İdraki fariza, mükellefin farza yetişmesi demektir. Yâni, farz olan namazı, imamla kılmağa yetişmek ve o meziyyeti elde eylemektir. Çünkü, cemaatin münferit üzerine, yirmi yedi derece faik, meziyyeti vardır.
Bu bapta, münferiden başlanan farz için, cemaat akd olunuverirse, onu cemaatle hâsıl etmenin keyfiyetinden yâni, tahsili tarîkinden bahs olunacak demektir.
Bâbın mesaili, bundan ibaret değil ise de, en mühimmi bu olmak itibâriyle, bahsin unvanı bu olmuştur (1).
Bu bapta, asıl budur ki, kasden ve bilâ özür (2) ibadeti bozmak, yâni başlanmış namazı bozmak «Amellerinizi iptal etmeyiniz» (Muhammed: 33) kavli kerimine binaen, haram ise de, cemaat faziletini ihraz için bozmak, tecdid ve islâh için, mescidi yıkmak kabilinden olarak, câizdir. Çünkü o nakz, surette nakz ise de, mânâda ikmaldir.
İmdi, cemaatle namaz kılınır olan mevzide, münferiden farza baş lamış bulunan kimse, orada (3) o farz için, cemaat akdolunarak, imam iftitah tekbirini aldıkta, henüz secde etmemiş ise, hemen kesip, imama iktida eyler (4) ki, bu kesme ve uyma, müstahaptır.İkmal için olan katı, ikmaldir. Rekât dahi, henüz tamamlanmadan bırakılabilir.
Her farz — ales-sahih — böyledir (5). Farzın kazası dahi, edası gibidir.
Nezri müttehit farzı müttehit, nezri muhtelif, de, farzı muhtelif gibidir.
Eğer musâllînin, başladığı namaz nefel ise, onu iki rekâta tamamlayıp selâm vermedikçe, kesmez. Meğer ki, yanında fevatından havf ettiği cenaze namazı ikame edilmiş ola. O halde, nafilesini kesip, cenaze namazında, imama iktida eyler. Zira ki, onun halefi yoktur. Kestiği nafileyi ise. sonra kazâ eyler. Ve bu suretle cenaze namazı sevabında dahi bulunmuş olur.
Musâllî başladığı farzın ilk rekât secdesini etmiş ise mesele, kılınan farzın dörtlü veya dörtlünün gayri olmasına göre, muhtelif hükümlü bulunur. Şöyle ki, kılınacak farz, dört rekâtlı olmadığına göre, musâllî kıldığı ve secde ile tamamladığı ilk rekâtı henüz secdesini etmemiş olmak suretinde olduğu gibi, hemen — bir selâm ile — kesip, imama iktida eyler.
Çünkü iki ve üç rekâtlı farzlarda başladığı farzı kesmeyip ikiye tamamladığı takdirde namazı tek başına kılmış olur. Bundan sonra imama uyacak olsa kendi namazı farz değil, nafile olmuş olur.
Musâllî, eğer bunlardan ikinci rekât için, secdeye varmış ise, kesmeyip, itmam eyler.
Kılınacak farz, dört rekâtlı olduğuna göre, musâllî kıldığı ve secde ile tamamladığı, ilk rekâta, onu siyaneten bir rekât daha, ilâvesiyle, teşehhüd ederek selâm verir. Ondan sonra cemaat faziletini ihraz için, farz kılıcı olarak, imama iktida eder. Evvelce münferiden kılmış olduğu, iki rekât nafile olur.
İmam, namaza başladığı vakit (6), musâllî kendi kendine iki rekât kılmış bulunmak suretinde dahi, hüküm budur ki, hemen teşehhüdü ifa ile selâm verip, farz için imama iktida eyler. Eğer üç rekât kılmış bulunursa, kendi namazını dörde tamamlayıp, sonra isterse, nafile kılıcı olarak, imama iktida eder (7).
Dörtlü farzlardan olan öğle ve yatsı namazlarından sonra, nafile kılmakta kerahet olmadığı için, iktida efdâldir. İkindi namazı, bu hükümden müstesnadır ki, ikindi namazını kıldıktan sonra, nafile kılmak, menhi olmakla, musâllî, onda müteneffil olarak iktida etmez.
Musâllî, dörtlü farzın üçüncü rekâtına münferiden kaim olup ta onun secdesine varmadan, o farz için cemaat ikame edilirse, hemen kaimen bir selâm ile namazı keser, yahut kuuda avdet edip, selâmı kaiden verir ve her iki surette kılınan iki rekât, — fil-esah — (8) fâsit olmayıp, nâfile olur.
