Rabıta, kalbi herhangi bir şey ve şekil ile başka bir şeye muhabbetle bağlamaktır. Kalbin bir şeye bağlanması isteyerek veya istemeyerek her insan için mutlaka sabittir. Fakat kalbin bağlandığı şeyin güzel olduğu kadar çirkin olması da mümkündür. Zira bağlanılan şey ya emrolunduğumuz bir şeydir. (Hz. Allah’ı , Rasûlünü ve onun yolunda gidenleri sevmek gibi). Veya nehy olunduğumuz bir şey olur. (Haramları sevmek gibi). Veyahut da mübah olur. ( Kişinin ehlini ve çocuğunu cibilliyetinde olan bir tabiatla sevmesi gibi). (Bak Kitabür-rahmet el-habitati fi Tahkikir-Rabitati, Mektûbât C-1, Hamis,218)
Kalbin mutlaka bir yere bağlanması lazım olup, aksi mümkün olmadığına göre akıllı kimsenin Rabıta-i Şerifi inkar etmesi mümkün değildir. Hatta münkir birisi lahza düşünse, inkar ettiği şeyinde kendisi için sabit olduğunu görecektir. Namaz kılan kimse bile namaza girdiği zaman ehli gaflettense, aklı vehim ve fikir vadilerine gider, Rabbisinden yüz çevirir. Namazda ya ehli, ya çocuğu, ya malı ve mülkü veya bir başka sevdiği şeyle meşgul olur.(a.g.e 219).
Rabıta-i Şerife şu şekilde itirazlar olmaktadır. Müride emredilen ve şeyhin sûretini tasavvur şekliyle yapılan Rabıtanın me’murun bih (emredilen bir şey) olması lazım gelir. O zamanda hükmünün vacip veya mendup olması lazım gelir. Vacip veya mendup ise birer emri şer’îdirler. Kendileri için Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyası Fukahadan birer delil olmak lazım gelir. Rabıtanın cevazına delil nedir? Ayrıca Peygamber Efendimiz (sav) Sahabe-i Kiramın şeyhidir. Bütün zikirlerini Peygamber Efendimizden öğrenmişlerdir. Bununla beraber Peygamber Efendimiz, sûretinin tasavvur edilmesini emretmiştir. Halbuki Onun sûreti suver-i insaniyenin en kâmilidir. Bu itirazlara birkaç şekilde cevap vermek mümkündür.
1-) Rabıta-i Şerife, gafleti nefyetmek, hatarâtı defetmek ve dürr-i ilahiyeyi celbetmek için olan vasıtaların başında gelenlerdendir. İslam dininde vasıtalar için maksadların hükmü vardır. Zina haram olduğu gibi zinaya götüren öpmek, şehvetle bakmak, kendisine nikahı düşen birisi ile hususi bir odada baş başa kalmak gibi hususlarda haramdır. Müslümanların Mevlaya dönüp, feyzi ilahi ile nurlanmaları maksûd ve matlûb olunca, bu hususu temin eden Rabıta-i Şerife ile zikri kalbi de matlûb ve maksûd olmuş olur. Allah’ın sevgili kullarını tasavvur etmenin faidesiz olduğunu ifade ise kat’iyyen mümkün değildir. Tasavvur, tefekkürdür. Ve tefekkürle mümkündür. Haram ve çirkin olan bir şeyi tasavvur ettiği zaman kalbini ve ruhunu kirlettiği gibi güzel olan şeyi, Allahın sevgilisi ile Peygamber varisini tasavvur ettiği zaman feyz-i ilahiyeye mazhar olur. Demek ki Rabıta-i Şerife, emr-i şer’îdir.(a.g.e 223)
2-) Rabıta-i Şerifenin, edille-i şer’iyyeden hâli olması elbette mümkün değildir. Ayet-i Kerîmelerin bir kısmının ibare ve işare manalarından Rabıta-i Şerifenin hükmünü bulmak mümkündür. Kur’an-ı Kerimden hiçbir şeyin hariç kalması mümkün olmadığına göre, Rabıta-i Şerifenin hükmü de elbette vardır. Bu cümleden olarak Sûre-i Mâide’nin 35. Ayetini zikretmek lazımdır. Mevlâmız bu ayetinde “Ey iman edenler ! Allah’dan korkun ve ona (yaklaşmak için) vesileler arayın. Ve onun yolunda mücâhede edin ki felâha erebilesiniz.” Buyurmaktadır.
