Öncelikle diyalog kelimesini
irdelemek lazım.Diyaloğa evet ya da hayır demek, hristiyan, yahudi ve diğer
ehli bilahidayet ile olan münasebetlerimizdeki ahvalimizin muayyenliği
hususunda bize tam ışık tutmamaktadır. Çünkü diyalog kelimesi hem şu anda bir
çok kitlenin tartıştığı bir kavram anlamına gelmekte hem de asırlardır
Müslümanların ğayrı müslimlerle münasebetleri esnasında hali olmadıkları bir
birlikteliğe isim olarak verilmektedir. Dolayısıyla bu iki manayı iyi ayırt
ederek kasdedilen manadaki diyaloğa evet, ya da hayır diyebiliriz; yoksa mutlak
mana da diyaloğa evet ya da hayır diyerek haklılığımızı isbat etmeye çalışmak
bazen aynı düşüncede olduğumuz kişilerle bile cahilce tartışmamıza neden olabilmekte
ve nitekim olmaktadır. Şimdi iki diyaloğu da izaha çalışalım.
Dünya tarihi, İslam’ın diyaloğuna aç
İslam dini var olduğu günden
beri tüm insanlıkça da görüle gelmiştir ki hiç bir ırk, din, dil farkı
gözetmeksizin hak, adalet, mal ve canlara saygı hususunda yapılabilecek en
güzel muameleyi yapmıştır. İslam devletleri,gayrı müslimlerle daima iç içe
yaşamış gerek sosyal gerekse dinsel yaşamlarında onlara karışmak şöyle dursun
karışanları bile engellemeye çalışmıştır. Tarihe objektif bir açıyla bakıldığı
zaman görülecektir ki hiç bir gay-rı müslim, islam adaletinden şikayetçi
olmamış aksine bu şahane adalete hayran kalmış ve çoğu zamanda bu hayranlık
neticesinde kendi istekleriyle Müslümanlığa geçmişlerdir.Bunun gibi, savaşlar
neticesinde islamiyetin himayesine giren Hıristiyan milleti de bu duruma
üzülmek şöyle dursun islam adaleti ile yönetilecekleri için bayram ettikleri
gerçeği de dikkate şayandır.Dünyadaki hiç bir devletin kucak açmayarak
lanetlediği yahudileri bile topraklarına kabul eden islam medeniyetinin sayısız
hoş görü örneklerinden kaç tanesini buraya sığdırabiliriz ki?
Rum İmparatoru Herakliyus'un ordusunu mağlup eden İslâm askerlerinin
başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri zafer kazandığı her şehirde
tellallar dolaştırarak, Rumlara halîfe hazret-i Ömer'in emirlerini bildirirdi:
“Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı
ile ve halîfemiz Ömer'in emrine uyarak, bu şehri de aldık. Hepiniz
ticâretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza,
ırzınıza, kimse dokunmayacaktır. İslâmiyetin adâleti aynen size de tatbîk
edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışardan gelen düşmana karşı,
Müslümanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık
olmak üzere, Müslümanlardan hayvan zekâtı ve uşur aldığımız gibi, sizden de,
senede bir kere cizye dediğimiz vergiyi vermenizi istiyoruz. Size hizmet
etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ
emretmektedir.”
Humus Rumları, vergilerini seve seve getirip, Beytülmâl emîni Habîb bin
Müslim'e teslîm ettiler. Bir müddet sonra, Herakliyus'un, bütün memleketinden asker toplayarak
Antakya'ya hücûma hâzırlandığı haber alındı. Bunun üzerine, Humus şehrindeki
askerlerin de, Yermük'teki kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebû Ubeyde,
şehirde tellallar dolaştırdı:“Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeğe, sizi
korumağa, söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise,
halîfeden aldığım emir üzerine, Herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime
yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz Beytülmâla
gelip, vergilerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz defterimizde
yazılıdır.”
