Gıybeti dinlediğimizde veya yaptığımızda nasıl
bir yol izleyeceğimizi, yanımızda gıybet yapıldığında hangi tutumu
sergileyeceğimizi ve gıybetten genel olarak nasıl korunabileceğimizi,
temel düşünce akışlarıyla birlikte ele alalım.
GIYBET DİNLEYEN NEYAPMALI?
Engel
olmazsak, bizimle konuşurken gıybet yapanla suç ortağıyız. Çünkü
gıybetin devam edebilmesi, bizim en azından dinliyor görüntüsü
verebilmemize bağlıdır. Başkalarının gıybetine bilinçli kulak misafiri
olan da gıybetin suç ortağıdır.
İlk
yapmamız gereken, “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı
halde, gücü yeterken ona yardım etmezse, Allah onu dünya ve ahirette
zelil kılar”2 hadis-i şerifini hatırlamak olmalıdır. Bu söz sadece
bizimle konuşanın yaptığı gıybeti değil; çevremizde, radyoda veya
televizyonda yapılırken dinlediğimiz gıybetleri de kapsamaktadır. O anda
kendimizi gıybeti yapılan kişinin yerine koymalı, bizden gıyabımızda bu
şekilde söz edildiğinde rahatsız olup olmayacağımızı sormalıyız. Onuru
zedelenen kişinin üzülmesi gerekiyorsa üzülmeli, hakkını savunması
gerekiyorsa savunmalıyız.
Hatta
kendi hakkımızı feda edebiliriz, ama başkasının hakkını korumak namus
borcumuzdur. Önce kalbimizde derin bir rahatsızlık oluşmalı, gıybeti
dinlemeye tahammül edemez hâle gelmeliyiz. Gıybeti yapılan kişi kişisel
dostumuzsa, mutlaka sözel olarak müdahale etmeli, onurunu savunmalı3 ve
gıybeti suçlamalıyız. Susturmanın bize zararı büyük olacaksa,
‘rahatsızlığımızı hissettirmek şartıyla’ oradan hemen uzaklaşmalıyız.
Radyo veya televizyonda yapılıyorsa, hemen kapatmalıyız. Bunları
yapamıyorsak, dinlememeye çalışmalıyız. Dahası, gıybeti dinlediğimiz
için Allah’tan af dilemeli,4 gıybeti yapılan kişiye dua etmeli, ve
duyduklarımızın etkisinde kalarak suizan etmemeye özen göstermeliyiz.
Dahası, uyarıp düzeltemediğimiz gıybetçiden, elimizden geldiğince
uzaklaşmalıyız.
GIYBET EDEN NE YAPMALI?
Yaşayan
veya ölen bir insanın veya insanlar topluluğunun gıyaplarında onları
üzecek doğruları söylemiş olabiliriz. Eğer yaşıyor(lar)sa, helalleşmenin
bir yolunu aramalıyız. Biliyoruz ki, şehit bile olsak, kul hakkını
ödemek zorundayız. Eğer vefat edenin gıybeti yapılmışsa, helallik
dilemek ne yazık ki imkânsız. O zaman onun için ömür boyu dua etmekten,
onun adına iyilik yapmaktan başka çare kalamaz. Zalimleri aşağılamak
dışında, tarihteki insanları eleştirirken, haksızlık yapmamaya dikkat
etmeli; herkesin hakkının ve onurunun Allah tarafından sonsuza dek
korunacağını unutmamalıyız.
Bugünden
başlayarak, gıybetlerini bilmeden yapabileceğimiz ihtimaliyle, tüm
tanıdığımız insanlarla ilk karşılaşmamızda mutlaka helalleşmeli, hatta
helalleşmeyi periyodik bir alışkanlık hâline getirmeliyiz. Aksi halde
burada birkaç günde tamamlayabileceğimiz helalleşme faslını ihmal
etmemiz, haşir meydanında binlerce yıl beklememize mal olabilir.
Gıybetini
yaptığımız kişilere ismen dua etmeli, onların affı ve tüm hayatlarının
rahmetle ve ihsanla kuşatılması için, ısrarlı ve vazgeçmeden gizli
dualarda bulunmalıyız. Tüm bunları yaparken, -bilhassa vefat edenlerin
ve toplulukların-bir daha gıybetlerini yapmamak için de ilâhî yardım
dileğimizi ihmal etmemeliyiz. Çünkü, bu tür gıybetlerde helalleşmek
pratik olarak neredeyse imkânsız gibidir.
