Künyesi Ebû Hafs, lâkabı Fâruk’tur. “Fâruk” denmesi; hak ile bâtılı en iyi şekilde fark etmesinden veyâ Müslümanlar dinlerini gizlerken onun Müslüman olduğunu açıklamasındandır.
Diğer bir rivâyet:
Bir münâfıkla bir Yahûdî nizâ ettiler ve muhâkeme için Rasûlüllah’a geldiler. Rasûl ü Ekrem (S.A.V.) kemâl-i adâletle Yahûdî’nin lehine hüküm verdi. Münâfık Peygamberimizin bu hükmüne râzı olmadı. “Hz. Ömer’e gidelim” dedi. Huzûruna vardılar. Yahûdî, önce Hz. Peygamber’e gittiklerini; O’nun lehine hükmettiğini; ancak bu hükme râzı olmayan hasmının ısrârıyla huzûruna geldiklerini söyledi. Münâfık da “Evet öyle” dedi. Hz. Ömer:
“Ben Rasûlüllah’ın hükmüne râzı olmayana böyle hükmederim” diyerek kılıcıyla münâfığın kafasını uçurdu. Bunun üzerine Cebrâil A.S.:
-“Ömer hak ile bâtılı tefrik etti” diyerek hâdiseyi Rasûlüllah’a haber vermişti. Bu şerefli lâkap buradan olduğu da söylenir.
27 yaşında Müslüman oldu. 53 yaşında hilâfet şerefine erdi. 63 yaşındayken Mescid-i Şerif’de sabah namazını edâ ederken Firuz Ebû Lü’lüe adındaki Hıristiyan köle tarafından, iki uçlu hançerle altı yerinden yaralandı; üç gün sonra şehâdet şerbetini içti.
Hz. Ömer Kureyş eşrâfındandı ve cesârette, hitâbette, siyâsette emsâli yoktu. Câhiliyette Kureyş’in sefâret işlerinde bulunur, her iş ve her müşkül onunla hâllolunur, bir şeye karar verse Kureyş’in tamâmı ona râzı olurdu.
Rasûl ü Ekrem (S.A.V.) Peygamber olarak gönderildikten sonra, gerek Nebîy-i Zîşân’a gerekse diğer Müslümanlara şiddetle muâmele etmeyi âdet edinmişti. Kureyş’in baskılarına tahammül edemeyip Habeşistan’a hicret eden Müslümanlardan Amr bin Râbia, zevcesi Ümm-ü Abdullah ile Mekke’den çıktıktan sonra Amr bir sebeble geride kalmıştı. Ümm-ü Abdullah yoluna devam etmekteyken, Ömer arkadan yetişip:
“- Ne o! Gidiyor musunuz?” diye tehdit ettiğinde, fecî hakâretlere mâruz kalmış olan Ümm-ü Abdullah, büyük bir hüzünle:
-“Evet! Bize ettiğiniz ezâ, lâyık gördüğünüz kahır ve cefâ, nihâyet bizi vatanımızdan etti. Amma Allah bize selâmet ve hüs-ü âkibet ihsan eder” demiş, Ömer de rikkatle:
-“Allah yardımcınız olsun” diyerek geri dönmüştü.
Onun bu rikkati Ümm-ü Abdullah’ın dikkatini çekmiş ve durumu daha sonra kendisine yetişen kocasına bildirince Amr:
-“Ömer’in İslâmiyet’ini mi bekliyorsun? Onun ehl-i İslâm’a gösterdiği şiddeti ve kabalığı unuttun mu?” diyerek Ömer’in İslâm’ı kabulünden ümitsizliğini ifâde etmişti. Yalnız Amr değil, hiç kimse Ömer’in Müslüman olmasını ümit etmezdi.
Hz. Ömer, kırkıncı Müslüman olarak İslâm’a dâhil oldu ve bu sebeble kendisine “Kırkı Tamamlayan” denildi.
Müslüman Oluşu:
Efendimizin Amcası Hz. Hamza Müslüman olduktan bir gün sonra Kureyşliler toplandılar ve “Muham-med’in arkadaşları her ne kadar az ise de, ortalık onlara meyilli görünüyor. Her gün adetleri artıyor. Sonunda helâkımıza sebep olurlar” diye Kureyş’in câhillerini ayaklandırdılar. Ebû Cehil, “Muhammed’i öldürene yüz deve ve kırk bin akçe bahşiş” va’d etti. Toplantıda hazır bulunan Ömer hemen kılıcını kuşanıp yürüdü. Yolda, İslâm’ını gizli tutan Naim bin Abdullah En-Neham Hz.’ne rastladı. Naim Hz.:
-“Yâ Ömer, bu şiddetle böyle nereye” dedi.