Bu örnek, okyanustan bir katre.Aslında bir çok şeyin de özeti mahiyetinde idrak
sahipleri için.Böyle bir diyalog ve hoşgörü insanlık tarihinde nerede
görülmüş?Hangi dünya medeniyeti insan hakkına bu kadar titiz bir şekilde riayet
etmiş?Tarihte eşine benzerine rastlanmamış ve rastlanması da mümkün olmayan bu
şuur, beşeri bir gayretle de olacak bir durum değildir.Bu şuur ancak Allahtan
korkmanın,dolayısıyla da İslam ikliminin bir tezahürüdür.
İslamiyet'in bu adalet ve merhametinin meyvesi olarak giderek dünyaya
yayıldığını gören Hıristiyanlar (özellikle İngiliz milleti) bunun önüne
geçmenin çarelerini aramaya koyulmuş ve topla tüfekle hakkından gelemediği
İslam medeniyetini içten fethetmeyi yeğlemişti. Hem Hıristiyan milletinin yeni
nesillerine, Türk ve Müslümanları barbar göstererek onları insanlık dışı bir
vasıfla vasıflamakta, hem de Müslüman kılıklı casuslarını İslam ülkelerine
salarak fitne ve fesadın meydana gelmesine zemin hazırlamakta idi. Bu
faaliyetlerinde çok başarılı olagelmişlerdir ki Osmanlı devletinin yıkılmasına
sebep olmuşlar ve şu anda da olduğu gibi tarihteki hakikatleri göremeyen kendi
insanlarının zihinlerine de Türkleri barbar, insanlık dışı lanet varlıklar
olarak göstermişlerdir. Tarihteki ve İslam dininindeki gerçek hakikatleri
görenlerin ise Müslüman olmaya devam ettiklerini halen görmekteyiz.(”Neden
Müslüman oldular” isimli makale ve kitaplarda bunun örneklerini görmek
mümkündür)
İkiye ayırdığımız diyaloğun ilk
kısmını bu şekilde özetlemiş olduk.Bu diyaloga hiç bir Müslüman karşı
çıkamaz.Gerek Efendimiz s.a.v gerekse diğer evliyaullahın hayatlarında bunların
sayısız örneklerine rastlamak mümkün.Zaten bizim onlardan başka örnek alacak
kimimiz var ki?Kaldı ki biz onların fetvası haricindeki bir din anlayışını en
büyük şeriatsızlık sayarız.Buna karşı çıkmak İslamiyet'e karşı
çıkmaktır.Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi İslamiyet'in emri olarak
her bir Müslüman'ın yapması gereken SOSYAL YAŞAMDA; hiç bir din ayrımı
gözetmeksizin tüm insanların hakkına hukukuna gereken hassasiyeti
göstermektir.Onları mutlak birer insan olarak değerlendirip ticaret, alış
veriş, misafirlik vb. sosyal aktivitelerde birlikte hareket etmektir.Yoksa
onlarla aynı dine mensup olmadığımız için onları asmak, kesmek, onlarla aynı
mekanda yaşamamak, alış veriş vb. gibi sosyal hayatın genel şartlarında farklı
muamelede bulunmak değildir.Çünkü onlar islamiyetin temel prensiplerini
gördükleri zaman zaten başka açıklama vesair anlaşmalara girmeden hidayete
biiznillah nail olacaklardır.Zaten bu diyaloğa her zaman evet denildi. Bu
diyalog islamiyetin ilk gününden itibaren zaten var. Eğer şu günlerde diyalog
diyalog diye propagandası yapılan diyalog bu ise buna kimse karşı çıkmadı ki
hiç bir zaman?Günümüzde “Diyaloğa hayır!” diyen Müslümanlar bile bu şekildeki
diyaloğa asla hayır demedi ki?Böyle muazzam adalete sahip bir dine karşı eğer
ğayrı müslümler hala Müslümanları ve islamiyeti hor görüyorlarsa burada iki
durum ortaya çıkmaktadır.Ya niyetleri bozuk olup İslam'a kasıtlı düşmanlıklarını
göstermek ve İslamiyet'i yok etmek; ya da Müslümanlar, islamın bu konudaki
(ehli kitap ile ilişkilerde) sosyal anlamdaki hoşgörü anlayışına aykırı hareket
ederek düşmanlıklarına neden olmalarıdır.Bunun düzeltilmesi de yine bizim
elimizdedir.Sosyal yaşamda onlarlarla sürekli diyalog içerisinde
olmalıyız.Yoksa hiç alternatifi olmayan şeriat-ı ahmedi garrayı nasıl
tanıyacaklar.Ya da tanıtamadığımız için ahirette Allah'ımızın huzuruna hangi yüzle çıkacağız?Şu hadisi
şerifden hiç mi ibret almayacağız hala?"Senin elinle bir kişinin hidayetine vesile
olman,üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır."
