Kureyş’in şerlilerinden ve eşrafından olan meşhur Ebû Süfyan.... Ukab namındaki başkanlar bayrağı ona verilirdi
Kureyş’in bayrağını harp kızıştığı vâkît, reisler toplanıp, başkanların başkanı olan kişinin eline verirlerdi.
Ebû Süfyan Mekke’nin fethi gecesi İslâm’ı kabul etti, müellefe-i kulûbdan oldu, sonradan îmanı kuvvet buldu.
Yermük harbinde bir gözünü fedâ edinceye kadar cihâd etti. Kızı mü’minlerin anası Ümm-ü Habîbe Hz.’inden dolayı Efendimize kayınpeder olma şerefine sâhipti.
Hz. Osman (R.A.)’ın hilâfetinde 80 yaşını geçkin olduğu hâlde vefat etti.
Câhiliyyet zamanında kendi malından ve Kureyş-lilerden sermâye edinerek Sûriye tarafına kervan çıkarırdı. Kendisinin de o tarafa ticârete bizzât gittiği olmuştur.
Müslüman olmadan önce, Hudeybiye sulhünden sonra, Kureyş’ten bir takım tüccarla beraber, Sûriye ve Filistin’de bulunduğu sırada, Rum Kralı Herkal, İlya (Kudüs) şehrinde tüccarları çağırarak Fahr-i Kâinât’ın davetnâmesini almış olduğundan bunlardan izahat almak için Rum’un büyükleri de beraber olduğu hâlde, şöyle sual etti:
– ”Nübüvvet ilan eden zâta sizin içinizden en yakın akraba olan hanginizdir?”
Ebû Süfyan:
– ”Benim” dedi.
Çünkü Hâşimîler Kureyş’ten olduğu gibi Emevîler de Kureyş’tendir.
Herkal:
– ”Bunu bana yaklaştırın” dedi ve hepimize:
– ”Ben buna sual soracağım. Eğer cevaplarında yalan olursa siz onu doğrultun” diye tembih etti.
Ebû Süfyan:
– “Vallahi eğer yalancılığımın söylenmesinden utanmasaydım, İslâm’ın aleyhine yalan söylerdim” diyor ve şöyle anlatıyor:
– “Bana tercüman vâsıtasıyla sordu
– O’nun sizce nesebî (âile şerefi) nasıldır.
– Soyu temizdir.
– Ondan evvel sizin içinizden hiç böyle bir dâvâda bulunan oldu mu?
– Olmadı.
– Baba ve dedelerinden melik olan veya saltanat eden var mı?
– Yoktur.
– Kendisine insanların zengini ve eşrafı mı tâbî oluyor, zayıfları mı?
– Zayıfları...
– Çoğalıyorlar mı, azalıyorlar mı?
– Çoğalıyorlar.
– Onun dinine girdikten sonra darılıp dönen oluyor mu?
– Olmuyor.
– Sizin onun bu dâvâsından evvel hiç yalan söylediğini yakaladınız mı?
– Hayır.
Bunun üzerine Herkal:
– Vefasızlık eder mi? diye sordu.
– “Hayır, çoktan beri ne yaptığını bildiğimiz yok” dedim. Bundan başka uyduracak kelime bulamadım.
Herkal:
– Siz onunla hiç muhârebe ettiniz mi?
– Ettik.
– Muhârebeniz nasıl oldu?
– Bâzen o, bâzen biz gâlip gelirdik.
– Size neyi emreder?
– Ancak Cenâb-ı Hakk’a ibâdet edin, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Babalarınızın taptıkları şeyleri bırakın. Namaz kılın. Doğruluk ve iffet üzere olun. Sıla-i rahm edin” diye emreder.
Bunun üzerine Herkal:
– Nesebîni sordum; nesep sâhibi olduğunu söyledin. Bütün nebiler de kavim içinde temiz soydan gönderilmiştir.
“Kendisinden evvel sizin içinizde böyle bir dâvâda bulunan oldu mu?” dedim; “Olmadı” dedin. Eğer olsaydı “Bu da kendisinden evvel söylenmiş bir söz uydurdu” derdim.
“Baba ve dedelerinden melik olan kimse var mı? dedim. “Yok dedin. Eğer ecdâdından melik olan ve saltanat süren biri olsaydı, babasının mülk ve salta natını istiyor” derdim.
“Bu dâvâsından evvel onun hiç yalan söylediğini işittiniz mi? dedim; “İşitmedik” diye cevap verdin. Bildim ki insanlara yalan söylemeyen Allah’a da yalan söylemez.
