ideal manada tanzimini mevzu edinen bu ahlaki ilim dalına "ilm-i tedbirü'l-menzil" (aile düzeni) adını vermişlerdir."

"Bu prensiplerin tatbikiyle, kaderin bir aile çatısı altında bir araya getirdiği fertler, münasebetlerini tanzim edip vazifelerini bilerek ahenk ve huzur içinde yaşama imkanına kavuşmuş ola­caklardır."

"Dinimiz, cemiyetin çekirdeği olan ailenin temelini atarken. onu meşru nikah şartına bağlar. "Nikah benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimle amel etmezse o benden değildir" buyu­ran Peygamber Efendimiz (s.a.v.) nikah dışındaki evlilik müna­sebetlerini gayr-i meşru saymakta, kendi sünnetinden sapma olarak vasıflandırmaktadır. Neslin en başta sıhhati, böyle meşru nikahla kurulan aile yuvasında korunur. Zira çocuk ancak bu takdirde anne babanın candan sahip çıkacağı değerli bir varlık olarak kabul edilebilir. Bundan sonra da onun güzel bir terbiye ile hayata kazandırılması gelir."

"İslamın, aile çatısı altında bir araya gelenler arasında kurduğu münasebet kısa dünya hayatı ile sınırlı değildir. Bu beraberlik dünya hayatından öte ebedi bir hayata uzanmaktadır. Peygamber Efendimiz, bunun için salih evlat yetiştirmeyi, ar­kası kesilmeyecek bir hayır menbaı olarak görür."

"Aileyi, muvakkat bir zaman için bir araya gelmek veya ikti­sadi bir şirket ve geçici heveslerin tatmin vasıtası olarak görmek, batı ülkelerinde aile buhranlarını doğurmuş ve cemiyet­leri derinden derine sarsmıştır."

"Bu yüzden, aile yuvalarımızı ebedi saadetin merkezi, Cennetin küçük bir nümunesi haline getirmek gerektir. Bu da oralara manevi ve dini hayatın hakim kılınmasıyla olur. "Aile yuvalarımızı kabir haline getirmekten" bizleri sakındıran yüce Peygamberimiz bu hakikate işaret buyurur.

"Bir İslam mütefekkirinin dediği gibi, hanelerimizi bir nur ve irfan mektebi yapmak elimizdedir. Bu takdirde Peygamberimiz (a.s.v.)ın bu sünneti hakkıyla yerine getirilmiş, yetişen nesiller de bize hem dünyada, hem ahirette hayır ve se­vap kazandırmış olur."

"Dünya ve ahiret saadetimizin mühim bir unsuru, ha­yatımızın büyük bir bölümünü geçirdiğimiz aile yuvamızın bir "Cennet Köşesi" haline getirilmesiyle mümkündür."

"Bu da aile hayatını dinimizin güzel esaslarıyla ihya et­mekle olur."

Aile, karı-koca ve çocuklardan meydana gelen en küçük top­luluktur. Nikah üzere bir araya gelip, bir evde yaşayan karı-ko­canın kendi aralarında hak ve hukukları vardır. Bunun sınırları da yüce dinimiz İslam tarafından tayin edilmiş bu­lunmaktadır. Cemiyetin mihenk taşı aile olduğu için, düzgün ailelerden meydana gelen topluluklar iyi, kötü ailelerden mey­dana gelen topluluklar da daima kötü olmuştur. O bakımdan, iyi aileler cemiyetin bel kemiği ni oluştururlar.

Müslüman kadın ve erkekler değerlerini anlamalı, ailenin ehemmiyetini kavramalı ve güzel güzel geçinip gitmelidirler.

Ailede kadının kocası Üzerinde, kocanın da karısı üzerinde hakları vardır. Fakat erkekler bazı hususlarda üstün olup, aile reisi, kocadır. Kur'an-ı Kerim'de buyuruluyor ki:

"Erkeklerin meşru' surette kadınlar üzerindeki (hakları) gibi, kadınların da onlar üzerinde (hakları) vardır. (Yalnız) erkekler, onlar üzerinde (daha üstün) bir dereceye maliktirler. Allah mutlak galiptir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir."

(Sure-i Bakara, 228)

6) Aile, Yeni Asya Yayınları

Karşılıklı Hoşgörü

 

Sevgi, saygı, karşılıklı affetme, hoşgörülü olma ... Ne güzel şeylerdir bunlar ... Evin huzurunu getirir, aile hayatının tadına tad katar. Bir tebessüm barışı sağladığı gibi, karşılıklı beslenen büyük aşk da gözyaşlarını kurutur. Karısına sözünü geçirmek, ona her istediğini yaptırmak ve sevgisini kazanmak isteyen erkek, karısının kalbini tatlı söz, güleryüz ve nezaketle davran­mak suretiyle fethetmelidir. Kadın ve erkek birbirinin ayıplarını yüzlerine vurmamalıdır. Aile hayatındaki zevkleri "birbirlerine karşı sevgi ve saygı" olmalı, kavga-gürültü olmamalıdır.

Lokman Hekim der ki: "Akıllı insana gereken, ailesine karşı bir çocuk gibi olmaktır. Fakat toplumun içine girdiği zaman erkeklik sıfatına takınmalıdır."