Olması gereken ve ikiye ayırdığımız diyaloğun ilk kısmını kusurlu, küsürlü
cümlelerimizle ifadeye çalıştıktan sonra, bir çok islam cemaatini soğuk savaşla
da olsa karşı karşıya getiren diyalog olan ikinci kısım diyaloğa geçelim.Bu
diyalog ile görünürde ve görünmeyişteki gizli amaçların ne olduğuna göz atalım.
Dini hususlarda diyalog, İslam'a bir hakarettir.
-Diyaloğun husulu için gerekli şartlar ve Müslümanların
amacı
Bu kısma giren diyaloğa iki
farklı açıdan bakılmalıdır. Birincisi; diyaloğa evet diyen Müslümanların bu
diyalogla ne amaçladıkları diğeri ise özellikle ehli kitap olan kafirlerin
(Hıristiyan,yahudi) bu diyalogla görünüşte ne amaçladıkları ve en önemlisi de
görünmeyişte ne amaçladıklarıdır.
Diyalog olmalıdır diyen Müslümanların hedefleri (husn-ü zannımızca); bu diyalog
sayesinde asırlardır var olan küresel savaşları barışlara tebdil etmek,
kültürler arası hoşgörüyü sağlamak ve ehli küfrün hidayetine vesile olmak.Ama
dikkat edilirse hidayete vesile olmak, zaten her bir müminin vazifesidir.Burada
müminleri ikiye ayıran husus, tebliğin mahiyetidir.Diyalog yolu ile hidayete
vesile olmak ne demektir ve hangi şartları kabul etmektir?
Şu anda gündemi meşgul eden diyalog, hudut ve kaidelerini Müslümanların çizdiği
bir irşad tarzı değildir.Çünkü diyalog cemiyetlerinin farklı dinler ile
diyaloğun yapılabilmesi için koydukları bazı kaideler vardır.Bu kaideler genel
bir ifade ile üç dinin inanç kümelerinin kesişimlerini içermektedir.Yani
kesişmeyen yönlerin geçerliliğinin ortadan kalkmasına, yok sayılmasına itikad
edilmelidir.Kesişimdeki ittifak meydana geldiği takdirde diyalog kapıları
sonuna kadar açılacaktır.İslamiyet'i ilgilendiren bu kaidelerden belli
başlıları şunlardır.
Aslında bizler farklı dine mensup olsak ta bazı ortak noktalarımız
vardır.Mesela sizde İbrahim a.s milletinden gelmektesiniz, bizde, sizde bir
yaratana inanıyorsunuz bizde, sizde ahirete inanıyorsunuz, bizde , sizde ehli
kitapsınız bizde.Ortak noktalarımız varken biz asırlardır neden düşmanız ki
birbirimize? zihniyeti ile dinlerin çok farklı inançlara sahip olmadıklarının
altın çizmek.Bazı teferruatta (!!!) farklılıklar olabilir.Onda da uzlaşma
içerisinde olunması lazım.Dünya barışı için buna katlanılması lazımdır.Buna
binaen;Tek hak dinin İslam olduğu, son dinin İslam
olduğu gibi görüşlerden vazgeçerek(Modern Dünyada İslam Vahyi-M.Watt) ,ehli
kitap (Müslüman, hristiyan- yahudi ve ) olanların hepsinin cennete
girebileceğini (şu anda herkese alenen söylenmese de), tüm dinlerin eşit
olduğunu,hristiyan ve yahudilerin de yerine göre şehit olabileceklerini,
hristiyan erkeklerle de evlenmenin sakıncası olmayacağı gibi hususları kabul
etmek lazımdır.Böylece dünya barışı sağlanmış olacak ve kardeş kardeşe bir
kainat düzeni oluşacaktır.
