Sefer hükümlerine gelince, yolculukta az çok, meşakkat olmak ve meşakkatlerin kolaylaştırmasını calip bulunmak hasebiyle misafir hakkında sefer, tahfif esbabından olmuş ve namazın kasri, orucun ibahası, mesh müddetinin uzatılması, cuma ve bayram namazlarının ve kurban kesmenin ıskatı gibi, hükümlerin tegayyürünü mucip olmuştur (4).
Bize, bunlardan şimdilik, yalnız kasri-salât bahsi, taâllûk etmektedir. Misafir olan kimse, erkek olsun, kadın olsun ve mûtî, yahut âsî bulunsun (5), dörtlü farzları kasr eder. Üçlü farz (6), ikili farz (7), için kasr olmadığı gibi vitir için ve sünnetler için dahi kasr yoktur (8).
Kasr olunan, dörtlü farz, iki rekât kılınmaktır (9) mukabiline itmam yahut ikmal tâbir olunur ki, tam kılmak demektir.
Kasr, bizce yâni, mezhebi hanefîde, azimettir. Ona ruhsat deyenler, (ruhsatı iskat) demek istemişlerdir ki, o da, azimet demektir. Çünkü, azîmet: - ehlinin malûmu olduğu üzere - ibadın özürlerine mebni olmayan hükmü aslî, ve ruhsat: îbadın özürlerine mebni, saniyen meşru olan hükmü teysiridir. Bunun bir kısmı (terfih ruhsatı) ve bir kısmı (iskat ruhsatı) olup, evvelkisi, hakîkaten ruhsattır ki, azîmet asıl olmakla beraber, mükellefe yüsr ve suhulet dahi, olmuş demektir: Yolculukta, iftar ve bil-ikrah (10) kelime-i küfrü tefevvüh gibi ki, bunlarda, azîmet bâkî ve sevabı muciptir. İkincisi mecazen ruhsattır ki, azimet, onda sakıt olmakla, ruhsat ayni azîmet olmuş demektir: İkrahla şürbü hamr ve seferde salâtı kasr gibi ki, bil-ikrah şürbü hamırdan imtina ile ölmekte sevap olmadığı gibi, sefer halinde farzı, tam kılmakta dahi, sevap olmayıp, günah vardır (11).
Dörtlü farzı, amden tam kılan misafir, eğer ilk kadeyi icra etmiş ise, onun namazı maal-kerahe sahih olur. Çünkü, farz, kendi mevkiinde mevcut olmuştur ki, o da iki rekât üzerine olan kuuddur (12). Sonraki iki rekât, nafile olmuş olur. Vechi kerahet: vâcib olan kasr terk, ve selâm tehir olunmak, ve nafilenin iftitahı terk olunup, nefel farza karıştırılmış olmaktır. Eğer, birinci kadeyi icra etmemişse, farz olan kuudu, mahallinde terketmiş olduğu ve farzı - tamamlamadan - nafileye karıştırdığı için, onun namazı sahih olmaz (13). Meğer ki, üçüncü rekât kıyamında. ikameti niyyet etmiş olup, bulunduğu yer dahi, âtîyen muarref olduğu veçhile, ikamete salih bulunmuş ola. Çünkü, bu halde niyyet ile mukîm olmakla, kıldığı farz, dört rekâta munkalip olur. Kadei ûlânın terki ise, salâtı müfsid olmaz. Evvelki yarının yalnız bir rekâtında kıraet etmiş olması sebebiyle, kıraet farizasını, ikinci yarıda tedarik edebilir.
İtmam, sehven olduğuna göre, secdei sehv lâzım gelir.