GIYBET EDİLEN NE YAPMALI?
Hakkımızda
yapılan gıybetler bir şekilde bize ulaşır. Ya başkaları bize aktarır,
ya söz dolaştırılırken kulak misafiri oluruz, ya da kalbimizde
gıybetimizi yapana karşı bir soğukluk ve sevgisizlik ilhamı alarak ondan
uzaklaşma eğilimine gireriz. Toplumsal bölünmelerin ve kitleler
arasında bağlılığın azalmasının ardında, kitlesel gıybetlerin ne denli
etkili olduğunu hatırlamalıyız.
Şayet
‘size’ gıybet yapana küfür, hakaret ve aşağılama savurarak kendinizi
savunursanız, gıybetlerinin bedelini büyük ölçüde dünyada almış
olursunuz. Ancak, bunun yerine şahsınızı savunmaya girmeyip, gıybetle
mücadele eder de gıybetçinin bu hasletten kurtulmasına uğraşırsanız,
büyük mükafatları hak edersiniz. Hasan-ı Basrî, kendisine gıybet edene
bir tabak taze hurma göndermiş ve “Duydum ki sen ibadetini bana hediye
göndermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Kusura bakma, tam
karşılığını veremedim”5 diye de bir not eklemiştir.
Gıybetinizi
yapanlarla savaşmadığınızda, karşılarına ilâhî adalet çıkıyor ki, tevbe
etmeyenleri kuşatan ilâhî ceza kimsenin intikamına benzemez. Hatalarını
düzeltmedikleri sürece, ayıpladıkları şey başlarına gelinceye ve
üstelik ebedî hayatta bedelini ödeyinceye kadar kurtulamazlar. Ancak kul
kişisel hakkını affedip, muhatabı için hidayet dilerse, elde edeceği
mükafat, aksi halde kazanacağından çok daha değerli olacaktır.
İnsan,
kendine yapılan gıybete ne oranda affedici olması gerekiyorsa,
başkasına yapılan gıybete o oranda acımasız ve zemmedici olmalıdır.
Ayrıca, şayet bir insanın ismi ve eserleri bir topluluğa mal olmuşsa, o
insana veya eserine yapılan gıybet, aynı zamanda taraftarlarına
yapılmıştır. Örneğin peygamberlerin gıybetini yapan, inananlarının da
gıybetlerini yapmış olur. Bir babayı haksız yere aşağılayan, çocuğunu da
aşağılamış sayılır. Bu durumda, bize yapılan gıybetin yakın
dostlarımıza düşen hissesini affedemeyiz. Kader başkasına ait hisselerin
bedelini tahsil edecektir.
GIYBETTEN NASIL KORUNURUZ?
Başlıktaki
soru üç yönlüdür: Gıybet etmekten nasıl kurtuluruz? Başkalarının
gıybetimizi yapma sebeplerini nasıl yok ederiz? İnsanlar niçin gıybet
yapıyorlar? İşte çözümler:
• Gıybet yapmamak:
Gıybet edenin gıybeti yapılacaktır. Dilimizi gıybete karşı dişlerimizin
ardına hapsedersek, başkalarının gıybetlerini dahi önleyebiliriz.
Dilini tutanla alay etmeye kalkanın kalbine, gizli bir elem ve hatta
korku ilham edilecektir. En güvenlisi susmaktır; övmeyeceğimiz kimsenin gıyabında konuşmamaktır.
• Övünmemek ve başkalarını küçümsememek:
İnsanlar başkalarının övünmelerini veya huzurlarında küçülmeyi
kabullenemezler. Aramızdaki eşitliği bozduğumuzda, izzetlerini korumak
için bizi aşağılama ihtiyacı duyacaklardır. Başarılarımızı,
hizmetlerimizi gizleyemeyiz, gizlememeliyiz; tecrübelerimiz dostlarımıza
model olacak ve onları heyecanlandıracaktır. Ama anlatırken kendimizi
onlardan büyük görüyorsak, içimizde onlara yönelik bir küçümseme varsa,
bu duygu algılanacak; bu durum vücut dilimize ve konuşmamıza da
yansıyacaktır.6 Âlimin ilmine saygı göstermeli; ama çocukla da
çocuklaşabilmeliyiz.
