أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ
{٧١}
71) Kudretimizle meydana getirdiklerimiz arasında, onlar için hayvanlar yarattığımızı hala görmediler mi? Şimdi kendileri de onlara sahip bulunuyorlar.
Biz, kimsenin yardımı olmadan, kudretimizle yaratıyoruz. Yaratma işini biz üzerimize aldık. Kendilerinin istifadesi için kudretimizle at, katır, eşek, fil, deve, koyun, keçi ve diğer hayvanları yarattığımızı inkarcılar görmüyorlar.
وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ
{٧٢}
72) Onları kendilerine boyun eğdirip emirlerine verdik. Onlardan bir kısmını binek edinirler, bir kısmıyla da beslenirler.
Hayvanları onların emirlerine verdik de, onlara yük yükleyip istedikleri yere götürürler. "Bir kısmıyla da beslenirler" ifadesiyle, eti yenilen hayvanlara işaret edilerek "Onları, etleri yenilen hayvanlar olarak yarattık" buyurulmaktadır.
وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ أَفَلَا يَشْكُرُونَ
{٧٣}
73) Bunlarda kendileri için daha birçok faydalar ve türlü içecekler (sütler) vardır. Hala şükretmeyecekler mi?
Bu faydalardan bazıları:
Bu hayvanların yünlerinden, kıllarından, postlarından, sütlerinden, yavru yapıp çoğalmalarından faydalanıyorlar. Allah'ın bu nimetlerine şükretmeyecekler mi?
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ ءَالِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَ
{٧٤}
74) (Bunca nimetlere rağmen) tuttular, kendilerine yardım edilir ümidiyle Allahtan başka ilahlar edindiler.
Bu nimetleri veren Rabbül alemine ibadeti terk ettiler de, Allah'ın azabından kendilerini koruyacağına inandıkları başka ilahlara tapıyorlar.
لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُنْدٌ مُحْضَرُونَ
{٧٥}
75) Oysa o putların, onlara yardıma güçleri yetmez. (Aksine) kendileri o putlar için hazır asker durumundadırlar.
İbni Abbas (r.a.) Hazretleri, "Bu ayet, putlar onlara yardım edemez manasınadır" buyuruyor. Aksine, o kafirler dünyada o putların önünde tapınmaya hazırdırlar. Oysa, putlar onları ne bir hayra ulaştırır ne de onlara yardım edebilir.
"Kendileri o putlar için hazır asker durumundadırlar" manasındaki ayete şöyle bir mana da veriliyor:
Cehenneme atılmaya hazır hale getirilmek için, dünyadayken kendisine tapılan her şey, onlara tapanlar da yanlarında olduğu halde ahirette bir araya getirilir.
فَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
{٧٦}
76) (Resulüm) Onların sözü seni üzmesin. Şüphesiz biz onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da biliriz.
Kafirler, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakkında "O bir şairdir, delidir, kahindir" gibi sözler söylüyorlar, Peygamberimiz de buna üzülüyordu. Bu ayette Peygamberimiz’e “Onların, senin peygamberliğini yalanlamak ve sana sıkıntı vermek için söyledikleri sözleri de, içlerinde gizlediklerini de biz biliyoruz. Üzülme; biz onlardan intikam alacağız" denilmektedir.
أَوَلَمْ يَرَ الْإِنْسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ
{٧٧}
77) İnsan, bizim kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi o ( küçük aklıyla bize) apaçık hasım kesildi.
İnsan bir damla sudan yaratıldığını nasıl düşünmez de Allah'a karşı, husumet besler! (düşmanlık yapar!) Oysa, yaratılışının başlangıcını düşünüp, o husumetten vaz geçmesi gerekirdi.
Bu ayetin inmesine sebep şudur:
Kafirlerin azgınlarından Übey ibni Halef, Peygamberimiz'in peygamberliğini inkar ederek onunla çekişti ve eline aldığı çürümüş bir kemiği ufaladı ve Peygamberimiz'e,
- Şunu görüyor musun! Allah, bu hale gelen şu kemiği mi diriltecek? dedi.