Seferin hükmü ki, konumuza nazaran namazın kasrıdır. Mukîm olmasına değin, misafir üzerinde mukarrer olup, ikametin husulü dahi, menzili maksuda varmak veyahut yolculuk esnasında, ikamet salih bir yerde, on beş gün ikameti, niyyet eylemek veyahut, asıl menziline dönmek ile olur. Menzili maksuda varmak suretiyle ikametin husulü, orası kendine karargâh olduğuna göre, niyyete muhtaç olmayıp, karargâh olmadığına göre, yolculuk esnasındaki, ikamet menzili gibi, en az on beş gün - ikameti niyyet etmedikçe, - mukim olmayarak - namazı kasr eyler. On beş günden - velev bir saat - az ikameti niyyet eylerse veyahut oraya girdiği sırada az veya çok ikametten bir şeyi niyyet etmeyerek. yarın yahut, cumadan sonra, oradan çıkmağı niyyet ettiği halde, senelerce, o hal üzere kalırsa, - yine mukîm sayılamıyarak - salâtı kasr eder (14). Aslı menziline dönüş, böyle olmayıp, oraya duhul ve hattâ, avarına vüsul (15), velev ki, ikametten başka bir hacete mebni olsun, niyyete muhtaç olmayarak (16), namazın itmamını muciptir. Üç gün geçmesiyle, misafirliği sağlamlaşmayan misafir dahi, menzili-aslîye dönmeği kasd ederse, seferden vaz geçmiş olacağından, vâsıl olmasa bile - mücerred rücû sebebiyle - namazları tam kılar (17).
İkamete salih denilen yer, obalarda oturanların gayrisi hakkında, ancak, şehirler ve köylerdir. Çöl ve sahra, onlarca ikamete salih sayılmaz. Amma, obalar halkı - ki, Arap bedevileri ve Türk ve Kürt göçebeleridir - onlar için, sahrada (18) ikameti niyyet, sahihtir. Eğer orada ikamet müddetince sudan ve ottan kendilerine kâfi olacak şey, varsa, niyyetleri veçhile ikamet müddetince nüzulleri halinde, onlar mukîm olup, oradan sefer mesafesinde olan, bir mahalle gitmeyi niyyet ederek - kalktıklarında, misafir olurlar.
İslâm askeri - darül-harpte bir şehri muhasara bile etseler - karar ile çekilme arasında mütereddit olup, azimetleri kat'î olmadığı ve düşmana yardım gelmek ve - azdan çoğa - galebe hâsıl olacak, mekîdet (harp hud'ası) bulunmak ihtimali olduğu cihetle onlar için, orada ikamete niyyet sahih olamaz (19).
Yolculuk esnasında, ikamet menzili olacak mahallin, ikamete salih olması lüzumu, misafirliğin - üç gün geçmesiyle - kat'îleşmiş olması suretindedir. Sefer kat'îleşmeden yâni, henüz sefer mesafesi fiilen kat'edilmiş olmadan edilecek ikamette, mevziin ikamete salih olması şart değirdi. Zira ki o müsafir henüz vatanî aslîsinde ikamet ediyor gibidir.
İkameti niyyet dahi, seferi niyyet gibi, asıldan, yâni zevc ve efendi ve askerî kıta kumandanı gibi, metbudan muteber olup, zevce ve köle ve askerî efrad gibi tâbîden muteber olmaz. Metbû, ikameti niyyet etmiş olmamak veyahut, onun hali bilinmemek takdirinde, tâbi ikameti etmiş olmakla, salâtı itmam eylemez. Kavli esahta tabiin, metbuun niyyetini bilmesi zaruridir. Aslın ikamete niyyet ettiği, tabiin malûmu olmadıkça, misafereti zail olamayacağından, salâtı itmam eylemek, ona lâzım olmaz (20).
İkameti menzili demek olan, vatan: asli, ikamet, sükna isimleriyle üç kısımdır.
Vatanı-aslî: Odur ki, insan orada tevellüt veya tezevvüc etmiştir. Yahut, tevellüt veya tezevvüc etmemiş ise de, - teayyüş kasd edip - oradan ayrılmak istememiştir.
Vatanı-ikamet: İkamete salih olup, misafirin, on beş gün ve daha ziyade müddet, orada ikameti niyyet eylediği mevzidir.
Vatanı-sükna: Misafirin, on beş günden az müddette ikameti niyyet eylediği mevzidir.
