"Bizi biz yapan, özellikli yapan dil olduğu için ve insanlar artık bunun farkına vardığı için Osmanlı Türkçesi önemli hale geldi. Birçok insan dedesinden kalan bir tapu senedini, bir mezar taşını, bir kitabı okuyabilmek istiyor."
Osmanlıca nasıl bir dil?
- Osmanlıca teriminden belki işe başlamak lazım. Osmanlıca terimini biz genellikle Osmanlı Türkçesi olarak kabul ediyoruz. Osmanlıca denilince insanların zihninde 3 dilin birleşmesinden, karıştırılmasından oluşmuş adeta yapay ve öğrenilmesi neredeyse imkansız bir dil gibi algılanıyor. Bugünkü dilimizden ayrı, bugünkü dilimizden kopuk bir zamanlar konuştuğumuz sonradan ortadan kalkmış değil. Osmanlı Türkçesi demek lazım. Peki Osmanlı Türkçesi nedir? Osmanlı Türkçesi eğer bilimsel bir ad koymak istersek dilimizin tarihsel bir döneminin adıdır. Bu tarihsel dönem nereleri kapsıyor; diyelim ki Osmanlı'nın kuruluşundan 1928 yılına kadar, hatta 1930'lara 1932'lere kadar olan dönemi kapsıyor. Kelime kadrosuyla, alıntı unsurlarıyla, yerleşik tabirleriyle o dil türlü dönemler geçirerek 20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar ulaşmıştır. Dil tabii yaşıyor, ortadan kalkmadı.
Peki neden Osmanlıca diye bir tabir kullanıyoruz?
- Bu iki farklı Türkçeyi ayırma ihtiyacından doğmuş. Osmanlı kendi diline ne Osmanlıca demiş ne Osmanlı Türkçesi demiştir. O kendi diline hep Türkçe demiştir. Bugün halkın dilinden ne kadar da kopuk dedikleri Veysî gibi isimlerin eserlerine bakın onlar bile 'Lisan-ı mader zadım ile yazdım' der. Yani Türkçe ile, anadilim ile yazdım der. Dillerini hiçbir zaman başka bir adla adlandırmadılar hep Türki yani Türkçe olarak adlandırdılar, başlangıçtan itibaren. Peki Osmanlı Türkçesi tabiri nereden çıktı? 19. Yüzyıla gelindiğinde dünyada iki büyük Türkçe var. Bunlardan birisi Doğu Türkçesi-Çağatay Türkçesi de deriz- Ali Şir Nevâi'nin kurduğu yazılı bir dil olarak da düşünebiliriz. Diğeri de İstanbul merkezli Batı'da kullanılan, kültür hayatımızda ve devlet yönetiminde kullandığımız Batı Türkçesi. Bunları ayırt etmek için bilhassa Batılı Türkologlar birine Osmanlı Türkçesi, diğerine de Çağatay Türkçesi dediler. 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra başlayan kimlik arayışlarında biz kimiz sorusu sorulmak zorunda kalındığında bu sorunun cevabı olarak, "biz Osmanlıyız" cevabını verdi bazıları. Daha önce biz sadece müslümandık. İçimizde gayri mislim unsurlar da vardı elbette. Gayri Müslim azınlıklar Arnavutlar, Boşnaklar (vb) bağımsızlık peşinde koşmaya başlayınca biz kimiz sorusu kaçınılmaz oldu. Bazı aydınların ortaya attığı Osmanlıcılık diye tabir edilen fikri görüş kimlik cevabıydı. 'Biz Osmanlıysak kullandığımız dilin adı da Lisan-i Osmani'dir karşılığı geldi. Bu Batılı oryantalistlerin Osmanlı Türkçesi deyimine de denk geliyor. İlk önemli sözlüklerimizden birisi Lehçe-i Osmani'dir. Ahmet Vefik Paşa'nın. Ahmet Vefik Paşa Türkçülük akımının da ilk kurucularındandır. Ama dikkat edin Lisan-i Osmani demiyor, Lehçe-i Osmani diyor. Çünkü bir de Lehçe-i Çağatayi var.