Ömer:
-“Kureyş’i zelil eden, dinlerini değiştiren Muham-med’i katletmeğe gidiyorum”.
Naim Hz.:
-“Ya Ömer, bu zor iş! Maksada ulaşsan bile, Benî Abd-i Menaf’tan kurtulacağını mı sanırsın? Kız kardeşin Fâtıma ile Enişten de Müslüman oldular. Erkeksen önce onları ıslâh et” dedi.
Ömer pürhiddet, kız kardeşinin evine gitti. Kapıyı çaldı. İçeriden Kur’an sesi işitmişti. Öfkesinden ateş kesildi. İçeri girdi.
-“İşittiğim ses nedir? Yoksa Muhammed’in dinine mi girdiniz?” diyerek eniştesi Said bin Zeyd Hz.’ni dövmeye başladı. Fatıma, efendisini kurtarmak için araya girdiğinde Ömer, bir yumruk vurup yüzünü gözünü kana boyadı. Bunun üzerine Fatıma her şeyi göze alıp:
-“Evet! İkimiz de İslâm’ı kabul ettik. Allahü Teâlâ’ya ve Rasûlüne îman getirdik. Başımız kesilse dönmeyiz”, dedi.
Ömer, kız kardeşinin yüzündeki kanları görünce yaptığına pişman olup,
-“Hele şu okuduğunuz sayfayı getirin. Muham-med’e ne gelmiş, göreyim” dedi.
Ömer sayfayı alıp, yeni nâzil olan Tâhâ Sûresi’n-den bir kaç âyet-i kerime okuduktan sonra:
-“Bu ne kadar fasih ve beliğ bir kelâm-ı kerim!” diyerek hayret etti. Ve diğer âyetleri okurken Kur’an’ın nur ve fesahati Ömer’in irâdesini elinden aldı. Kendinden geçip:
-“Bana İslâm’ı tâlim edin” dedi...
Fatıma ve Said’e Kur’an öğretmek için gelmiş olan Habbab Bin el-Ers, saklandığı yerden çıkıp:
-“Ya Ömer! Seni tebrik ederim! Rasûlüllah (S.A.V.) “Yâ Rabbi, İslâm’ı Ömer’le veya Ebû Cehil’le te’yit et!” diye duâ etmişti. O devlet sana isâbet etti”. Ömer:
-“Ya Habbab! Muhammed (A.S.) nerede ise bana delâlet et. Gideyim, boyun eğip teslim olayım” dedi ve Hz. Habbab’la gitti. Kapıya geldiklerinde Eshâb’dan biri:
-“Ömer belinde kılıçla kapıda!” diye Rasûlüllah’a arz etti. Hz. Hamza:
-“Ömer’den korkacak ne var! Eğer hayır için gelmişse ne âlâ! Maksadı şer ise o kılıca sarılmadan ben başını uçururum! dedi. Az evvel de Cibrîl A.S. Hz. Ömer’in hâlini Rasûlü Ekrem’e haber vermişti.
Bizzât Efendimiz karşıladı ve maksadı soruldu. Ömer:
-“Allahü Teâlâ’ya ve Rasûlüne îman ettim” dedi.
Efendimiz ve Eshâb pek memnun oldular. Hep birlikte tekbir getirdiler. Onların tekbirlerini Beyt-i Muazzama’da toplanmış olan Kureyş’liler de işittiler ve Ömer’in Müslüman olduğunu anlayıp ye’se düştüler.
O zamânâ kadar Rasûlüllah ve Eshâb’ı, Beytul-lah’da namaz kılamazlarken, Hz. Ömer’in İslâmiyet’inden sonra ehl-i İslâmın saf saf Beyt-i Muazzama’yı tavaf etmelerine ve orada namaz kılmalarına kimse karşı koyamaz oldu. Hz. Ömer Hicret-i Nebevî’ye kadar Meclis-i Nebevî’ye devam eder, Rasûlüllah ((S.A.V.))’den feyz alırdı.