Diyaloğu destekleyen Müslümanların görüşü; ilk başlarda bu gibi tavizler ile
onlara yakınlaşacaklarını, bunu başardıkları zaman onları zaten bir şekilde
Müslüman yapacaklarını zannetmeleridir.Yukarıda da söylediğimiz gibi hüsnü
zannımızca böyle düşündüklerine inanıyoruz.
-Diyalogda önemli olan insanın kendisidir, dini değil.
Aslında diyaloğun medarı (bazı
dini yayın organlarında bu hususa açıklık getiren din bilginlerinin de itiraf
ettiği gibi) “din değiştirmek” anlamına gelmemelidir.”Hatta Hıristiyan bir
kimsenin Müslüman olmasına gereğin olmadığını, nasıl olsa hristiyanlığın da hak
din olduğunu söyleyecek kadar 3 dine de aynı mesafe yaklaşılması gerektiğini
alenen söyleyen Müslüman kitlelere de rastlandığı bir gerçektir.Bu iddialı söz
inandırıcı gibi gelmese de çok yönlü ve iyi bir tetkik yapıldığı zaman ayna
gibi karşımıza çıkacaktır.Diyaloğun asıl amacı; asırlardır savaşların temel
nedeni olan ve dinleri birbirinden ayıran nitelikteki değişmez kurallara göz
yumarak, onlara bir ayar çekerek, dünya barışının sağlanacağını ümit
etmektir.Diyalog sayesinde İslam'ın barış dini olup barbar dini olmadığını
öğrenen ve artık İslama sempatik bakan bir çok Hristiyanın sadece bu kadarıyla
kaldıkları ve kahir ekserinin şahadet getirmeyip dolayısıyla da Müslüman
olmamaları,diyaloğun sadece dünya barışı ile ilgili olup, dini bir yönlendirme
olmadığına en açık delillerindendir.Üstelik bunlar ekranlarda bize sanki bir
maharetmiş gibi ballandıra ballandıra takdim edilmektedir.Laik olan Ülkemizin
hükümetinin de bu faaliyete destek vermesinden bunun dini bir faaliyet
olmadığını sadece farklı kültürler arası uzlaşma olduğunu anlamaktayız.Kaldı ki
amaç sadece dünya barışı olsa bile bunun mümkün olamayacağına ileride temas
edeceğiz.Şu aşamada iki tezat ortaya çıkmaktadır.Birincisi,Müslümanların
diyalogla dini yayma gayesi,diğeri de izahatlardan da anlaşılacağı gibi
diyaloğun din değiştirmek anlamına gelmemesi.
-Madolyanın gerçek yüzü (Vatikanın gizle(me)dikleri
amaçları ve itirafları)
Vatikan gayelerinin herkes gibi
evrensel kardeşliği sağlamaya zemin hazırlamak olduğunu söylemektedir.Ama asıl
amaçları oluşan bu yakınlık ile aşama aşama önce dinler arası diyalog sonra
dinlerin birleştirilmesi sonra da insanları kilisede toplamaktır.Bütün bu
anlatılanların bir fıkra ya da masaldan ibaret olmadığını müntesib erkanın
kendi ağzından dinlemek daha inandırıcı olacaktır.Ama önce aşamanın temelini
ifade edelim.
Hıristiyan âlemi, özellikle İngilizler, 18. asırdan itibaren, İslam âlemine
karşı uyguladıkları planları gözden geçirmeye başladılar. Çünkü, asırlardır
uyguladıkları yıkma amaçlı planlar istenilen neticeyi vermemişti.Netice
alabilecekleri yeni projeler üretmeye koyuldular. O güne kadar uyguladıkları
taktik; güç kullanarak zorla hedefe varmaya yönelikti. Artık bundan vazgeçmenin
zamanı gelmişti. Çünkü bu yolla, Müslümanlara zarar veremedikleri gibi, aksine
güce karşı güç oluşturup blok halinde karşılarına çıkma hareketleri başlamıştı.