Bir şey, kendi mâdunu ile muntakız olmayıp, belki, kendi misli veya kendinden üstünü ile, muntakız (bozulmuş, dağılmış) olabileceğinden, vatanı-aslî ancak, misli ile muntakız olur. Vatanı-ikamet ile muntakız olmadığı gibi, misaferet etmekle dahi, muntakız olmaz. Oraya ne zaman avdet olunsa ikamet niyyeti olmasa bile, namazlar kasr olunmaz. Ehlini nakletmeyerek, başka bir beldede dahi, - ehil peyda etse - evvelki vatanı, muntakız olmuş olmayıp, her ikisi ona vatanı-aslî olur (21).
Vatanı: İkamet, hem kendi misli ile (22), ve hem ondan çıkıp misafir olmakla (23), hem de vatanı-aslîye dönmekle, muntakız olur.
Vatanı-süknaya, itibar yoktur. Onunla, ne vatanı-ikamet, ne de müsaferet hükmü, muntakız olmaz. Vatanı-aslînin bozulmaması, evleviyyettedir.
Misafirlikte kılınan namaz, infirad veya içtima halinde eda veya kazâ olmaktan hâli olmayıp, misafir münferiden kıldığı, dörtlü farzları kasr ile, kılar. Cemaatle kılındığına göre, mukîmin mukîme iktidası sahih olduğu gibi, misafirin misafire iktidası dahi sahihtir.
Edâ suretinde, mukîmin misafire ve misafirin mukîme iktidası sahih olup, sureti-ûlâda, misafir olan imamın, dörtlü feraizi, iki rekât üzerine selâm vermesinden sonra, mukîm olan muktedi namazını - âtîyen izah olunacağı veçhile - edâ eder. Ve sureti sâniyede, misafir olan muktedi namazını, imama tâbi olarak, kılar. Çünkü, vakit bâkî iken, namaz kabili - tegayyürdür. Misafirin namazı (dörtlü farzı) ikameti niyyetle, ikiden dörde tegayyür eder olduğu gibi, onda - velev ki, son kadesinde olsun - mukîme iktida suretinde dahi, tağyir sebebi olan iktida, salât sebebi olan vakte ittisal etmiş bulunduğuna binaen, namazı dörde tegayyür eder. Namazın itmamından evvel, vakit çıksa bile, salât itmam olunur. İmam bulunan mukîm, iki rekât üzerinde -amden veya sehven oturmasa bile (bu tamim, bahirde musarrahtır) ki, kadei-ûlâyı terk etse demektir, kavli sahihte, misafirin farzına halel gelmez. Çünkü, kadei-ûlâ, onun hakkında dahi, vâcib olmuştur terk olunmakla, farz bâtıl olmuş olmaz (24).
Kazâ halinde, vakit çıkmış ve namaz, hangi sıfatta ise, o sıfat üzere kulun zimmetine geçmiş olduğundan, dörtlü namazı kazâ etmekte, mukîm misafire iktida edebilirse de, misafir mukîme, iktida etmez (25). Çünkü, misafirin zimmetine, o dörtlü farz, iki rekât olarak geçmiş olduğundan, ikameti niyyetle, dörde tegayyür etmediği gibi, mukîme iktida ile dahi, tegayyür etmemekle, farz kılanın nafile kılana iktida etmiş olması, lâzım gelir. iktida, ilk şefada, vâki olduğuna göre, mukimin, kadei ûlâsı vâcib, ve misafirin kadesi farz, olduğundan, kade hakkında, ve ikinci şefada vâki olduğuna göre, son iki rekâtte, mukimin kıraeti, nafile bulunduğundan, kıraet hakkında farz kılan nâfile kılana iktida etmiş olur. Bu ise, câiz değildir. (İktida sıhhatinin şartlarına bakınız).
Bunun aksi, yâni mukimin misafire iktidası, her iki surette yâni, gerek vakit içinde, gerek vakit çıktıktan sonra, sahihtir. Zira misafirin namazı iki halde dahi akvadır. Misafirin kuudu, farz olduğu için, mukimin ilk kuudundan akvadır. Zaîfin kaviye binası ise, câizdir.
