إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ
{٥٥}
55) Doğrusu cennet ehli o gün güzel bir meşguliyet (nimet ve saadet) içinde zevklenmektedirler.
Bu ayetten anlaşıldığına göre, cehennemlikler azap içindeyken, cennetlikler onlardan uzak olarak çeşitli meşguliyetler içinde olacaklardır. Bu meşguliyetin nasıl olacağı hakkında çeşitli görüşler vardır.
İbni Abbas (r.a.) HZ.nin görüşü şöyledir:
Allah'ın rahmeti içinde, nehirler kenarında ve ağaçların gölgeleri altında, bakirelerle vakit geçirmekle meşguldürler.
İbni Keysan'ın görüşlü şöyledir:
Cennetlikler birbirlerini ziyaretle meşgul olacaklardır.
Diğer bir görüşe göre, Allah'ın kendilerine verdiği ziyafetle meşguldürler.
Başka bir görüşe göre, cehennem ehli ateş içindeyken, onlar cehennemlikleri hatırlamaktan uzak, eşleri ve çoluk çocuklarıyla meşgul olacaklardır. Cehennemlikleri hatırlayıpta üzülmesinler ve tam manasıyla cennet nimetlerinin zevkini tatsınlar için, Allah onlara cehennemlikleri unutturacaktır. Çünkü, cennet üzüntü, gam-keder yeri değildir.
"Meşguliyet içinde zevklenmektedirler" demek, "Nimetlere dalacaklar, ferah içinde olacaklar" demektir.
İmam Dahhak, "Beğendikleri, razı oldukları nimetler içinde olacaklardır" diyor.
* * *
İbni Kesir ve İbni Ömer Hz. diğer alimlerden ayrı olarak, ayetteki “Şuğulin" kelimesini, "Şuğlin" şeklinde okumuşlardır. Her iki okuyuş da caizdir.
* * *
İmam İbni Cafer, ayetteki "Fakihun" kelimesini "Fekihun" şeklinde okumuştur. Fakat ikisinin manası da aynıdır. Aynı manaya gelen “Hazir”ve "Hazr" kelimeleri gibi ki, bu kelimelerin ikisi de "Korkan" demektir.
هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِئُونَ
{٥٦}
56) Kendileri ve zevceleri gölgelerde tahtlara (koltuklara) kurulup yaslanmışlardır.
Cennetlikler, eşleriyle beraber cennet ağaçlarının gölgeleri altında zevk süreceklerdir. Süslenmiş gelin odasında döşekler üzerinde olacaklardır.
Salebe diyor ki, "Buradaki taht (koltuk), üzeri süslü koltuklardır."
* * *
İmam Hamza ve Kisai Hazretleri, ayetteki "Zılal" kelimesini, Zı harfinin ötresiyle "Zulelin" şeklinde okumuşlardır. Zulel, zulle kelimesinin çoğuludur.
لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَ
{٥٧}
57) Onlar için orada meyve(ler) var. Hem orada ne isterlerse hepsi var.
İbni Abbas (r.a.) Hazretleri'nden şöyle rivayet ediliyor ki:
"Cennetlikler cennette bir şey arzu etseler, onu dilleriyle istemeden, kalblerinden geçer geçmez, o istedikleri hemen önlerin gelir. "
Yani, ne isterler ne arzu ederlerse, kendilerine verilir.
Allah, "Ey kullarım! isteyin benden istediklerinizi" der. Kullar da isteyeceklerini isterler.
Hz. Allah, "Ey kullarım! Size istediklerinizi verdim; benden razı mısınız?" der.
Cennetlikler derler ki, "Senden kim razı olmaz! Kimseler vermediğini bize verdin. Senden nasıl razı olmayalım."
Allahü Teala buyurur ki, "Size, daha önce verdiğimden daha fazla bir şey vereceğim."
Cennetlikler, "Ya rabbi, bundan daha fazla ne olabilir?" derler. Allahü Teala buyurur ki, "Sizden razı oldum. Artık size ebedi olarak gadaplanmayacağım."
* * *'
Enes (r.a.) Hz.den rivayet ediliyor:
"Cennette miskten bir vadi vardır. Cuma günleri, nurdan minberler ile süslenir. Peygamberler, alimler, şehidler ve mü'minler, bu minberlerin üzerinde Allah'ı zikreder, tesbih ve hamd ederler.
