Saime olan koyun ve keçi sürüsünün, kırktan az olanına, zekât lâzım gelmez. Ganem kırk olup, üzerlerinden sene aştığında, yüz yirmiye kadar, bir şat (erkek ve dişi olmak üzere, koyun veya keçi) verilir.
Yüz yirmi bir olduğunda, iki yüze kadar, iki şat verilir. Davarların adedi iki yüzü geçer, ve meselâ iki yüz bir olursa, üç yüz doksan dokuza kadar, üç şat verilir. Dört yüz oldukta, dört şat verilir ki, aradakiler, mâfüv olmak üzere, her yüzde, bir şat verilir.
Sevaim zekâtında, Hazreti Risaletin emri, bu veçhiledir.
Bir yaşından aşağı olan küçüklere ve kuzulara, müstakillen zekât terettüp etmez. Ancak, onlar sürüde tâdâda dahil olur. İçlerinde bir büyük bile olsa, nisaplarına zekât lâzım gelir (1). Ve zekât olarak, o büyük alınır. Meğer ki, pek seçkin ola. O halde, o ahz olunmayıp bir - vasat şat -alınır.
Zekât olarak, aynen verilecek şey, daima vasattır ki, o ednâ ile âlânın arası ve ortasıdir.
«İğrenmeden alamayacağınız şeyleri vermeye kalkmayınız. Ve Allahın müstağni ve övülmeye lâyık olduğunu bilin.» (Bakara: 267)
Zekâtta, öşürde, haraçta, fıtrada, nezirde (2) ve köle âzât etmenin gayri olan kefarette (3), ayne bedel, kıymetini vermek, câizdir.
Muteber olan, vacip olduğu gündeki kıymettir.
İmameyn, edası günündeki, kıymettir, dediler.
Sevaimde ittifakla - edası günündeki kıymet, muteberdir.
Bir kimse, malının zekâtiyle, bir cariye iştira edip, zekât için, o cariyeyi, fakir bir salihe verse, zekât yerine geçer mi? Cevabı: Geçer.
Zekât, helâl mala terettüp eder. Nisap, haram olur da, onun sahibi var ise sahibine verilmesi ve sahibi olmadığına göre, tasadduk olunması, vâciptir (4).
Helâl mala, haram mal karıştırıp, temyiz olunamaz ise, cümlesinin zekâtı verilir (5).
Zekât zimmete değil, ayne teallûk ettiği için (6), vücuptan sonra (yâni, havelân tahakkuk ettikten sonra), nisabın helâkiyle sakit olur.
Nisap eğer havlden sonra istihlâk edilmiş ise, zekât teaddinin mevcudiyetine mebni tazmin olunur (4).
Havelân husulünden sonra, nisabın ikraz ve iâre yoluyla telef olması helâk, ve saimeyi yemsiz ve susuz bırakarak nisap telef olmuş ise, istihlâktir (7).
Vücubün tahakkukundan sonra, vâcibin düşmesi için çare aramak - icmâ ile - mekruhtur.
İmam ebû Yûsuf, zekâtın vücubünün def'i için çare bulmağı câiz görmüş ve İmam Muhammed, onu da mekrûh saymıştır (8).
Saime olan hayvanatını, sene tamamından bir gün evvel - zekâtın vücubünden firar için - satmak, İmam Muhammede göre mekruh, ve İmam ebû Yûsufa göre, gayri mekruhtur.
Nafaka için satmak - icma ile - mekruh değildir.
Sene ortasında, nisabı birine hibe edip, mal hibe edilen kimse yanında iken, sene tamam olduktan sonra, kaza veya rızâ ile, hibe edene rücû etmek, zekâtın - vâcip olmadan - iskatı için olan çarelerdendir ki, hiç birine zekât lâzım olmaz.
Nitekim, sevâim bahsinde dahi zikrolunmuş ve fıkıh bilmecelerinden kitab-uz-zekâtın, ilk meselesi bu olmuştur (9).
Zekât, fakirler hakkı ise de, cebren alınamaz (10). Ve niyyet olmadığı için, meyyitin terekesinden dahi, ahz edilemez. Meğer ki, kendisi, onu vasiyyet etmiş ola (11). O takdirde, malının sülüsünden alınır. Verese izin verirse, malının mecmuundan dahi alınabilir.
Zekâtın masrifi (12), ki verilecek yeri demektir. (Tevbe: 60) kavli keriminde, tâdât buyrulan sınıflar: Fakir sınıfı, miskin sınıfı, köle sınıfı, borçlu sınıfı, Allah yolunda olan sınıf, yolcular sınıfı, memur sınıfı.