Misafir olan imam, kendinin misafir olduğunu - şüphenin def'i için namaza durmadan cemaate söyler. Nebiy aleyhisselâmdan olan rivayetiâtiyye veçhile, onu selâmdan sonra (26) söylemek dahi mendup olur.
Sahibi saadet efendimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem, Mekke fethinde misafir bulundukları halde, Mekke ehline namaz kıldırıp, iki rekâtta selâm verdiler ve: «Namazınızı, siz itmam edin, biz misafiriz» buyurdular.
Mukim bulunan muktedi, misafir olan imamın, namazdan ferağından sonra, salâtı itmama kalkıp, kavli esah üzere, onu kıraetsiz tamamlar (27). Çünkü, imamla namazın evveline yetişmiş ve kıraet farizası, yerine gelmiştir. Mesbuk gibi değildir (28).
Bir namazın vakti bâki oldukça, vaktin son cüzüne kadar, ona sebebiyyeti bâki olmakla, tegayyüre kabiliyeti dahi, oraya müntehi olur : Vaktin son cüzünde mukîm olan misafir namazı itmam, ve misafir olan mukim kasr, eder. Vakit çıktıktan sonra, tegayyüre vech kalmayıp, mükellefin, sefer ve ikamete dair, hali her ne ise, namazı dahi, o sıfat üzere, zimmetine geçer. Buna binaendir ki, gerek sefer, gerek hazar, geçmiş namazı tagyîr için, îkaı-eser edemeyip, seferde iken geçirilen dörtlü namaz hazarda dahi, ikişer rekât olarak, ve keza hazarı dörtlü namaz seferde dahi, dörder rekât olarak, kazâ olur.
Marîz ile sahihin geçmiş namazları, böyle değildir ki, sıhhat bulan hasta, hastalığında geçirdiği namazı, acze mebni olan ruhsat, acizsiz bekaa bulamayarak, rükû ve sücud ile, kazâ eder. Ve marîz olan kimse, hâli-sıhhatte fevt ettiği namazı, îmâ ile dahi, kazâ eyler. Zira, rükû ve sücud, acz ile sakıt ve kudretle lâzım, olur.
------------------
(4) Cuma ve bayram namazlarını ve teyemmümü ve binek üstünde namazıterk gibi, ahkâm için, seferin mezkûr mesafede olması bile, şart değildir.
(5) Çünkü, sefer: hac ve cihad gibi taat, ve ticaret gibi mübah, ve ibak gibimasiyet olabilir.İbak, kimseye ehemmiyet vermeyerek, keyfine göre hareket•etmektir.
(6) Üçlü farz ki, akşam namazıdır. Kısaltılmadan, kılınır.
(7) İkili farz ki, sabah namazadır.
(8) Misafir, konmakta, karar ve emniyyet hallerinde, olursa sünnetleri kılar. Karar ve emniyyet halinde değilse kılmaz. Muhtar olan budur. Onları, alâkavlin - tekarrüben kılmak ve - âlâ kavlin - terahhusan terketmek efdâldir. Alâkavlin, fecir ve magripten mâdâsı öyledir.
(9) Muhaşşinin Dürrü Muhtâr haşiyesinden olan nakline göre, asri saadette,ilk kasr olunan salât ikindi namazıdır ki, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemefendimiz hazretleri, gazvei enmarda, usfan mevziinde kasretmişlerdir.
(10) Maksud, ikrahı-tâmdir. Çünkü sığınmış olmayana, ikrah muharrematımübah kılmaz.
