Kıyamdan secdeye gitmek, tevazuda en yüce mertebeye ulaşmaktır. Hangi şey secde vaktinde hâsıl olan manevî zevkten daha açık olabilir? O kadar ki akü bu zevki anlamakta acze düşer.
Ancak, anlayan kimse için, namazın hülâsası; secde, huzûr-i ilâhîde halvet, huzur ve rızaya vuslattır. Allah Teâlâ'nın : وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ
Mânâsı :
«Secde et yaklaş» (42) kelâm-ı ilâhisi buna işaret etmektedir. Secde ve namazınla, üstünlük taslamadan, bu vazifene devam et ve secde ile Rabbine yaklaş. Bir hadîs-i şerifte şöyle varid olmuştur : اَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ وَهُوَ سَاجِدٌ فَاَكْثِرُوا مِنَ الدُّعَاءِ فِى السُّجُودِ
Mânâsı :
«Kulun Rabbişine en yakın olduğu hâl, secdede bulunduğu vakittir. Secdede duayı çok yapınız.» (43) Diğer bir hadîs-i nebevide de buyrulmaktadır ki اَلسَّاجِدُ يَسْجُدُ عَلىَ قَدَمِي اللّهِ
Manası
«Secde eden, Allah'ın iki kademi (celâl v cemâli) karşısında secde eder.»
Bu izahattan hâıl olan netice şudur : Secde eden, kendisini kâinatın tamamından aşağı indirip tevhîd ve ihlâs eşiğine düşürmüş de mektir. Azîz ve Celîl olan Allah, şöyle buyuırmaktadır :
ذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَ
Mânâsı :
Onlar, Allah'a onun dininde ihlâs (\ samimiyet) erbabı ve muvahhidler olarak ibı det etmelerinden başkasıyla emr olunmamışlardı.» (44)
Kul, ihlâs ile (ibadet yaparak) şeytan: şerrinden korunmuş olur. Bu hususta, şeyt nın durumundan bahsedilerek, şöyle buyrulmaktadır : لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَعِينَ اِلاَّ عِبَادَكَ مِنْهُمُ صِينَالْمُخْلَ
Manası:
Onların hepsini, toptan, muhakkak ki azdıracağım. Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna.» (45)
Bir hadis-i Kudside de şöyle buyrulmaktadır. اَلْاِخْلاَصُ سِرٌّ مِنْ اَسْراَرِى اِسْتَوْدَعْتُهُ فىِ قَلْبٍ مِنْ اَحِبِّ عِباَدِى
îhlâs, benim sırlarımdan bir sırdır ki onu, kullarımdan en sevimlisinin kalbine korum. (46)
(Ey mü'min, şu hakikati iyi) bil : Secde, tevazûun son noktasıdır. Secde, ancak noksanı ıslâh mevkiinde meşru kılınmıştır. Küffara muhalefet ve Müslümanlara uymak için yapılan sehiv secdesi ile şeytana muhalefet için ifâ edilen tilâvet secdesi gibi...
Resûlullah (s.a.v.) tilâvet secdesinde şöyle duâ ederdi : سَجَدَ وَجْهىِ لِلذِى خَلَقَهُ وَصَوَّرَهُ فَاَحْسَنَ صُراَتَهُ وَشَقَّ بَصَرَهُ بِحَوْلِهِ وَقُوَّتِهِ فَتَباَرَكَ اللّهُ اَحْسَنُ الْخَلِقِينَ اَللّهُمَّ اكْتُبْ لىِ بِهاَ اَجْراً وَضَغْ عَنىِّ بِهَا وِزْراً وَاجْعَلْهاَ لى عِنْدَكَ ذُخْراً وَتَقَبَّلَهَا مِنىِّ كَماَ مِنىِّ تَقَبَّلْتَ مِنْ عَبْدِكَ داَوُدَ عَلَيْه السَّلاَمُ
Mânâsı :
«Yüzüm (ü) yaratan ve güzel olarak sûre veren, kudretiyle gözü (mü) açana secd< etdi(m). (Bu cümleyi —birkaç defa— tekrarlardı.)