“İnsanların eşrafı ve kuvvetlileri mi ona uyuyor, zayıfları mı?” dedim; “Zayıfları” dedin. Peygamberlerin tâbîleri de zayıflardır.
“Artıyorlar mı, azalıyorlar mı?” dedim, artmakta olduklarını söyledin. İmanın işi böyle icap eder.
“Dinine girdikten sonra darılıp dönenler oluyor mu?” dedim; “Olmuyor” dedin. Resuller câmiası hıyânet ve vefâsızlıktan beridir.
“Size ne emreder?” dedim; “Yalnız Cenâb-ı Vacibül-Vücûd’a ibâdet edin, putları bırakın, namaz kılın, sadaka verin ve iffetli olun” diye tavsiye eder dedin. Eğer söylediğin doğru ise, o zât benim bu iki ayağımın bastığı yere de malik olacaktır. Bu Nebiyyi Zişan’ın geleceğini bilirdim. Ama sizden olacağını zannetmezdim. Eğer kendilerine ulaşacağımı bilsem, bu hususta gayret ederdim ve yanlarında bulunsam, ayaklarını kendim yıkardım.” dedi.
Sonra Nâme-i Seâdeti istedi ve okuttu. Ondan sonra Rum’un büyükleriyle aralarında arbede (karışıklık) başladı. Biz de oradan çıkarıldık.
Ben kendi kendime, “İbn-i ebi Kebşe’nin işi cesâmet ve ehliyet kazanmış. Ondan Melik-i Esfer dahi korkuyor” dedim. Ta ki Hak Teâlâ İslâm’ı bana da nasib etti...
(Ebi Kebşe: Efendimizi emziren Hâlime-i Sa’diye’-nin efendisinin künyesi olup, müşrikler Efendimizi hafife almak için “İbn-i Ebi Kebşe” derlerdi.
Ebû Süfyan’ın câhiliyet zamanında İslâm’a olan zararlarından biri de; Â’şâ-yı Ekber’in Müslüman olmasına mânî oluşudur. Şöyle ki:
Meşhur Şâir Â’şâ, Hudeybiye anlaşmasından sonra Rasûlüllah (S.A.V.)’i medh eden bir kaside yazdı. Müslüman olmak için Medine-i Münevvere’ye giderken bu hâli haber alan Kureyş, işe ehemmiyet verip,
– “Â’şâ kimi medh etti de yükseltmedi?” diye Rasûlüllah (S.A.V.)’e ulaşmasına mânî olmak için, aralarında Ebû Süfyan da olmak üzere, yolunu bekleyip
– “Nereye gidiyorsun ya Ebâ Basîr?” diye künyesiyle seslendiler. (Gözlerinin zafiyetinden dolayı Â’şâ denilmiştir.) Â’şâ;
– “Muhammed’e varıp îman edeceğim” dedi.
– “O seni bir takım şeylerden men eder” dediler.
Â’şâ:
“Ne gibi”
Ebû Süfyan:
– “Seni zinadan men eder” Â’şâ:
– “Ben zinâyı terk etmediğim hâlde o beni terk etti” Ebû Süfyan:
– “Kumarı men eder” Â’şâ:
– “Ben ona ulaşırsam, umarım ki kumara karşılık olacak menfaate nâil olurum. Daha neyi men eder?”
Ebû Süfyan:
– “İçkiyi de men eder”
– “Biraz şarabım var döner içerim”
Sonra Ebû Süfyan:
– “Sana bu hâlinden daha hayırlı bir şey var”
Â’şâ:
– “Ne var?” dedi.
– “Şimdi biz onunla mütareke hâlindeyiz. Sen bizden yüz deve alıp bu senelik buradan gitmelisin. Bakalım işimiz nereye varır. Eğer biz gâlip gelirsek sen kendi payına düşeni alırsın. Eğer o bize gâlip gelirse sen o vâkît ona gidersin “ dedi. Â’şâ, “Bu fenâ değil” deyip kabul etti. Ebû Süfyan;
– “Ey Kureyş Cemâatı! Buna Â’şâ derler. Vallahi eğer bu gidip Muhammed’e tâbî olursa, şiirleriyle bütün Arapları aleyhimize çevirir. Buna yüz deve toplayıp verelim” dedi. Hepsi kabul etti ve develeri toplayıp Â’şâ’ya verdiler. O da alıp döndü. Lâkin yolda devesinden düşüp öldü...