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de, onun bu azgınlığı karşısında,
- Evet diriltecek ve seni de cehenneme atacak" diye cevap verdi.
Peygamberimiz'in bu sözünü duyan Übey fena halde kızdı ve
- Lat ve Uzza hakkı için seni öldüreceğim, dedi. Peygamberimiz de,
- Beni öldürmeye senin gücün yetmez. Ama inşallah ben seni öldüreceğim ve ateşe teslim edeceğim, dedi.
Bu konuşmadan sonra bir gün Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun bulunduğu yerden geçiyordu. Übey de o sırada özenerek atına bakım yapıyordu. Peygamberimiz, (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
- Ya Übey, bu ata niçin o kadar özenerek bakım yapıyorsun? diye sordu. Übey,
- Buna binip seni öldürmek için, dedi. Peygamberimiz de eskisi gibi,
- Hayır! Allah'ın izniyle kesin olarak ben seni öldüreceğim, diye cevap verip yoluna devam etti.
Aradan epey bir zaman geçtikten sonra Uhud Harbi meydana geldi. Übey ibni Halef de müşriklerle beraber Peygamberimizle harbetmek için Uhud' a gelenler arasındaydı. ..
Harb başladı; iki ordu birbirine girdi. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o sırada Übey ibni Halef ile karşılaştı. Bir harbe ile onun boynuna vurdu. Übey'in boynundan kan akmaya başladı. Bunun üzerine, "Muhammed nereye gitti? Bana mızrakla vurdu" diye yüksek sesle bağırmaya başladı.
O sırada müşriklerin başkumandanlığını Ebu Süfyan yapıyordu. Onun bağırmasını duyunca şöyle dedi:
- Ya Übey! Lat ve Uzza hakkı için söyler misin, bu vaziyet ne! Senin hiç izzet ve şerefin yok mu! Bu küçücük yara insana acı bile vermez. Bu küçük yaraya dayanamıyor, bir de öküz gibi bağırıyorsun. Bu kadarcık yara, oynarken birbirlerini döven çocuklarda bile olur ...
Übey ibni Halef şöyle dedi:
- Ya Eba Süfyan! Ben bu yaradan dolayı bağırmıyorum. Bu yaradan dolayı ağlamıyorum. Muhammed bana, ‘Sen bu atın üzerindeyken, seni öldüreceğim' demişti. Ben biliyorum ki, Muhammed hiç yalan söylemez. Benim esas büyük yaram kalbimde.
Nitekim boynundaki o yara ona ölüm tesiri yaptı ve o yaranın tesiriyle ölüp gitti...
Hz. Allah (c. c. ) bu ayeti o kafire cevap olarak indirdi. Yani şöyle buyuruluyordu:
O kafir kendisini bir damla sudan yarattığımızı bilmiyor da mı düşman oluyor?
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ
{٧٨}
78) (O) kendi yaratılışını unutarak bize misal getir(meye kalkış)tı. Şu kemikleri hem de çürümüşken kim diriltecek dedi.
Ayetin son kelimesi, failinden ma'dul olup "Ramimetün" değilde Ha harfi olmaksızın "Ramim" şeklinde gelmiştir. Meryem Suresi'nin 28. ayetinde de aynı durum vardır. "Ve ma kânet ümmüki bağıyyen" şeklinde gelen bu ayetteki son kelimede de Ha harfi düşmüş ve "Bağıyyeten" yerine "Bağıyyen" şeklinde gelmiştir.
Hz. Allah, din düşmanına cevap olmak üzere peygamberine hitaben şöyle buyuruyor:
قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنْشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ
{٧٩}
79) (Rasülum) De ki, onları ilk defa yaratan diriltecek. O her yaratmayı bilendir.
Ya Muhammed! O Übey ibni Halef'e, "O kemiği ilk önce yaratan diriltecek" de. O Allah her yaratmayı bilir. Bir damla sudan şekil yaratan o Allah'ın, topraktan yaratmaya gücü yetmez mi? Bir şeye şekil verenler, toprak veya çamurdan meydana gelen bir şeye bir şekil verebilirler ama sudan bir şey yapıp ona şekil veremezler. Allah (c.c.) ise, insanı sudan yaratıp ona bir şekil vermiştir. Allah'ın her şeye gücü yeter.