Vesile, lisanımızda maruf olduğu gibi, kendisi ile bir maksada tevessül olunan yani vasıta kılınan kendisi ile arzu edilene gidilen şeydir. Müfessir-i Kiram vesileye muhtelif mana vermişlerdir. Müfessirîn-i Kiramın büyüklerinden Fahruddin er-Râzî Hazretleri ise vesileyi mürşid-i kamil ile tefsir etmişlerdir.
İmdi Ayet-i kerimedeki vesile ile muradın Mürşid-i Kamil (Şeyh) olduğu tebarüz edince felah için dört şeye riayet lüzumlu görülmüş ve emredilmiştir. Onlarda : iman etmek, ittika etmek, Allah’a tekarrub için vesile bulmak ve Vesile’nin (Şeyhin) gösterdiği şekilde nefisle mücahede ve mücadele etmektir. Ve yine Ayet-i Kerimedeki vesile ile murat Mürşid-i Kamili Mükemmil olunca bu mürşidin tarif ettiği zikir (Rabıta-i Şerifeninde) caiz olmak bir tarafa me’murun bih olmak lazım gelir.
Şurası kati olarak bilinmeli ki Mürşidîn-i İzam, Peygamber Efendimizin (sav) hakiki varisleridir. Varis, mûrisinin terekesinin tamamında hakkı ve nasibi olandır. Peygamber Efendimiz (sav) Hazretleri Şeriat ilimlerinin hem zahirine ve hem de batınına malik olduğuna göre Şer’i Şerifin bilhassa batınî kısmında kelam etmek için Peygamberimizin hakiki varisi olmak lazım gelir.İşte bu ecilden ulûmu zahiriyyeden bir nebzecik bilgiye sahib olup da ulûmu batıniyyeden nasibi olmayanların Mana alemine taalluk eden hususlarda kelam etmeleri mümkün ve doğru olmaz. Zira bu gibi kimselerin gerek Ayet-i Kur’aniyyenin ve gerekse Ehâdîs-i Nebeviyyenin ihtiva ettiği manaların batın ile alakalı kısımlarını anlamaları mümkün değildir.
Peygamber Efendimiz (sav) hazretleri bir hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar ki : Rabbim bana sual etti cevap vermeğe kadir olamadığım. Rabbim kudretini iki omuzum arasına koydu. Beni, evvelînin ve ahirînin ilmine varis kıldı. Ve bana birçok ilimler öğretti. Birisi kimseye söylememem üzerine verilen ve benden başkasının tahammül etmesine imkan olmayan ilimdir. Birisi de gizlenmesi ve söylenmesi hususunda Rabbimin beni muhayyer kıldığı ilimdir. Birisi de havas ve avamdan herkese tebliğ etmek ile memur olduğum ilimdir. İlah….(Mektubat-ı Kudsiyye C-1, S-3 ) Sahib-i Mektubat bu Hadis-i Şerifi naklettikten sonra buyuruyor ki Peygamberimizin gizlemekle memur olduğu ilim, İlm-i Nübüvvettir. Zira o kendisine mahsustur. Havas ve avamdan herkese tebliğ ile memur edildiği ilim ise, İlm-i Şerayi’ vel-Ahkamdır. Peygamber Efendimizin tebliğ ile muhayyer bırakıldığı ilim ise İlm-i Velayettir. Bu ilim ise Şeriatın batınının ilmi, esrarının ilmidir. Peygamberimiz bu ilmi sahabelerden bir kısmına nakletmişlerdir. Onun içindir ki Ebu Hüreyre (Ra) Hazretleri Sahih-i Buhari de rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte Peygamberimizden muhafaza edilmesi icab eden iki şey hıfzettim. Birisi size neşrettiğimdir. Diğerine gelince onu size neşretmiş olsaydım benim küfrüme kail olup katlederlerdi. Buyurmaktadır. (Bak.Mektubat c-1 )
Demek ki her şey Kur’an-ı Kerim içinde mündemiç olmakla beraber, O her şeyin bir kısmı avama tebliğ ve izah edilmemiştir. Ancak havastan olanlar Ayat-ı Kur’aniyyenin bir kısmından Ahkamı batıniyyeye işaret ve delaletler bularak Rabıta-i Şerife ile zikri kalbi vb ibadetlerin varlığından bizleri haberdar etmişlerdir. (R.anhüm ecmeîn)
Birçok müfessirlerde zikri geçen Ayet-i Kerimedeki VESİLE kelimesini ameli Salih olarak tefsir etmişlerdir. Bu şekildeki tefsir ile Rabıta-i Şerife’yi anlamak ve isbat etmek mümkündür. Şöyle ki Allah’a olan vesilenin ameli salih olması için amellerin ihlasla yapılmış olması lazım. İhlas ise ancak gafletten uzak kalmak ve Mevla’dan gayriyi nefyetmekle mümkündür. Bizim için tecrübeyle sabit olmuştur ki, Rabıta-i Şerife ile meşgul olduğumuz zaman amellerimiz gafletten hali olmakla beraber, ibadetlerin zevkine ermekte mümkün olmaktadır. Gaflet ile yapılan ibadetlerle, ibadet zevkine ermek mümkün olmadığı gibi, ibadetin kendisiyle makbul olmaz. Görülüyor ki, Rabıta-i Şerife gafletin izalesini mucip olan vesilelerin en şerefli olanıdır. Abid için gafletten kurtulmak maksat olunca bu maksuda isal eden şeyinde maksud olması lazım gelir. Bizi bu mühim maksada götüren en büyük vesile Rabıta-i Şerife olduğuna göre Rabıta-i Şerife’nin maksut ve memurun bih olduğu sabit olmaz mı ?.. (Bak. Mektubat -1 s.223 Hamis)