Allahü Teala, "Ey Kullarım! isteyin benden" buyurur.
Onlar,
"Ya rabbi, senin bizden razı olmanı isteriz" derler.
Hz. Allah (c.c.)
"Sizden razı oldum ve cennetimi size helal ettim" der. Sonra cennetin bekçisi ve kapıcısı Rıdvan ismindeki meleğe,
"Ya Rıdvan, dostlarıma ikramda bulun" buyurur.
Cennetin vazifelileri çeşit çeşit yiyecek ve içecek getirirler. Cennet ehli yerler, içerler, sürur ve sevinçle Allah'a şükrederler.
Cemal-i İlahi
Cennet ehli bu yeme içmeden ayrıldıktan sonra, Allah (c. c. ) buyurur ki:
"Ey kullarım isteyin benden, istediğinizi vereyim."
Kullar,
"Senin cemalini isteriz" derler.
Bunun üzerine, Hz. Allah cemalinin görülmesine engel olan perdeleri kaldırır ve cennetlikler Allah’ın izni ile rablerinin cemalini ayın bedir halindeki vaziyeti gibi görür ve bakarlar. Bu görüş ve bakış, herkesin manevi derecesine göre olur.
İlahi cemali görünce hemen secdeye kapanırlar. Allahü Teala der ki:
"Ey kullarım! Kaldırın kafalarınızı. Şu an secde ve rüku zamanı değil, celal sahibi olan Allah'ın cemalini seyretme zamanıdır."
İşte bu an, Allah'ın onlardan onların da Allah'tan razı oldukları zamandır.
Bunu bize de nasip eyle Allahım ...
سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
{٥٨}
58) Çok merhametli olan rabbin katından (onlara) söylenen söz "Selam"dır.
Yani Hz. Allah onlara bizzat söz olarak selam verir.
Hz. Cabir'den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) haber vermiştir ki,
"Cennetlikler cennette nimetlere dalmış ve zevk içindeyken, bir ara bir nur parlar. Başlarını kaldırdıklarında, Hz. Allah'ın cemalinin tecelli etmiş olduğunu görürler. Allah (c.c.), "Selamün Aleyküm ey cennet ehli" diye selam verir. Ayetin manası işte budur.
Allah (c.c.) onlara, onlar da Hz. Allah'ın cemaline nazar ederler. Allah'ın cemaline baktıkları sürece, cennet nimetlerinden hiç birine ilgi duymazlar. Çünkü, Allah'ın cemalini seyretmenin zevk ve lezzetiyle, cennet nimetlerini unuturlar. Hz. Allah’ın cemali gözlerinden kaybolana kadar bu vaziyette kalırlar. Sonra Allah'ın cemali kaybolursa da nuru ve bereketi, ikinci, üçüncü.. seyredişe kadar cennetliklerin üzerinde devam eder."
Bu hususta, cennet ehline meleklerin Allah'ın selamını getirecekleri rivayeti de vardır. Nitekim, alimlerimizden Mukatil Hazretleri diyor ki: Melekler, her kapıdan cennetliklerin yanına girerler ve "Ey Cennet ehli, çok merhametli olan rabbinizden size selam ... " derler.
* * *
İbni Abbas (r.a.) Hazretleri diyor ki, "Cennetlikler içinde derecesi en aşağı olanın, 70 tane kapıcısı/bekçisi olacak. Melekler, cennetlikleri ziyaret etmek isteyecekler. Bekçiler, ziyaret için gelen meleklere, "Şimdi ziyaret zamanı değil; gidin. Şu anda mü'minler hurilerle sohbet ediyorlar; onlarla beraberler" diyerek gönderirler. Melekler daha sonra gelirler; mü'minlere Allah'ın selamını bildirir, Allah’ın hediyesini verirler. Ve "Allah sizden razıdır" derler.
İşte bu, yukardaki ayetin başka bir manasıdır. Bundan sonra şöyle bir ilan yapılır:
“Eeey cennet ehli!
Bundan sonra size ebedi olarak sıhhat ve selamet var.
Artık ihtiyarlamayacak ve ölmeyeceksiniz.
Bu günden sonra size ne gam, ne keder ve ne hastalık var.
Devamlı olarak hayır ve bereketler içinde olacaksınız.