• Kıskanmamak/kıskandırmamak:
Kıskandığımız insanın güzel vasıflarını reddederiz; göreceği zarardan
mutluluk duyarız. Kıskandırmanın inceliklerini burada sıralamak zor; en
basit formülü şudur: Kimseyle rekabet etmeyen, başarıyı sonuçlar olarak
değil, niyetler ve gayretler olarak gören insan kıskanamaz ve haklı
şekilde kıskandıramaz. “Kıskandırmayayım” diye hizmetlerini gizlemek ve
hiçbir şey yapmıyormuş gibi bir izlenim vermeye çabalamak, ihsana
nankörlüktür; insanları başarılı modellerden mahrum etmektir, insanlara
pısırık bir örnek sunmaktır. Kıskançlığın olmadığı yerde sadece takdir,
sevgi, saygı ve muhtemelen gıpta vardır. Temiz bir ruh, kardeşine dua
edip destek olduğunda, iyiliğine ortak olacağını bilir ve kıskanmaz.
• İkiyüzlü olmamak:
İnsanlar çıkarlarının veya korkularının etkisi altında ikiyüzlü
davranmaya kalkışabilirler. İkiyüzlü olmayanın gıybetini yapmaktan
korkarsınız; ikiyüzlünün gıybeti ise çok kolay ve pervasızdır. Dahası,
ikiyüzlü olmayanın kendisi de kolaylıkla gıybet yapamaz. Çıkarlarını
düşünerek iki yüzlü davrananlar, çıkarlarından mahrum olmakla
cezalandırılacaklar. Basit korkuları nedeniyle ikiyüzlülüğe teslim
olanlar, dayanılmaz korkularla yüzleşecekler.
İki
yüzlülük, hiç bir başarının, hiç bir kazanımın, hiç bir mutluluğun yolu
olmamıştır. İkiyüzlülük insanda ne şeref bırakır, ne irade ve ne de
cesaret... Bir insanın yüzüne gülüp onu takdir eden, gıyabında sözü
geçtiğinde aynı şeyi yapmıyorsa ikiyüzlüdür. İnsanlara ikiyüzlülük yapan
şüphe etmesin ki, ruhu Yaratıcısına da ikiyüzlülük yapıyordur.
•
Kendini temize çıkarmamak: Kişisel kusurlarını reddeden insan, kusur
işlediğinde suçu başkasına atacak; en azından, “Onun yüzünden yaptım”
diyecektir. Böyle insanlar, başkalarını öfkelendirecek, üzecek ve
haklarında gıybet yapılmasına yol açacaklardır. Kusurumuz varsa derhal
kabul etmeli; başkasının suçu varsa bile, başkalarını suçlamakla vakit
geçirmemelidir. Çünkü, hakkın dağıtılmadığı yerde, suçlunun kim olduğunun bilinmesinin hiçbir pratik faydası yoktur.
• Eğlence için aşağılamamak:
Kimi insanlar Firavun gururuna sahiptirler. Ben merkezlidirler ve
kişisel çıkarlarından başka odakları yoktur. Onların tek zevkleri
başkalarını eğlence için aşağılayıp durmaktır ve bu onların
hastalığıdır. Bu tür insanları insan yerine koyup muhatap olanlar, aynı
geleceği paylaşacaklardır.
• Üzüntü veya öfkeye teslim olmamak:
Kimi zaman da kişinin işlediği kusura üzüldüğümüz için, iyilik zannıyla
gıybetini yaparız. Bazen de bu kusur nedeniyle öfkeleniriz ve kalbimiz
bu duyguların etkisi altında onu manen cezalandırmak için aşağılamak
ister; dilimizi tutamayız. Üzüntü, öfke veya infialin dostlarımızı
ânında harcamamıza yol açmaması gerekir. Zira gün gelir, haksızlık
yaptığımızı algılar, pişman oluruz.
• Alışkanlığa direnmek:
Hayatımız boyunca yaşadığımız aşağılanmalar, gıybeti ruhumuza sindirmiş
ve bizim için güçlü bir alışkanlığa dönüştürmüş olabilir. Ailede,
mahallede, okulda, askerde, işte ve her yerde sürekli küçümsenmişsek,
insan onurunu korumanın değerini idrak etmemiz zordur. Bu tür
alışkanlıkları teşhis etmeli ve karşımıza almalıyız.