Eshâb-ı Kirâm, hicret etmelerine izin çıkınca, peyderpey Mekke’yi terk ediyorlardı. Hz. Ömer de bir elinde kılıç, bir elinde kalkan, Kabe-i Muazzama’yı 7 kere tavaftan sonra, iki rekat de namaz kılıp Kureyşlilere:
-“İşte gidiyorum! Anasını ağlatmak, karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen şu dağın ardına gelsin, görüşelim” dedi.
Ve Mekke’den çıktı. Şiddet ve şecâati herkesçe bilindiğinden kimse arkasından gitmedi.
***
Geniş ilmi kudrete sâhipti. İbn-i Mes’ud Hz.:
-“Bütün insanların ilmi terâzinin bir kefesine, Hz. Ömer’inki diğer kefesine konsa, onun ilmi hepsinden ağır gelir” demiştir.
Rasul-ü Ekrem (S.A.V.) “Rüyamda bana bir bardak süt verildi. Birâzını içtim, fazlasını Ömer’e verdim” buyurmuşlar ve bunu ilimle tevil etmişlerdi.
* * *
Ebû Bekir (R.A.) son günlerinde yerine Hz. Ömer’i geçirmezden önce, hakkında fikirlerine mürâcaat ettiğinde, Abdurrahman Bin Avf Hz. leri:
-“Cenâb-ı Ömer, zan ve tahmininizden daha fazıldır” demişti. Hz. Osman:
-“İçi dışından iyidir” diye mukabele etmiş; Hz. Ali ise:
-“Ömer’den başkasına râzı olmayız” demişti.
Sıddık-ı Ekber Hz. de Hz. Ömer’i Hâlîfe tâyin etti ve bütün Müslümanlar da bîat ettiler.
On buçuk senelik hilâfetinde, Fars ve Rum gibi iki büyük devleti ele geçirmiş ve nice büyük fetihlere muvaffak olmuş, İslâm ülkesini fevkalâde genişletmiştir.
Fethettiği memleketlerin bazıları:
Şam, Humus, Baalbek, Basra, Beyt-i Makdis, Ürdün, Tabariye, Ahvaz, Medâin, Tikrik, Hâlep, Antakya, Mardin, Reisül-ayn, Suruç, Ninova, Elcezire, Ermeniye, Tüster, Sus, Hilvan, Harran, Nusaybin, Musul, Sur, Akka, Trablusşam, Mısır, İskenderiye, Dimyad, Nihâvend, Azerbaycan, Hemedan, Trablusgarp, Rey, Cürcan, Taberistan, Derbend, İsfahan, Horasan...
Ömrü şehâdetle tamam oldu. Her günkü gibi sabah namaz kıldırmak üzere mescide gitti. Safların düzgün olmasına çok dikkat eder, safları tamamıyla düzelmeden namaza durmazdı. Müslümanların namaza yetişebîlmeleri için, birinci rekatta ekseriye Sûre-i Yusuf Sûre-i Nahl gibi uzun sûrelerden okurdu. O gün yine safları düzeltmiş ve namaza durmuştu ki, Şu’be bin Muğiyre’nin Hıristiyan kölesi Ebû Lü’lüe iki başlı hançerle içeri hücum etti ve Hz. Ömer’i altı yerinden yaraladı. Kaçarken de on üç kişiyi daha yaraladı. Bunlardan yedisi şehid oldu. Müslümanlardan biri elbisesini çıkarıp katilin üzerine attı. Ebü Lü’lüe kaçamayacağını anlayınca, hançeriyle intihar etti.
Hz. Ömer, Abdurrahman bin Avf’ı imâmete geçirmiş ve yere serilmişti. Hz. Hâlîfe katilin Ebû Lü’lüe olduğunu anlayınca:
-“Elhamdülillah! Ölümüm bir kafir tarafından oldu” demiştir.
Hânesine vardığında, oğlu Abdullah’ı, Rasûlüllah Efendimiz (S.A.V.) ile, Hz. Sıddık (R.A.)’ın yanına gömülmesine izin vermesi için, Hz. Âişe Vâlidemize gönderdi. Müsâade müjdesi gelince:
-“Elhamdülillah! Benim için bundan mühim iş yoktu. Vefâtımda beni oraya götürün ve tekrar müsâade isteyin. Müsâade ederse oraya, şâyet müsâade etmezse Müslüman kabristanına nakledin” dedi.