Musâllî, cumanın sünnetine başlamış olup ta, hatip hutbeye başlamak (9) yahut öğle sünnetine durup ta, öğlenin farzı için, cemaat ikame olunmak suretinde, iki rekât kılıp oturduktan ve tahiyyat okuduktan sonra selâm verir (10). Hutbeyi dinleyip, cumayı kıldıktan veya öğlenin farzım edadan sonra, sünneti dört rekât olarak ve son sünneti dahi, başkaca kılar. Evvelce — bunda meşru olan — nefel bir şefa olarak, itmam edilmiş olmak cihetiyle, bunda onu iptal etmek dahi yoktur.
İkindinin farzından sonra, nafile kılmak mekruh olduğundan, ikindi namazının mendup olan sünneti, farzın cemaaten ikame olunmasına mebni, bir şefa olarak, kesilmiş bulunursa, onunla iktifa olunup, farzın edasından sonra, kazâ olunmaz. Amma, yatsının ilk sünneti farzdan sonra kazâ etmeğe, bir mâni bulunmadığından, kılınır.
Câmi ve mescitler, cemaatle farzların kılınması için olduğundan, sünnetlerde asıl olan, onları evlerde kılmaktır. Sünneti, evde kılamayarak camiye çıkmış olan kimse için, sünnete başlama, farzın ikamesinden evvel olmak hakkındaki mesail, zikrolundu. Farzın ikamesi, sünnete başlamadan mukaddem vâki olmak hakkındaki mesaile gelince: Mûtat olduğu veçhile, sünneti camide kılmak üzere, mescide giren kimse, o sırada ya imam farza başlamıştır, yahut başlamamıştır. Başlamadığına göre. müezzin, ikamete ya şürû etmiş veya şürû etmemiştir. Müezzin ikamete başlamamış ise, o kimse sünneti, caminin içinde yahut son cemaat yerinde kılar, eğer müezzinin ikamete başlama zamanı ise, sünnete durmak, mekruh olur (11). Bu ifadeden, imamın farza başlamış bulunması suretinde, sünnete durmanın keraheti dahi anlaşılır (12). İmam farzda iken, camide bulunan kimse, farzdan bir şey fevt etmeyecek dahi olsa, caminin içinde sünnet kılmakla iştigal etmeyip, hemen imama iktida eyler. Caminin dışında ise, ve rekâtı kaçırma korkusu da mevcutsa, yine iktida edip, korkusu olmadığı takdirde, iki faziletin ikisini de elde etmek mümkün olmakla, sünneti kıldıktan sonra iktida eder.
Camide ikamet alınmak üzereyken, sünnete durmanın kerahetinden, sabah namazının sünneti müstesnadır ki, onu evde kılamayarak, camiye giren kimse, imamı farza durmuş dahi bulsa, tahiyyatta olsun, yetişerek, cemaat faziletini fevt etmemek üzere, safların dışında bir mahalde, evvelâ onu kılar (13), sonra imama iktida eder. «İkametten sonra farzdan başka namaz yoktur.» hadîsi, nevafil babında, mezkûr mezayaya mebni sabah namazının sünnetine şâmil değildir.
Camide, sabahın sünneti ile, iştigal takdirinde farzda imama yetişmekten emin olamaz ise, (14), sünneti terk edip (15), imama iktida eyler. Çünkü, cemaat sevabı, sünnet sevabından da büyüktür (16).
Efdâl olan, onu da kılmaktır. Zira sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri, onu hanelerinde kılarlar ve mescidi şerifte kılanları, hoş görmezlerdi (17).
Ehab olan, onu fecrin tulûu iptidasında kılmaktır (18). Çünkü, sebep mevcut olmuştur. Ve fiili Nebiye (aleyhissalâtü ves selâm) evfak bulunmuştur. Bir kavle göre farzın yakininde kılmaktır. Çünkü, ona tâbidir.
Sabah namazının sünneti, ancak farz ile beraber fevt edilmiş olmak suretinde zevalin kubeyline kadar, kazâ olunur. İmam Muhammed, güneşin doğmasından sonra ve zevalden evvel, yalnız dahi kazâ olunur, demiştir. Demek ki, tulûdan evvel ve zevalden sonra, ittifaka kazâ olunmaz. Farzı, gerek münferiden ve gerek cemaat ile, kılmış olsun.