Yiyecek içeceksiniz, ama küçük ve büyük abdest ihtiyacınız olmayacak. Sizde balgam, salya, sümük gibi şeyler de olmayacak.
Kirlenmeyeceksiniz. Bit-pire de görmeyeceksiniz.
Bundan sonra sizin nefesleriniz tesbihtir; terleriniz misk ü anber gibi kokacaktır. "
* * *
Cennetliklerin vücutlarında kaş, kirpik ve saçtan başka kıl olmayacak.
Boyları -Adem Aleyhisselam gibi- 60 zira olacaktır.
(Bir zira' 75-90 cm. arasında değişen bir uzunluk ölçüsü olduğuna göre, 60 zira' en az 45 en fazla 54 m. dir.)
Hepsi, İsa Aleyhisselam'ın göğe yükseldiği zamanda olduğu gibi 32 yaşında olacak.
Hepsi Yusuf Aleyhisselam gibi güzel olacak. (Dünyada en güzel insan Yusuf Aleyhisselam'dı) Sesleri Davud Aleyhisselam'ın sesi gibi olacak.
(Gelmiş geçmiş en güzel sesli insan Davud Aleyhisselam'dı)
Ahlakları, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam'ın ahlakı gibi olacak.
(Dünyada en güzel ahlaka sahip olan, Peygamberimiz'di.)
* * *
Saidi Hudrı (r.a.) Hazretleri'nden rivayet ediliyor:
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki, "Cennet ehlinin en küçük odası, tek inciden 72 kubbelidir. Her kubbenin içinde kırmızı yakuttan bir kürsü vardır. Her kürsüde altınlı atlastan ve ak atlastan, 70 tane ipekli yatak vardır. Yatakların her tarafında nefis kumaşlardan yastıklar vardır. Her yatakta huriler vardır. Her hurinin üzerinde 70 kat elbise vardır. Elbiselerinin dışından, hurilerin vücutları, hatta kemiklerinin içindeki ilikleri görülür. Bu hurilerden birisi, dünyaya bakacak olsa, bu hurinin yüzünün parlaklığından ayın ve güneşin ışığı yok olur. Ağzının ıslaklığından dünyaya bir damla düşecek, olsa, onun tatlığından denizlerin suları tatlılaşır.”
* * *
Başka bir rivayet:
Her mü'minin cennette inciden bir çadırı vardır. Çadırların genişliği 70 mil olup her çadırın etrafında kürsüler vardır. Her kürsüde sadece sahibinden başka kimseye bakmayan huriler vardır.
Cennet içecekleri
Cennette 4 nehir vardır: Bal nehri, süt nehri, şarap nehri, su nehri…
Ağaçlar arasında fışkıran kaynaklar ile, bağ, bahçe, bostanlar ve saraylar içinde akan nehirlerin hepsi bu dört nehirden ayrılır.
Bir rivayete göre, cennette sadece bir nehir olup, suyunda 100 çeşit lezzet vardır.
İnsan suresi 17. ayette zikredilen zencebil, 18. ayette zikredilen selsebil ve Mutaffifin suresi 25. ayette zikredilen rahıyk-ı mahtum denilen içecekler, yukarıda anlatılanlardan ayrıdır.
(Selsebil, içimi gayet rahat güzel bir içecek; zencebil, içine zencefil karıştırılmış bir içecek demektir. Rahıyk-ı mahtum ise, ağızları mühürlü, neşe verip sarhoşluk vermeyen ve içiminin sonu misk gibi olan cennet şarabıdır.)
Cennetlikler cennete girince ilk önce süt nehrinden içerler. Çünkü süt, insanın dünyada aldığı ilk gıdadır. İkinci olarak bal nehrinden içerler. Çünkü bal, dünyada şifa sebebidir. Ondan sonra su nehrinden içerler. Çünkü hayat dünyada su ile mümkündür. Son olarak da şarap nehrinden içerler. Çünkü şarap, zevk ve rahatlık verir. Cennette zaten zevk, sevinç ve rahatlık yeridir.
Cennet ehli bu nehirlerden içince, kalplerinde gam, keder gibi şeylerden eser kalmaz.
