* Ashabı zevil'ihtiram, İslâmiyet sayesinde cahilane ısabiyyetten kurtulmuş, en yüksek ahlâk ile ittisaf etmiş, arakrında pek samimî bir din kardeşliği vücude gelmişti. Bu halin pek nezih tecelliyatı daima göze çarpmaktadır.
Maahaza Ashabı Kiram da beşerî tahassüsattan, infialâttan büsbütün tecerrüt etmiş olamazlardı, onlar ma'sum olmadıkları cihetle kendilerinden bazı hatalar zuhur edebilirdi. Bahusus hakkında sarih bir hükmi şer'î bulunmayan dinî,   idarî,   siyasî işlerde kendi içtihatlarına istinat ederek hilâfına kail bulunanlara karşı muhalif bir cebhe alabilirlerdi.

Vakıa sırf dinî mes'elelerde biribirinin içtihadına hürmet edip bu cihet aralarında münazaaya sebep olmazdı, fakat ammeyi alâkadar eden işlerde hatâ telâkki edilen bir içtihadın revaç bulması, islâm menafime muhalif düşeceği mülahazasile bunun bertaraf edilmesini te'mine çalışmak bir vecîbe sayılırdı.

*  Ashabı güzîn arasındaki münazaat, bidayeten pek mahdut bir sahaya münhasır kalmış, bunların yine kendi aralarında halli çaresi bulunmuş oluyordu,   fakat bil'âhere müslümanlık her tarafa yayılmış, bir çok kuvvetler islâm camiasına girmiş, Tabiîn zümresini teşkil eden zevat çoğalmış, müslümanlar arasında gide gide eski safvet ve muhabbet azalarak asabiyeti kavmiye alâmetleri tekrar yüz göstermeğe başlamıştı.

Bundan başka islâmiyetin pek şa'şaalı bir surette şark ve garbe yayılmasını iyi bir gözle görmeyen bir takım husamaı din bu semavî Nurun iltimaatma mani olmak için aleni bir çare bulamadıklarından   bunu dost   görünmek suretile   söndürmek gayesini takibe başlamışlardı.
İşte bütün bu muhtelif âmillerin tesirile islâm âleminde müslümanları ilel'ebet mahzun, mükedder edecek bir takım elîm vak'alar zuhura gelmiş oldu.

Maamafih mütefekkir, islâmiyete hizmetle mubahı, samimî müslümanlar; bütün bu vak'alan takdiri ilâhînin birer cilvesi telâkki ederek derunî tecessürlerini mühakâmat akliye ile müterafik bulundurmuş, bu yüzden islâm âleminin iftirâk beliyyesine uğramamasına çalışmış, müslümanlarm arasındaki manevî rabıtayı takviyeye,   burudet ve adaveti izaleye,   din kardeşliği sevgisinin devamım te'mine gayret gösterip durmuştur.

*   Ashabı Kiram ile ta'biîn devirlerindeki münazatın başlıcaları şu suretle hülâsa edilebilir, şöyle ki:
Resuli Ekrem, sallâllâhü aleyhi vesellem efendimiz daha ahirete irtihal etmeden bazı münafıkların tesirile Ashabı güzin arasında bir iki defa münazaa eseri yüz göstermişti. Bir defasında Mezrecîler ile Evsîler arasında eski câhiliyet devrine yakışır bir şekilde bir kavmiyet iddiası parlamış, hemen biribiri üzerine atılacak bir hale gelmiş iken Nebiyyi zişanımizın ihtar ve irşadı neticesirtde hadise bertaraf olmuş, iki taraf derhal musafaha ederek bu hâdiseden dolayı yekdiğerine tarziye vermişlerdi.