Bunların icmali: Zekâtın kendilerine sarf ve itâsı, şer'an sahih olan müslimden ibarettir. Gerek erkek, gerek kadın veya mümeyyiz sabî olsun.
Müslimlerin zenginlerine farz olan zekât, müslimlerin gayriye verilemediği gibi, müsliminin dahi, her sınıfına değil, ancak zikrolunan, fukara sınıflarına verilir.
Âyetin nazmında, bir de müellefei kulûp sınıfı mezkûr ise de, onlara zekâtın itası hususu, aleyhisselâm efendimiz hazretlerinin, son emirde, hazreti Muaz bin cebele (radiyallahu teâlâ anhu) verdikleri talimatı seniyyede «onu zenginlerinden al ve fakirlerine ver» hadis-i şerifleriyle, mensuh olmuştur (13).
Fakir: Nisaba baliğ mala ve onun kıymetine malik olmayan, kimsedir. Velev ki, sıhhati yerinde ve kendisi kazanç sahibi olsun (14).
O miktar mala malik ise de, sahip olduğu mal, kendi hacetini karşılayacak derecede değil ise, o dahi fakirdir.
Birinin üzerinde, müeccel alacağı olan kimse, nafakaya muhtaç oldukta, alacağının vâdesi gelinceye kadar, kendisine kifayet edecek miktar, zekât almak câiz olur.
Alacağı eğer, gayri müeccel ise, borçlunun sıkıntıda olup olmadığına bakılır: Borçlu sıkıntıda olduğuna göre, alacaklının - ihtiyaç halinde -zekât alması - esah akval üzere - câiz olup, (15) borçlu zengin ve borcunu mukir bulunduğuna göre, alacaklıya zekât almak, helâl olamaz.
Miskin: Hiç bir şeyi olmayandır ki, zavallı tâbir olunan, fakirdir
Mükâtip: Kendisini kölelikten kurtarmak ve hürriyetini satın almak için, efendisiyle belli bir bedel üzerine, sözleşen köledir (16).
Medyun: Borcundan, fazla nisaba ve onun kıymetine sahip olmayan, borçludur (17).
Allah yolunda olan: Gazâ, yahut hac için, çıkıp ta, nafakasının tükenmesi ve bineğinin helâki sebebiyle, yolda kalmış olandır (18).
İbni sebil: Yolcu demek ise de (19), murad memleketinde mâlı olsa da, yanında bulunmadığı için muhtaç kalan yolcudur. Eğer vatanına ulaştıracak kâfi şeyi var ise, ona zekât verilmez (20).
Âmil: Zekât tahsiline memur olandır. Haşimî olmamak şartiyle, onun dahi, kendine ve maiyyetine, işleri ve gidip gelmeleri müddetinde - orta had ile - idarelerine kifayet edecek miktarda, mevcut zekât emsalinden, hakkı olur (21). Gani dahi olsa, zenginliği almasına mâni değildir. Çünkü nefsini bu iş için, fariğ kılmıştır, kifayete muhtaçtır.
Zekât verecek kimse, zikrolunan sekiz sınıftan, her birine verebileceği gibi, hepsi mevcut iken, onlardan yalnız bir sınıfa dahi verebilir.
Zekât, müslimlerin zenginlerinden alınıp, fakirlerine verilir olduğundan, müslim olmayanlar, onunla mükellef olmadıkları gibi, ona masrif dahi olamazlar. Gayri müslime verilen zekât, sahih değildir (22).
Zekât, zengin olan müslime dahi verilmez. Zengin: Nisaba malik olandır. Asıl havayicinden fazla olan nisaba ve yahut - hangi maldan olursa olsun - kıymeti nisaba müsavi şeye malik olana, zekât verilemez.
Zengin bir kimsenin, henüz baliğ olmamış olan çocuğuna dahi, zekât vermek sahih olamaz. Gerek babasının idaresi altında olsun, gerek olmasın.- Çünkü, babasının zenginliği ile, o çocuk, zengin sayılır. Büyük çocuk, öyle değildir.
Evli olan kızı hakkında, ihtilâf vardır. Esah olan, ona vermenin cevazıdır.
Zengin olan kadının çocuğu, babası ölmüş dahi olsa, ve validesi yanında bile bulunsa, zengin değildir. Ona zekât verilir.
Zenginin, fakir olan zevcesine dahi, zekât verilir.
