Nezir, mutlak ve muallâk olmaktan hâli olmaz. Bir mükellef, nezri sahih olan şeylerden birini, mutlak olarak nezr edip meselâ «iki rekât namaz kılmak (yahut) bir gün oruç tutmak - Allah - için nezrimdir» dediği takdirde, onu edâ ve ifa etmek kendisine lâzım (vacip) olduğu gibi bir şarta muallâk olarak nezr edip te, o şart husule geldiği ve (meselâ): Cenab-ı Hak bana erkek evlât ihsan ederse, on fakiri doyurmak yahut giydirmek nezrim olsun, demiş olup da, erkek evlât ile, merzuk olduğu takdirde dahi nezrini ifa etmek, lâzım olur.

Âyeti kerimede «nezirlerini yerine getirsinler» buyurulmuştur.

Nezri muallâkta, eğer husuli kendince matlup olmayan, bir şarta nezrini talik etmiş ve (meselâ): dargın olduğu şahıs için: «eğer filân ile lâkırdı edersem bir köle âzâdı nezrimdir» demiş bulunur ise, onunla mükâleme etmek istemeyerek, kendisini ona kelâm etmekten meni, kasd etmiş olmakla, lâkırdı ettiği takdirde, tâlikinin zâhiri nezir ise de, mânâsı yemin olduğundan, nezrin ifası ile, kefareti yemin arasında muhayyer olur (1).

Nitekim, «nezrim olsun ki, filânca ile lâkırdı etmem» demek dahi, «ahdim olsun» demek gibi, mahzı yemindir.

Buna kefaretten başka bir şey terettüp etmediği gibi, talâkı talik ve itâkı tâlik misilli hususlarda dahi, şartın husulü indinde, muallâk olan şey, - muhayyer olmaksızın - vaki olur.

Yeminde hânis olmadan (yemini bozmadan) evvel kefaret câiz olmadığı gibi, muallâk nezirde dahi, şartın vücudundan evvel nezri ifâ etmek, câiz olmaz (2).

Muallâk olmayan nezir, zemanen belli dahi olsa, onu zamanının hulûlünden evvel ifa etmek câiz olur: «Filân gün kuşluk vakti, şu kadar rekât namaz nezrimdir» diyen kimse, o kadar rekât namazı, o günden mukaddem veya muahhar dahi, kılabilir.

Nezirde, zaman tâyini, mekân tâyini, dirhem tâyini, fakir tâyini mülgadır: Şabanı saim olmağı nezr edene, recep yahut şevvali saim olmak (3) ve Mekkei mükerremede yahut mescidi nebevide veya mescidi aksâda edâsını nezr eylediği, nafile namazı Mısırda kılmak (4), ve şu dirhem veya dinarı sadaka etmek nezrim olsun diye tâyin eylediği, dirhem veya dinara bedel, başka bir dirhem veya dinar tasadduk eylemek, ve filân fakire vermek nezrimdir, dediğini diğer bir fakire vermek, câizdir.

Mülkiyetinde olan köle veya cariyenin âzâdını nezr eden mükellef, onu ifa etmek kendisine lâzım, ve âzât etmezse günahkâr olur. Nezrin ifâsı, hüküm altına girmediği için, hâkim olan müdahale edemez.

------------------

(1) Sahih ve müftâ bih budur. «Nezir kefareti yemin kefaretidir.» hadîsi, işte bu mânâya yâni, murat edilmeyen şarta muallâk olan nezre mahmüldür. Nezir meselesinde üç kavil vardır. Birincisi: Menzure mutlaka vefadır. Bu, rivayetin zâhiridir. İkincisi: Mutlaka tahyîrdir. Bu nevadir rivayetidir. Üçüncüsü: Eğer kendisince matlup olan bir şarta tâlik etmiş ise, onun husulünde, nezrin ifasına, ve eğer matlup olmayan bir şarta talik etmiş ise, onun husulünde, nezrin ifası ile kefaret arasında muayyer olmasına dâir, olan tafsildir. Bu kavil İmam Muhammedindir. İman ebû Hanife hazretleri, dahi vefatından yedi gün evvel, ona rücû etmiştir.

(2) Şu illet benden giderse, diye nezr eden kimseye, illet gidip sonra yine avdet eylerse, bir şey lâzım gelmez.

(3) Şevvalde sâim olduğuna göre, oruca yevmi fıtırdan sonra başlar ve onukazâ eder.

(4) Çünkü, sıhhat yakınlık itibariyledir. Mekân itibariyle değildir. Zira salât,bütün beden ile - Allahı tâzim - dir. Bu mânâda emkinenin hepsi birdir. Gerçi fazilet mütefavittir: Hadîsi şerifte varit olduğu üzere namaz kılmak, ramazan tutmak, İtikâf etmek için, mescidi aksâ, mescidi saireden, ve mescidi nebevî mescidiaksadan, ve mescidi harâm mescidi şerifi nebeviden, biner derece efdaldir.

   
© incemeseleler.com