• Gıybet salgınına karşı korunmak:
Önemli bir nokta da gıybetin içinde yaşadığımız toplumun hemen tüm
bireylerine veba gibi bulaşmasıdır. TV ve gazeteler her gün gıybetle
siftah yaparsa, her sabah işler gıybet seanslarıyla başlarsa, en içten
dostlarımız gıybetin içerisine ölümüne saplanmışlarsa, virüsü kapmadan
günün akşamına ulaşmak son derece zordur. Gıybetten ancak konuşma
özürlünün kurtulabileceğini bilmeli ve gıybet karşısında çok katı ve
dikkatli olmalıyız.
• Failleri gizlemek:
Gıybetten korunmanın susmaktan sonra gelen en kestirme yoludur.
Kötülüğü sahibinden soyutlayarak zemmedersek gıybet yapmış olmayız.
“Adamın birisi sürekli yalan söylüyordu, bir tanıdığım sürekli burnunu
karıştırıyordu...” Bunlar şükür ki gıybete bir şartla girmezler: Sizi
dinleyenler o kişinin kim olduğunu tahmin edemiyorlarsa gıybet değildir;
ama vasıflarından tanımaları hâlinde ismini söylemeseniz de gıybete
girer. Kişinin kendisi kendini tahmin etse sorun değil, birisi burnunu
karıştırıyorsa, bunu herkes de yapabilir. Ancak isimler meçhul olduğunda
bile, iftira, aşağılama gibi şeyler her hâlükârda yasaktır.
SONUÇ
İnanılmaz
incelikleri olan bir alan üzerinde kendimizi eğitmeye çalıştık. Dil
emanetini korumanın sanıldığı kadar kolay olmayacağını anlıyoruz.
Hayatımızı bir üniversiteye dönüştürmeli, gıybetin inanılmaz
inceliklerini kavrayabilecek akıl ve vicdan keskinliğine kavuşabilmek
için, öğrendiklerimizi tüm iletişimlerimize uyarlamalıyız. Birisinden
gıyabında söz edeceğimizde, aklımızdan geçen cümle ağzımızdan çıkmadan
önce kendimizi onun yerine koymalı, onu hissetmeli ve rencide olacağını
hissettiğimiz anda susmayı tercih etmeliyiz. En iyisi, çok az
konuşmalıyız.
DİPNOTLAR
1-Gıybetin
istisnalarının neler olduğu konusu ise, bu yazı kapsamına sığamadığı
için bir üçüncü yazının konusu olarak hazırlanmıştır ve dergimizin Mayıs
sayısında yayınlanacaktır.
2-Camiu’s-Sağîr, hadis no: 8489.
3-Dostumuzu
savunmak için “Hayır, bu söylediğiniz doğru değil” dememiz yetmiyor.
“Sözleriniz gıybettir, haramdır, yasaktır, arkadaşımızın şerefine zarar
veriyorsunuz. Onun şerefi bizim şerefimiz kadar azizdir” diyebilmeliyiz.
4-Çünkü
gıybet aynı zamanda Allah’ın sanat eserini aşağılamak anlamına da
gelir. Dahası, insanların onurlarını kolaylıkla rencide edenlerin
Allah’ın izzetinde hassas olamayacağı da açıktır. Kendisi için uydurulan
bir fıkrada, Nasreddin Hoca, gölgesinde uzandığı ağacın dallarındaki
elmalara bakmış; neden kabak kadar büyük yaratılmadıklarını düşünmüş.
Sonra başına bir elma düşünce, elmaların kabak kadar büyük olması
ihtimalinden ürkerek, “Allah’ım, senin işine karışılmaz” demiş. Ardından
kahkahalar. Böyle fıkraları dinlediğinizde, ilâhî izzetin hafife
alınışı karşısında, hassas ruhunuzdan hançer yemiş gibi hissedersiniz.
“Allah’ın çölü” derken, çölle birlikte Allah’ı küçümsediğimizin farkında
mıyız? İnsanların onurunun önemini kavramayan, buradaki inceliklerin ne
yazık ki farkında olamıyor.
5-İmam Gazalî, Kimya-yı Saadet, Merve Yayınları, s. 393.
6-Bu
arada, kendilerini ihlaslı sanan kimi bencil insanlar, tüm içsel
tevazunuza rağmen kıskançlık krizine yakalanacak, başarınızı çekemeyecek
ve gıybetinizi yapacaktır. Bedeli ödenecek bu tür kişilik sapmalarına
ise engel olamazsınız.
Muhammet BOZDAĞ