Bir mü’minin, Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve rahmetine sığınarak kendi acizliğini kabul ve Allah (C.c.)’ya kul olduğunu izhar ettiği en mühim kulluk vazifelerinden biri de duadır. “Dua esasen davet gibi çağırmak manasına mastardır. Sonra küçükten büyüğe ve aşağıdan yukarıya doğru vaki talep ve niyaz için isim olmuştur.
Duanın hakikati kulun Rabbinden imdat dilemesi, yardım talep etmesidir.”[1]
Peygamberler ve Allah dostlarını vesile kılarak yapılan dualar şirk midir?
“Kim, Peygamber (s.a.v.) veya başka peygamberler, evliya ve Allah'ın sâlih kulları ile tevessülde bulunursa veya ‘Ya Rasûlüllah senden şefaat diliyoruz’ derse müşrik olur.” iddiasında bulunan Muhammedü'bn-ü Abdilvehhâbtır.
Bu iddiasına delil olarak şu Ayet-i Kerimeleri getirmiştir;[2]
وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا
“Muhakkak ki mescitler Allah içindir. Allah ile beraber hiçbir şeye (hiçbir kimseye) ibadet etmeyin.” [3]
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ
“O halde Allah ile birlikte başka ilaha kulluk etme. Azap edilenlerden olursun.”[4]
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
“Dikkat et! Halis din ancak Allah'ındır. Onu bırakıp ta başka veliler edinenler ‘Biz onlara (putlara) ancak bizi Allah'a çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.’ diyorlar. Şüphesiz Allah onların ihtilaf ettikleri şeylerde hükmünü verecektir. Şüphesiz yalancı, kâfir bir kimseyi Allah doğru yola iletmez."[5]
Muhammedü'bn-ü Abdilvehhâb, “Her hangi nebi veya veliyi duasında vesile kılan kimse, ayet-i kerimelerde beyan edilen müşrikler gibidir. Çünkü bu ayet-i kerimelerde, Hz. Allah'ın onlar hakkında küfür ve şirk ile hükmetmesi başka bir sebepten değildir” demiştir.
Ancak müşrikler hakkında nazil olmuş ayet-i kerimeler ile müvahhid olan müminlerin dualarında, Allah-ü Teâlâ’nın sevgili kullarını vesile kılarak yine Allah-ü Teâlâ’ya yaptıkları ibadet ve ilticalarının şirk olduğuna hükmetmek batıldır.
فَاِنَّ الشِّرْكَ عِنْدَ اَهْلِ الْاِسْلَامِ نَوْعَانِ اَحَدُهُمَا مُشْرِكٌ يُثْبِتُ لِلَّهِ تَعَالَى شَرِيكًا فِى تَخْلِيقِ الْعَالَمِ وَهُمُ الْمَجُوسُ
Zira şirk, ehl-i islam indinde iki çeşittir. Birincisi; Âlemi yaratma hakkında Allah-ü Teâlâ’ya ortak ispat eden müşriktir ki bunlar Mecusilerdir.[6]
Diğer bir izah üzere,
اَلْاِشْرَاكُ هُوَ اِثْبَاتُ الشَّرِيكِ فِي الْاُلُوهِيَّةِ بِمَعْنَي وَاجِبِ الْوُجُودِ كَمَا لِلْمَجُوسِ
Şirk; Vacibü’l-vücut (vücudu zatından olup başka bir şeye muhtaç olmayan) manasıyla ilahlıkta, Allah-ü Teâlâ'ya şerik (ortak) ispat etmektir. Mecûsîlerde olduğu gibi.[7]
Mecûsîlerin itikadında; hayrı ve şerri yaratan olmak üzere iki ilah vardır. Onlar indinde,
فَيَكُونُ مَا هُوَ مَخْلُوقُ اللهِ تَعَالَى مِنَ الْخَيْرَاتِ غَيْرَ مَا هُوَ مَخْلُوقُ شَرِيكِهِ وَمَا هُوَ مَخْلُوقُ شَرِيكِهِ مِنَ الشُّرُورِ وَ الْقَبَائِحِ غَيْرَ مَا هُوَ مَخْلُوقُ اللهِ تَعَالَى
Allah-ü Teâlâ'nın mahlûku olan hayırlar, şerikinin mahlûkunun gayrıdır. Şerikinin mahlûku olan şerler ve kabîhler, Allah-ü Teâlâ’nın mahlûkunun gayrıdır.[8]
Böyle olunca Mecusiler hâlikiyyette Cenab-ı Hakk’a şirk koşarlar.