(11) Mesele, müçtehidlerin ihtilaf ettikleri mesaildendir, İmam Ebû Hanîfe hazretleri, kasr, azimettir. İtmam câiz olamaz demiştir. İmam Şâfii hazretleri kasr,ruhsattir, itmam ve azimeti ityan dahi, câiz olur, demiştir. Nisa sûresi yüz birinciâyeti olan
$
kavli kerîminin zâhiri imam Şâfii hazretleriyle beraberdir. Lâkin Ebû Dâvud tahrîc etmiştir ki, Yâlî bin Ümeyye radiyallahü teâlâ anhü hazretleri: «Ben Ömer bin Elhattâb radiyallahü hazretlerine, nâsın bu günde, salâtı kasr etmelerine taaccüb ettim» dedim. Buyurdular ki, senin taaccüp ettiğin şeyden, ben de taaccüp «etmiştim, Rasulullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem hazretlerine, sual ettim,Resu lullah buyurdu ki: «Kabul, emrolunmakla, şer'an, red serbestisi kalmamıştır.» Zîra emir, vücub içindir. Temliki muhtemel olmayan şeyde, tesadduk dahi, Iskattan ibarettir. Ayeti kerîmede, kasrin — nefyi-cünah ile — vürudu, melûfu itmam olmakla, kasirde noksan olmak hatırasının izalesiyle, muhatabınca tûmânînet husulü, içindir. Nitekim, hac ile umrenin birleşmesi halinde de ayni arz beyan buyurulmuştur. Şununla beraber ki, saay bizce vacib, ve indeş-şâfiî, rükündür.
(12) Çünkü, misafirin farzı iki rekât olmakla, kadei ûlâ, ona farzdır. O mevcutolursa, farz tamam olmuş olur.
(13) Yâni, farzı bâtıl olup, hepsi nafile olmuş olur. Zira kendisine farz olan,kadei ûlâyı o, terk etmiştir.
(14) On beş gün müddet, İbni Abbas ve İbni Ömer radiyallahü teâlâ anhümhazretlerinin, takdirleridir ki, hazreteyni müşârünileyhima: «Sen misafir iken, birbeldeye ayak basıp, on beş gün ikamet etmek, kasdinde isen, namazı orada tam kıleğer, ne vakit oradan ayrılacağını bilmiyor isen, salâtı kasr et» demişler. Bu gibi,şeylerde, isri «hadîsi sahâbî» haberi «hadîsi nebevî» gibidir. Çünkü, şer'in takdîr ettiklerinde rey için, mecal yoktur.
(15) Girişin müntehası, civara vüsûl iledir ki, oradan ayrılmakla, misafir olan,oraya avdet ve vüsul ile, mukîm olur. Çünkü, intiha dahi, iptida gibidir.
(16) Kelâmın itlâki, duhulün ikamet için olup olmamasından, yahut unuttuğubir hacete mebni olmasından ve kendisi namazda bulunup bulunmamaktan, eamolduğuna delildir. Namazda bulunmak, sebki-hades sûretinde olur ki, su bulunup abdest almak için, vatanına dahil olmuş bulunur. Bu sûretlerin hepsinde, namazı tam kılar. Meğer ki, kendisi, misafir olan imama iktida etmiş, lâhik ola.Çünkü, o halde, hükmen imam arkasında olmakla, itmam eylemez.
(17) Çünkü, seferden vaz geçmek, seferi terk eylemek demektir. Fakat sefersırf niyyet ile vücut bulmaz, zîra ki, fiildir.
(18) Ada, deniz ve gemi dahi, mefaze gibidir. Gemici misafirdir. Onun gemisi,ona vatan değildir. Lâkin Dürrü Muhtârda ada meskûn olmamakla, mukayyeddirki, zahir olanda odur.
(19) Çünkü, o haller, kat'î kasde mânî olmakla, orası ikamet mahalli olamaz.Amma, bir kimse, — aman ile — dârı-harbe girer ve ikamete salih olan mevziinde, ikameti niyyet eylerse, niyyeti sahîh olup, namazı tamam kılar.
(20)Tâbîlerin bilmeden metbua muhalif olarak kıldığı namaz, kavli esahtasahihtir. Hitabı - şer'inin teveccühü ve vekilin azli meselelerinde olduğu gibi ki,dârı-küfürde müslim olup ta, islâmî hükümleri bilmeyen kimse, dârı-islâma intikalinde, orada geçirdiği namazlarını kazâ etmek lâzım olmadığı gibi, vekil dahi azil haberi kendisine vâsıl olmadıkça, — müvekkilin azliyle, mün'azil olmaz.