Rabıta-i Şerifenin Hadis-i Nevevi ile isbatına gelince, bir çok Hadis-i Şeriften cevaz hükmünü çok açık olarak çıkarmak mümkündür. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri bir Hadis-i Şeriflerinde (Ameller niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği şey vardır) buyurmaktadır. Ameller bedeni ve kalbi olmak üzere ikiye ayrıldığına göre kişi mübah olan harekât ve tasavvurattan herhangi birisine taat olarak niyet etse o hareket ve tasavvurunun taat olacağı bedihidir.
Aç bir kimsenin tok olana sende açsın demesi tok olanın aç olmasını intaç etmediği gibi Mu’teriz kimsenin Rabıtayı sahih görmüyorum demesi Rabıta-i Şerifenin ademi sıhhatini icab etmez. Manevi bir ibadetin daha çok edile-i Şer’iyyenin Batıni ve manevi tarafları ile sübutu muhakkak iken Ayat-ı Kur’aniyye ile Ehadis-i Nebeviyyenin Batıni ifadelerine aşina olmayan ve hatta bu sahada nasipsiz olan kimselerin bizim gibi mutekidlere hak olarak iddia ettiklerinizle beraber olunuz diyeceği yerde sübutunu inkar etmesi ve hatta Rabıta-i Şerifenin gayri İslami olduğunu iddia etmesi nefsini ve ağyarını idlal etmekten başka bir şey değildir.
İcmaa gelince şurası muhakkaktır ki tasavvuf ehlinin cemisi Rabıta amelinin meşruiyyetine ittifak etmişlerdir. Bu kadar çok insanın icmaı kabul edilmesi vacip bir huccettir. Zuhuru İslamdan bu güne kadar İslamın kökleri ile alakasının kesilmesi için sinsice gayret sarfeden fırakı dalleden bazıları hariç hiçbir İslam uleması zikri kalbiyi inkar etmemiştir.bu husus İslam uleması beyninde vaki olan icmaların en şümullüsüdür. Bu husus ise aklen ve naklen kabulü vacip bir husustur. (Bak.Mektubat c-1 s-224 Hamis)
Rabıta-i Şerife Edille-i Şer’iyyenin dördüncüsü olan kıyas ile de sabittir. Şöyleki bütün fukaha namaz kılanın huzuru celb etmek için namaz kılanın nazarlarının işaret edilen yerleri tecavüz etmemesi lazımdır diye içtihat ve kıyasta bulunmuşlardır. Rabıta-i Şerifede huzuru celbetmek kasdıyla yapılıp huzuru celbettiği tecrübe ile sabit olduğuna göre kıyasa münasip olduğu izah ve isbattan varestedir. (a.g.e. s-224)
Bütün bu senedlere rağmen bazı muterizler derler ki bu hususta bir delil olsaydı bize baliğ olurdu. Cevaben denilir ki bu husustaki delillerin size baliğ olmaması delillerin ademi sübutunu iktiza etmez. Sonra delilleri sizin bilmemeniz de başkasının bilmemesini iktiza etmez. Sonra bir şahsın suretini kalbde hazırlamak niçin ve nasıl küfür olur? Sohbet dediğimiz ibadet Peygamberimizin suretini kalb aynalarına tabetmek için yapılmıyor mu? Peygamberimiz Efendiimizi hatırından çıkarmayan insan onu kalbine tabeden insandır. Kabul etsek ve “Bize göre Rabıta-i Şerife için hiçbir delil yoktur. Bizden evvelde hiçbir kimse bu ibadeti yapmamıştır. Biz ise faydasını gördüğümüz için yapıyoruz” dersek kişinin sevdiğini tasavvur etmesi, sevdiğinin elini ve ayağını öptüğünü tahayyül etmesi veya kendisini sevdiğinin kalbine idhal edildiğini tahayyül etmesini Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas nehyetmiş midir? (Bak a.g.e. s-224)
Şurası malum ola ki eşyada asıl olan hıl’dir. Yani helal olmaktır. Haram olmak arızidir. Şeraitin açıkça nehyetmediği her şey mübah ve yapılması caizdir. Tasavvur ve tefekkürden ibaret olan Rabıta-i Şerife hakkında hiçbir delil-i Şer’inin olmadığını farazi olarak kabul etsek bile menhiyyün anh olduğunu isbat mümkün müdür?