الَّذِي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ
{٨٠}
80) Size yeşil ağaçtan ateş çıkaran odur. Şimdi siz ondan (çakıp) ateş yakıyorsunuz; düşünebiliyor musunuz?
İbni Abbas (r.a.) Hazretleri buyuruyor ki, "Karada biten iki çeşit yeşil ağaç vardır. Birine Merh, diğerine Afar denir. Ateş yakmak isteyenler, onlardan misvak gibi iki dal keserler. Kestiklerinde su damlar. İkisi birbirine sürtülünce Allah'ın izniyle ateş çıkar. Bundan, ateş tutuştururlar. Hikmet sahibi alimler, "Üzüm hariç her ağaçta ateş vardır." diyorlar. Bunun için Araplar, her ağaçta ateş vardır derler.
Aynı şeyde hem su hem ateş yaratan Allah, elbette ölüleri diriltmeye de kadirdir. Hz. Allah (c.c.) insanların diriltilmesinden sonra ondan daha büyük olan bir şeyi hatırlatarak şöyle buyuruyor:
أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ بَلَى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ
{٨١}
81) Gökleri ve yeri yaratan (Allah), onlar gibisini yaratmaya (ahirette diriltmeye) kadir değil midir? Elbette (kadirdir) O (her şeyi) yaratan ve bilendir.
Kıraat alimlerinden Yakub Hazretleri, "Bikaadirin" kelimesini ya harfiiyle "Yakdürü" şeklinde fiil olarak okuyordu. Mana ise yine aynı şekilde "Elbette .. O Allah buna kadirdir. İlk defa yarattıktan sonra yine yaratır" demektir. Ve O Allah, yarattığı her şeyi bilir.
Gökleri ve yeri yaratmaya gücü yeten, öldükten sonra insanı tekrar diriltmeye kadir değil midir? O her şeye kadirdir.
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
{٨٢}
82) Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece “Ol” demektir. O da hemen oluverir.
Yani, Allah bir şeyi yokluktan varlığa çıkarmak istediği zaman, her hangi bir alete, fikre veya yardımcıya muhtaç olmaz. Sadece "Ol" emrini verir; ve hiç gecikmeden o anda oluverir.
"Ol" emriyle kastedilen mana şudur: Hiç bir benzeri olmadığı halde, yaratılmış olmaktır.
Tefsirü't-Teysir de deniliyor ki: "Ol" emrinin verilmesiyle beraber, Allah’ın emrettiği şey derhal olur. Yani mevcut olanların yaratılması, bir konuşma bile mümkün olmadan, sür’atle meydana gelir.
Bazı İslam büyükleri diyorlar ki: Bir şey yaratmak istediğini meleklerin de duyup bilmeleri için, Allah bir şey yaratacağı zaman “Ol” emrini verir. Bu, adetüllah yani Allah'ın kanunudur.
فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
{٨٣}
83) O halde, her şeyin mülkü ve hükümdarlığı kendi(kudret) elinde bulunan (Allah'ın) şanı çok yücedir. Siz ancak ona döndürüleceksiniz.
"Sübhan" lafzı, tenzih (noksan sıfatlardan uzak kılmak) ve taaccub (hayret) manalarına gelir. "Rahman" kelimesinin rahmet manası taşıdığı gibi, "Meleküt" de mülk demektir. Böyle olunca, ayetin manası şöyle olur:
"Mülk ve saltanat başkasına değil ancak Allah'a aittir. Kıyamet gününde kulların hepsi Allah'a döndürülür ve amellerine göre karşılık görürler. Amelleri hayırsa karşılığı mükafat, amelleri şerse karşılığı azab olur.
Ayetin sonundaki "Ona döndürüleceksiniz" ifadesi, salihler içi nimete kavuşma vadi, zalim ve asiler içinse azaba uğrayacaklarına dair bir tehdittir.
* * *
Peygamberimiz'den şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir:
"Ölülerinizin üzerine Yasin suresi okuyunuz."