Öğleden evvel olan sünneti, farza durulduğu veya durulmak üzere olduğu için, evvelce kılamamış olan kimse (19), farzı müteakip onu kazâ eder (20). Ve müftabih olan kavle göre, onu son sünnetten evvel kılar (21).
Bazılar, faslı-vâhid, fasleynden evlâ olacağına, ve hazreti Âyişenin bu baptaki bir hadîsine mebni (22), son sünnetin evvel kılınmasına kail olmuşlardır.
Cumadan evvel olan, dört rekât sünnetin dahi hükmü, öğleden evvel olan, sünnetin hükmü gibidir.
Yatsıdan evvel olan, dört rekât sünnetin, farzdan sonra kazâsında bir mâni yoktur (23). İkindiden evvel olan dört rekât böyle değildir ki, o. farzdan sonra kılınamaz.
İdraki fazilet başka ve idraki cemaat başkadır. Teşehhüdde dahi imama yetişen, ittifakla cemaat faziletine yetişmiş olur. Halbuki, dört rekâtlı farzın, bir veya iki rekâtında imama yetişen — bilittifak — ve onun üçüne, ve üçlü farzın ikisine yetişen — ales-sahih — cemaate yetişmiş olmaz.
Semere; yeminde meydana çıkar ki, cemaatle kılmağa yemin edenin, suveri mezkûrde yemini yerine gelmiş olmaz. Ve camaatle kılmağa yemin eden, yemininde hânis olur.
Gerek mukîm, gerek misafir vaktin, yahut cemaatin, geçmesinden emin olduğu halde, farzdan evvel, tetavvu eder yâni, sünneti müekkede ve gayri müekkedeyi kılar.
Vaktin yahut cemaatin fevatından emin olmazsa, sünnet kılmaz. Aynı şekilde az olan necisi (24) gasl ve izale ile, iştigal takdirinde vaktin veya cemaatin fevatından emin olmaz ise, onu da yıkamaz. Çünkü vakte göre, aslı edayı, ve cemaate göre, edanın kemalini fevt ettirici şey ile iştigal câiz olamaz (25). Eğer başka bir cemaat bulabilecek ise, necaseti kalîleyi dahi. gasl ve izale ederek, namazı istikbal eylemek efdâldir. Tâ ki, namaz; ittifakla sahih olsun (26).
İmama rükûda yetişip müşarik olan kimse, rekâta yetişmiş olur.
Rekâta yetişmek için şart: Ya kıyamın bir kısmında ve yahut kıyam hükmünde olan, rükûun cüzünde, imama müşarik olmaktır.
Kıyamın cüzünde, imama müşarik olup ta, onunla beraber rükû edemeyen kimse, o rekâta yetişmiş, ve fakat lâhik olmuştur. Lâhıkın hükmü imama mütabeatten evvel, geçmişi telâfi etmektir (27).
İmam rükûda iken yetişip, rükûun cüzünde ona yetişmek kendisine mümkün iken, kaimen aldığı iftitah tekbirinden (28) sonra, imam rükûdan başını kaldırıncaya kadar oyalanan muktedi, o rekâta yetişmiş değildir. İktida sahih, ve rekât fâittir. O kimse, mesbuk olmakla, imamın ferağından sonra, o rekâtı kılar (29).
İmama rükûda yetişmek isteyen kimse, sünnet olan senayı okumağa muhtaç olmadığı gibi (30), biri iftitah ve diğeri rükû için olmak üzere, iki tekbir almağa dahi, muhtaç olmaz (31). Bir tekbir alıp, onunla iftitahı değil de, rükûu niyyet eylese dahi, câiz ve niyyet lâğv olur (32).
İmama secdede yetişmek, o rekâta yetişmek değildir. Ona binaen, imamı secdede bulan kimsenin, hemen iktida ile secdede imama müşareketi, namazına mahsup olmaz. Bununla beraber, secdede imama müşarik olmak, ona vâcip olmakla, o kimse hemen tekbiri-iftitahı müteakip secdeye varır (33). Eğer secdeye inmeyip kendi kendine rükû ettikten sonra secdeye varır ve imama sücudda müşarik olursa, iki secdede, müşarik olduğuna göre, onlar namazına mahsup olmamakla beraber, namazı da fâsit olmaz. Eğer yalnız bir secdede, imama müşarik olursa, namazı bâtıl olur.