Benî Haşim, ganaim hissesinden istiğnaları cihetiyle, emvalin kirleri demek olan zekâtı (23), almaktan siyanet olundular (24). Hadisi şerifte «Sadaka almak bize helâl değildir.» buyuruldu.
«Kavmin âzâtlıları kendilerinden saydır.» hadîsi şerifi, beni Hâşimin âzatlılarını dahi, onlara ilhak etmiştir.
Zekâtı, müzekki kendi usul ve furuuna (25), ve zevcesine dahi vermek sahih olamaz (26).
Zekâtı, müzekki kendi memlûküne ve mükâtibine ve kısmen âzat olan köle veya cariyesine, vermek câiz olmaz (27).
Arayarak, masrif zanniyle zekât verdiği kimse, yanlış çıksa, zekât - hakkullah - olup, onda da muteber olan - vüsu ve kudret - olduğu, ve müzekki dahi kendi - vüsunda - olanı yapmış bulunduğu için, câiz ve kâfi olur. Meğer ki, o kimse kendi kölesi veya mükâtip kulu, zuhur etmiş ola (28).
Zekâtı, efdal olan - kendi ve furuundan gayri - en yakın akra-baya (28), sonra komşulara ve daha sonra sanattaşa, ve mahalle ve beldesinden olan, masrife, sarf ve itâ eylemektir.
Zekâtta muteber olan, malın bulunduğu mekânın fakirleri ve sadakai fıtırda muteber olan, edâ edildiği yerin fakirleri ve vasiyyette muteber olan, vasiyyet edildiği yerin fakirleridir.
Sene tamam olduktan sonra, zekât malını, kendi yakınının, yahut daha muhtaç olanın ve yahut daha mütteki bulunanın, yahut talim ile müslimlere daha menfaatli olanın gayrisi için, diğer beldeye - velev sefer mesafesi dûnunda bulunsun - gönderilmek, tahrîmen mekruh olur.
Harp diyarından, dârı islâma zekâtı nakletmek, orada masrifi mevcut olmak takdirinde dahi, mekruh olmaz.
Fakirin ihtiyacını temin ederek, kendisini dilenmekten iğnâ eylemek, mendup olup, lâyık olan, her fakirin ihtiyacı cihetinden, halin muktezasına, nazar olunmaktır.
Zekâtı, müteaddit fakirlere azar azar vermekten ise, bir fakire toptan verip, onun ihtiyacını defetmek evlâdır (29).
Bir fakiri, zekât ile zengin kılmak, yâni kendisine borcundan ve havayicinden fazla olarak, nisap kalacak derecede, şey vermek mekruhtur.
Nisabdan fazla ve borcunu Ödeyecek kadar şey verilmesi mekruh değildir.
(Kitabın sonunda, Feyziyye fetvalarından alınan, dördüncü fetvaya bakınız.)
Zekâtı, mesacidin bina ve tamirine sarf etmek sahih olmadığı gibi (30), meyyitin cihazına ve borcunu ödemeğe ve âzat edilecek kölenin, bedeline sarf eylemek dahi, sahih olmaz (31).
------------------
(1) Meselâ, (havelânı havlde) otuz dokuz kuzu ile bir toklusu kalmış olan kimseye, zekât lâzım olur. Toklunun halâkiyle, zekât sakıt olur.
(4)Gasb edilmiş olan veya fâsit şerâ ile, temellük olunan mala, zekât yoktur.Dürrün sâhibinin tâbirince, hâbis mala zekât olmaz.
Bir kimse, gasb ve rüşvet tarikiyle, biriktirdiği malından, zekât vermesi câiz olur mu? Cevabı: O mal sahiplerine iâde olunur.
Bir kimse, haram malı biriktirip, elinde iken, üzerinden sene geçse, o malda, o kimse üzerine zekât vâcip olur mu? Cevabı: Olmaz.
(5) Bir kimse, helâlden kazandığı parayı, haramdan elde ettiği parasına katıştırıp, bunları yekdiğerinden ayırt etmek mümkün olmasa, havelân husulünde, oparanın hepsi için, zekât vâcip olur mu? Cevabı: Olur.
(6) «Ki, onların mallarında fakir ve yoksulların belli bir hakkı vardır.» (Meâric: 25) âyeti ile «Kırk koyunda bir koyundur.» hadisi şerifi ayne delâlet eder.
