Ateşe tapan Mecusi iki kardeş vardı. Biri diğerine bir gün:

- Ağabeyciğim, sen bu ateşe 73 senedir, ben de 35 senedir ibadet ediyorum. Bakalım başkalarını yaktığı gibi, bizi de yakacak mı? deneyelim, der. Ağabey olan da "deneyelim" der. Küçük kardeş elini ateşe sokar. Sokmasıyla bağırması bir olur. Çünkü ateş elini yakmıştır. Ağabeyine:

- Biz öyle birine ibadet edelim ki, biz onu uzun zaman terk etmiş olsak bile affımızı istediğimiz zaman bizi bağışlamış olsun, der.

Ağabeyi de onu tasdik ederek Müslüman olmaya karar verirler. Beraberce Malik bin Dinar Hazretleri'nin huzuruna giderler. Bu sırada büyüğü Müslüman olmaktan vazgeçtiğini söyler. Sebep olarak da:

- Bir ömrü ateşe tapmakla geçirdiğim halde, bunu bırakıp da Müslüman olursam beni ayıplarlar. Akrabalarım karşısında küçük düşmek ve ayıplanmak istemiyorum, der.

Küçük kardeş onu ikna etmeye çalışırsa da muvaffak olamayınca:

- İnsan hiç geçici bir sebepten dolayı sonsuz olan azaba razı olur mu? Ne yaparsan yap. Ben Müslüman olacağım, diye kararından dönmez.

Çoluk çocuğuyla beraber Malik Hazretleri'nin huzurunda Müslüman olurlar.

Malik bin Dinar ona:

- Sana, aramızda birşeyler toplayıp verelim, dediyse de kabul etmeyip ayrılır.

Memleketinden de ayrıldığı için kalacakları bir yer olmadığından, bir harabeye sığınırlar. Sabah olunca karısı:

- Çocuklar aç. Git bir iş bul çalış da yiyecek birşeyler getir, der.

Adam gider fakat hiç bir iş bulamaz. Kendi kendine:

- Madem iş bulamıyorum, ben de gider Allah'a ibadet ederim, diye düşünüp bir yere çekilir ve akşama kadar ibadet eder. Akşam karısına da:

- Bugün hükümdar için çalıştım. Paramı yarın verecek, der.

İkinci gün de yine aynı olur. Yani iş bulamaz ve akşama kadar ibadet eder. Akşam karısına birinci gün söylediği gibi:

- Hükümdar paramı yarın verecek, der.

Üçüncü gün de iş bulamayınca, akşam iki rekat namaz kılıp, dua eder:

- Allah'ım! Bana Müslüman olmayı nasip ettin. Şu mübarek Cuma günü hürmetine benden

çoluk çocuk nafakası yükünü kaldır. Onlara yiyecek bir şey götüremediğim için utanıp işin doğrusunu söyleyemiyorum. Müslüman oldukları için aç kaldıkları düşüncesine kapılırlar da Müslümanlıktan soğurlar diye korkuyorum.

Evine gitmek mechuriyeti de vardır. Mendiline toprak doldurup evin yolunu tutar. Hanım sorarsa,  ''Mendilde un var" derim diye düşünür.

O, evin yolunu tuttuğunda, evinde de şöyle bir hal yaşanmaktadır:

Birisi evinin kapusunu çalar. Kadın çıktığında nur yüzlü birisiyle karşılaşır. Gelen, genç birisidir. Kadına, üzeri mendille örtülü bir tabak uzatıp:

- Bunu kocana hükümdar gönderdi. Çalışmalarının karşılığıdır. Eğer çalışmalarına devam ederse, hükümdar da ücret vermeye devam edecek, der. Ve tabağı bırakır, gider.

Kadın mendili açtığında bir de bakar ki içi altın dolu. Doğruca bir sarrafa gider, bozdurur. Sarraf bir hırıstiyandır. Üzerindeki yazılara bakar. Yazılar dünya yazısı ve dünya baskısı değildir. Bunun ilahi bir şey olduğunu anlar ve kadına:

- Bu sana nereden geldi? diye sorar.

Kadın meseleyi anlatır. Bu hadise karşısında hislenen adam Müslüman olur. Kadına da bunları harca, bitince tekrar bana gel, daha vereyim, der.

Paraları alan kadın yiyecek birşeyler alır, yemek yapar. Kocasını beklemeye başlar. Kocası ise elinde toprak dolu mendille eve gelmektedir. Gelir, mendili bir kenara bırakır. Yemeklerin neyle yapıldığını sorar. Karısı, meseleyi anlatır.

- Hükümdar senin çalışman karşılığında para göndermiş, onlarla aldım, der.

Adam hayretler içindedir. Mendilin içindeki toprağı dökmek için açar. Bir de bakar ki, kendi eliyle doldurduğu toprak un olmuş.

Hem paraların, hem de unun hükümdar tarafından verildiğini, ama bilinen hükümdar değil, kainatın hükümdarı olan Allah tarafından kendilerine ikram edildiğini anlar ve ölünceye kadar Rabbine ibadet etmekten geri kalmaz.

.

.

Ali Eren - Dini Hikayeler

Bu eser incemeseleler.com ile internete müsadeli olarak kazandırılmıştır.

Eseri başka sitelerde yayımlamak yasaktır !

   
© incemeseleler.com