Bu iki suret arasındaki fark şudur ki, birinci surette, ancak bir rükû, ziyade etmiş olur ki, onun ziyadesi zarar etmez (34), ikinci surette ise, kendi başına bir rekât ziyade eylemiş olur ki. işte o, müfsittir.
İmam namazda bulundukça, mesbûk ona muktedi ve müttebîdir. Onun geçmişi kazâ için infiradı, ancak imamın teşehhüdden fâriğ olmasından sonradır. Binaenaleyh, imamı kadei ahîrede bulup, ona iktida eden kimse ayakta durarak, kıyam ve kıraet rükülerini yapsa onun, imamın teşehhüdden fâriğ olmasından evvel olan, kıyam ve kıraeti, muteber olmaz.
Muktedî, imamdan evvel rükû eder, ve onun rükûu, imamın - namaz câiz olacak kadar - kıraetinden sonra vâki olur, ve imam dahi, rükûda ona yetişir ise, onun rükûu, müşareketin vücuduna mebni sahih, ve müsabakatın vücuduna mebni mekrûh olur.
Böyle olmaz ise, yâni, ya imam rükûda, ona yetişmezse ve yahut namaz câiz olacak kadar - kıraet etmemişse, o kimsenin rükûu - zamanından evvel olduğu için sahih olmaz. Ona binaen imamın rükûundan sonra, bir rükû daha etmek, ona lâzım olur (35). Eğer bir rükû daha etmeyerek, namazı öylece kılıp, bitirir ise, namazı bâtıl olur.
İmamdan evvel secdeye varan muktedi, eğer secdeye, imam rükûdan başını kaldırdıktan sonra varmış ve imam dahi, secdede, ona yetişip müşarik olmuş ise, onun sücudu sahih, fakat mekrûh olur.
Eğer imam secdede ona yetişip müşarik olamaz ise, muktedînin sücudu - zamanından evvel olduğu için - sahih olmayıp, onun lâhik sıfatiyle, bir secde daha etmesi lâzım iken, o secdeyi etmeyerek, namazını öylece kılıp bitirirse, namazı sahih olmadığı gibi, imam rükûdan başını kaldırmadan evvel, muktedi secde etmiş olmak suretinde dahi, Ebû Hanîfe hazretlerinden o Sücudun kâfi olamayacağı rivayet olunmuştur. Çünkü, o sücûd, imam hakkında zamanından evvel olduğu gibi muktedi, ona tâbi olmak cihetiyle, onun hakkında dahi, zamanından evvel (36) olmuş olur.
İmam secdeyi uzatmak sûretinde, muktedi secdeden kalkıp, imamı sacid bulmakla (ikinci secdede sanarak) yine secdeye varsa, ikinci secdeyi ve imama mütabeati niyyet etmiş olursa, ilk secdeyi niyyet etmek (37) ve yahut hiç bir niyyeti olmamak suretlerinde olduğu gibi, mutabeat cihetini tercihan, onun o secdesi, ilk secde olur (ve sonra bir secde daha etmek lâzım gelir). Ve eğer, yalnız ikinci secdeyi niyyet eylerse, secdesi, secdei saniye olup, bu halde imam (ilk secdesinden başım kaldırıp, ikinci secdeye varmakla), ona, o secdede müdrik (ve müşarik) olur ise, secde sıhhat bulur (38). Ve illâ, onu iade eder. Eğer iade etmez ise, rükû meselesinde olduğu gibi, namazı fesada gider.
Meselenin hâsılı: İmam birinci secdede iken, muktedi iki secde etse, onun ikinci secdesi, namazın secdei saniyesi olarak, kendisi için kâfi olmaz (39).
Ezan babının âhirinde zikrolunduğu üzere, camide iken, ezan okunduktan yâni, namaz vakti olduktan sonra, namazı kılmadan çıkmak «Münafıklardan başkası ezan okunduktan sonra namazı kılmadan mescitten çıkmaz. Fakat tekrar dönmek üzere bir ihtiyaç için çıkanlar müstesnâdır.»
hadisine mebni, tahrimen mekruhtur. Meğer ki, diğer bir caminin imamı veya müezzini gibi, öbür cemaatı ikame edici bir kimse ola. Meselenin hükmünde, camide iken, ezan okunmuş olmak ile, ezandan sonra, camiye girilmek arasında, fark dahi yoktur. Hadisin mefhumu, ona dahi şâmildir.