Cennet Çarşıları
Said ibni Müseyyeb (r.a.), Hz. Ebu Hüreyre'den (r.a.) şunları işittiğini söylüyor:
“Ebu Hüreyre bana, 'Ey Said! Allah'tan, ikimizin cennetin çarşısında beraber olmamızı iste” dedi. Ben, 'Ya Eba Hüreyre, cennetin çarşıları mı var?’ dedim. ‘Evet; cennetlikler her Cuma güzellik çarşılarında dolaşırlar. Arşın altından bir rüzğar eser ve cennet ehlinin üzerine misk ve anber kokuları yayar. Bu çarşılarda cennet ehline başlarından dökülürcesine çeşitli elbiseler verilir. Cennetlikler bu elbiseleri giyer,, buraklara biner ve bu çarşılardan ayrılırlar. Kendi yerlerine varınca, hanımları, "Yüzünüzün güzelliği daha da artmış" derler. Onlar da hanımlarına, "Siz de daha güzelleşmişsiniz; bizim gibi sizin güzelliğiniz de artmış" derler.
Cennette Seyahat
Melekler, Cuma günleri cennetliklere kanatlı buraklar (binitler) getirirler. Mü'minler bu buraklara binip uçarlar. Yolculukları esnasında, kendisinden nehirler çıkan, kaynaklar fışkıran şekerden bir dağa rastlarlar. Bu dağda çeşit çeşit ve renk renk ağaçlar, ağaçların dallarında güzel nağmelerle öten çeşit çeşit kuşlar vardır. Buraklardan inip buradaki nehir ve kaynaklardan içerler. Önlerine getirilip ikram edilen kuş etlerinden yerler. Sonra buraklara binip oradan ayrılırlar.
Giderlerken, önlerine miskten bir dağ çıkar. Selsebil ve zencebil bu dağın altından çıkmaktadır. Burada, kırmızı yakuttan saraylar, kubbeler ve kürsüler görürler. Bu dağın altından, mü'minlerin üzerine tatlı bir rüzgar eser. Sonra, şimşek gibi peş peşe nurlar parlar. Bu nurların içinde, temiz şaraplar/içecekler bulunan kadehler vardır. Bu dolu kadehler mü'minlerin ellerine verilir. Fakat, bu kadehleri kimin verdiği bilinmez. Sonra şöyle bir ses gelir:
"Ey dünyadayken Allah'tan korkanlar! Dünyada bunların tadından mahrumdunuz. Şimdi bu temiz şaraptan için; cennet nimetlerinden yeyin."
Cemal-i İlahiyi Seyir
Bunun Allah tarafından olduğunu anlayan mü'minler derler ki "Ey rabbimiz! Dünyadayken, bize cennette cemalini göstereceğini va'detmiştin. Sen sözünden dönmezsim.”
Bu sırada, önlerinde, içinde nurlar bulunan bulut gibi bir şey bulunmaktayken, perdeler kaldırılır ve Allah'ın cemalinin nurları bedir halindeki ay gibi apaçık tecelli eder. Mü'minler, anlatılması mümkün olmayan bir şekilde, cihetten münezzeh olarak Allah'ın cemalini görünce, hayran kalıp iltica eder ve öyle bir sayha (haykırış, şiddetli ses) atarlar ki, sesleri taa arşa ulaşır.
Sonra, önce kendilerine sunulan temiz şaraptan içerler. İçince akılları başlarına gelir; ayılırlar. Tekrar cennet nimetlerine dalar ve güzel rızıklardan yerler.
Esas meseleye dönelim ...
Allah (c.c.) kıyamet meydanında kullarını süal ve hesaplarını bitirdikten sonra, melekler insanları ayrılık yerine getirirler. Orada Allah tarafından şu hitap gelir:
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
{٥٩}
59) Ayrılın bugün ey mücrimler (günahkarlar) !
Ebü'l-Aliye Hazretlerine göre, "Ayrılın" manasına gelen "Vemtazü" kelimesi, "Ayrılın" Mukatil Hazretlerine göre, "Bugün salihlerden uzak durun" demektir.
Süddi Hazretleri," Ayrı ayrı olun" manasını veriyor; Zeccac Hazleri ise, "Mü'minlerden ayrılın demektir" diyor.
Dahhak Hazretleri diyor ki:
Cehennemde her kafirin ateşten bir evi vardır. Kafir o eve konulduktan sonra, kapısı ateşle kapatılır ve kafirler orada ebedi (sonsuz) olarak kalırlar. Oraya kapatıldıktan sonra ne o kimseyi görür, ne de kimse onu.