Resuli Ekrem Hazretlerinin ahirete irtihalleri üzerine bir halife tayini icabediyordu, Resuli esamin techîz ve tekfinine nezaret, kabri saadetlerini ta'yin için halifesinin re'yini istihsal muvafık olacaktı. Bundan başka da islâm âleminin tefrikaya düşmemesini, irtidat cereyanlarının vücude gelmemesini temin için amme riyasetini hâiz olacak zatın derhal ta'yinine lüzum görülmüştü. Bu makame gerek hanedanı Nübüvvet arasında ve gerek sair eazımı Ashap arasında lâyık bir çok zatlar mevcut bulunuyordu. Bu cihetle aralarında bir ihtilâf yüz gösterebilirdi. Hattâ bu hususta gerek muhacirini kiram arasında ve gerek Muhacirini kiram ile Ensarı kiram arasında bir ihtilâf eseri be¬lirmişti. Fakat bu ihtilâf eseri az sonra bir vifaka tebeddül etti.

Evet... Bu hususta devam etmek istidadında bulunan bir münakaşa derhal bertaraf edilmiş. Ashabı kiram tarafından Siddıkı Ekber Hazretlerine bey'at edilerek münakaşaya sed çekilmiştir.
İrtihali Nebeviden dolayı pek müteessir olup inziva köşe¬sine çekilmiş olan Hazreti Ali de bir müddet sonra Hazreti Sıddıka bey'at edip onun veziri makamında bulunmuş. Bütün Ashabı Kiram arasında mükemmel ve mütekabil bir hürmet, bir ittifak eseri tecelli etmiştir.
Fahri kâinat Efendimizin irtihallarından biraz evvel bir rîza için teçhiz etmiş olduğu Üsame (    R.A.    ) ordusu Hakkındaki bir ihtilâf da yine Ashabı Kiram arasında bir hüsniyetle hemen bertaraf edilmişti.

* Hicreti Nebeviyyenin on üçüncü senesinde Ebu Bekris-sıddık hazretleri Rahmeti rahmana kavuşuyor. Onun veliyyiaht tayin  etmiş olduğu Hazreti Ömere bütün Ashabı Kiram ittifakla
bey’atda bulunuyor, bu esnada hilâfet iddiasile yüz göstermesi melhuz olan   muhalefattan kayde   şayan bir eser   görülmüyor,
islâm muhitinde bir sükûnet, bir itilâ, bir mütekabil meveddet  ve muhabbet hükümrân olup duruyordu.

Fakat eski yurdunun bir islâm ülkesi haline ifrağ edilmesine ve mecüsiyet yerine vahdaniyeti llâhiyye akidesinin kaim olmasına azgın ruhu razı olmayan veya müslümanlığm itilâ ve galebesine engel olmak isteyen ecnebilerin fikirlerine âlet olan bir köle, Nihavendli Mecusî veya nasranî bir betbaht, o mübarek halifenin hayatına suikasdde bulundu. O mücessem adalet ve diyanetin şahadetile   islâm âleminde fitne   kapısı bir daha kapanmamak üzere açılmış, kırılmış oldu. Nitekim bu elim akıbeti Resuli muciz beyan Efendimiz vaktile haber vermişti, bu husustaki hadisi şerifi Resuli Ekremin mahremi esrarı bulunan Huzeyfe Hazretleri bizzat Hazreti Ömere hikâye eylemişti [Kısası Enbiya, c: S. s: 591.].

*  Hazreti Ömer, irtihal edeceklerini anlayınca hilâfet mes'elesini bir şuraya havale etti,   bunun manevî mes'uliyetinden kaçındı, bir aileden bir kurban yetişir diyerek kendi muhterem oğlunu veliyyiaht tâyin etmedi. Ehli şuranın tensibile Hazreti Osman hilâfet makamını ihraz etti, ona da bütün Ashabı Kiram bey'atta bulundu.

Halîm, selîm, mütteki, âlicenablık ile mümtaz olan Zinnureynin idaresi, bir müddet ammeyi memnun edecek surette cereyan etti, bilâhare kendi akribasından bazılarını yüksek memuriyetlere tâyin etmekte olduğu vesilesiyle aleyhinde bir cereyan başladı. Hazreti Osmanın adaletine, hayranlığına, güzel niyetine hiç bir kimse itiraz edemezdi. Fakat onun valilerinden sair memurlarından şikâyetler çoğalmağa başlamıştı.