Neden böyle bir ayrım yapılmış, peki?
- Sonra bu Lisan-i Osmani halini aldı. Tabii bir süre sonra tepkiler gelmeye başladı. Dilin adı Hanedan'ın adıyla anılır mı diye. Osmanlılar değil de Karamanoğulları Türkiye Devletini kursalardı dilin adı Lisan-i Karamani mi olacaktı? Lisan-i Germiyani mi olacaktı, Lisan-i Selçuki mi oldu? Hayır. Kurucu unsurun adı neyse, bu milletin adı neyse o olmalı. Bu da Türktür, demek ki dilimizin adı Türkçe'dir. Şemsettin Sami'nin sözlüğünün adı Kamusi Türki. Dilimizin adı Türkçe'dir diye de söyledi. Osmanlı Türkçesi de desek Osmanlı dili de desek suni yapay bir terim kullanmış oluyoruz. Biz Tarihsel bir dönemi anlıyoruz. Arap harfleri ile yazılan bizim Anadolu'ya girişimizden 1930'lara kadar devam eden bir dönem diyebiliriz. Osmanlıca dediğimiz zaman aklımıza gelen de anlamadığımız bir sürü kelime. Nedir bunlar; Arapça-Farsça kelimeler. Tabirler, kalıp sözler, ifadeler, tamlamalar, makam mevki isimleri gibi... Birçok insan için de yazı, alfabe yani. Anlamadığımız, çözemediğimiz, birçok kelimesini son 60-70 yılda unuttuğumuz dile bugün okumuşların çoğu Osmanlıca diyorlar. Oysa Osmanlıca apayrı bir dil değil ama söz varlığı itibariyle içindeki alıntı unsurlar itibariyle, Arapça-Farsça tabirlerin çok olması itibariyle bu şekilde dillendiriliyor
Bugün alınan eğitimle Osmanlı Türkçesi'nin ne kadarını anlayabiliyoruz?
- Biz yüzyıllardır kullandığımız bazı kelimeleri attık ve adeta unuttuk. Çok sade olmasına rağmen bugün sıradan bir lise öğrencisi ya da avukat veya doktor bu sadeliğe rağmen Evliya Çelebi'nin eselerini bu yüzden anlayamayabilir. Bütün bu unutuşun ardından bu metinleri anlamak zor geliyor. Bırakın Evliya Çelebi'yi 1940'lı yıllarda yayınlanan Cumhuriyet Gazetesi'nin manşetlerine bakın günümüz gençleri çoğunu anlamaz. Refik Halit'i, Ömer Seyfettin'i hatta Haldun Taner'i anlayamazlar. O zaman sorun eserde kullanılan dil değil, bizim bugün o metinlerin diline olan tutumumuzdadır. Veya eğitimimizden kaynaklanıyor. Evliya Çelebi'den çok daha sade metinler var. Kime yazdığınıza göre... Yazarı bu metni kimin için yazdı? Halka mesela dil öğretmek için, nasihat etmek için yazılmış bir metinde veya halka tıp bilgisi vermek için yazılmış bir metinde gayet sade adeta bugün de anlaşılabilir bir dil bulursunuz. Halktan gelen, Karacaoğlan gibi, Aşık Ömer gibi sanatçıların dili büyük ölçüde halkın dilini aksettirir. Okumuşların dilinde biraz daha alıntı unsurlar artar ve zenginleşir. Ama bunlar zenginleşince ifade kabiliyetimiz de zenginleşiyor. Tarih, dini, seyahat metinleri, yalın sanat gayesi gütmeyen metinlerin hepsinin anlaşılabilir olduğunu söyleyebiliriz. Bugün de biraz gayret etmekle bu metinleri anlamamız mümkün.
Osmanlıca öğrenmenin faydası ne olacak?