Kafirlerin Mü'minlerden Ebedi Olarak Ayrılmaları
Allah (c. c.) buyurur ki:
"Ey mücrimler! Dünyada, kabirde ve kıyamet gününde, salihlerle beraberdiniz. Şimdi onlardan ayrılın bakalım. Çünkü sizin gideceğiniz yer cehennem, onların gidecekleri yer cennet. Onları artık ebedi olarak göremeyeceksiniz."
Mücrimler bunu duyunca dehşete düşerler. Sonra zebaniler gelir kuşların çekirgelerden ayrıldığı gibi, bu mucrimleri salihlerden ayırırlar.
Velhasıl .. Cennete ve cehenneme gidecek olan dostlar dostlarından, babalar evlatlarından, koca karısından, kardeş kardeşten ayrılır.
Bu ayrılma zamanı gelince, "Eyvaah! Vay halimize .. " diye ağlamaya, yalvarmaya başlarlar. Bu yalvarmaların hiç bir faydası olmayacağını görünce, zebanilere,
"Ey zebaniler, bize biraz izin verin de yakınlarımızla vedalaşalım" derler.
Allah'ın müsade etmesiyle, onlara bu izin verilir. Yüzlerini birbirlerinin yüzlerine sürerek, kollarını birbirlerinin boyunlarına dolayarak uzun uzun ağlarlar. Bu ağlama 40 sene sürer. Öyle ki, kah akılları başlarından gider, kah gelir.
Ayrılma zamanı gelince -ayette bildirildiği gibi- şöyle nida edilir "Ayrılın bugün ey mücrimler (günahkarlar) !
Ayrılırlar ve cehennemlikler sol yola yani cehennem yoluna, cennetlikler ise sağ yola yani cennet yoluna giderler ...
* * *
Eserlerde geçtiğine göre, cehennemlikler üçe ayrılacaklardır: Yaşlılar, gençler, kadınlar. Cehennem yollunda en önden ihtiyarlar, onların arkasından gençler, en arkadan da kadınlar giderler. Cehennem zebanileri ihtiyarları sakallarından, kadınları da saçlarından tutup tutup cehenneme atarlar.
Cehenneme atılmadan önce, zebanilerden, "Bize biraz izin verinde kendi halimize ağlayalım" diye izin isteyeceklerdir. Kendilerine bu izin verecektir. O zaman öyle çok, öyle şiddetli ağlarlar ki, gözlerinden içinde gemiler yüzecek kadar yaş akar ...
Bundan sonra Allah'tan şu hitap gelir:
أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَابَنِي ءَادَمَ أَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ
{٦٠}
60) Ey Adem oğulları! Ben size şeytana kulluk etmeyin; çünkü o size açık bir düşmandır, demedim mi!
Ayetteki bu ifade, "Ey Adem oğulları! Size şeytana uymayın, Allah’a isyan etmeyin diye emretmedim mi? Şeytanın sözünü tutmayın; onun size düşmanlığı gayet açık demedim mi?" demektir.
وَأَنِ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ
{٦١}
61) Bana kulluk edin; doğru yol budur demedim mi?
Buradaki mana da şu demek: "Bana itaat edin; kurtuluşunuz sadece bizim emrimize ittattedir" diye emretmedim mi?
وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ
{٦٢}
62) Böyle iken, yemin olsun ki, o sizin içinizden birçok kimseleri saptırdı. O vakit siz hiç düşünmüyor muydunuz!
Burada, helak olan kavimleri hatırlatma var. Yani şu hatırlatılıyor: Şeytana uydukları için nice toplulukların helak olduğunu bilmiyor muydunuz?
Bu insanlar cehenneme yaklaştırılınca onlara şöyle denilir:
هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
اصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
{٦٣-٦٤}
63-64) İşte va' dedildiğiniz (tehdit edildiğiniz) cehennem budur. Küfrünüz sebebiyle bugün girin oraya.
Dünyadayken putlara tapmıştınız. Şimdi o kafirliğiniz sebebiyle cehenneme girin denilince, kafirler böyle yaptıklarını ve şeytana uyduklarını inkar edecekler ve "Allah"a yemin olsun ki, biz rabbimize şirk koşmadık" diyecekler. (En'am, 23)
Bundan sonra ne olacağını Hz. Allah (c. c. ) şöyle haber veriyor:
الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
{٦٥}
65) O gün onların ağızlarını (kapatır) mühürleriz. Yaptıkları şeyleri elleri bize söyler, ayakları da şahitlik
El, "Ya rabbi, puta gitti ve benimle dokundu" der; ayak, "Puta gitmek için benimle kalktı" der; kafa, "putun karşısında benimle eğildi" der.