Ezan okunduğunda, camide bulunan kimse, namazı münferiden kılıp çıkarsa, hakka dâveti kabul ve icabet etmiş demek olmakla, onun hurucu mekruh olmaz. Şu kadar ki, o kimse, cemaati terketme, kerahetinde bulunmuş olur. Eğer, onun çıkışından evvel, cemaat ikame edilmiş olur ise kılınacak namaz öğle ve yatsı olduğuna göre, çıkış yine mekruh olur. Çünkü, onlarda müteneffilen imama iktida mümkün iken, ayrılıp çıkmakta, haricîler ve şiîler gibi, cemaate muhalefetle ittiham olunur. Hadîsi şerifte ise, «Cenab-ı Allaha ve âhirete, iman eden töhmet mevziinde durmasın,» buyurulmuştur. İktida etmeyip, oturmak dahi, cemaate muhalefete mebni çıkış gibi mekruhtur. Sabah ve ikindi ve akşam namazları, iki evvelkilerden sonra, nefelin ve akşam namazında imama muhalefetin kerahetine mebni, böyle değildir ki, onlarda teneffülen iktida olunamaz (40). Hadiste;
«Bir namazdan sonra, onun misli bir namaz kılınmaz» buyurulmuştur.
Bu hadîsin mânâsı, talebi-ecr için, namazın iadesinden nehiydir. Mücerred, fesadı tevehhüme mebni, vesvesenin defi için, namazın iadesinden nehiydir, dahi denilmiştir. Alâ kavlin, mezkûr hadîs, cevamî ve mesacidde ilk şekli üzere, yâni ezan ikametle, tekrar cemaatten veyahut, kılınanda eksik olmak korkusuna mebni, feraizin iadesinden nehiydir.
Onun zikrolunduğu vech üzere, camilerde tekrar cemaatten, nehiy olmağa mahmul olması, âşikârdır (41).
------------------
(1) Yoksa, mesailin tenevvüü itibariyle, bu baba (mesaili şetta) unvanı dahîuygundur.
(2) Salâtın kesilmesini mucip veya mücevviz özürler olduğu, geçen bahislerdemübeyyendir. Meselâ, tehlikeli bir anda istenilen yardım ve boğulmaktan tahlîsveya yangın gibi, mühim bir işe mebni, salâtı kesmek vâcip ve hayvan boşanmakve kaynamakta olan tencerenin taşması misilli özürlere mebni ise, câizdir.
(3) Başka yerde değil. Bu kayda göre, kendi hanede olup, cemaat mesciddeikame olunmak ve yahut kendi bir mescidde bulunup, cemaat, diğer bir mesciddeikame edilmek suretinde, namaz kesilmez. Şurası var ki, cemaat kendisini fevteden kimseye cemaat talebi ve cemaatin bir mescidi ile mukayyed olmamak üzerevücubü, ve kesmenin ikmal demek olacağı, musarrah iken, fark zahir olamaz.
(4) Müellif, o kimsenin salâtını kesmesini, kaimen bir selâm ile olmak kaydiyle, takyit etmiş ise de, Kuhistânîde ve Mecmeul-enhurde kesme, mutlak olarak mezkûr olmakla, selâm ile olup olmamağa ve kaimen, yahut rakian olmağaşâmildir.
(5)...Musâlli eğer dört rekâtlı farza durmuş ise, — cenaze namazının geçmesinden korkmayan müteneffil gibi — bir şefaı itmam etmeyen, onu kesmez. Çünkü, kendisine iki faziletin cemi mümkün olur ki, o kimse, hem iki rekât nafile kılmış ve hem cemaata yetişmiş olur. Dörtlü farz ile takyit, ikili ve üçlü farzda, rekâteyn, itmam olunmayacağına mebnidir.
(6) İkamei salât ve ikamei cemaat tâbirlerinden maksut, kamet almak değil,fiilen namaza durmaktır. Nitekim, bundan mukaddem (iftitah tekbirini almak) iletâbir olunmuştur.
(7) Bahri Râikta denmiştir ki, o kimse bu nafile ile, cemaat faziletine yetişmişolur. Ramazan haricinde, cemaatle nafile kılmanın keraheti, imam ve cemaat birbirleri ile haberleşerek nafile kılmak suretindedir.