Osmanlıca öğrenmek sizce neden önemli? Son dönemde Osmanlı çok tartışılmaya başlandı. Şu eleştirel bakışı kendi içimizde de yıllardır yapıyoruz; Latin alfabesine geçmekle geçmişle olan bağlarımız birden kesildi. Bugünkü nesiller kendi geçmişlerini araştıramıyor, öğrenemiyorlar. Bu açıdan değerlendirdiğinizde gözünüzde nasıl bir sahne canlanıyor?
- Aslında sorunuzun içinde cevabını da verdiniz. Osmanlıca niçin önemli? İnsan hafızasıyla yaşar. Hatırladıklarıyla insan olabilen bir canlıdır. Hatırlaması gereken çok şeyi olan bir toplumuz. Kökü derinlerde olan bir toplumuz. Dünya üzerindeki önemli toplumlardan biriyiz. Türkçe konuşan Türkiye toplumu olarak. Bu hafıza bir dil ile taşınıyor. Yazılı ve ileri kültüre sahip bir toplum bu hafızasını dilleri ile ileri taşıyor. Bizi biz yapan, özellikli yapan dil olduğu için ve insanlar artık bunun farkına vardığı için Osmanlı Türkçesi önemli hale geldi. Birçok insan dedesinden kalan bir tapu senedini, bir mezar taşını, bir kitabı okuyabilmek istiyor. Bunu merak edince bir kapı açılıyor. Sadece bunları değil dedesinin zamanında yaşamış şairlerin, edebiyatçıların ne yazdığını da merak ediyor. Bugün tartıştığımız, hemen hiçbir tartışma konusunun orijinal olmadığını bundan 100 sene önce de tartışıldığını anlayınca o tartışmaları okumak istiyor. Bir kuru çalı süpürgesi gibi rüzgarın önünde uçuşmak değil, bir çınar ağacı gibi yerinde sağlam durduğunu görmek istiyor. İnsanlar köklerine merak salıyor. Nereye giderseniz gidin bir süre sonra 'köküm' demeye başlıyorsunuz. İşte o kök meselesi, tarihi hafızaya sahip olma arzusu bilhassa okumuş insanlarda hep geçmişe doğru bir bakma ihtiyacı hissettiriyor. Koştuk koştuk koştuk geriye doğru bakınca 'biz ne idik, nereden geldik, istikametimiz neresi idi, buraya niçin geldik' soruları gündeme geliyor. Her fikri ideolojiden insan bunu az çok fark ediyor. Köksüz bir gelecek olamayacağını anlıyor. O zaman içlerinden birçoğu bu metinleri anlamak için kolları sıvıyor. En azından şu 100 senelik geçmişimi anlayayım diyor. Düşünün siz bir entelektüel birisiniz. Entelektüel topluma yön veren insandır. Entelektüeller toplumun deniz feneridir adeta. Entelektüel size öyle bir yön tayin edecek ki toplum denilen gemi bir kayalığa çarpmasın, karaya oturmasın. Bunu yapabilmesi için de geçmişini bilmesi lazım.
Entelektüel olmak için illa geçmişi de bilmek mi gerekiyor?
- 60 senelik geçmişi bilmekle entelektüel olunmaz. Batılı entelektüel Latinceyi kesinlikle bilir. Önemli bir kısmı Grekçeyi ve Grek Mitolojisini bilir. Batı felsefe tarihini bilir. Atalarımız hangi metinleri okuyarak bugünkü düşünce noktasına ulaştılar? Bunları bilmek zorundadır. Onları bilmesi için de o dönemin dilini bilmesi gerekir. Çevrilmiş metinlerle orijinal metni kıyas edemezsiniz. Bizim entelektüellerin çoğunun bu niteliklerden yoksun olduğunu görürsünüz. Hatta bizde entelektüel var mı, bence yok. Toplumun çeşitli sorunlarını kimlerle tartışıyoruz? Gazetecilerle tartışıyoruz. Gazeteci pekâla entelektüel olur ama bütün gazeteciler de entelektüel olamaz. Bütün söz sahibi olanların gazeteci olması enteresan değil mi? Niye? Çünkü Cemil Meriç gibi bir entelektüel yok. Necip Fazıl gibi bir entelektüel yok. Onlar geçmişin de dilini biliyorlardı. Hem Doğu'yu hem Batı'yı anlayabiliyorlardı. O derinliğe sahiptiler. Bizler o derinliğe sahip değiliz çünkü 70-80 sene önceki metinlere vakıf değiliz. Cevdet Tarihi'ni okumadıysanız Cevdet Paşa'yı okumadıysanız Osmanlı'nın son dönemini nasıl anlayacaksınız?