Böylece, aleyhlerindeki bütün deliller ortaya çıkınca, Allah (c.c.) zebanilere, "Onları şiddetle cehenneme atın" diye emreder. Zebaniler, bir defada on bin asiyi cehenneme atarlar. Bir kısmı diz kapaklarına kadar, bir kısmı göbeklerine kadar, bir kısmı boyunlarına kadar ateşe gömülür. Bazılarını ise ateş tamamen yutar ve cehennemliklerin üzerinde kubbe gibi olur. Artık onları oradan kurtaracak hiç bir kurtarıcı kalmamıştır.
Azabın Şiddeti
Cehennem azabının şiddeti hakkında Peygamberimiz' den şu izah rivayet ediliyor:
Ömrünü her türlü sevinç ve rahatlıkla geçiren yani her zevk ve eğlenceyi tatmış olan cehennemlik bir kişi, cehenneme atılıp hemen geri çııkarılır. Ondan sonra ona, "Dünyadayken rahat mıydın?" diye sorulur. O kişi, cehenneme bir an için atılmasının tesiriyle, o kadar acı duyar ki, dünyada yaşadığı bütün rahatlığı unutup "Ben dünyada hiç rahatlık görmedi” der.
Ey aziz kardeş! Cehennem ateşini hatırlamak bile insanı ürpertirken, kim bilir onu görmek nasıldır! Görmekten de öte, ona ebedi olarak atılanın hali nice olur?
* * *
Cehennem zebanilerinden birisi dünyaya bir defa bakacak olsa, dünyadaki bulunun herkes onun heybetinden ölür.
* * *
Cehennem rüzgarlarından bir rüzgar dünyada bir defa esecek olsa, onun kötü kokusunun tesiriyle dünyada bulunan bütün canlılar ölür.
* * *
Cehennemdeki bir bukağı (pranga) dünyadaki dağlardan birinin üzerine konsa, o dağ tuzun suda eridiği gibi erir.
* * *
Cehennemdeki zakkum ağacının meyvesinin bir damlası dünyaya düşse, dünyada yaşayanların yediklerinin hepsi zakkum gibi acı olur. Bu durumda, onların elbiseleri ve yiyecekleri nasıl olur! ..
* * *
Cehennem böyle olduğuna göre, cehennemliklerin hallerinin nasıl olacağını düşünmek gerek.
* * *
Ebü'd-Derda (r.a.) Peygamberimiz'den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şu haberi rivayet ediyor:
Cehennemliklere açlık azabıyla azap edilir. Açlık azabı öyle bir azaptır ki, bu azap cehennemliklere diğer azaplardan daha şiddetli gelir.
Bu azaba dayanamayıp ağlar ve yiyecek isterler. Zebaniler de onlara "darı'" denilen yosun türü ottan getirirler. ‘Darı', acılığından ağaza alınmayan, açlığı gidermeyen ve besleyici olmayan bir şeydir.
Onu yiyen devenin boğazında kalır ve o deve ölür. Bunu cehennemlikler yediklerinde onların da boğazlarında kalır. Bunun üzerine su isterler. Onlara, içinde hamım (kaynar su) bulunan kaplar getirilir. Onu içmek için daha ağızlarına yaklaştırdıklarında, o suyun sıcaklığının şiddetinden yüzlerinin derileri kabın içine dökülür. Suyu içtikleri zaman, bağırsakları vücutlarının içinde parça parça olur. Bunun acısıyla, yardım etmeleri için zebanilere bakmaya ve yalvarmaya başlarlar. Zebaniler de onlara,
"Dünyadayken sizi bu azabın şiddetinden korkutan kimseler gelmedi mi?" diye sorarlar.
Onlar,
"Geldi, gelmesine geldi, ama biz o peygamberleri dinlemedik ve sözlerini kabul etmedik" derler.
Zebaniler,
"Öyleyse artık şimdi' feryat etmenin, yalvarmanın size hiç faydası olmaz" derler.