«Suret yapanların en güzeli olan Allah'u şânı (bak) ne yücedir.» (47)
«Yâ Allah, benim için ilâhî katında ecir yaz. Bununla üzerimden (günah) yükünü indiriver. Bu secdeyi, nezdinde, bir azık kıl. Dâvûd aleyhisselâmdan kabul ettiğin gibi, bunu ben den kabul eyle.» (48)
Şu ciheti iyi bil : Âdem oğlunun namaz daki hallerinden şeytan üzerine secdeden dahi ağır gelen hiçbir şey yoktur. Zira şeytanu merdut olmasını intâc eden hata, secdeyi terk etmesidir. Hâl böyle olunca, secdenin çok yapılması ve uzatılması, şeytanı mahzun ve Rahmanı hoşnud eder.Kalb, «Namaz, mü'minin miracıdır» (49) hadîs-i şerifi gereğince, semavî (yücelmeye mâlik) değilse insan, kılmış olduğu namazında geytanın tecavüzünden korunmuş değildir. Secde hâli bundan müstesnadır. Namaz kılan, secdeye vardığında (onu gören) şeytan, isyanını hatırlar da mahzun olur. Kendi nefsi ile meşgul olarak senden uzaklaşır. Bu sebeple Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmaktadır :
اِذَا قَرَأَبْنُ اَدَمَ السَّجْدَةَ فَسَجَدَ اِعْتَزَلَ الشَّيْطَانُ يَبْكِى وَ يَقُولُ يَا وَيْلَتَا اُمِرَ ابْنُ اَدَمَ بالسُّجُدِ فَسَجَدَ فَلَهُ الْجَنَّةُ وَاُمِرْتُ باِلسُّجُودِ فَاَبَيْتُ فَلِىَ النّارُ
Mânâsı :
«Ademoğlu, secde âyetini okuyup da secdeye vardığında şeytan, ağlıyarak, uzaklaşır ve "Eyvahlar olsun! Âdemoğlu, secde ile emrolundu da secde etti. Ona Cennet (verileceğine ilâhî va'd) var. Ben ise secde ile emr olunmuş idim de dayatmış (ve secde yapmamışdım. Bana da Cehennem var" der.» (50)
Secdede kalbten geçen şeyler, ya Rahminîdir, yâ melekîdir, yahud nefsânîdir. Şeyta için (secdede) kalbe vesvese yapmaya yol yoktur.
Namaz kılan kimse, secdeden kalktığında şeytandan bu hâl kaybolur da üzüntüsü gider (ve ona vesvese ile) meşgul olmaya başla Şayet kıyamı huzur ve huşûa; kalbi de kıyamı kırâet, rükû ve secdelerde Arş cihetine dönük olur ise Allah Teâlâ'nın :
«Secde et yaklaş» (51) buyurduğu gibi tekbirlerde ve kırâette âhireti hatırlamakla meşgul olarak Allah Teâlâ'nın kendine nazar ettiği ve kalblerde dolaşanları bildiğini muraka edecek olursa bu takdirde ondan vesvese kesilir.
Bu mülâhaza, vesveseyi uzaklaştırmakta, kalb için bir tedavi olur.
Bundan sonra, (kul) o derece (Allah'ı) ta'zim eder ki, kalbinde Allah'tan daha büyük ve daha sevimli bir şey olmaz. Nefsinde (kendini) o kadar küçük tutar ki yoklukta, zerreden daha küçük olur.
Kur'ân okuyuşunda, kırâeti kalbine duyurur ve okuyuşunda sanki Allah'tan dinliyormuşcasına müşahede eder veya Allah'ın huzurunda tam bir haşyetle beraber okur. Namazdan (selâm verip) çıkınca, namazdaki kalb huzuru hâline (tekrar) dönerse sanki dâima namazda gibidir.
Namazın dışında mü'minin düşüncesi, nefsinin hevâsını kovup Allah Teâlâ'nın birliğini isbat etmek olmalıdır. Tevhîdden maksat da budur.
Tevhîdden daha faziletli hiçbir şey yoktur. Bu sebeble tevhîd, (Allah tarafından kula) yüklenilmiş vazifelerin ilki olmuştur. Tevhîd kabul edildikten sonra namaz, daha sonra oruç ile mükellef olur. Çünkü bunlarda (insan) tabiatım ıslâh yolu vardır.
Bunları takiben zekât ile mükellef olur. Zekâtta, cimrilikle hırsı gidermek ve nefsi ıslâh vardır. Daha sonra hac ile vazifelendirilir. Hacda bir cihetten (insan) tabiatın (in), malını harcamak cihetinden, faydalanması vardır.
Üç evvelkiler (Tevhîd, namaz ve oruç), öne alındı. Çünkü bunlar, zengin ve fakirin hepsine (emredilmiş) tir. Zekât ve hacca gelince, fakirler bu mükellefiyetten selâmette kalmışlardır.
Namaza devamda imamlık yapmak, namazı Hakka (yükselmekte) miraç kılman ve (cemaattaki üstün) derece ile yükselmeye devam ederek —âhirette müşahede edeceğin gibi— Hak Teâlâ'yı müşahede edesiye kadar yücelmeye devam etmendir.
(41) Feyz : Nefsi insaniye vâki olan manevî ilkâata, fey adı verilmektedir.
(42) Sûre-i.'Alâk, 19. (Dikkat: Bu âyet, secde âyetidir.
(43) Feyzü'l - kadîr, c. II, s. 68.
(44) Sûre-i Beyyine, 5.
(45) Sûre-i Hicr. 39 - 40.
(46) Risâle-i Kuşeyriye, 113.
(47) Sûre-i Mü'minûn, 14.
(48) Tesbit edilememiştir.
(49) Tesbit edilememiştir.
(50) Feyzü'l-kadîr, c. I, s. 415.
(51) Sûre-i 'Alâk, 19. (Dikkat: Bu âyet secde âyetidi