Yeni projede, Müslümanları parçalayıp, birbirine düşürerek kaleyi içeriden
fethetmeyi amaçlıyorlardı. Bunun için de, çeşitli ırk ve dildeki insanları tek
vücud halinde dimdik ayakta tutan İslam dininin dejenere edilmesi, asli
unsurlarından(ehl-i sünnet vel cemaat) uzaklaştırılması gerekiyordu.Aşağıda da
değineceğimiz gibi asırlardır verilmemiş fetva ve dini istismarların asli
unsurlardan nasıl uzaklaştırdığına şahid olacağız.
Kaynak aramaya da gerek yok.Vatikanın kendisi bizzat diyalogla amaçlarının ne
olduğunu resmi kaynaklarında ifade etmektedir.
Cesur itiraflar
Allah “Biz her ne kadar Hıristiyan olmayan dinlerin manevi
ve ahlaki değerlerini tanıyor, saygı gösteriyor, onlarla diyaloğa hazırlanıyor ve din hüviyetini
savunmak, insanlık kardeşliğini tesis etmek, kültür, sosyal refah ve sivil
iradeyi oluşturmak gibi hususlarda diyaloğa girmek istiyorsak da dürüstlük bizi
gerçek kanaatimizi açıkça ilan etmeye mecbur etmektedir; yegane gerçek din
vardır. O da Hıristiyanlıktır.” (Leibhard, Wilmington 1978, s. 13 vd.)
Vatikan yayınladığı Kateşizm kitabında,
Allah "Bu diyalogun
tek amacı İncil'i tanıtmaktır. Muhatapların ikinci Adem'i (Hazret-i İsa'yı)
Tanrı olarak kabul etmek zorundadırlar ki (haşa) Birinci Adem'i de (Hazret-i
Adem'i de) yaratan odur" yazıyor.
Allah “Dinlerarası
diyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir
parçasıdır... Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer
dinlere mensup olanlara yöneliktir. “
Allah "Birinci bin
yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü
bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım." (Papa II. Paul)
Allah "Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki, bu
faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat
olarak yapıyoruz. Kilise'nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani
Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple
diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer
alır."
(Pietro Rossano -Vatikan Konsil sekreteri)
Resmi kaynaklarının belge mahiyetinde olduğu bu hususta Vatikanın diyalogla
amaçlarının ne olduğunu ifade için sanırım daha fazla kaynağa teşebbüs abesle
iştigal ve lüzumsuz yere konuyu uzatmak olacaktır.Bir Müslümanın bu kadar açık
beyanatları duymasına rağmen ısrarla diyalog etrafında dolanması bizi ister istemez su-i zanna
itmektedir.Şu şekilde bir tepki akla gelebilir."Ne yani, Hristiyan mı
olacağız sanki?".Şu aşamada zaten Vatikan, Müslümanlardan hıristiyan
olmalarını beklememektedir ki zaten bu pek kolay bir şey değildir.Gözle görülmeyen
kilise manasına gelen "invisible church” zihniyetini aşılamaya çalışmaktır
maksat.Bu kavram şu demektir.Şahısların Müslümancıktan Hristiyanlığa geçmesi
gerekmez. Oldukları yerde oldukları gibi kalsınlar. Ama bizim istediğimiz gibi
düşünsünler. Müslüman gibi düşünmesinler. Müslümanlar gibi düşünüp müslümanlar
gibi yaşadığına inansınlar.(invisible church”gözle görünmeyen kilise
kavramı).Bizim anlayacağımız şekli ile, medarı necatın yegane sebebi olan ehli
sünnet vel cemaat mezhebinden döndürmek.Zaten ehli sünnetten rücu eden bir
kimsenin kolay kolay iflah olması mümkün olmamaktadır.Bu husustada bir hayli
mesafe kat ettikleri özellikle ülkemizdeki aydın kimselerin akıl almaz
fetvaları ile haklılığını ısbat etmektedir.
Haddi aşan dini yorumlar
Yukarıda söylemiştik ki topla
tüfekle bu işin olmayacağını anladıkları için halkın itibar ettiği İslam
alimleri vasıtasıyla onların itikadlarını bozarak kaleyi içten fethetmek.Alın
sizlere örnek yağmuru. Öncelikle diyaloğun Türkiyede önde gelen temsilcisi
Mehmet Aydın'ın görüşlerine yer vermek daha uygun olacaktır.
