Yeminin hükmü: Aslen birrin ve hülfen kefaretin, vücubüdür.
İslâm olmayanın, kefarete ehliyeti dahi, olamaz. Çünkü, kefaret malûm olduğu üzere, haddi zatında, ibadettir. Onun ukûbet olması, sebebi-
ne, nazarandır (1). Ve «Çünkü onların yeminleri yoktur.» (Tevbe 12) buyurulmuştur (2).
Hâlifte hürriyet şart değildir. Memlûkün yemini dahi, sahihtir. Şu kadar ki, mal ile kefaret, ona derhal lâzım olmayıp, oruç ile kefaret lâzım gelir.
Hâlifte, isteklik - ademi ikrâh - dahi, şart değildir. Mükrehin dahi, yemini sahihtir.
Yeminin akdinde, arzu ve ikrah, müsavi olduğu gibi, nakizde dahi müsavidir.
Bunlarda, ciddî ve şaka dahi, arzu ve ikrah gibidir.
İn'ikadda, yeminin istisnadan hâli olması, mahlûfun aleyhin mümkün bulunması gibi şarttır: Meselâ: «Ben ölmeyeceğim» yahut «Yarın güneş doğmayacak» misilli yeminler gamus ve akdine «İnşaallah» ilâve olunan yeminler hükümsüz sayılır.
Yemini mün'akid de: Mürsel, muvakkat, fevr isimleriyle üç türlü olabilir.
Mürsel ki, ona mutlak dahi, denir: Bir vakit ile mukayyet olmayandır. Gerek nefyen ve gerek isbaten, olsun.
«Filâncayı alırım, diye, edilen yemin, mürseli ispattır. Filâncayı almam» diye, edilen yemin, mürseli menfîdir.
Evvelkinde, hâlif ve mahlûfun aleyh, kaim oldukça, «Hins» olmaz. Hanisiyyet, onlardan birinin helâkinde hâsıl olur. Yok olan hâlif ise, - indelmevt - kefareti vasiyyet etmek, ve yok olan mahlûfun aleyh ise, onun mevtinde hâlif, kefareti ifa etmek, lâzım gelir. Nitekim, «filân işi işlerim» diye, yemin eden kimse, onu işlememek sûretinde, ancak ömürünün sonunda, hânis olur.
İkincide, onu almadıkça, ebediyyen hânis olmaz. Alır ise, hânis olur. Ve kefaret lâzım gelir. Yemin, ikinci defa olarak inikat, etmez.
Muvakkat: Bir vakit ile mukayyet olandır. Bugün yahut bir hafta veya bu sene, filân işi işlerim, diye edilen yemin, o gün... geçmedikçe hânis olmaz.İşlemem diye, nefy ile edilen yemin, o gün ... zarfında, bir kerre işlemekle hânis olur. Ve kefaret lâzım gelir.
Fevr: Bir kelâma cevap olmak gibi, bir sebebe bina olunan yemindir ki, halin delâletiyle tekayyüt edip, ondan sonraya da şâmil olmaz. Meselâ, sokağa çıkmak üzere, hazırlanan yahut çocuğunu dövmek üzere, değnek hazırlayan kadına, zevcinin (eğer sokağa çıkarsan) yahut «çocuğu döğersen» mutallâkasın, demesi, talâk ile olan - yemini fevr - dir ki, ettiği tâlik, o çıkmağa ve o dövmeğe âit olur. Kezâlik, bir kimse yemekte olduğu sabah yahut akşam taamına - ki, evvelkisine (gadâ) ve ikincisine (aşâ) ve onları, tenavüle (tegaddi) ve (teaşşî) tâbir olunur - yanında bulunarak - beraber tenavül için - çağırdığı zâtın «ben tegaddi yahut teaşşî etmem» diye, ettiği yemin, halin delâleti ile, o taama maksur olur ki, kelâmı iptidaen değil, cevaben vâki olduğu için, taam sahibinin kelâmı, o hazır olan taam ile mukayyet olduğu gibi, ona cevap olarak vâki olan kelâmı dahi, onunla mukayyet olarak, çağırmakta olduğunun, şu taamı yemem, mealinde bulunur ve gidip, kendi evinde taam etmekle, hânis olmaz (3).
Yeminin sebebi: Maksadının tahkik ve tekidini iradedir.
Yeminin rüknü: Onda müstamel olan, elfazdır ki, esma ve sıfatı ilâhiyyeye ve tealika şâmildir.
Yeminin edatı şu harflerdir: Ve, be, te (4).
Bunlar, mukadder dahi olur. Harfi cerlerden ise, medhulleri mecrur olmak, yeminin inikadı için, şart değildir.
Marifetnamede geçtiği gibi:
«Vallahi güzel etmiş, billâhi güzel etmiş, tallâhi güzel etmiş.»