Bunun üzerine, cehennem zebanilerinin (meleklerinin) reisi olan Malik’e yalvarmaya başlarlar. Fakat, Malik onlara bin sene cevap vermez. Bin sene sonra, "Siz burada devamlı kalacaksınız" diye cevap verir.
Ondan da bekledikleri cevabı alamayan cehennem ehli, bu sefer Hz.Allah' a yalvarır ve "Ey rabbimiz! Azgınlığımız dünyada bize ağır bastı ve biz sapık bir topluluk olduk" diyerek suçlarını itiraf eder ve “Ya rabbi, ne olur bizi buradan çıkar. Çıktıktan sonra eğer sana karşı gelirsek, elbette zalim olmuş oluruz. Eğer yine isyan edersek, bizi cehennemine at ve her türlü azabı tattır" derler.
Bu şekilde, kendilerine hiç cevap verilmeden bin sene yalvarırlar. Bin sene sonra Allah (c. c. ) tarafından şu şekilde azarlanırlar:
“Kesin sesinizi! Konuşmayın!" (Mü'minun, 108)
Bunun manası, "Burası bir şey isteme yeri değildir. Hor /hakir olun. Benden uzak olun!"
Bundan sonra, konuşamaz olurlar. Kendilerinden sadece eşek sesi gibi sesler çıkar. Ve, bütün iyiliklerden mahrum olurlar. ..
* * *
Ey aziz kardeşim! Yukarıdaki izahlarla dahi cehennemi anlatmak mümkün değilken, orada bir an olsun bulunmak nasıl mümkün olabilir!
Peygamberimiz'den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle rivayet ediliyor:
"Bu dünyadaki ateşlerin sıcaklığı, cehennem ateşinin sıcaklığının yetmişte biridir. Bu dünyadaki ateşler, yetmiş defa yıkandıktan ve sıcaklığı alındıktan sonra cehennemden dünyaya gönderilmiştir. "
Eserlerde şu bilgi veriliyor: Cehennemde azap gören bir kimse, o azaptan çıkarılıp dünya ateşinin ortasına atılsa, bu ateş ona son derece rahat geleceğinden, bir tarafından diğer tarafına dönmeksizin kesin olarak yetmiş sene uyur. ..
Allah (c. c.) hepimizi cehennem ateşinden lütfu ve keremiyle muhafaza buyursun ...
وَلَوْ نَشَاءُ لَطَمَسْنَا عَلَى أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَأَنَّى يُبْصِرُونَ
{٦٦}
66) Eğer dilesek, onların (inkarcıların) gözlerini, üzerlerinden silme kör ederdik de yolda koşuşup dökülürlerdi. Artık yolu nasıl göreceklerdi?
Ayette geçen "Tams" kelimesi, "Gidermek" manasınadır. Zahiri gözlerini, göz çukuru ve gözün yarığı yani yuvası olmayacak şekilde gidermiş olsak, demektir.
Allahü Teala başka bir ayette şöyle buyuruyor:
"Allah dileseydi elbette onların işitmelerini ve görmelerini giderirdi." (Bakara, 20)
Yani Allahü Teala "Onların kalplerini kör ettiğimiz gibi zahiri gözlerini de kör etseydik, yola girdikleri zaman nasıl görecekler di?" buyuruyor.
İbni Keysan Hazretleri ayet-i kerimeye şu manayı veriyor:
"Gözlerini kör etseydik ... Yani dileseydik onları doğru yoldan saptırırdık. Onları terk etseydik, tereddüt edeceklerdi. O takdirde doğru yolu nasıl bulacaklardı?"
Hasan-ı Basri ve Süddi'nin verdiği manalar da aynı.
İbni Abbas, (r. a.) Mukatil, Ata ve Katade Hazretleri ise şu manayı veriyorlar:
"Onların dalalete (sapıklığa) yönelen gözlerini yok ederdik. Onların gözlerini dalaletten hidayete çevirdik de doğru yolu gördüler. Yoksa nasıl göreceklerdi! Ben onlara böyle yapmadım."
Diğer bir rivayet:
"Biz isteseydik, oların gözlerini mahvederdik de yolda gitmek istedikleri zaman gidemezlerdi. Fakat biz onlara bunu yapmadık. Öyleyse niçin şükretmiyorlar?"