Osmanlıca'yı öğrendiğimizde bunun bize dönüşü ne şekilde, nasıl olacak?
- Bir kere kelime dağarcığımız genişleyecek. Siz bugün sıradan okumuşların öğrenemediği 2-3 bin kelime daha öğrenseniz, unutulmuş, eskimiş diyelim, sizin eski metinleri okuma kapasiteniz artmayacak mı, artacak. Okuduğunuzu anlayacaksınız. İkincisi, düşüncelerinizi ifade etmek istediğiniz zaman daha rahat ifade edebileceksiniz. Dilimin ucuna gelen bir kelime var ama ifade edemiyorum demeyeceksiniz, artık. Geçmişteki tartışmaları da kaynağından okumuş olacaksınız. Bilgiye hem dini hem tarihi anlamda hem devlet arşivi ve yönetimi anlamında sahih bilgiye ulaşma şansına sahip olacaksınız. Batıda hangi aydın liseler için yazılmış Shakespeare'i okur? Ama bizdeki aydınlar anlamıyorlarsa her metnin çevirisini okumak zorunda kalıyor. Bu akıllara ziyandır.
MEZAR TAŞLARINDAN KALDIRIM YAPAN BİR MİLLETİZ
Bütün bu anlattıklarınızın pratikte uygulama sahası nasıl olmalıdır?
- Burada iş öğretmenlere düşüyor. Gördüğümüz eğitim yanında bu kelimeleri de öğretmek mümkün. 'Hocam bu kitap biraz ağır geldi' denilebir. Bu ne demek? Bilmediğim kelimeler var demek. O zaman öğrencinin yanında sözlüğü olacak bakıp öğrenecek. Tabirleri kullanmayı öğretecek. Liseye geldiğimizde bazı gramer biçimlerini de öğretebiliriz. Arapça ve Farsça'dan alınma uzun süre dilimizde kullanılan ama bugün artık kullanılmayan birkaç gramer şekli de öğretilebilir. Seçmeli ders olarak lisede okutulsa liseden mezun olan gencin belli bir bilgisi olmuş olur. Bunun için kerteriz, hedef alacağımız nokta, Yahya Kemal'in Mansur metinlerini anlamasıdır. Ondan sonrası o gencin kendini yetiştirme gayretidir. Mesela dilimizde 'ayrılık' var, 'hicran' var, 'firak' var... Biz ikisini atmışız sadece 'ayrılık'ı almışız. Oysa aralarında nüans olması lazım. Yüksek medeniyetler ve kültürler o nüanslar üzerinde yükselir. Beraat etmek var ibra etmek var. İkisine de aklanmak diyoruz. Kökleri aynı da olsa farklı şeyler. Beraat etmek bir suçtan arınmak demek; ibra ise maddi bir sorumluluktan kurtulmak. Beraat etmezseniz hapse giriyorsunuz, ibra edilmezseniz bir daha seçilemiyorsunuz oraya. Kulübe, derneğe başkan olamıyorsunuz.
Meselemiz metinleri anlamak. Bugün Sosyal Bilimler Liselerinde -sayıları az da olsa- Osmanlıca dersleri var. Sanırım seçmeli ders şeklinde. Son derece de başarılı. Öğrenciler de çok faydalanıyorlar. O çocuklar daha çok kelime bilerek akranlarına nazaran metinleri daha iyi anlayarak kendilerini daha iyi ifade edebiliyorlar. O özgüvenle ortaya çıkınca sosyal bilimler alanında daha başarılı olacaklardır.