Yemin: Vallâhi, billâhi, tallâhi, verrahmân, velhak misilli Cenab-ı Hakkın, esmai hüsnasından biri ile, olduğu gibi izzeti, celâli, kibriyası, azameti, kudreti misilli zâtî sıfatı ve rıza gadap gibi fiilî sıfatı (5) ile dahi, olur.
(Bir madde için, «Vallahi, billahi, tallahi» diye, müteaddid olan yeminin kefareti de müteaddid olur.)
Cenab-ı Hakkın gayriye yemin, nehy olunmuştur: Meselâ, Kâbeye yemin edilmez. Kâbenin rabbine diye, edilebilir.
Kur'andan yahut Peygamber (aleyhisselâm) dan veya kıbleden berâet (uzak olayım diyerek) edilen yemin, imân ve islâmdan baraet ile, edilen yemin gibi, muteberdir.
(Şöyle veya böyle yapar ise, kâfir olduğu) dahi, yemindir (6).
Kasem, yemin yahut şehadet ederim, demek dahi, yemindir. Bunlarda, (billâhi) kaydına yâni (uksimü billâhi) (ahlifü billâhi), (eşhedü billâhi), «Allaha kasem ederim» gibi Allah kelimesini ilâveye bile, hacet yoktur.
Le amrullahi, ve ahdullâhi, ve mîsâkallâhu ve eymullâhi tâbirleri dahi kasem elfazındandır.
Sadece (nezrim olsun) demek ve helâl olan şeyi, nefsine haram etmek (7), ve «anam helâlim olsun» gibi, müebbet olan bir haramı, şarta talikan helâl edinmek dahi, kasemden (8) sayılır.
Bir ibadeti, nezretmiş ise, onu işlemek (9) ve nezrini itlâk etmiş ise, nakzında, yemin kefareti etmek lâzım, gelir. Hanis olmaktan evvel keffaret yoktur.
Kefaret, malûm olmuştur. Malı olan kimsenin, sarf mahalli, müsliminin fukarasıdır. (Kitab-us-savma bakınız) (10).
Masiyet üzerine edilen yeminin bozulup kerafet edilmesi, vâciptir.
Fiilî feraiz ve terki maasi üzerine edilen, yeminin birri ve hıfzı vâciptir.
Bir müslimi, mağdur gibi, terki evlâ olan, şeyler üzerine, edilen yeminin kefareti edilmek üzere, hinsi (hânis olmak), efdâldir.
Yeminde, sözlere ve nâsın örf ve istimaline bakılır. Meselâ, şu ağaçtan yemem, diye edilen yemin, gösterilen ağaç meyvalı olduğuna göre, meyvasına, ve meyvalı olmadığına göre, parasına masruf olur.
Şu asmadan yememeğe yemin eden, onun tabii olan mahsulünü, yemekle hânis olup, asmanın kendinden yemekle, hânis olmadığı gibi, sirke ve pekmez misilli ondan imal edilenleri yemekle dahi, hânis olmaz.
Şu koyundan ve şu sığırdan yememeğe edilen yemin, onun kendi mekülüne masruf olup, sütünü içmek ve kuzusunu ve buzağısını yemekle, hânis olmaz.
Et yememeğe yemin eden, balık yemekle hânis olmaz.
Zevcesine, benim iznim yahut malûmatım olmadıkça, çıkma diyen kimse, her çıkış için, izni ve ilmi, şart kılmıştır.
Benim iznim oluncaya kadar çıkma demiş olmak sureti, böyle değildir ki, onda her çıkış için, izin şart kılınmamıştır.
Çıkmağa hazırlanmış olan zevceye, çıkmama üzerine edilen yemin, fevrîdir ki, sadece o çıkışa masruftur.
Zevcesiyle inatlaşıp, sen bana lâkırdı etmedikçe, ben seninle lâkırdı etmem, diye yemin, yahut şart eden kimsenin, zevcesi, ben de sen söylemeden, sana söz söylemem, diye yemin ettikde, zevcin yemini yerine gelmiş olmakla, zevcesine ondan sonra, ettiği kelâm onun yeminine dokunmaz.
Cariyesini kimseye satmamak ve bağışlamamak üzere, yemin eden kimse, yarısını satmakla ve diğer yarısını hibe etmekle, hânis olmaz.
Bir kimse akan suda yıkanmakta bulunan zevcesine (Sen bu sudan çıkarsan, benden boş ol) demiş olursa, ne yapmak lâzım gelir? Cevabı: Kadın sudan çıkar ve bir sey lâzım gelmez.. Çünkü kadının bulunduğu su, ondan akıp gitmekte olmasiyle, mahlûfun aleyh değildir.