Allah Ben yurt dışına
gittiğim zaman sık sık kiliselere gidiyorum; çok da lezzet ve zevk alıyorum” 9
Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Mehmet Aydın
Allah Hristiyan
erkeklerle evlenme yasağı devam ettiği sürece avrupa birliğine
giremeyiz.Mümtehine suresinin 10. ayeti buna engel teşkil ediyor.O nedenle
gerekli çalışmalar yapılmalı ve müntehine engeli kaldırılmalıdır.Mehmet Aydın
Allah “Efendim, diyalog
ve hoşgörü devam edecekse, Hıristiyanlarla konuşurken sizin kitabınız bozulmuş,
sonradan değiştirilmiş; en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.” Mehmet Aydın
Allah “İslâmın temel
anlayışı, Allah’ın varlığı ve
birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını
kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslâm.” Prof. Dr. Bekir
Karlığa
Allah Hatta, (İslâm) Allah’ın varlığından da öte, Hz. Peygamberi kabul
etmeyenlere bile hoşgörülü davranır.” Prof. Dr. Bekir Karlığa
“... İslâm bilginleri Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştîlerin, hatta Budist
gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul
ederler.” Prof. Dr. Bekir Karlığa
Yukarıdaki ifadelerin yanında; Kur'an-ı Kerimde Hristiyanları kınayan ayetlerin
tarihsel olup sadece Efendimiz (s.a.v) dönemindekileri ilgilendirdiğini ,
"La ilahe illAllah" diyen herkese merhamet nazarı ile bakılması
gerektiğini, ehl-i kitap ile amentüde ittifakın olduğunu, ateizme karşı
Hristiyanlarla ittifak etmenin gerektiği gibi beyanatlar, ehli sünnet ile uzaktan
yakından alakası olmayan,insanı küfre kadar götüren, haddi aşan, Vatikanın arzu
ettiği İslamın içten fethedilmesine zemin hazırlayan, kafirlerin emeğine yağ
süren sözlerdir.Çünkü İslam dininde temel esas, Kur'anı Kerim, sünnet-i
rasülüllah, icma ve kısaytır.Bunlara muhalif her bir sözün İslam'la hiç bir
alakası yoktur.Mutlak küfre(ateizm) karşı ortak hareket edelim, bazı ayetler
tarihseldir gibi bir takım sözlerde büyük yankı uyandırmakta.Bunları asla
kabullenemeyiz.Çünkü edillei şeriyyei asliyye ve ferriyenin hiçbirisiyle
izahatı yapılamayacak ve bu güne kadar hiç bir mugallit ve müctehidin zerre
miktarınca cezavına mahal veremediği son derece karanlık bu tür iddialı sözleri
söylemek acaba yeni bir şeriat halk etmek manasına gelmez mi?Başımıza bir bela
gelmesinden korkuyoruz, ya da mutlak küfre karşı onlarla bütünleşmemiz lazım
gibi sözleri acaba İslamiyet'e karşı bir güvensizlik duymak değil midir ?Hz Allahtek nasir olarak kafi gelmiyor mu ki ehli küfürden
mutlak küfre karşı medet umuyoruz.Hem Hristiyanlar cennete mi gidecekler ki
ateistlere karşı onlarla birlikte hareket ediyoruz.Her ikisi de cehennemlikse
cehennemliği kurtarmak için cehennemlik olan bir başka kişiyle ittifakın ne
manası var?Medarı necatın bazı canibi isevilere de şamil olduğunu söyleyecek
kadar salahiyet ve yetkiyi Allahaşkına hangi nas
(ayet hadis) ya da delaleti nastan aldınız?“Hristiyan ve yahudilerle ilgili
ayetleri kendi tarihsellikleri içinde değerlendirmeliyiz” diyerek Kuranı kerimdeki bazı ayetlerin
tarihsel olduğunu hangi edillei şeriyyelerden istinbad ettiniz?Faraza bu sözü
söyleyen kimse müctehid olsa bile böyle bir hükümü asla çıkaramaz ki? Zira
önceki müctehidlerin ittifak ettiği mevzularda daha sonra gelen müctehidler
asla bir teğayyür cüretinde bulunamazlar ki bu sözü söyleyenler müctehidolsa
bile.Evvelki müctehidler ”Sebebin hususi olması,nassın umumi olmasına mani
değildir.” hükmünü asırlar önce çıkarmışlarken siz sebebin hususi olduğunu ve
kendi tarihsellikleri içinde değerlendirilmesi gerektiğini
söylüyorsunuz?Hakkında ne bir tevatüren ne de meşhuren hadis olmayan bu tür
ifadeleri müctehidler bile söyleyemezken asrımızdaki bir takım kimselerin kendi
kanaatlerince söylemeleri hangi katagoride değerlendirilecek?