Ölüm döşeğinde Sahâbe-i Kirâm fevç fevç gelip, ziyâret ettiler ve birini kendine Hâlîfe tâyin etmesi teklifinde bulundular. O da:
-“Bu husûsu Rasûlüllah (S.A.V.)’in vefatında kendisinden hoşnut olduğu kimselere havâle ediyorum. Onlar kimi seçerlerse Hâlîfe o olsun” dedi.
O sırada bâzıları oğlu Abdullah’ı Hâlîfeliğe teklif etmişlerse de, Hz. Fâruk,
“Abdullah Hâlîfe olamaz; ama, rey vermek üzere Şûra’da bulunsun” diyerek, bahsedilen zâtları dâvet etti. Şura Hz. Osman’ı Hâlîfe tâyin etti...
Hz. Ömer (R.A.) daha sonra oğlu Abdullah’a:
-“Başımı yastıktan al. Yere koy. Umulur ki Rabbim beni mağfiret eder. Vefatımdan sonra gözlerimi kapa ve kefenime yumuşak davran. Eğer Hak Teâlâ Hz.’nin merhametine mazhar olursam kefenim tebdil edilir. Eğer mazhar olmazsam, üstümdeki (kefenim) de soyulur” dedi ve:
-“Gam çekme! Zira dünyada hiç bir şey bâkî ve dâim olmadığı gibi keder de dâim kalmaz” diye ilâve etti.
Son nefesine kadar Kelime-i Şahadet ve zikrullah ile meşgul oldu.
Vefat ettiği gün güneş tutulması olmuştu.
* * *
Yüzüğünün kaşında “Vaaz olarak sana ölüm yeter” yazılıydı.
İlk defa “Emirül Mü’minin” lâkabı Hz. Ömer’e verildi. İlk defa târih koyan, Beytülmal’i tesis eden, gece şehri dolaşan, hicvi[1] cezalandıran, dört tekbirle cenâze namazının kılınmasına rey veren, teravih namazını cemâatle kıldıran, elinde kırbaç taşıyan ve İslâm’da Divan ve Defter icat eden Hz. Fâruk (R.A.)’dır.
Hz. Ebû Bekir (R.A.) zamanında bir sene kadar kadılık yapmıştı. Bu müddet zarfında iki kişi bile gelip dâvâda bulunmadı.
Son derece âdil, din işlerinde zerre kadar müsamaha etmez, insanlardan bir şeyi yasaklayınca, tatbikine önce âilesinden başlardı.
Kâmil kanâata sâhipti. Dünya ona geldikçe O, hiç îtibâr etmez, uzak dururdu. Giydiği hırkada 2l yama bulunmuş, Beytülmal’den aldığı günde iki dirhemle geçinmiştir.
Ebû Ubeyde Hz. Beyt-i Makdis kalesini dört ay müddetle muhâsara etmişti. Kışın bastırmasıyla sulh teklif edildi. Kalenin ruhânî reisi tarafından, Tevrat’ın târif ettiği halle Hâlîfe Hz. Ömer gelmedikçe, bir müzâkereye girmeyecekleri, o geldikten sonra kalenin teslim edileceği Hâlîfe Hazretleri’ne bildirildiği zaman Hz. Ömer bu hususu istişâreden sonra Hz. Ali’yi yerine vekil bırakıp, maiyyetiyle yola çıktı. Bindiği devenin iki yanında biri kavrulmuş un, diğeri hurma dolu iki tulum, önünde bir su tulumu, arkasında bir yemek çanağı vardı. Konakladığı yerlerde sabah namazını kıldıktan sonra arkadaşlarına.
-“Elhamdülillah... Allahü Teâlâ bizi İslâm’la muazzez, îmanla mükerrem, ve Nebî-yi Zişan (S.A.V.)’le diğer ümmetlerden imtiyazlı kılmış, dalâletten hak yola hidâyet etmiş, tefrikadan sonra takvâ üzere toplamış, kalplerimizi birleştirmiş ve bizi düşmanımıza gâlip kılmış, düşman memleketlerinde bizi yerleştirmiş ve birbirimize muhabbetli ihvan hâline getirmiş... Ey Allah’ın Kulları! Böyle bol nimet ve lütuflardan dolayı Cenâb-ı Hakk’a hamd ve senâ ediniz. Çünkü Allahü Teâlâ şükredenlere nimetlerini tamamlar ve ziyâde eder” der, çanağı kavrulmuş unla doldurup, üstüne hurmaları dizer; yemeğe dâvet eder; onlarla beraber yerdi... Nihâyet Hz. Halife İslâm ordusuna ulaştı. Müslümanlar yeniden dünyaya gelmiş gibi sevindiler. Birbirlerini tebrik ettiler.