(8) Serahsî demiştir ki, kuuda avdet etmezse, namaz fesada gider. Zira kılınan iki rekât, nefele münkalip olmak için, kuud lâbüddür. Evvelce ifa olunan kadeise, farz olarak vâki olmamıştır. Buna göre, — âlâ kavlin — teşehhüdü dahi iadeeder, ve — âlâ kavlin — evvelki teşehhüd, ona kifayet eyler. Ve selâmı iki ve — âlâkavlin —'bir verir. Fahrul-islâm ise demiştir ki, esah olan, o kimse imamın namazına şüruu niyyet ederek, hemen kaimen tekbir alır ki, imamın namazına şüruuzımnında, kendi namazının dahi, hatmi hâsıl olmuş olur. Ve isterse, sünneti-şüruudahi yerine getirmek üzere, el kaldırır.
(9) Müellifin, hatibin hurucundan maksudu, hatibin — fiilen — hutbe etmesidemek olduğu, haşiyede bir kaç satır sonra, musarrahtır. Hatib minbere müteveccihen, yerinden hareket ettikten itibaren, sünnete durmanın keraheti mekruh vakitler faslında zikrolunmuştur.
(10) Bunda iki fazilet içtima edeceği için, ercah olan budur. Bâzı fukaha onunşüru ettiği sünnet, salâtı-vâhide olmakla, dörde tamamlamak lüzumunu tashih etmişlerdir. İki faziletin biri, nefeli ifa ve diğeri hutbeyi dinlemek veya cuma farizasını eda eylemektir. Müellif, cuma sünneti hakkında der ki, müezzinlerin teininleiştigal ettikleri sırada, sünneti bir şefa kasr etmekten ise ikmal eylemek evlâdır,zira o zaman henüz hutbeyi dinleme zamanı değildir.
(11) Çünkü, cemaate muhalif gibi görülür. Töhmet mevzii ise, ondan kaçmakgerekir.
(12) Kerahet, mevzii vukuf itibariyle, mütefavit olup, en şedidi, safa karışaraksünnet kılmaktır. Saf arkasında — bilâ hail — kılmak dahi, kerahette onu takipeder.
(13) Sünnet kılmak için safa karışarak ve yahut hemen saf arkasında durmak,mekruhtur.
(14) Tahiyatta yetişmek dahi kâfidir. Bir rekâta yetişmekle tekayyüd etmez.Bu bapta imam Muhammed ile Şeyhayn arasında, ihtilâf dahi olmayarak, o kimsecemaat faziletini, ittifak ihraz etmiş olur. İmam Muhammedin muhalefeti, cuma namazındadır ki, ondan ikinci rekâtın en azına yetişen, cumaya yetişmiş, olmaz vehattâ, ona zuhru bina edebilir.
(15) Terk etmek tâbiriyle, ona başlamamış olmayı, ifade eylemiştir ki, başlamış, ise, onu mutlaka itmam eder. Çünkü, o halde kesmek, iptal için, olmuş olur.
(16) Çünkü, cemaat fazileti, münferiden kılınan farza, yirmi yedi derece faiktırki, sabahın sünneti, o derecelerin birine bile baliğ olamaz.
(17) Hadîste varit olmuştur ki, sabah sünnetini evinde kılanın rızkı tevsî olunur. Ve kendi ile ehli arasında — anlaşamama — az olur. Ve o kimse, iman ileömrünü hatm eyler. Ve sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri buyurmuşlardır ki, «kişinin kendi evindeki namazı, benim bu mescidimdeki namazındanefdaldir. Farz müstesnadır.» Halbuki, diğer hadîsi şerifte: «Benim bu mescidimdekılınan bir namaz, ondan mâdâda kılınan, bin namazdan efdâldir. Mescidi harâm müstesnadır. Mescidi haramda kılınan bir namaz, benim mescidimde kılınan yüz namazdanve beyti-makdiste kılınan, beş yüz namazdan efdaldir,» buyurmuşlardır. Zikrolunanhadîsi şerife mebni Hidaye sahibi: Cemîi sünen ve nevafilde, efdâl olan hanede kılınmaktır, dedi. Meğer ki, avdetinde, başka şeyle iştigal edip, son sünnetiunutmak korkusu ola. Bâzılar, öğlenin ve akşamın son sünnetlerini mescidde kılar,onlardan mâdâsını değil, demişlerdir. Fakih Ebû Câfer, bununla üfta etmiştir.
(18) Muhaşşi der ki, ilk rekâtta fatihadan sonra kâfirûn sûresini ve ikinci rekâtta ihlâs sûresini okur. Ebû Hureyre hazretlerinden böyle rivayet olunmuştur. Birinci rekâtta elem neşrah sûresi ve ikinci rekâtta elem tere sûresi okunursa, elemekâfi olacağı, imam Gazali tarafından rivayet edilmiştir. Bu iki rivayetin, ikisi arasınıcemederse güzel olur. Ve emri-nefel, müttesî olduğu için, bu cemîde kerahet dahiolamaz.