Yabancıların, özellikle Amerikalıların Osmanlıca'ya özel bir alaka gösterdikleri doğru mu?
- Osmanlı Devleti'nin büyüklüğüyle alakalı bu. Dünyada oynadığı rol ile alakalı. Dünyada yayıldığı yer ile alakalı. Bu imparatorluk sadece bugünkü ülkenin sınırlarına hükmetmiyordu. Viyana'ya kadar tüm Balkanlara hükmediyordu. Yemen'e kadar bütün Arabistan, Afrika, tüm Irak, İran'ın önemli bir kısmı, bütün Kafkasya, Ukrayna dediğimiz tüm Doğu Karadeniz bu alanın içindeydi. Orada yaşayan onlarca halk arasındaki ilişkileri öğrenmek istiyorsanız arşivlere gideceksiniz. Biraz da bizdeki devlet politikaları, kültüre ayrılan politikalar böyle bir sonucu doğuruyor. Bu ilgi daha da artacaktır.
Peki arşivlerde kaç tane Osmanlıca belge var?
- Milyonlarca. Tam sayısını hiç kimse bilmiyor. Ama milyonlarca belge var. Hurda kağıt fiyatına yurtdışına satılanlar ayrı bir fecaat. Ama bazen de iyi ki gitmiş diyorsunuz. Bulgaristan'a bir kısım belgeler hurda kağıt fiyatına satılmış, Bulgarlar tabi bunları tasnif ediyorlar, koruyorlar. Bizim yazmalarımızı Batılılar kaçırmışlar. İyi ki kaçırmışlar hiç olmazsa muhafaza altına almışlar. Çok az kütüphanemizde o teknik şartlar var. Hâlâ kitaplarımız çürüyor. Mezar taşlarımızı hâlâ kırıyoruz. Mezar taşından kaldırım taşları yapıldığını biliyoruz. Bu bir Vandalizm, geçmişi bilmemek.
Osmanlıca'yı öğrenmek ne kadar zor, ne kadar kolay?
Osmanlıca alfabesiyle ilgili biraz teknik bilgi verebilir misiniz? Kaç harften oluşuyor Osmanlıca?
- Toplam 32 harf var Osmanlıca Türkçesi'nde. Bütün mesele bu 32 harfte bitiyor. Osmanlı Türklerinin, atalarımızın kullandığı alfabe yaklaşık olarak 10. Yüzyıldan beri Arap Alfabesidir.
Tıpatıp Arap Alfabesi mi?
- Başlangıçta muhtemelen tıpa tıp aynısı değil. Biz yazıyı ve Müslümanlığı büyük ölçüde İran üzerinden öğrendik. Farsça konuşan Müslümanlar üzerinden öğrendik. Dilimizdeki dini terimler, namaz, oruç, abdest gibi terimlerin Farsça olması da bunu gösteriyor. İranlılar da alfabelerini Araplardan aldılar. Ancak Farsça'da Arapça'da olmayan bazı sesler var. Mesela 'ç', mesela 'p' veya 'j' gibi. Bunları 'c'nin altına iki nokta daha ilave ederek, 'b'nin altına iki nokta daha ekleyerek, 'z'nin üzerine iki nokta daha ilave ederek bu sorun çözdüler. Alfabeyi Farslılaştırdılar. Türkler o alfabeyi kullanmaya başladıklarında biraz Uygur yazısının tesiriyle bir kısmı farklı bir yol izledi, bir kısmı da doğrudan doğruya Arap imlasının tesiriyle yazmaya başladı. Mesela Arapça'da 'gâlu' derken 'vav' ve 'elif' yazılır, bunu taklit etmeye başladılar. Geldi kelimesi 'Kef', 'L' ve'D' şeklinde yazılıyor. 'Y'yi kullanmıyor, hareke ile kullanıyor. İlk Arap alfabesinden esinlenen eserlerde bunu görüyoruz. Ünlüleri yazmıyor, harekeleri kullanarak sorunu çözmeye çalışıyor. 'Ç' ve 'P' seslerini kullanmıyor. Ama İran üzerinden alanlar 'P' ve 'Ç'yi kullanıyor. Sonra bu oturuyor. Eklerin yazılışı standartlaşıyor, mesela 'de' eki. Bize göre bir imla gelişiyor. Bizde de mesela ne Arapça'da ne de Farsça'da olmayan bir damak 'n'si vardır. 'Bana' derken... Biz onu üstü yılancıklı bir şekilde gösteriyorduk.