O gün öğle vakti askerlerin ricâsı ve Hâlîfe Hazretleri’nin iltiması üzerine Bilâl-ı Habeşî Hz., Hz. Peygamber’in vefâtından sonra ilk defa ezan okudu. Allahü Ekber deyince bütün Müslümanlar Asr-ı Saâdet’i hatırlayıp cezbeye geldi. Gözyaşları sel olmuş, feryatlar âfâkı doldurmuştu.
Namazı müteâkip yola çıkmadan önce Ebû Ubeyde ve yardımcıları Hz. Fâruk’a
-“Deve yerine ata binseniz, eskisini çıkarıp yeni kaftan giyseniz” diye teklifte bulundular. Hz. Hâlîfe kabul etti: fakat, bir kaç dakika sonra attan indi; kaftanı çıkarıp eskisini giydi ve deveye bindi. Kaftanında on dört yama vardı. Ve:
-“Az kaldı emiriniz, rahvan at üzerinde yeni elbiselerle ucub ve kibirden helâk oluyordu. Vallahi ben Rasûlüllah’tan işittim, “Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kimse cennete giremez” buyurmuştu”, dedi.
* * *
Hz. Fâruk’un sayısız kerametlerinden: Bir Cuma günü hutbe okurken, “Ya Sariye, dağa!...”diye nidâ etti. O sırada Sâriye İran’da muhârebedeydi. Cemâat bir şey anlamadı. Sebebi sorulunca Hz. Hâlîfe “düşman ordusu dağın ardında pusu kurduğunu, Sâriye kumandasındaki İslâm askerinin kurtulmaları için ikaz ettiğini” söyledi. Bir müddet sonra dönen Sâriye askerleri de Hâlîfe Hz.’nin sesini duyduklarını ve derhâl tedbir alıp inâyet-i ilâhî ile gâlip geldiklerini anlattılar.
Amr İbn-ül Âs. Hz. Mısır’ı fethettiği zaman, Mısır hâlkı, huzûruna gelip,
-“Âdetimiz üzere bu sene de Nil nehrine süslenmiş bir bâkire kızı atmazsak suyu akmaz dediler. Amr İbn-ül As, keyfiyeti Hâlîfe Hz.’ne bildirdi ve O’ndan şöyle bir ferman geldi:
-“Müminlerin Emiri, Allah C. C. ’in kulu Ömer İbnül-Hattab’dan Nil nehrine:
-Ey Nil! Eğer sen kendi irâdenle akıyorsan sana ihtiyacımız yok, akma! Eğer Allahü Teâlâ’nın emri ile akıyorsan ben senin cereyan etmeni Vahîd-i Kahhar olan Allahü Azimüşşan’dan talep ederim.”
Bu kağıt Nil’e atıldı ve nehir on zira yükseldi, taştı. Bol mahsul oldu. Hâlen de akmaya devam etmektedir.
* * *
Son derece zahit, mütevâzi, fazıl ve kerimdi. Allah’tan her târifin üstünde korkardı. Bir gün deve üzerinde giderken Kur’an okuyan birinden, “Rabbi’nin azâbı muhakkak vâkîdir. Ona mâni olacak yoktur” âyet-i kerimesini işitmiş, haşyetinden yere düşmüş ve bir ay evinde hasta yatmıştır.
Bir gün Hz. Ebû Bekir’e “Ey Rasûlüllah’tan sonra insanların en hayırlısı” diye hitap ettiğinde, Sıddık-ı Ekber Hz.:
-“Ya Ömer! Sen böyle diyorsun ama ben Rasûlüllah’tan senin hakkında “Ömer’den daha hayırlı bir kimse üzerine güneş doğmadı” dediğini işittim”, demiştir.