(21) Zâhir olduğuna göre, diğer üç mevzide dahi, evlenip âile peyda etse, hüküm birdir. Rivayet olunmuştur ki, Hazreti Osman radiyallahü teâlâ anhü, hac ettiğinde, arafatta namazı tam kılmış ve kendilerine mütabaat edenler olmuş idi.İtizar edip: ben Mekkede teehhül ettim, Nebiy ekrem sallallahü teâlâ aleyhi vesellem efendimiz hazretleri «her kim bir beldeden teehhül ederse, oradandır, buyurdular» demiştir.
(22) Velev ki, ikisinin arasında, sefer mesafesi olmasın.
(23) Hattâ, bir hâcete mebnî, dönse yine kasr eder. Seferi, gerek oradan, gerek oradan çıktıktan sonra da, mukîm olduğu diğer mevziden inşa etmiş olsun.
(24) İbni Nüceym der ki, tegayyür, iktida zaruretinde mebni olduğundan, misafir mukîme iktidadan sonra, namazını ifsad eylese, iktida zâil olmakla, iki rekâtkılar. Nafileye niyyet ederek, mukîme iktida etmek, böyle değildir ki, onda salâtıimamı iltizam etmiş olmakla, ifsat ettiğinde, dört rekât kılmak lâzım gelir. Bizimmevzuumuzda ise, misafir, kendi üzerine farz olanı, uhdesinden iskat etmektenbaşka bir şeyi kasd etmemiştir. Şu kadar ki, mütabaat zarûretine mebni, o farzikiden dörde, tegayyür eylemiştir.
(25) İktida sahih olmamak, namazın hem imam ve hem muktedi hakkında,faite olmasiyle mukayyeddir. Amma, namaz imam hakkında fâite ve muktedi hakkında edâ olsa ki, bu öğle namazı hakkında, muktedi kavli hazreti imamave kavli imameyne ve kavli Şâfiiye kail olmakla olur. Onu bâdel-misli ve kablelmisleyn, onunla beraber, salâtı-zuhre duhulü câiz olur.
(26) İki ve alâ kavlin bir, selâmdan sonra, çünkü, ikinci selâm, ilk selâm gibiolmayıp, ondan sonra cemaat bir şeyi intizar etmeyecekleri cihetle, namazlarınıbozmak korkusu vardır. Nitekim, Hârun Reşîd hacca gittiğinde, imam Ebû Yûsufberaber bulunarak, namazı seferi kıldırıp, sünneti mezkûreyi icra için, «Siz namazınızı tamamlayın, çünkü biz misafiriz» hadisini tekrarlamakla cemaatten biri,«bunu biz senden iyi biliriz,» diyerek, namazını ifsad eylemiştir ki, imam müşârünileyh, «Bilmiş olaydın, namazda tekellüm etmezdin,» demiş ve Harun Reşîd dahi,müşârünileyh cevabını, kemâli-istihsânından: eğer böyle bir bedahet cevabı, cenabıhakkın bana îtâ etmiş olduğu, mülke bedel olsa, ben daha mesrûr olurdum, demiştir.
(27) Ve ona iktida, sahih olmaz. Zira lâhik demektir. Müellif burada: «onlara secde-i sehv dahi yoktur» demiş olduğu halde, sücudu sehiv bâbında, sehv ettikleri halde, onlara sücudu sehvin lüzumu, esah olduğunu söylemiştir. Misafire iktida etmiş bulunan, mukîmin secde-i sehv hususunda, mesbuk, yahut lâhik hükmünde olması hakkındaki, iki kavlin mercuhunu, müellif burada, ve racihini sücudu sehiv babında, zikretmiştir.
(28)Çünkü, mesbuk nafile kıraete yetişmiştir, ondan kıraet farîzasi sakıt olmamıştır. Bâzı meşayih, mukîm olan muktedi dahi, salâtın itmamında, mesbukgibi, kıraet eder, demişlerdir.