Tarih kitaplarında mufassalen yazılmış olduğu üzere Mısırda, Küfede, Basrada bulunan bir çok kabile reisleri, mütevaliyen Hazreti Osmana şikâyetde bulunup duruyorlardı. Bunların bir kısmı belki haklı idiler, fakat bir kısmı da gizli, aşikâr maksatlara müstenit idi. Bunlar habbeyi kubbe gösteriyorlardı, en adî bri hâdiseyi büyüterek dine, şeriata bir muhalefet gibi etrafa yayıp duruyorlardı.

Evet... Müslümanlığın itilâsı karşısında hasedinden, tabiatindeki denaetden dolayı yanıp yakılan" İbni Sebe'» gib.i adamlar, bunlardan istifadeye çalışıyorlardı, Hazreti Aliye muhabbet ve intisap dâvasında bulunuyorlar, İmam Aliyi haşa  ulûhiyet derecesine yükseltiyorlar, bu suretle müslümanlarm arasına tefrika düşürmek istiyorlardı.
Hayfa ki denaetleri Kadîm tarihden beri sabit olan bu düşmanların, bu gizli maksatlarını bir kısım saf müslümanlar anlamıyorlardı, onların arkalarına düşüp islâm sinesinde ebedî cerihalar açılmasına sebebiyet veriyorlardı da bundan hiç haberleri olmuyordu. Bizzat İmam Ali Hazretleri bu İbni Sebe' hainini teb'id ediyor, onun dalâletini teşhir ediyor, o yanlış cereyanın önüne geçmek istiyordu. Ne yazık ki o mühlik ceryan durdurulamamışdı, halâ da durdurulamamışdır!

[«İbni Sebe' Abdullah esasen bir Yahudidir. İslâm âlemine tefrika düşürmek için müslüman görünmüştür. Teşkil ettiği fırkaya «Sebeiye» denilmiştir. İmametin Hazreti. Ali'ye ve evlâdına münhasır olduğunu ve İmam Alinin  hâşâ  ilâh bulunduğunu iddia etmiştir. İmam Ali, bu habisi Medâine nefyetmişti. Ebulmuzafferi isftrayini, اتصير في الدين » adlı eserinde
diyor ki: «Bu ümmet arasında teşbihde ilk evvel ifrata varan, Rafizilerden Sebeiyye taifesidir. Bunlar, İmam Alinin ulûhiyetine kail olmuş, Hazreti Ali bunlardan bir takımım ateşte yakmıştı. Buna rağmen bunlar, sapıklıklarında daha üeri gitmiş, İmam Alinin hakikaten ilâh olduğunu şimdi bildik, çünkü bir hadisi nebevide:
     لا يعذب با النار  ateş ile ancak ateşinşin hâliki azap eder) buyurulmuştur, demeğe başlamışlardı. «Sahife 70». İbni Sebe, müslümanğı mahv için iddia ediyordu ki: İmam Ali öldürülmemiştir. İbni Mülcem, İmam; Ali  suretinde temessül etmiş olan bir şeytanı öldürmüştür. Ali, bulutlarda yasmaktadır, gök gürültüsü Alinin sesidir, yıldırım da onun kamçısının parıltısıdır, o bilâhara yeryüzüne inerek yeri  adaletle dolduracaktır.
İbni Sebe' o cin fikirli yahudi, şüphe yok ki bunların hiçbirine mu'tekît değildi . Fakat  onun maksadı, İslâm  âlemim  parçalamaktı. Maksadına kısmen nail  clmuş, onun bu bâtıl iddiasına bir takım sade diller aldanmış durmuşlardır.
İbni Sebe'm bu bâtıl mezhebinden bir çok şubeler türemiştir ki, bunlardan biri  de   «Bâtıniye,  Kıramita,   Babikiyye»   gibi  adlar  ile  yâd  oluna gelen ismailiyye  şu besidir. Bunlar, kendi aralarında bütün muharrematı mubah görür.
Bunların gayeleri  bütün dini hükümleri ibtal etmektir. Hattâ  bunlardan gayyariyye»   denilen  güruh,  bir  Mecusi  tayifesidir  ki,   bütün  şer'î   ahkâmı kendi selefleri bulunan Mecusîlerin kaideleri veçhile te'vil etmiş, islâm namı altında Mecusiyeti yaşatmak istemişlerdir.