Herkesin merak ettiği bir soru belki; bir öğrenci sıfırdan başlayarak Osmanlıca Türkçesini ne kadar zamanda öğrenebilir?
- Bütün öğrenmeler şahsidir, kişiseldir. Yeteneğe, isteğe, öğreticiye, öğrenme şartlarına bağlıdır elbette. Ama ben istekli, hedefini belirlemiş, çalışan bir öğrencinin orta seviyeli bir metni 6 ay içinde sökebileceği kanaatindeyim. Bugün Lise'de okuyan bir çocuğa eğer istekliyse, şartlar da uygun hazırlanırsa 6 ay içinde 1920'lerde basılmış metinleri okutabiliriz.
Peki daha eskileri..
- Daha eskilere gittikçe onlar zaten zor değil. Ondan sonrası bir birikim. Ondan sonra işimizi zorlaştıran nedir? Bugün bilmediğimiz kelimeler. Tıpkı yabancı dil öğrenimi gibi filanca kelimeyi, tamlamayı, ibareyi sökemedim dediğinizde sözlükleri açacaksınız, bunların tek tek ne anlama geldiğini öğreneceksiniz. İş gittikçe kolaylaşacak. Orta halli bir metni okumak için bir öğrenci bir saat ayırsa 6 ay sonra birçok metni okur hale gelecektir. Ondan sonrası ise artık dipsiz bir kuyudur. Ben de hâlâ öğreniyorum. Öğrenmenin sonu yok. Çünkü Osmanlı aydını bir medeniyet mensubu idi. Bu medeniyet İslam medeniyeti ve İslam medeniyetinin 3 temel taşıyıcı dili var; Önem sırasına göre Arapça, Farsça ve Türkçe. Osmanlı aydını, Türkçe ana dili olduğu için onu zaten rahatlıkla kullanıyor. Bizim zannettiğimizden daha fazla gramerini de biliyor. Arapça ve Farsça'ya da yasak koymuyor. Kendi malı olarak görüyor onu. Sanat yapmak isterse Arab'ın ve Farisi'nin kullanmadığı kelimeleri bile kullanabiliyor.
Osmanlı Türkçesi'nin kelime dağarcığı ne kadar, peki?
- Bir sayı vermek çok zor. Bir sayı vermektense size İngiliz Türkolog Prof. Dr. Goefry L. Levis'ın Türkçe'ye de çevrilen kitabındaki bir cümlesini vermek isterim. Levis diyor ki, "20. Yüzyılın başında dünyada kelime sayısı itibariyle İngilizce ile yarışabilecek başlıca dillerden birisi Osmanlıca idi. Yani Osmanlı Türkçesi idi." 20. Yüzyılın başında Osmanlı Türkçesi hâlâ muhteşem bir dil idi. Siz deyin 100 bin kelime, bir başkası desin 200 bin kelime. Bunu saymak zor ama benim kanaatim muazzam bir hazine bu. Osmanlıca dediğimiz zaman sadece Arapça-Farsça kelimeleri saymamak lazım. Bizde Osmanlıca sözlük dediğinizde birçok insan mesela Develioğlu Sözlüğü'nde sadece Arapça ve Farsça kelimeler vardır. Peki Türkçeler nereye gitti, hani karmaydı bu? Ciddi bir tarama yapıldığında en az 200-300 bin kelimelik bir hazine ortaya çıkacaktır.
* Bütün bu anlattıklarınızın pratikte uygulama sahası nasıl olmalıdır?