(19) Bâzı fukaha, onu farz ile beraber, fevt etmek suretinde, vakitten sonradahi kazâ eder, demişlerdir. Çünkü, nice şey vardır ki, kasden sabit olmadığı halde tebean sabit olur.
(20)Alâ kavlin, aslâ kazâ etmez, çünkü, ona muvazabet, ancak farzdan evve olmak üzere, sabit olmuştur.
(21) Çünkü, ilk sünnet, son sünnete mukaddem olan, farza mütekaddimdir.Onun meselemizde, farza tekaddümü, teazzür etmiş ise de, sünnete tekaddümü, teazzür etmemiştir. O takdim olunur.
(22) Ki, hazreti Aişe (R. A.) efendimiz hazretleri, ilk sünneti, son sünnetten sonra, kılarlardı, demiştir.
(23) Seyyid Ebus-suûd, kendi şerhinde demiştir ki, meseleyi, dürrü muhtardaolduğu veçhile öğleden ve cumadan evvel olan sünnetler ile takyid, yatsıdan evvelolan sünnetten itiraz içindir. Çünkü, o sünnet mendube olduğu için, aslâ kazâ olunmaz. İkindiden evvel olan sünnet dahi böyledir. Belki o, ikindiden sonra teneffüldekerahet olduğu için, kazâ olunmamağa evlâdır.
(24) Kitab-ut-tahâreye bakınız.
(25) Maksud, şer'in izin vermediği müfevvittir. Yoksa, câiz olduğu da vardır:Necaseti mânîada ve hendek hafrı hâdisesinde olduğu gibi.
(26) Zira imam Şâfiî hazretleri, namazın necaseti kalîle ile dahi fesadına, hükmeder.
(27) Onu, imamın ferağından sonraya, tehir etmek mekruhtur.
(28) Eğer tekbiri, eğilerek alır ve rükûa yakîn bulunursa, başlama sahih olmaz.
(29) İbni Ömerden (R.A.) vârit olan şeye binaen ki, hazreti müşârünileyh«İmam râkî olduğu halde yetişip de, başını kaldırmadan, sen dahi rükû edersen, orekâta yetişmiş olursun, sen rükûa varmadan, imam başını kaldırırsa, o rekât, fevtolmuş olur,» buyurmuştur. Hazreti Ebû Hureyrenin hadisinde dahi «Rükûa yetişenrekâta yetişmiş olur.» buyurulmuştur.
(30) Esah olan budur ki, imam kıraete şüru etmiş olduktan sonra Salâtı-sırriyede dahi, sübhaneke okumak yoktur.
(31) Sücud ve kuudda, imama yetişen, böyle değildir ki, o kimse, biri iftitah vediğeri rükû için olmak üzere, iki tekbir eder. Farkın vechi dahi, ihtimal ki, budur:Rükû, kıyama karîb olduğu için iftitah tekbiri, rükû tekbirinden mugnî olabilirsede, rükû ile kıyam öyle olmadığından, rükû tekbire muhtaç olur.
(32) Rükû niyyeti lâğv olmakla, niyyet, iftitah için, vâkî olmuş olur. Çünkü,mahallinde olan rükün, kasd ile, tegayyür etmez.
(33) Müellifin ifadesinin zahiri, o kimse rükûa kasd edip te, rükû, kendisinifevt etmek suretinde dahi sücudda imama müşareketin vücubüdür. Bunu, Ebû Dâvûdun, Ebû Hüreyreden zikrettiği hadîs dahi, teyit eder ki, Hazreti Rasûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz: siz namaza gelip, bizi sücudda bulursanız,hemen secde ediniz ve onu bir şey, (yâni namazınıza mahsup) saymayınız, rükûa yetişen ise rekâta yetişmiş olur, buyurmuşlardır. Secdeye varmayarak, tevekkuf edip,imam secdeden kalktıktan sonra, iktida ve namazın bakiyyesinde mütabeat etmiş olanın dahi, namazı sahihtir. İmamın ferağından sonra, kılmadığını, kazâ eder.
(34) Fesâd zarariyle zarar etmez demektir. Yoksa, imama iktidadan sonra, ondan infirat demek olmakla, mekruh olur.