وَالْآخَرُ مَنْ يَثْبُتُ لِلَّهِ تَعَالَى شَرِيكًا فِى اسْتِحْقَاقِ الْعِبَادَةِ دُونَ التَّخْلِيقِ وَهُمْ عَبَدَةُ الْاَصْنَامِ
İkincisi; yaratma hususunda değil de ibadete müstehak olmak hakkında Allah-ü Teâlâ için ortak ispat eden müşriktir. Bunlar ise putlara tapanlardır.
Ayet-i Kerimede izah edildiği üzere:
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللهُ
“Eğer onlara: ‘gökleri ve yeri yaratan kimdir?’ diye sorarsan ‘Allah yarattı’ derler.”
Bununla beraber o müşriklere, putlara tapmalarının sebebinden sorulduğunda yukarıda zikri geçen Ayet-i Kerimede ifade edildiği üzere Putlara, kendilerini Allah'a yaklaştıran vesileler olduğu için ibadet ettiklerini söylerler.
İşte onların, putları ibadete lâyık görme inançları, kendilerini şirke düşürmüştür.
Dua’da, Allah’ın sevgili kullarını vesile ederek Allah-ü Teâlâ’ya ibadet ve iltica eden muvahhitleri bu müşriklerden ayıran nokta ise şudur:
Muvahhitler vesileye ibadet etmezler. İbadetleri, duaları, ilticaları yalnız Allah-ü Teâlâ’yadır. İbadete layık ve müstehak olan Allah’tan başka hiçbir şey yoktur. Duasında peygamberini, Allah’ın veli bir kulunu, yaptığı hayr-u hasenatı, Allah-ü Teâlâ’nın hürmet etmemizi emir buyurduğu mukaddesatı vesile ederek dua eden müvahhid Allah’tan başkasına ibadet etmiş olmaz.
Peygamberinden, sevdiği Allah dostundan, hocasından imdat talebinde bulunan[9] kimse, bu talebiyle, vesile ittihaz ettiği kimseden talep ettiği şeyi yaratmasını istemez. Vesile ittihaz ettiği zatın, Allah-ü Teâlâ indinde yüce makam sahibi bulunduğunu, kendi duasıyla vesile ittihaz ettiği zatın, kendi namına yapacağı duasının aynı olmayacağını bilir. Bu tevessülü, “Ben, senden, benim için Allah-ü Teâlâ’ya dua etmeni istiyorum.” demekten ibaret olur.
Şayet mü’minlerin yaptıkları tevessül, şirk olsaydı, Rasülüllah Efendimiz’den, Ashabından, ümmetinin selef ve halefinden sadır olmazdı. Zira onların hepsi tevessülde bulunuyorlardı.[10]
Nitekim Rasülüllah (S.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"مَنْ قَالَ حِينَ يَخْرُجُ إِلَى الصَّلَاةِ: اَللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ بِحَقِّ السَّائِلِينَ عَلَيْكَ، وَبِحَقِّ مَمْشَايَ (...) وَكَّلَ اللَّهُ بِهِ سَبْعِينَ أَلْفَ مَلَكٍ يَسْتَغْفِرُونَ لَهُ، وَأَقْبَلَ اللَّهُ عَلَيْهِ بِوَجْهِهِ حَتَّى يَفْرُغَ مِنْ صَلَاتِهِ"
“Kim namaz için çıktığı zaman: ‘Ey Allah'ım muhakkak ben senden, senden istekte bulunanların senin indindeki hürmeti ve zatına yaptığım şu yürümekliğim için istiyorum.’ (…) diye duâ ederse Allah-ü Teâlâ onun için, istiğfarda bulunsun diye yetmiş bin meleği vekil kılar. Hz. Allah, o kuluna, namazdan ayrılıncaya kadar rahmetiyle yönelir.”[11]
Bu ifade, sarih bir tevessül olup Peygamber Efendimiz (S.a.v.) bu duâyı eshâbına öğretmiş ve onlara bu duâyı okumalarını tavsiye buyurmuştur.
Hazret-i Ömer (R.a.) ise, kuraklık zamanında, İbn-i Abbas (R.a.) Hazretlerini yağmur duasında vesile kılmıştır.
عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، أَنَّ عُمَرَ بْنَ الخَطَّابِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، كَانَ إِذَا قَحَطُوا اسْتَسْقَى[12] بِالعَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ المُطَّلِبِ، فَقَالَ: «اَللَّهُمَّ إِنَّا كُنَّا نَتَوَسَّلُ إِلَيْكَ بِنَبِيِّنَا فَتَسْقِينَا، وَإِنَّا نَتَوَسَّلُ إِلَيْكَ بِعَمِّ نَبِيِّنَا فَاسْقِنَا»، قَالَ: فَيُسْقَوْنَ
Enes bin Malik (R.a.) Hazretleri şöyle rivayet eder;
Ömer ibn-i Hattab (R.a.) kuraklık olduğu zaman Abdullah ibn-i Abbas (R.a.) ile yağmur talebinde bulunurdu ve “Allah'ım biz sana nebimiz ile tevessül ederdik de bize yağmur ihsan ederdin, şimdi ise sana nebimizin amcası ile tevessül ediyoruz. Bize yağmur ihsan et.” derdi ve hemen yağmur yağdırılırdı.[13]
Bazıları, “vefat etmiş kimse ile tevessül olunmaz. Hz. Ömer (R.a.)’ın bu tatbikatı bu hususu öğretmek içindir.” diye iddia etseler de Ashab-ı Kiram’ın Peygamber Efendimizin (S.a.v) vefatından sonra da O’nunla tevessüle devam etmeleri bu iddiayı reddeder.
Ayrıca Hz. Ali (K.v.) Efendimizin annesi Fâtıma binti Esed (R.anha) vefât ettiğinde Peygamber Efendimiz (S.a.v.)’in,
اِغْفِرْ لِأُمِّي فَاطِمَةَ بِنْتِ أَسَدٍ، ولَقِّنْهَا حُجَّتَهَا، وَوَسِّعْ عَلَيْهَا مُدْخَلَهَا، بِحَقِّ نَبِيِّكَ وَالْأَنْبِيَاءِ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِي
“Annem Fâtıma binti Esedi mağfiret et. Kabrini, nebîn ve benden önceki enbiyânın hürmetine genişlet.”[14] Şeklindeki duâsı, vefat etmiş kimseler ile tevessülün caiz olduğuna delalet eder.
Hz. Ömer (R.a.), Hz. Abbâs (R.a.) ile yağmur talebinde bulunması Resûl-i Ekremden başkası ile de yağmur talebinde bulunmanın câiz olduğunu halka açıklamak içindir. Zira Resulüllah Efendimiz vesilesi ile yağmur istemek, onların yanında, bilinen bir gerçekti. Bazı kimseler, Efendimiz (s.a.v.)’den başkası ile yağmur talebinde bulunmanın câiz olmadığı vehmine kapılıyordu. İşte bununla Hz. Ömer (R.a.), bunun câiz olacağını onlara açıklamış oldu.[15]
İmam-ı Rabbânî (K.s.) Hazretleri şöyle buyurur:
وَطَلَبُ شَيْخٍ عَارِفٍ بِالطَّرِيقِ وَهَادٍ إِلَيْهِ الَّذِي يَسْتَحِقُّ أَنْ يَكُونَ وَسِيلَةً أَيْضًا مِنَ الْمَأْمُورَاتِ الشَّرْعِيَّةِ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى {وَابْتَغُوا إِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ}
“Yolu bilip o yola hidayet eden, vesile olmaya müstehak olan bir Şeyhi talep etmek yukarıdakiler gibi (yani Şer’î âmâl ve zikr-i ilâhî gibi) şer’î memûrâttandır. Allah-ü Teâlâ: ‘Ona yaklaşmağa vesile arayın!’ buyuruyor.”[16]
[1] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, Bakara Suresi 186. ayetin tefsiri
[2] Yusuf Nebhânî, Vehhabilere Cevaplar s.147
[3] Sure-i cin ayet: 18
[4] Şuara suresi ayet: 213.
[5] Zümer Suresi ayet: 3
[6] Ebu’l-Muin en-Nesefi, Tebsiratü’l-Edille, sahife: 674
[7] Allame et Teftezani, Şerhi akaid, sahife: 137
[8] Ebu’l-Muin en-Nesefi, Tebsiratü’l-Edille, sahife: 674
[9] ‘Medet Ya Seyyid Abdu’l-kadir Geylani’, diyen
[10] Yusuf Nebhânî, Vehhabilere Cevaplar s.151
[11] Müsned-i Ahmed bin Hanbel, 17/248
[12]استسقى طلب السقيا ونزول المطر. (نتوسل) نجعله وسيلتنا إليك لما له من حرمة عندك تعطفك علينا
[13] Sahih-i Buhari 5/20
[14] Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, 18/83
[15] Yusuf Nebhânî, Vehhabilere Cevaplar s.156
[16] Mektubât-ı Şerife c.2 mektup:50
Kemal Ekrem Soylu- Arşiv
incemeseleler.com