Bu faslın mâkabline münasebeti: Sefinenin dabbeye müşabehetidir (2). Zira, gemi deniz bineği, hayvan ise kara bineğidir. Buna binaen, dabbe üzerinde namazda olduğu gibi, sefine içinde namazda da kıyam sakıt olur. Sefinenin, içinde — istikrar üzere oturulduğu için — arza dahi müşabeheti vardır. Binaenaleyh, bunda rükû ve sücud ve kıbleye yönelme vardır.
Hayvan üzerindeki namaz ile sefine içindeki namazın, birkaç farkı vardır ki, hayvan üzerinde — özür olmadıkça — ancak nafile kılınabilir Gemide ise, farz dahi kılınır. Hayvan üzerinde bulunanlar, cemaat olamazlar. (İktidanın sıhhatinin şartlarına bakınız). Gemidekiler, cemaat olurlar: Hayvan üzerinde, rükû ve sücud sakıt olur. Gemide ise, îmâ câiz olmayıp, kaiden olsun, rükû ve sücud olunur. Hayvan üzerinde — zaruri olarak — kıbleye yönelme dahi sâkıt ve gemide, bâkî olur. Hayvan üzeri, temiz olmayabilir, gemide ise, mekânın temizliği aranır
Geminin içinde namaz kılmak meselesi, gemi gitmekte veya demir atmış olup, ortada durmakta veya sahile bağlı bulunmakta, yahut sahil boyu gitmekte iken, olmak itibariyle muhtelif hükümler, şöyledir:
Farz ve vâcib olan namazı (3) gemi giderken, baş dönmek ve ayakta duramamak gibi, bir özür olmadığı (4) halde, îmâ ile değil de rükû ve sücud ederek, kaiden kılmak imam Ebû Hanîfe hazretleri indinde, kerahetsiz sahihtir (5). Çünkü, kıyamda galip olan, baş dönmektir. Galip ise. mutahakkak gibidir (6),. İmam Ebû Yûsuf ve imam Muhammed hazretleri: Gemi giderken, namazı kaiden kılmak — özür sabit olmadıkça — sahih olamaz, demişlerdir (7).
Kaimen kılmak — şüphei hilaftan uzak olduğu için — bilâ özür kaiden kılmaktan efdâldir.
Sefinede îmâ ile namaz kılmak, rükû ve sücuda kaadir olan kimse için, ittifaka, câiz olamaz. Çünkü, ne mariz olduğu gibi hakikaten, ve ne de dabbe üzerinde olduğu gibi hükmen îmâyı mübah kılan bir özür yoktur.
Deniz ortasında veya nehirde, ipler ve demirlerle bağlı olan sefine eğer yel ve dalga, onu şediden tahrik etmekte ise, yürüyen gemi gibidir. Ve eğer dalgalar onu şiddetli sarsmıyorsa (8) sahilde duran gemi gibidir.
Sahilde bağlı duran sefinede, kıyama kudret var iken, kaiden farz» kılmak, ittifaka, caiz olmaz. Çünkü, cevazı iktiza eden şey, yoktur. Kaimen kılmanın cevazı bile, — alelitlâk olmayıp — belki, sefine, kısmen karada olmak, yahut sahile çıkmak mümkün olmamak kaydiyle mukayyeddir ki. sefine o halde, serîr menzilesinde olmakla, onun içinde kaimen kılınan namaz sahih olur. Ve illâ, yâni sefinenin, hiç bir kısmı karada değil ise, onun içinde kılınan namaz, kaimen dahi olsa, sahile çıkıp kılmak mümkün oldukça, kavli muhtar üzere, sahih olmaz (9). Çünkü, bu halde sefine, dabbe menzilesindedir. Eğer, nefsi veya mâli için — bilâ zarar — sefineden sahile huruç, mümkün olmaz ise, o halde, — harece mebni — sefine dahilinde namaz, kaimen kılınır.
Bundan, sahilde geçip giden gemideki namazın hükmü dahi, anlaşılır ki, karaya çıkıp kılmak mümkün olmadığı halde, sefine dahilinde kılınmasıdır.
Gemi yürürken namaz kılan kimse, namazın iftitahında, istikbal farizasına kadir olduğu için, kıbleye karşı durur. Gemi döndükçe, o dahi namaz arasında, kıbleye müteveccihen döner, tâ ki, namazını kıbleye yönelmiş olarak tamamlar. Eğer istikbali kıbleyi, terk ederse, cümlenin kavlince, namazı kâfi olmaz.