Bütün bu Mecusi fikirli kimseler, müslümanlara kılıç ile galebe edemiyeceklerini anlayınca bu mel'anet yolunu takibe başlamış, kendi mezheplerine davet  edecekleri kimselerin, kabiliyetlerini nazara alarak kendilerine karşı bin. Türlü    suretlerde  görünmeğe  çalışmakta  bulunmuşlardır.
Meselâ: Bunlar, zühd-ü takvaya mütemayil kimselere karşı zahid, mütteki  suretinde görünür, sonra o kimseleri şüpheye düşürecek sözler, süaller mutealalar  serdederek biçareleri yoldan çıkarırlar.

Kezalik: Bunlar, tedlis için, muhataplarını kandırmak için din ve dünya büyüklerinin de kendileriyle aynî kanaatte olduklarını iddia ederler, tarafdarlarını çoğaltmaya çalışır, nihayet kendilerine tabi' olanlardan ibadetlerin, itikatların sukut edeceğini telkine cür'et gösterirler, kendilerinde  hâşâ  ulûhiyyetten birer cüz bulunduğunu bile idida hamakaünde bulunurlar.

Bu hilekâr eşhas, çok kerrede kendilerini, mütefekkir, feylesof, tasavvuf aşina, bir çok hakaika muttali bir halde gösterirler, sözlerine felâsifenin, Sofi-ye'nin sözlerini karıştırırlar, dini hakikatleri feylesofâne mütalealar ile tağyire çalışırlar, kâinatın yaradılışını, idaresini kadim Yunan feylezoflanmn kuruntuları dairesinde tasvire kıyam ederler. Hattâ bunların «Hasen ibni Muham-medissabbah» adındaki mücedditleri, nâsın avamını ilmî meselelere dalmaktan, havassını da eslâfın kitaplarını mütalaada bulunmaktan men'etmişti. Tâ ki kimse, kendi fazihalarına muttali'  olmasın.

Bunlar, nevamisi diniye ile, umuri şer'iye ile istihza eder olmuş, İslâm ulemasını techile, tezyife cür'et etmiş, bütün tekâlifi diniyeyi ıskat ederek insanları hayvani bir yaşayışa sevk etmek istemişlerdir.
Bunlar, ne lisan kavaidine, ne de dini esaslara, rivayetlere kıymet ver-miyerek kendi keyiflerine göre uydurma mânaları ileri sürer, Kur'anı Kerimi istedikleri gibi te'vile  cür'et gösterirler.  Bâtiniyye»  adım  alan bu mügfiller. «Kur'anm bir zahirî, bir de batini ma'nası vardır, asıl matlûp olan da batini mânadır, bu bir «lüb» dir. Zahiri ma'na ise bir »kısır = kabuk» dır» diyerek dini nasların  sarih  ve herkesçe  muta'  olması lâzım  gelen  mânalarını,  keyfi surette izah ederek bunları hükümsüz bırakmaya çalışırlar, bu suretle de dinin istinadkâhlarmı yıkmak cinayetini irtikâb etmiş olurlar.


Bu gibi mügfiller yüzünden değil mi idi ki, vaktiyle İranda Mezdegin ortaya atmış olduğu Iştirakiyyûn» mesleki vücude gelmiş, cemiyet arasında dini varlık, insani yaşayış usulü mahvolmuştu.
Bilahare yine bu gibi mügfiller yüzünden değil mi idi ki, İslâm âleminin bir kısmında Hazreti Ali'ye muhabbet bahanesiyle Müslümanlar arasında tefrika düşürülerek eski bir Mecusî saltanatı ve an'anesi ihya edilmek istenilmişti.