"Diyalog" kelimesi ile diyalog
Muhataplardan yukarıdaki
karanlık sözleri aydınlatmaları istendiği zaman "aslında bu söz ile şunu
kasd ediyoruz" savunmaları pek gerçekçilik ve samimiyet izlenimi vermiyor
ve bu savunmalar ile nereye kadar gidilecek.Madem bir şey kasd ediyorsunuz, onu
ifade eden söz mü kalmadı dünyada da kafaları karıştırıyorsunuz ?Yoksa kasıtlı
mı yapılıyor bunlar?Diyalog çok önemli ve sinsi bir kavram dedik en başta.Çünkü
bu ifade ile İslam'ın tasdik ettiği diyaloğu kasd ettiklerini iddia ederek daha
sonra diyalog kavramına karşı oluşan bu sempati çervevesinde son derece
tehlikeli olan ikinci diyaloğa yavaş yavaş, aşama aşama sempati duyurmaya ve
neticede hedeflerine ulaştırmada harika bir iksir olarak kullanmaktadırlar.Şunu
kasd ediyoruzla da aynı taktik mi uygulanıyor acaba?Şunu kasd ediyoruz dedirte
dedirte o kelimelerin zihnimizde olumlu hava esmesine vesile olarak asıl olan
korkunç amaca hizmet mi ediliyor? Bunun gibi özellikle televizyonlarda
İslamiyet'in tüm hallerini müşahedesi sonucu hayran kalıp İslam dinini
seçenlere diyalog şapkası giydirerek sanki diyalog sonucu Müslüman olmuş gibi
göstermeleride bu taktiğe hizmet etmektedir.
İslam tarihinde örneği yok
İslam dinine göre örnek alınması gereken zatın Efendimiz s.a.v olduğunda şüphe
yoktur.Tebliğ faaliyetinin nasıl yapılması gerektiğini de bizzat göstermiştir.
Bize düşen vazife onun yolunu takip ederek, onu örnek alarak tebliğ hizmetini
yerine getirmektir.Efendimizin hayatında örneğine rastlanmamış bir takım
faaliyetlerle tebliğ yapmak, Efendimiz s.a.v'den sonra ortaya çıkan her şeyin
bidat olduğu hususunu da göz önünde bulundurursak hangi katagoride
değerlendirilecek?Şu unutulmamalıdır ki her şeyin en iyisini yapan ve her şeyi
en kapsamlı düşünen ve ona göre karar alan Peygamber efendimiz s.a.v
dir.Efendimizde kendi zamanında tebliğ faaliyetlerini başlatmış;Hristiyan
kralları, ebu cehilleri,papazları İslam'a davet etmiştir.Bu tebliği yaparken
onların dinine karşı asla hoşgörü içerisinde olmamıştır.Yani şu anda tabi
oldukları dinin onları cehenneme götürdüğünü, iki cihandaki kurtuluşun ancak
İslamiyet'e girmeleri ile mümkün olacağını açıkça, korkmadan ifade
etmiştir.Hatta yazdığı mektuplarda bile muhatap şahsa selamı ancak Allaha iman
etmesi şartına bağlamıştır.Tebliğ için bir zaman bir hristiyanla iftar yapmamış
onlara oruç tutturmamış, ellerini öpmemiş cenazelerine, düğünlerine gitmemiş
hoşgörü toplantıları yapmamış, kültürler arası barış diye bir barış için
seferberlik ilan etmemiş, onları temsili sırattan geçirmemiş, ateistlere karşı
ortak hareket etmemiş, ve hiç bir zaman bir papaza
"hazret" dememiştir.