Fıkıhta, tâlik ve yemin birleştiği için, bunlar kitabımızın eyman babında geçirilmiştir. Bâzı kitaplarda, bu gibi meseleler için, (Kitâb-ül-hiyel) ismiyle, hususî bap açılmıştır. (Hiyel), gerçi hilelin cem'idir. Ve lâkin, (hile) lisanımızda kullanılan mânâda değil, çare mânâsınadır. (Hile-i şerriyye) şerî olan çâre demektir. Ve illâ, şeriati garranın sahası, hud'a hastalıklarından muarrâdır. Subutu nesep babında, «Nesebin ispatı için, ihtiyal bile olunur» tâbirinin dahi mânâsı, budur ki, çare aranır, demektir.
Mesele: Zevcesine «Eğer sana bundan böyle takarrüp edersem, sen üç talâk ile boş ol» demiş olan kimse, müebbet iylâ etmiş olduğundan, fey ederse, zevcesine beynuneti kübrâ iyka eylemiş olur. Fey etmeyip aradan dört ay geçerse, beynûneti sugra iyka eylemiş olur.
Bu beynuneti sugra, iki mislinin ona inzimamı ile, kübra olabilir. Çünkü, iylâ müddetsiz olmak cihetiyle, müebbet demek olduğundan, ilk beynunetten sonra edilen nikâh tecdidinde, dört ay mürur edip, bilâmâni - mukarenette - bulunmazsa, zevce yine bâin düşer. İkinci defa nikâhın tecdidinde dört ay bilâmâni mukarenet vukubulmazsa, müebbet iylâ, bu üçüncü nikâha dahi, sirayet etmekle, bir talâkı bain daha vâki olarak, beynuneti kübrâ olur.
Mesele: Bir kimse, iki zevcesi var iken, üçüncü bir zevce daha tezevvüç edip, üçüncüye «Eğer ben eski zevcelerime takarrüp edersem, benden üç talâk boş ol» dese, onlardan birine - mukarenette - bulunmakla, üçüncü zevcesi üç talâk ile mutallâka olur. Eğer onlardan hiç biri ile - mukarenette - bulunmayarak, aradan dört ay geçerse, haklarında iylâ vâki olarak, o iki - eski zevce - bain düşer. Üçüncü zevceye, hakkında muallâk olan talâkı selâse, vâki olmaz.
------------------
(1) Onun için, kefaretler usulde, ibadetle ukubet arasında, deveran eden, hukukullahtan sayılmış ve iftar kefaretinden mâdâda, ibadet mânâsı galip bulunmuştur. Fıtır kefareti, hatâda olan ile unutana, terettüp etmemekte olduğuna ve fecirtulû etmemek yahut gurup etmek zanniyle edilen iftarda — şüphe mevziinde, sâkıtolan hadd gibi — sukut eylemekte bulunduğuna nazaran, onda ukubet ciheti, racihgörünmüştür.
(2) «Eğer onlar yeminlerini bozarlarsa» (Tevbe: 12) âyeti, onların izhar ettiklerisûrî yemin hakkındadır. Nükûl ümidiyle hâkim dahi, onları yemine çeker ve sûrî yeminlerine, itibar eder.
(3) Bu misal, usulde mecazın sıhhatinin şartı olan karine bahsinde dahi mezkûrdur.
(4) Tâlik edatı, şart edatıdır.
(5) Sıfâtı ilâhiyye, Cenabı Hak, o fiilin zıddı ile dahi, mevsuf ise, (fiiliyye)Öldüren ve dirilten (muhyî ve mümît) gibi. Böyle değilse zatiyyedir.
(6) Bunun yemin olup, küfür olmadığını bilene göre, o işi yapmak, küfrümucip değildir. Kefareti muciptir. Eğer kendisince küfürden mâdut ise, onu işlemek, küfre rıza vermek olduğu için, küfür olur.
(7) Hattâ, zevcenin zıhârına itibar olmadığı halde «sen bana haram ol» diye,kocasına kendisini haram kılan kadın, nefsini temkin ve teslim etmekle, yemin kefareti vermesi, lâzım gelir.
(8) Netifte der ki, muksemün bih altıdır: Birincisi esmai ilâhiyyedir, ikincisi:sıfatı ilâhiyyedir, üçüncüsü: küffar milletlerinden birinden olmayı kabul etmektir, dördüncüsü: Cenabı Haktan ve enbiyasından ve kitaplarından veya islâm dinindenteberrîdir, beşincisi: hakkullahtır ve enbiyâ hakkı ve melâike hakkıdır, altıncısı: yemin ederim, nezrim olsun gibi, tabirlerdir.
(9) Kitab-us-savmın, nezir bahsini okuyunuz.
(10) Zimmî zekâta masrif olamadığı gibi, kefalete dahi olamaz.