Ancak kıbleye yönelme lüzumu (mütaâllikatı şurut) faslında mübeyyen olduğu üzere, kudret kaydi ile mukayyed olup, — indel-imkân bile — istikbalin özre mebni sâkıt olduğu vardır: Düşmandan havf üzere olanın namazında olduğu gibi. İmkânsızlık halinde, onun sukutu evleviyyettedir (10).
------------------
(1) Bu bapta asıl, Hazreti Cafer bin ebî Tâlibin (radiyallahü teâlâ anhü) Habeşistana muhaceretinde, sefinede namaz kılması hakkındaki emri nebevidir.
(2) Kütübü fikhiyyenin ekserinde, bu babın mesaili, salâtül-mariz babındamünderiçtir. Dürerde müstakildir.
(3) Bundan nâfile olan namazın hükmü, evleviyyetle bilinir.
(4) Müellif burada, «ve çıkıp, sahilde kılmağa kudret mevcut olduğu» kavlinidahi ziyade etmiş ise de, reddi muhtârda, yürüyen sefinede, karaya çıkmak mümkün iken namaz câiz olmamak gerek olduğu zikr olunarak (bu meseleden nâs gafillerdir) denilmiş ve bunu, Muhaşşi merhum dahi, âtîde, sahile bağlı gemide namazkılmak meselesinde zikretmiş olduğundan, kavli mezkûr ahz olunmamıştır.
(5) İndel-imam sıhhatin kerahatsiz olduğunu, müellif Dürer haşiyesinde söylemiştir. Müzmeratta ve Bahri Raikte ise, Bedâyîden naklen, onda isabet olduğu zikrolunmuştur. Müellif bundan sonraki kelâmının müfadı dahi budur.
(6) Şuveyd bin gufleden mervîdir ki, (sefinede namaz kılmak hususunu, EbuBekr ve Ömerden (radiyallahu teâlâ anhüm) sual ettim müşârünleyhima hazreteyni: gemi yürümekte ise, kaiden kıl, durmakta ise, kaimen kıl, buyurdular)demiştir.
(7) İmam hazretlerinin delîli, imam Mücahidin kavlidir ki, müşârünileyh ashaptan hazreti Cenade ile, sefinede kuuden namaz kıldık, isteseydik kaim olurduk, demiştir. İmameyn hazretlerinin, delîlleri, Hudeys bin Ömerdir ki: Resûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri, sefinede salâttan sualolunduklarında: gemide namazı kaimen kıl, meğer ki, boğulmaktan havf edesin,buyurmuşlar ve bunun mislini, Habeşe giderken, hazreti Câferi Tayyâra dahi söylemişlerdir. Hem de onlar kıyam bir rükündür, mevhum özür ile değil, ancak hakikî özür ile terk olunabilir, derler. Müellif Hudeys bin Ömerdeki «sâlli fihâ kaimen» emrinin, nedibe haml olunduğu ve kavli hazreti imam, sahâbî ile beraberbir tâbiîye muvafık bulunduğu, beyaniyle daha kavi olduğundan ittiba olunur,demiştir.
(8) Gerek hafif olarak sarssın, gerek hiç sarsmasın.
(9) Nitekim, Muhitte ve Bedâyîde mezkûrdur. Hidaye ve nihayenin zahiri,sahile bağlı olan sefinede namazı kaimen kılmanın - alelitlâk - cevazıdır. Yâni,gerek sefine yerleşmiş olsun, gerek olmasın. Musâllîye dahi, karaya çıkmak gerekmümkün olsun, gerek olmasın. İzahta ise, mezkûr cevaz, iki emrin biriyle mukayyeddir: ya gemi müstakar olmak veyahut sahile huruç, mümkün olmamak.
(10) Binaen âlâ hâzâ, müellifin (kıbleye yönelmekten âciz olan, namazdan imsak eder) kavlinin «ki mehuz değildir» mahmeli, reca haleti olsa gerektir ki, vaktin hurucundan evvel, özrün zevali memul bulunmak suretidir. Ve illâ, fırtına zamanlarındaki deniz seferlerinde, tehir etmek lâzım gelir.