Evlenip yuva kuran erkek ile kadın, birbirinin hislerine ve düşüncelerine hürmet etmelidirler. Karşılıklı anlayış göstermeleri kendi menfaatleri icabıdır. Maddi ve manevi her türlü işlerinde karı-koca birbirlerine yardım etmeli, birbirlerine yumuşak muamele de bulunmalıdırlar. Bilhassa kadın, ko­casına karşı "peki, başüstüne, evet, doğru söylüyorsun" demesini bilmelidir. Çünkü aksilik ile saadet hiçbir zaman bir arada barınamazlar. Biri geldiği vakit diğerinin gitmesi zaruri­dir. "Yuvayı dişi kuş yapar" atasözünü, kadın kulağına küpe yapmalıdır. Çünkü bir kadın, erkeğini hem öldürür, hem oldurur hem de güldürür.

Aile içinde güzel ahlaklı olmak, yalnız kötülük etmeyip iyi muamelede bulunmak demek değildir. Kötülük yapılmadığı gibi, karşı tarafın yaptığı kötülüğe sabretmek, onun kötülüğünü hiçe sayarak kendisine iyilik etmektir. Karı ve kocanın biri kızdığı, öfkelendiği zaman diğerinin kızmaması, kızanın öfke­sinin gitmesine sebep olacak şekilde hareket etmesi lazımdır.

Bu satırları okurken içinden "Bu kadarı da fazla ben bu kadarını yapamam" mı diyorsun? O halde ev geçimsizliğine, hır-güre hazır olmalı ve katlanmalısın.

Peygamberimiz erkekler ile kadınlar arasında bulunması gerekli vefa hissini bizlere hadis-i şerifleriyle telkin etmektedir.

İnsan kendi annesine, kızına, teyze ve halasına nasıl sevgi ve saygı duyarsa başka bir kimsenin annesi, kızı, hala ve teyzesi yahut kızkardeşi olan kendi hanımına karşı da saygılı ol­malıdır. Bu davranış, insanlık icabı olduğu kadar, Rabbimizin emridir de.

Cenab-ı Hak, erkek ile kadının elbise ile vücut gibi bir kay­nayış içinde olmalarına işaret buyurarak. "Onlar sizin için, siz de onlar için birer elbisesiniz" buyrulmaktadır. Elbisesiz kalan insan, veya insansız elbise, bir değer ifade edebi­lir mi? Çıplak haldeki bir insan hakkın huzuruna çıkıp ibadet, halkın karşısına varıp insanı vazifelerini yapamaz. Elbise, in­sanın üzerinde; insan da onun içinde bulunduğu vakit tam bir kıymet ortaya çıkmış olur.

Elbise; vücudu soğuk ve sıcaktan koruduğu gibi, kadın ve er­kek de birbirinin ırzını zinadan, şerefini leke teşkil edecek her türlü davranıştan korurlar. Elbise, insanın asli güzelliğini daha çok ortaya çıkarır. Kadın ve erkeğin asli kabiliyetleri, evlendikleri zaman artar ve şahsiyet kazanır.

Elbise, insanı Hakk'ın huzurunda durabilme ve halkın yanına varabilme imkanına sahip kılar. Evli kimseler de kalp huzuru ile Allah'ın divanına durabilme, halkın yanına endişesiz olarak varabilme iktidarına sahip olurlar.

Aile yuvasını kuran her erkek ve kadın, o yuvadan sorumlu­dur. Erkek olsun kadın olsun, kurmuş oldukları yuvanın ko­runması ile mükellef olduklarını bilmeli ve İslam dininin em­rettiği şekilde hareket ederek yuvalarını korumalıdırlar. Birlikte aile yuvasını kuran erkek ile kadının bu yuvada karşılıklı hak ve vazifeleri vardır. Her ikisinin bu hak ve vazife­lere riayet etmeleri lazımdır. Aksi halde yuvanın düzeni bozu­lur, içinde yaşanmaz bir hal aldığı için, her ikisi de yuvalarını terk etmeye mecbur kalırlar. Yani yuvada huzur kalmayıp ge­çimsizlik aldı yürüdü mü, karı-koca arasında ilk düşünülecek çare boşanmak olacaktır. Onun içindir ki, yuvayı yıkmamak için karı-kocanın İslam dininin kendilerine vermiş olduğu vazifelere karşılıklı riayet etmeleri, yekdiğerine karış olan görevleri yerine getirmeleri, aile yuvasının saadetini temin eder. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki:

" ... Erkeklerin meşru surette kadınlar üzerindeki (hakları) gibi, kadınların da onlar üzerinde (hakları) vardır. (Yalnız) erkekler onlar üzerinde (daha üstün) bir dereceye miniktir. Allah mutlaka galiptir, gerçek hü­küm ve hikmet sahibidir."

İslami esaslara kıymet vermeyenler aile yuvasını kurmakta yapıcı olamıyorlar. Maddiyata dayalı olarak kurulan aile yuva­larında kadın ile erkeği birbirine bağlayan hususlar, sırf maddi menfaat ve varlık olduğu için, bunların zedelenmesiyle karı­koca arasındaki bağ da zayıflıyor. Yoksulluğa doğru giden bir aile, manevi dayanağı olmadığı için yıkılıp gidiyor.

. 

. 

Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri 

Bu eser incemeseleler.com ile internete müsadeli olarak kazandırılmıştır.

Eseri başka sitelerde yayımlamak yasaktır !

   
© incemeseleler.com