Evet... Bu fikre hizmet edenler; müslümanlıkta hilâfetin, âmme riyasetinin yalnız İmam Ali ile evlâdına mahsus olduğunu  kendilerince celi ve hafi sayılan  naslara istinaden iddia ediyor, müslümanların âmme riyasetine ihraz edecek zatı başkalarından intihap ve tayin edemiyeceklerini ileri sürüyor, -imamet ve hilâfet meselesini, müslümanlar arasında tefrika zuhuruna âlet ola rak kullanıyor, bir çok sahabei kirama ve bilhassa Hazreti Ömere dil uzatıyor, eski Mecusî saltanatını, istibdadını bir iştiyak duygusiyle hatıralarından çıkarmıyor, çok kere de tak ıy yede bulunarak ashabı kirama karşı hürmetkar bulunduklarını söylüyor, hanedanr nübüvvete muhabbetlerini ileri sürerek asıl mak¬satlarını gizli tutmak istiyorlardı. Şerhi mevakıfa (s: 628) İbni Hazmın kitabül-fasl filmilel... ne (c: 4. s: 188) vesair milcl ve nihai kitaplariyle bir kısım tarih kitaplarına müracaat olunsun.

Bu mugfiller, bu hilafı hakikat olan iddialarını bile bile ileri sürmüşlerdir Asıl acınacak şey, bunların bu iddialarına aldanan safderun insanların halidir. Bir kere düşünmeli, eğer imameti kübranın İmam Ali ile evlâdına mah¬sus olduğu ahkâmı diniyemiz iktizasından olsaydı, Resuli Ekrem Hazretleri bunu ashabına, ümmetine kafi surette tebliğ ve emr etmez miydi?. Ve İmam Ah° gibi yüksek zevat, bu hükme muhalif olarak başkalarına bey'atte bulunurlar mıydı?.

Bütün dünya küfür içinde iken yalnız başına dini Islâmı herkese bi perva tebliğ etmekten çekinmemiş olan Resuli Efham Efendimiz, bilâhare kendisine fevkalâde muti', hürmetkar - yüz binden ziyade Ashabı Kiramı mevcut iken, hangi bir muhalifin sözüne bakarak bu hükmü emir ve tebliğden geri durur mu  hiç o büyük Peygamber, vazifesine ait bir hükmü tebliğ etmez mi idi?. Zaten o, risalet icabı olan bir hükmü tebliğden geri durabilir mi idi?.
Binaenaleyh İbni Sebe' taraftarlarının bu husustaki iddiaları, bütün müs-amanlar nazarında bir sefsetadır. Bir kötü maksadın bir eseridir. Bu gün lehülhamd Müslümanlar, uyanık bir halde bulunmaya başlamışlardır. Aralarındaki din kardeşliğinin kadrini takdir etmektedirler. Artık muğfil kimselere arşı pek uyanık bir halde bulunmamız lâzımdır. Dinimizin; sarih, kat’i, akıl ve hikmete her veçhile muvafık olan ahkâmı meydandadır. Bunlara muhalif sözlere  asla iltifat etmemelidir:
                                                              
                                                                 Batıl hemişe bâtü-ü  beyhudedir veli
                                                                Müskil budur ki, sureti haktan zuhur ede»]



* Mühlik ceryanlar neticesinde eyaletlerden Medinei Münevvereye gelip toplanan ihtilâlciler, nihayet Hazreti Osman'ın hanesini muhasara ettiler. Zinnureyn Hazretlerinin hanesi etrafını îmam Alinin emriyle iki güzide", muhterem mahdumları Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin ve arkadaşları ellerinde kılıçlar olduğu halde bekliyorlardı, Resuli Ekremin o sevgili halifesine ve muazzez damadına bir zarar gelmesin diye tir tir titriyorlardı. Hattâ bu mübarek muhafızlar, bu esnada atılan bazı taşların ve sairenin isabetiyle yaralanmışlardı.

Fakat düşmanlar, başka bir yol buldular, Hazreti Osman'ın hanesine muttasıl bir haneden Zinnureyn hazretlerinin bulun¬duğu odaya girdilef. Odada yalnız hazreti Osman ile muhterem refikası Naile bulunmuştu.