(7) Mesele: Zekâtı verilecek iki nevi mâli olup ta, bir nevinin üzerinden, seneaştıktan sonra kendisi istihlâk etmekle, diğer nevinin, zekâtı sâkıt olmuş olan kimsekimdir? Cevabı: Bu, o kimsedir ki, sâime olarak beş devesi ve kırk ganemi olup,develerin üzerinden, sene aşarak zekâtı olmak üzere, bir şat vermek lâzım geldiğihalde, sahibi onları istihlâk etse, zekât sâkıt olmaz ise de, ondan sonraki ganeminüzerinden havelân hasıl olarak, zekât zamanı geldiğinde, onların zekâtını vermeklâzım gelmez. Çünkü, kendisi deve nisâbını, istihlâk etmiş olmakla zimmetinde, fakirhakkı olarak, bir koyun kalmış olur. Ve onunla ganemin nisâbı noksanlanmış bulunur. Binaenaleyh, ondan ganem zekâtı sakıt olur. Eğer deve nisâbı, onun sunû olmayarak, helâk olursa, zimmetinde, bir şey kalmış olmamakla, gunemin nisâbı tam ve kâmil olmuş olarak, zekâtı verilmek lâzım olur.
(8) Vebâlinde kalmamak için değil de, bu halden nâşî vücuptan kaçmak dahi,icmaan mekruhtur.
(9) Bunun orada üç nazîri daha zikrolunmuştur.
(10) Zeyd, Amri hâkime götürüp: «ben fakirim, Amr malının zekâtını banaversin» diye dâva eylese, dinlenir mi? Cevabı: Dinlenmez.
(11) Gayrin hacetine binaen, meşrû olan, salât nevi, vasiyyet olmadıkça, mevtile sâkıt olan, meyyitin dünyevi ahkâmından olmak üzere, usulde zikr edilmiştin
(12) Masrif, meclis vezninde, mekân ismidir. Verilecek yer demektir.
(14) Muhaşşi böyle demiştir. «Müellefei kulûb hissesinin, Hazreti Sıddık zamanında, sâkıt olması, icma ile değil, sebebinin sâkıt olmasına mebnidir.» Yoksa icmâile nass ne nasih olur ne de mensuh.
(15) Şu kadar ki, günlük ihtiyacını tedarik edebilene zekât almak evlâdır. Muhaşşî, burada bu kadarcık ifadeden sonra, sadakai fıtır babı evvelinde demiştir ki,günlük yiyeceği - fiilen - mevcut olana ve yahut onu - sahîhan - iktisap edebilene,kûte dair bir şey istemek haram olur. Halini bilerek veren dahi, haram olan şeye,yardım ettiğinden dolayı, günaha girer. Kisve için, yahut kendisi cihat ile veya ilimtahsili ile iştigali hasebiyle, isterse muhtaç bulunduğuna göre câizdir. Ve yine mezkûrbap evvelinde demiştir ki, zekâtı israfa yahut masiyyete sarf edeceği bilinen kimseye vermek lâyık olmaz. Namazı ahyanen kılan kimseye zekât vermek kâfi olursada, verilmez, demiştir.
(16) O, İbni sebil menzilesindedir.
(17) Zikrolunan sadakat âyetindeki (ve fir-rikâb) kavli keriminden - ehli ilminekserince murat budur. Küçük ve büyük arasında fark olmadığı gibi, ganinin mükâtibi ile fakirin mükâtibi arasında dahi - kavli esahta - fark yoktur. Hâşimî neseb gibi vâcip dahi olsa - zimmiye vermek câiz olur. İmam Ebû Yûsufça câiz olmaz. Müftabih olan da budur. Harbî - aman dilemiş ve teslim olmuş dahi olsa - hiç bir sadaka, ona verilmez. Zeyleî, tetavvû sadakasının harbîye itası cevazını, cezm eylemiştir.
(19) İzafet, edna mülabeseye mebnidir. Her yolcuya (İbni sebîl) denir.
(20) Malından uzak olan kimseye evlâ olan . kadir ise - istikraz etmektir. Malıeline geçince, fazlasını tesadduk etmek dahi lâzım gelmez.
(21) Yiyecek, içecek ve giyecek hususlarında, müştehiyyatına tâbi olmak, onacâiz olamaz. İsrâfı-mahz demek olduğu için, o haramdır. Emîre lâzım olan, vasatarâzı olanı, bu işe memur etmektir.
(22)Tenvirde ve şerhinde, denilmiştir ki, zimmiye zekât verilmez.Zekâttan ve öşürden ve haraçtan mâdâ olan, sadakati - nezir, kefaret ve fitre olan zatın mükâtip kölesine, zekât verilmez. Mükâtip dahi, kendisine verilen zekâtı rekabesinden halâsının gayri hususa sarf edemez.