(35) O, rükûu imama mütabeatından evvel eder. Zira ki, lâhiktir. Eğer imamınnamazdan ferağına değin, onu tehir ederse, o dahi, sahih ve lâkin, mekruh olur.Nitekim, lâhıkın hükmü budur. Bundan sonra, mezkûr olan sücud meselesinde dahiböyle söylenir.
(36) Rükû meselesine kıyasen, mezkûr sücud dahi, kâfi olur. Çünkü, o meselede, onun rükûu dahi, imam kıraetten, henüz fâriğ olmadığı cihetle, onun hakkında,zamanından evvel olduğu halde muteber olmuş idi. Rivayeti mezkûreye itibar edersek, onun salâtının dahi, butlânına hükmederiz. Bir de, o rivayet, hazreti imamdanmeşhur olana muvafık gelmez ki, rükûdan, başını kaldırmak sünnettir. İmam, onuterk etse, her ne kadar, mesnun olandan evvel secde eylemiş, olursa da, namazı fâsitolmaz. Bunun muktazası, muktedî hakkında dahi böyle denilmektedir.
(37) İmamın olduğu secdeyi, niyyet eylemek dahi böyledir.
(38) İmam rükûdan başını kaldırmadan, muktedi secdeye varmak meselesinde,o Sücudun, kâfi olmayacağı hakkında, imamı âzam hazretlerinden geçen rivayete göre, muktedînin bu secdesi dahi, her ne kadar, imam onda kendisine yetişip, müşarik olmuş ise de zamanından evvel edilmiş olduğundan, kâfi olmamak, lâzım gelir.
(39) Dürrü Muhtârda, böyle zikrolunup, tamamı hülâsadadır, denilmiş olduğundan,Tahtâvî merhum, hülâsada olanı, Bahirden naklen şöylece zikretmiştir: Muktedî,imamdan evvel secdeden başını kaldırıp, imam secdeyi uzatmış olmakla, muktedîonu, ikinci secdede zannederek, ikinci secdeye varsa, ve. halbuki, imam birinci secdede olsa, eğer muktedi, imama mütabeati, yahut imamın bulunduğu secdeyi veyabirinci secdeyi, niyyet etmiş olsa, câiz olur. Ve eğer, ikinci secdeyi niyyet eylemiş,ve halbuki, imam birinci secdede olmakla, ondan baş kaldırıp, ikinci secdeye vardıkta, cephesini yere koymadan, muktedi, ikinci secdeden başını kaldırmış bulunursa,muktedînin secdesi, câiz olmaz. Ve ona, o secdeyi iade etmek lâzım gelir. İade etmezise namazı fâsit olur.
(40) Gerçi, akşam namazından sonra, teneffül câizdir. Ve lâkin, tek rekâtlı nafile yoktur. Lâkin, bu muhalefet, ferağdan sonra olmakla, târif edilmiş olduğundan,mukimin misafire iktidası, suretinde olduğu gibi, muktedi, onu dörde tamamlar verekâtı râbiada, mesbuk gibi bulunur. İmam ile beraber, selam vermek takdirinde,namazın fesadı dahi, rivayet olunmuştur. Ve o halde, onu dört rekât olarak, kazâeder. Çünkü, üç rekâtta iktidası sebebiyle, o namaz lâzım olmuştur. Nitekim, üç rekât nezredene, dört rekât kılmak lâzım gelir.
(41) Hadis kitaplarında vârittir ki, Peygamberimizin aleyhis-salâtı ves-selâmefendimiz hazretleri ansarı kirâmdan bir cemaatın, aralarındaki bir ihtilâfın izalesiiçin huruçlarından avdetlerinde, namazı olbapta sebk eden emirleri veçhile cemaateneda edilmiş bulmalariyle, mescidi şerif nebevilerine değil, ezvacı-tahirelerinden, birinin hanesine dühul ve onlarla, cemaat aktedip kılmışlardır. Camide, tekrar cemaatin, kerahet sebebi, cemaatın azalmasını müeddi olmaktır. Çünkü, nas cemaati fevtedeceğini bilirlerse, istical edip çoğalırlar, ve illâ gecikirler. Ezan ve ikamet olunmamak ve mihraptan udûl olunmak ile, ilk şekil bozulmuş olur. Bugün, mûtâd olardahi, budur. Dürrü Muhtârda «ezan ve ikametle tekrar cemaat, mahalle mescidindemekruh olur: Çarşu camisinde ve yahut imamı ve müezzini olmayan mescidde mekruholmaz,» diye mezkûrdur.