Su mücasirlerin başında Hazreti Ebubekr'in oğlu olup irti-hali nebeviden sonra dünyaya gelmekle sahabeden bulunmayan Muhammed bulunuyordu. Bu zat, Mısır'a vali görderilmiş, fakat daha yolda iken Mervan tarafından Hazreti Osman namına yazılan bir mektubta bunun öldürülmesi Mısır'ın eski valisinden istenilmişti. Bu mektubun İbni Sebe' tarafından uydurulmuş olduğunu iddia edenler de vardır. Tetkika muhtaç bir mes'ele. İşte Muhammed, bu mektubu yolda elde etmiş, bunun Hazreti Osman   tarafından yazılmamış   olduğuna kani   bulunmuş bununla beraber   Hazreti Osman'ın   hal'i veya izaleyi vücudu için bu isyana önayak olanlardan bulunmuştu.

Bu zat, Hazreti Osman'ın mübarek sakalına sarılarak: «Şimdi seni Muaviye, îbni Ebi Şerh ve fülân kurtaramaz» demeğe cür'et göstermişti. Mushafı şerifi okumakta bulunan Hazreti Osman, Muhammed ibni Ebi Bekr'in yüzüne bakarak: «Baban bu halini görseydi ne kadar mahzun, mükedder olurdu» dedi. Bu sözden utanan Muhammed, oradan çıkıp gitti, derhal arkadaşlarından ve Mısırlılardan Gafikî, Kuteyre ve Sudan gibi sefihler içeriye girdiler, Sudan'ın Hazreti Osman'a havale ettiği kılıcıyle  buna elini siper tutmak isteyen  Hazreti Nâile'nin parmakları kesildi. Nihayet Gafikî veya kinânet Îbni Bişr Haz¬reti Osman'ı boğazladı. O muhterem, mazlum şehidin fışkıran kanları, elinde tutup okumakta bulunduğu Mushafı şerifteki: فسيكفيكهم الله وهو اسميع العليم) âyeti kerîmesi üzerine serpildi [Tarihi kâmil, c: 3. s: 69. Savaiki muhrika. s: 66.].

Artık o mübarek halifei müslimîn, şehiden rabbisine kavuşmuştu. Bu âyeti kerimenin bir mucizei kur'aniye olduğu tecelli etti, Gafikî haini o sırada bir köle tarafından kati edildi, diğer caniler de çeşit çeşit felâketlere uğrayarak yapdıklarımn cezasına kavuştular.

* İşte Zinnureyn Hazretlerine karşı olan bu cür'et bir fit-nei azîme idi. Artık fitne kapısı kapanmayacak surette açılmıştı. Eâzimi sahabe hayrette kalmışlardı, söz ayağa düşmüş, islâm idaresi sefihlerin iradelerine tabi' olmuş, islâm afakini bir musibet kâbusu kaplamıştı.
Tam bu sırada idi ki, ihtilâlcilerden bir çoğu Hazreti Ali'ye müracaat ederek hilâfet makamına gelmesini istemiş, Medinei Münevveredeki ashabı kiramdan bir çoğu da bu müracaati sevab görmüş, nihayet İmam Ali( K.v.  )  Hazretlerine bey'at olunmuştu.
Mahza dini islârûa hizmet etmek, ihtilâli bertaraf ederek islâm âlemini hercümerçten kurtarmak için hilâfeti kabul eden İmam Ali, cidden müşkil bir vaz'iyet karşısında kalmıştı. Artık mukadder olan hâdisat, zuhur edecekti. وكن امرالله قدر مقدورا