Medine sokaklarında gezmek âdetiydi. Bir gece ateşte tencere kaynatan, etrafında da çocukları ağlayan bir kadın gördü. Hz. Hâlîfe çocukların neden ağladığını sorunca kadın, yiyecek şey olmadığını, çocukları oyalamak için bir şey pişiyormuş gibi su kaynattığını söyledi. Bu hâl Hz. Ömer’e pek dokundu. Hayli ağladı. Sonra gidip, sırtında bir çuval dolusu yiyecek getirdi. “Çuvalı biz taşıyalım” diyenlere: “Yâ kıyâmet günü günâhlarımı kim taşısın” dedi. Yiyecekleri pişirtip çocukları doyurmadan da yanlarından ayrılmadı.
Çok meşgul bir zamanında Hz. Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz yanlarına gelip oturdular. Bir müddet sonra elindeki işi bırakıp başını kaldırdığında onları yanlarında görünce, ayağa kalktı ve meşguliyetinin çokluğundan ötürü teşriflerini görmediğinden hürmette kusur ettiğini beyanla özür diledi. Daha sonra iki bin dinar hediye edip fevkalâde ikramda bulundu. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (R.A.), Hz. Ömer’in bu muâmelesinden son derece memnun olup babaları Hz. Ali’ye durumu naklettiklerinde ilim ve hikmetin kapısı Hz. Mürteza:
-“Benim bildiğim gibi Ömer’i kimse bilmez. Rasûlüllah (S.A.V.)’den “Ömer dünyada İslâm’ın nûru, cennet ehlinin kandilidir” buyurduğunu işittim” dedi.
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendimiz bu haberi Hz. Ömer’e getirdiler. Hâlîfe Hazretleri eline kalemi alıp:
-“Bismillâhirrahmanirrahim.. Bize ehl-i cennet gençlerinin seyyidleri, Rasûlüllah (S.A.V.)’in “Muhak-kak Ömer, dünyada İslâm’ın nuru, âhirette ehl-i cennetin kandilidir” buyurduklarını babalarından rivâyeten söylediler” diye yazmış ve sonra oğlu Abdullah’a:
-“Ey Oğlum! Şu kağıdı muhafaza et. Vefatımda göğsüme koy. Onun şâhitliğiyle Allahü Teâlâ’nın huzûruna gideyim” demiştir.
Vefâtında o kağıt göğsüne konulmuş ve öylece kabre götürülmüştür... Ertesi gün kabrinin üzerinde “Ömer hakkında Hasan ve Hüseyin ile baba ve dedelerinin söyledikleri doğrudur” ibâresinin yazılı olduğu görülmüştür.
* * *
Kuvvetli ve tesirli sözlerinden bazıları:
- Kişinin aslı aklıdır. Ona kâfî gelecek şeyi, dini; mürüvveti de iyi ahlâkıdır.
- Nefislerinizi şehvetlerden koruyun. Zira nefisler şehevâta meyyaldir.
- İhvan ile bulunmak hüznü defeder.
- Aşkın ve buğzun telef olmasın.
- Medhetmek, boğazlamaktır.
- Ölümü çok anan dünyadan az şeye râzı olur.
- Sabır ve şükür iki deve olaydı, aralarında fark görmezdim.
Haklarında varid olan Hadis-i Şeriflerden bâzıları:
- Yâ Rabbi! İslâm’ı Ömer bin Hattab ile aziz eyle!
- Ya Ömer! Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Bârî’ye yemin ederim ki, sen bir yola sülük ettiğinde şeytan seninle olmadı.
- Şurası muhakkak ki, Hak Celle ve Alâ Hazretleri, hakkı Ömer’in kalbi ve lisanı üzerine icrâ eyledi.
- Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer olurdu.
- Cenâb-ı Hakk’ın ilk kabul edip ni’metlendi-receği, ilk selâm vereceği ve elinden tutup cennete alacağı insan, Ömer’dir.
- Ömer, Cennet ehlinin meş’alesidir.
- Muhakkak Şeytan, Ömer’den korkar.
- Semâda Ömer’e hizmet etmeyen melek, yerde de Ömer’den korkmayan şeytan yoktur.
- Hak, benden sonra Ömer’in bulunduğu taraftadır.
- Şeytan, Ömer’e Müslüman olduktan sonra ne zaman rast gelse yüzü üstüne düştü.
- Ey benim kardeşim (Ömer)! Bizi duâdan unutma.
- Güneş, Ömer’den daha hayırlı bir kimsenin üzerine doğmamıştır.