- Burada iş öğretmenlere düşüyor. Gördüğümüz eğitim yanında bu kelimeleri de öğretmek mümkün. 'Hocam bu kitap biraz ağır geldi' denilebir. Bu ne demek? Bilmediğim kelimeler var demek. O zaman öğrencinin yanında sözlüğü olacak bakıp öğrenecek. Tabirleri kullanmayı öğretecek. Liseye geldiğimizde bazı gramer biçimlerini de öğretebiliriz. Arapça ve Farsça'dan alınma uzun süre dilimizde kullanılan ama bugün artık kullanılmayan birkaç gramer şekli de öğretilebilir. Seçmeli ders olarak lisede okutulsa liseden mezun olan gencin belli bir bilgisi olmuş olur. Bunun için kerteriz, hedef alacağımız nokta, Yahya Kemal'in Mansur metinlerini anlamasıdır. Ondan sonrası o gencin kendini yetiştirme gayretidir. Mesela dilimizde 'ayrılık' var, 'hicran' var, 'firak' var... Biz ikisini atmışız sadece 'ayrılık'ı almışız. Oysa aralarında nüans olması lazım. Yüksek medeniyetler ve kültürler o nüanslar üzerinde yükselir. Beraat etmek var ibra etmek var. İkisine de aklanmak diyoruz. Kökleri aynı da olsa farklı şeyler. Beraat etmek bir suçtan arınmak demek; ibra ise maddi bir sorumluluktan kurtulmak. Beraat etmezseniz hapse giriyorsunuz, ibra edilmezseniz bir daha seçilemiyorsunuz oraya. Kulübe, derneğe başkan olamıyorsunuz.
Meselemiz metinleri anlamak. Bugün Sosyal Bilimler Liselerinde -sayıları az da olsa- Osmanlıca dersleri var. Sanırım seçmeli ders şeklinde. Son derece de başarılı. Öğrenciler de çok faydalanıyorlar. O çocuklar daha çok kelime bilerek akranlarına nazaran metinleri daha iyi anlayarak kendilerini daha iyi ifade edebiliyorlar. O özgüvenle ortaya çıkınca sosyal bilimler alanında daha başarılı olacaklardır.
Yabancıların, özellikle Amerikalıların Osmanlıca'ya özel bir alaka gösterdikleri doğru mu?
- Osmanlı Devleti'nin büyüklüğüyle alakalı bu. Dünyada oynadığı rol ile alakalı. Dünyada yayıldığı yer ile alakalı. Bu imparatorluk sadece bugünkü ülkenin sınırlarına hükmetmiyordu. Viyana'ya kadar tüm Balkanlara hükmediyordu. Yemen'e kadar bütün Arabistan, Afrika, tüm Irak, İran'ın önemli bir kısmı, bütün Kafkasya, Ukrayna dediğimiz tüm Doğu Karadeniz bu alanın içindeydi. Orada yaşayan onlarca halk arasındaki ilişkileri öğrenmek istiyorsanız arşivlere gideceksiniz. Biraz da bizdeki devlet politikaları, kültüre ayrılan politikalar böyle bir sonucu doğuruyor. Bu ilgi daha da artacaktır.
Peki arşivlerde kaç tane Osmanlıca belge var?
- Milyonlarca. Tam sayısını hiç kimse bilmiyor. Ama milyonlarca belge var. Hurda kağıt fiyatına yurtdışına satılanlar ayrı bir fecaat. Ama bazen de iyi ki gitmiş diyorsunuz. Bulgaristan'a bir kısım belgeler hurda kağıt fiyatına satılmış, Bulgarlar tabi bunları tasnif ediyorlar, koruyorlar. Bizim yazmalarımızı Batılılar kaçırmışlar. İyi ki kaçırmışlar hiç olmazsa muhafaza altına almışlar. Çok az kütüphanemizde o teknik şartlar var. Hâlâ kitaplarımız çürüyor. Mezar taşlarımızı hâlâ kırıyoruz. Mezar taşından kaldırım taşları yapıldığını biliyoruz. Bu bir Vandalizm, geçmişi bilmemek.
İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dil Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hayati Develi