* Bir fitne esnasında mazlumen şehid edileceği bir hadisi şerif ile haber verilmiş olan Hazreti Osmanın katilleri, her ta¬rafta dolaşıp duruyorlardı. Resulullahın damadı, halifesi, islâmın gözbebeği, bütün hayatını, servetini islâm orduları uğurunda sarfetmiş olan pek muhterem bir sahabî şehid edilmiş, hum mazlumanesiyle Kur'anı mu'ciz beyanın bir sahifesi boyanmış bulunuyordu [( يقتل فيها هذا مظلوماً) Tirmizi. Savaik. s: 65. Reşidi Ekrem Efendimiz Ebubekir. Ömer ve Osman Hazretleriyle Uhut tepesini teşrif ederken yer sarsıntısı olmakla: اثبت احد  فانما عليك بي صديق وشهيدان = Dur Uhud!
senin üzerinde bir peygamber ile bir Sıddık, iki de şehid bulunmaktadır) buyurmuş ve bu iki şehidin Hazreti Ömer ile Hazreti Osman olduğu bil'âhara tahakkuk etmişti. Sahibi Buhari. c: 4.-s: 182.].

Kısas hükmi kur'anisî, bu caniler hakkında tatbik edilmiyecek miydi?. Böyle dinî bir hükmün muattal kalmasına ruhi islâm, nasıl razı olabilirdi?. îşte Ashabı kiram ve Tabiîn arasında muhtelif içtihatların zuhuruna vesile olan pek mühim bir hadise!.

* İmam Ali (k.v ). bu hükmi şer'înin biran evvel tatbikini şüphe yok ki pek ziyade arzu ederdi. Fakat zaman müsait değildi, hikmeti idare, bunun sonraya bırakılmasını icap ediyordu.
Evet... caniler, her taraftan gelip toplanmış bir takım derbederlerdi, bunlara söz anlatmak müşkildi, daha başka ihtilâllere sebebiyet vermeden kısas hükmünü icra, mümkün görülmüyordu, bunda tehlike melhuz idi. Bu cihetle Hazreti Ali, vaziyetin düzelmesine kadar beklemek mecburiyetini duymuştu. Bu hususta haklı idi, ma'zur idi.

Beri taraftan bir çok ashabı kiram, eâzimi ümmet de kısas hükmünün derhal tatbikini bir vecîbe görüyorlardı. Bu hususta İmam Alinin müsamahada bulunduğuna zahib olmuşlardı. Hattâ aşerei mübeşşereden Zübeyir ile Talha Hazretleri İmam Aliye bey'at etmiş oldukları halde bu müsamahadan dolayı münfail olmuşlar, hükmi şer'înin biran evvel icrasını te'min için muhalefete başlamışlardı. Abdullah ibni Zübeyir Hazretleri de muhterem halası Hazreti Aişei Siddika validemizi muhalif zümre tarafına imale etmiş, bu babtaki içtihatları sâikasiyle tarihi islâmda hüzün ve kederle mukayyet olan Cemel vak'ası» meydana gelmiştir.

Fakat bu vak'a neticesinde galib olan Hazreti Alinin şehid olan Zübeyr ve Talha Hazretleri için gözyaşları döktüğü ve Hazreti Aişe validemizi kemali ihtiram ve i'zaz ile Medinei Mü-nevvereye iade ettiği malûmdur.
Bu acı vak'a, bir hüsni niyet, bir ictihad neticesi olduğu için iki taraf da indallah mes'ul olmayacaktır. Zaten iki tarafta birbirini  Allahü alem  çoktan afvetmiş bulunmaktadırlar.
Rıdvahullahi aleyhim ecmaîn.

*  Hazreti Osmanın Hanedanı efradından, amcazadelerinden, Kureyş kabilelerinin rüesasından bulunan Emevîlerde hâiz oldukları velayet ve karabet sebebiyle ve dinî bir hükmün tatbikini te'mine   hizmet maksadiyle   Hazreti Osmanın   katilleri hakkında kısas hükmünün derhal icra edilmesini istiyorlardı. Bunlar diyorlardı ki: «Müslümanlar hakkında âmme riyasetini hâiz olan zatın kuvvetli, şevketli bulunması lâzımdır. O halde Hazreti Ali bu kuvvet ve şevkete malik ise kısas hükmünü yerine getirsin, malik değilse riyseti âmmeyi hâiz değil demektir.» Bunlar: ومن يقتل مظلوماً فقد جعلنا لوليه سلطانا) âyeti celilesiyle istidlal ederek Hazreti Osmanın katillerini kısas için teslim etmedikçe Hazreti Aliye mubayaada bulunmayacaklarını söylüyorlardı [El  bidayeti vennihaye ibni kesir s.21 c.8].