Çünkü efendimiz ilahi emre göre hareket etmiştir.Çünkü efendimiz,onların
dinlerine tabi olmadıkça asla Müslümanlardan razı olmayacaklarını (s.bakara
120), Yahudi ve Hristiyanları dost edinilmemesi gerektiğini ve kim onları dost
ittihaz ederse onlardan olacağını (Maide Allah 51), Onun yanında bulunanlar da
kâfirlere karşı çetin,şiddetli kendi aralarında merhametli olmaları gerektiğini
(s.fetih 29), onların dinlerine karşı asla musamahakar olunmaması gerektiğini
biliyordu.
Ulemai Kiramda hep efendimizi örnek aldıkları için onların hayatlarını tetkik
ettiğimiz zamanda farklı bir metod uygulamadıklarını görürüz.Şimdi
Peygamberimiz düşünenememiş,1400 yy dır hiç bir ulema düşünememiş, bazıları
çıkıyor kendi mantıklarına göre bir takım İslamla bağdaşmayan aktivite ve
etkinliklerle insanları güya irşada çağırıyorlar.Onlara yakınlaşacağız derken
İslam'dan uzaklaşmanın bir ifadesi tüm bunlar.
İslam'da taviz yoktur
İslam dini dogmatik bir din olması
hasebi ile her zaman nasıl hareket edileceği bellidir.En ufak mevzuda bile olsa
bunun dışına çıkılmayı, dine şahsi düşünce ve yorumları katarak hareket etmeyi
İslam dini dalalet sayar.Dolayısı ile "kanaatimce, diye düşünüyorum,"
gibi kelimelerin dinmizde yeri yoktur sivel müctehid.Hidayete vesile olacağız
derken İslami emirleri,Rasülüllah s.a.v'in metodları dışında bir metodu
uygulayarak tebliğ yapmayı velevki hidayete vesile olsa bile İslam asla kabul
etmez.Nasıl ki bir kafir, benimle zina yaparsan Müslüman olurum dediği zaman
ona şiddetle karşı çıkar ve haddini bildirirsek, aynen zina gibi günah olan
başka bir metodla mesela onlarla dostmuşuz izlenimi vererek, onlara dini
konulardaki sertliğimizi belli etmeyerek hareket ederek İslamın ayetlede sabit olan
hükümlerine aykırı hareket ederek tebliğ aynı değil midir.İslam baş örtmeyi
emrederken, örtüden taviz vererek, başını açarak, yani İslam'ın emrine muhalif
hareket ederek belli mekanlarda İslam dinine hizmet etmek gayesi de aynı değil
midir?
SONUÇ
Müsbet ve menfi diyaloğu
izaha çalıştık.Bir müminin her zaman yapması gereken Rasülüllah s.a.v'in yolunu
takip ederek hareket etmek olmalıdır.Zaten biz biz olursak sair yakınlaşma
taktiklerine girmeden, onlar hallerimize hayran kalarak bunun İslam'ın tezahürü
olduğunu bilecek ve İslam'a karşı bir yakınlaşma hissedeceklerdir.Bunun yanında
güzel ve samimi üsluplarla olması gerektiği gibi meramımızı ifade edersek
kabilse hidayetleri inşAllah irşat olacaklardır.Ama her halukarda bir insan
olarak onların dinine de saygılı olmak zorundayız.İbadetlerine engel
olmamalıyız.Bunu bizzat Rasülüllah sav'in hayatında görmekteyiz.Ama bu
benimsemek manasına geldimi iş tehlikeli bir noktaya gelir.Görünüşte çok
abartıyoruz gibi geliyor ama İngilizin dediği gibi bu emelin gerçekleşmesi için
500 yy beklemeye razılar.Bu dünya bizle sona ermeyecek.Yetişen neslimizden de
mes'ulüz dar-ı uhrada...Rabbim kabilseler hidayet-i kamileler ihsan eylesin...
Miftahulkuluub- incemeseleler.com editörü