Bir de Rabıta-i Şerifenin mübah bir fiil olduğu her türlü itirazdan müsellemdir. Mübah olduğu her türlü muarazadan müsellem olarak baki olunca neticeye gitmek için deriz ki mübah bir fiil, kendisine devam etmemiz sayesinde bizi mendup olan bir şeye isal ederse o fiili mübahın mendup olduğu anlaşılır. Demek ki Rabıta-i Şerifenin gayri İslami olduğunu söylemek mümkün ve doğru olamaz. (a.g.e. s-238)
Namaz kılan kimsenin namazının cemisinde secde mevkiine nazar etmesi sünnettir. Karanlıkta namaz kılan kimse ile ama olan kimseler, namaz esnasında secde mahalline nazar ettiklerini tasavvur edip secde mahalline nazar halinde olacaklardır. Bu haller bir nevi rabıta değil midir? Maksat kalbi bir noktaya cemedip huzuru celbetmek ALLAH cc Hz.lerini görüyormuş gibi namaz kılmak değil midir? Kaldı ki Rabıta-i Şerife, adetleri tevatür haddine baliğ olmuş bir kavmin amelidir. Her birisi Rabıta-i Şerifenin faidesini izah ve isbat etmişlerdir. Bu kadar İslam ulemasının kizb üzere ittifakları muhal olduğuna göre Rabıta-i şerifeyi tekzib nasıl mümkün olur? Ve hele bunu inkar edenlerin ilmi isbat eden ulemanın ilmine nisbetle cevhere nisbetle kömür kıymetinde olursa; Cevher-i ilme sahip olan Fudalaya karşı, basit bir bilgi nisbeti ile muarazaya kalkışmak, Tefsir-i Kebir sahibi Fahruddin Razi ile,sadece hece harflerini bilen kimsenin muarazaya kalkışması gibidir. Kişi için layık olan o büyüklerin kadrini itiraf etmektir. Onların kıymetli sohbetlerinden olsa da onları sevmektir. Onları sevemiyorsa hiç olmasa sövmemektir. (a.g.e. s-239)
Buraya kadar zikrettiklerimizle zahir olmuştur ki Rabıta-i Şerife’yi inkar etmek mümkün değildir. İnkar edenler ise ya cehuldür veya muâniddir. Cahile tavsiyemiz bilmediği şeye karışmamasıdır. Bir insan cehline rağmen şu helaldir şu da haramdır derse ALLAH cc Hz.nin inzal etmediği bir hükümle hükmetmiş, şeraitte olmayanı şeraite idhal, şeraitte olanı da şeraitten ihraç etmiş olabilir. Bu ise küfürdür. Cenab-ı Hak, “ALLAH’ın inzal etmediği ile hükmetmeyenler kafirlerdir” buyuruyor. Bilen kimseye tavsiyemiz ise ilmi ile amel etmesi inat ederek hevasına tabi olmamasıdır. İnat edip hevasına tabi oluyorsa kalbi hastadır. Bu gibi kimselerin yapacağı ilk iş kalplerini tedavi etmektir. Aksi halde tatlı zikirlerin tadını bilemeyecekleri gibi, zikirlerin meşruiyetini gösteren açık delilleri görüp anlamaları da mümkün değildir.
Dönmez-1970
Kemal Ekrem Soylu / incemeseleler.com editörü
Kemal Ekrem Soylu / incemeseleler.com editörü