Bu iddia neticesinde maalesef Sıffeyn vak'ası vücuda geldi ve öyle bir ceryan aldı ki, bunun önüne Hazreti Ali de, Hazreti Muaviye de geçemez oldu.

Evet... Muhtelif kabile reisleri biribirine karşı hasmane bir vaziyet almış, söz ayağa düşmüştü.
İmam Alinin pek müessir nutuklarından da anlaşıldığı üzere Hazreti Alinin taraf darlarından bir çokları kendisine karşı daha hasmane bir vaziyet almışlardı. Hazreti Ali, âdeta Şamlıları unutmuş, kendi ordusundan ayrılan Haricîler ile çarpışmak mecburiyetinde kalmıştı. Nihayet İmam Ali, İslâm ülkesinin bir parçasını, Hazreti Muaviye de diğer bir parçasını idaresi altında bulundurarak her iki büyük zat, dini islâmın itilâsına, islâm yurdunun tevessüüne mümkün mertebe çalışmadan geri durmadılar. Buna tarih sahifeleri şahadet etmektedir.

Hayfa ki Hazreti Alinin de, Hazreti Muaviyenin de en büyük düşmanları olan haricîler, bu iki mübarek vücudu izale için çalışıp duruyorlardı. Nihayet «İbni Mülçem» haini, İmam Ali Hazretlerine suikast ederek o nadirei hilkatı,o mücessem ilm-ü hikmeti şehid etti. Hazreti Muaviye hakkındaki suikast ise akim. kaldı.

* Velhasıl: Bu sıffeyn harbi de esasen bir ictihad, bir hakkın tecellisine hizmet neticesi idi. Bütün bu savaşlar, kıyamlar, Hazreti Alinin muhterem şahsına müteveccih değildi. Belki onun idaresi altında bulunan ihtilâlci kuvvetlere karşı idi.

Evet... Bütün vicdanlar, Hazreti Osmanın katillerini âleme meydan okur bir tarzda serbest gezip dolaşır gördükçe sızlıyordu. Pek mühim bir hüküm terkedilmiş, Hazreti Ali kendisine hilâfeti temin edenlere bir cemile olmak üzere veya aczinden nâşi bu hususda müsamaha göstermiş gibi sanılıyordu. Bu bir yanlış ictihad olabilirdi. Fakat pek mühim bir hükmi serînin ifasını temine müteveccih bir ictihad olduğu için sahibleri hakkında mes'uliyeti mûcib olmıyacaktır. Bahusus iki tarafın birbirine afv edeceği de hâiz oldukları pek yüksek hasletlerinden kuvvetle me'muldur.
Şüphe yok ki, onların aralarındaki bu mücadeleler, beyin¬lerindeki dinî rabıtaya, hürmet ve muhabbete tesir edememiştir. Nitekim Aşerei Mübeşşereden Sa'dibni Ebi Vakkas ile halidibni Velid (r.a. ) arasında bir dargınlık hâdi¬sesi vuku bulmuştu. Bu maceradan dolayı Hazreti Sa'dın huzu¬runda Halidibni Velidi çekiştirmek isteyen bir zata, hazreti Sa'd:
(   مه ما بيننا لم يبلغ ديننا. = Dur öyle söyleme. Çünkü aramızdaki hâdise, dinimize kadar yetişmiş, ona tesir etmiş değildir) demişti [Tathirülcenan s: 7.].

Artık bizim bunlara müdaheleye, bir taraf hakkında dil uzatmaya asla selâhiyetimiz olamaz. Bu hususlara dair ileride biraz daha izahat vereceğiz. Hak taalâ Hazretleri cümlesinden razı olsun âmin...

   
© incemeseleler.com