(23) Mezkûr âyeti kerimedeki (vel-garimîn) den murat, borçlulardır. Zahtriyyede, borçluya itâ, borçlu olmayana itâdan evlâdır, denilmiştir.
(24) Garip olan ilim talebesi, ve fakir bulunan hamelei Kur'an dahi dahildir.
(25) Yani, âbâ ve ecdadına ve ümmehat ve ceddatına ve evlât ve ahfadına.
(26) Çünkü, menfaat kesilmiş olmaz. Zekâtın rüknü olan temlike bakınız. Buhüküm, zekâta mahsus olmayıp, kefaretler, nezirler, sadakai fıtır gibi bütün vâcipolan sadaka nevilerine şâmildir ki, bunlar dahi usul ve furuuna verilmek, câiz olamaz. Onlara ancak, vâcip olmayan sadakalar, verilebilir ki, onlardan mâdâ olan,muhtaç akaribe dahi: Biraderlere, hemşirelere, amcalara, halalara, dayılara, teyzelere,zekât ve vâcip ve gayri vâcip sadakalar verilir. Hem de bunlara vermek - sadakaile birlikte sıla dahi olduğu için - evlâ olur. Evvelâ bunlara, ondan sonra sair akrabalara ve ondan sonra komşulara verilir. Zevceye, zekâtın itasının ademi sıhhati,ittifakîdir. Zengin zevcenin, fakir zevcine, zekât vermesi dahi imam indinde gayrisahih, ve imameyn indinde sahihtir. Fevziyyede ve Behcetül Fetevâda, fetvâ, imamıâzam kavli üzerinedir.
(27) Memlûküne vermenin sahih olmaması - ki, müdebbir dahi onun mislidir -temlik olmadığındandır. Mükâtibine - ki, kısmen azat dahi onun mislidir. - vermenin câiz olmaması, onların kisbinde efendinin hakkı olmakla, temlik tam olmadığındandır. Usul ve furuun ve zenginlerin ve benî hâşimin ve kâfirlerin memlûklerinedahi, zekât verilemez.
(28) O halde, verdiğini, kendi mülkünden ihraç etmemiş olduğu cihetle, zekâtvermiş olmaz.
(28) Evlâdı, evvelâ muhtaç olan biraderlere, sonra onların evlâdına, sonramuhtaç olan amcalara, dayılara, sonra sair zevil-erhama, sonra komşulara vermektir. Şeyh ebul-hafsıl-kebîr demiştir ki, kişinin kendi karabet ehli, muhtaçlar ise, evvelâonlardan başlayıp, hacetlerini karşılamadan, sairlerine verdiği sadaka, makbul olmaz.Yâni, sadaka, zekât olduğuna göre, farz üzerinden sâkıt olsa da, kendisi onun sevabına erişemez.
(29) Bir dirhemi tesadduk etmek isteyen kimse, onu bozdurup, ufaklığı dağıtırise, sadaka emrini de taksir etmiş olur. Çünkü, cemî tefrikten evlâdır. Hem de, çoğuvermek mükrimlerin işine benzemekle dahi, evlâdır. Resûlü Ekrem (Sallallahü teâlâaleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri: «Cenab-ı Hak umurun meâlîsini sever, gayrimealisine buğz eder.» buyurmuştur. Hak celle ve âlâ dahi az vermeği zem edip «Oyüz çevireni, azıcık verip sonra vermemekte direneni gördün mü?» (Necm: 83) buyurmuştur.
(30) Zekâtın rüknü olan, temlike bekiniz.
(31) Zekâttan meyyitin tekfini için çare: Zekâtı bir fakire verip o fakir onutekfin etmektir, ikisine de sevap olur. Mesacidi tamir gibi, hayrata sarf etmenin
(--) Bir sâ' buğday tesadduk etmeği, nezr eylemek suretinde olduğu gibi ki,nezir gerek mutlak ve gerek muallâk olsun, kıymetini vermek câiz olur.
(--) İtakı istisna etmesinin sebebi, ondaki kurbet mânâsı, milkin itlâfı ve esirliğin nefyi olup, bu ise, onun yerini tutmaz olmasıdır.
(--) Ticaret malının, ticaret malı ile, değişimi helâk ve ticaret malının gayri mal ile değişimi istihlâk sayılır.
(--) Ve kezâ, kefaretleri, nezirleri ve sadakai fıtrı.
(--) Sâdâtten fakir birine, zekât vermek câiz, ve edâ eden kimseden zekât sâkıt ve alana helâl olur mu? Cevabı: Olur.