وَلَوْ نَشَاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلَى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِيًّا وَلَا يَرْجِعُونَ
{٦٧}
67) Yine dileseydik kılıklarını (isyankar) oldukları yerde (çirkin bir şekle çevirir) değiştirirdik (domuz veya maymuna çevirirdik) de ne ileri gidebilirlerdi ne geri dönebilirlerdi.
Eğer dileseydik, onları bulundukları yerde maymun ve domuz şekline çevirirdik.
Dileseydik, onları bulundukları yerde oturur şekilde taş yapardık da eski vaziyetlerine dönmeye imkan bulamazlardı.
Veya oradan gitmeye ve dönmeye güçleri yetmezdi.
Yani, onlardan önceki diğer kavimlerin şekillerini değiştirdiğimiz gibi, dileseydik onların şekillerini de değiştirirdik. Fakat böyle yapmadık.
Allah 'ın bu nimetlerine niçin şükretmiyorlar?
وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ أَفَلَا يَعْقِلُونَ
{٦٨}
68) Kime uzun ömür veriyorsak, onun yaratılışını aşağı ediyor (ihtiyarlığa getiriyor, gücünü azaltıyor)uz. (Buna da) hala akıl erdiremiyorlar mı?
Yaratılışının başına döndürürüz ve artık o bir çocuğa benzer. Yani hayatının ilk yıllarındaki vaziyete döner. Yetişkin bir insanken sahip olduğu güç ve kuvvetini noksanlaştırır, organlarının kuvvetini azaltır, zayıflaştırarak ilk yıllarındaki kuvvetsiz haline döndürürüz.
Allah (c. c. ) insanın her vaziyetine hakimdir. Ölümden sonra dirilmeyi daha ölümden önce takdir etmiştir. Bunu bilmiyorlar mı, bundan ibret almıyorlar mı?
Bu ayetteki "Nünekkishü" kelimesini, kıraat alimlerinden Hamza ve Asım Hazretleri dışındakiler, -birinci nunun üstünü, ikinci nunun cezmi, kafın da ötresiyle "Nenküsühü" şeklinde okumuşlardır.
Bu kelimenin masdarı (aslı) "Neks" dir. Neks de, günahın gitmesi yok olması demektir. Bu da şu demektir:
İnsanların günahlarını yazan kalem, amellerin yazıldığı sahife üzerinden kalkar. Küçük çocukların günahlarının yazılmadığı gibi, ihtiyarlamış olan müslümanların günahları da yazılmaz. Nitekim bir hadis-i Kutsi de Hz. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"İhtiyarlık benim nurumdur. Nurumu, narımla (ateşimle) yakmaya haya ederim."
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْءَانٌ مُبِينٌ
{٦٩}
69)Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik. Bu ona yakışmaz da. Onun getirdiği sade bir zikir (öğüt) ve apaçık bir Kur' andır.
Kelbi Hazretlerinin beyanına göre, bu ayetin iniş sebebi şudur:
Mekke kafirleri, “Muhammed şairdir; söyledikleri de şiirdir” dediler. Bunun üzerine Hz. Allah (c.c.) “Biz ona şiir indirmedik; şiir ona yakışmaz da” manasına gelen bu ayeti indirerek, onların sözlerini yalanladı. Çünkü şiir müttakilerin sözlerinden olmadığı için Hz. Peygambere yakışmazdı. Çünkü şiir onun için zor bir şey değildir.
(Güzel manalı şiirler, bu kötülenen şiirlerin dışındadır.)
Peygamberimiz, (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) "Sizin kin doldurmanız (akıtmanız), şiir söylemenizden hayırlıdır" manasındaki hadisi şerifleriyle, kelimeleri akıcı fakat manası kötü ve insanları kandırıcı şiirleri kasdetmektedir.
Başka bir hadisi şerif şu manadadır:
"Haya (utanmak) ve sükut imandan iki şube, hayasızlık ve, (insanları kandırmak için söylenen akıcı) söz / şiir de nifaktan iki şubedir. "
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki:
"Miracda, zebanilerin makasla bazı kimselerin dudaklarını kestiklerini gördüm. Cebrail'den, bu dudakları kesilenlerin kimler olduğunu sordum. Şairlerdir cevabını verdi."
(Bu azaba uğrayanlar, tabii ki bütün şairler değil, şiirleriyle insanları sapıtan şairlerdir.)
Alimlerimizden Muammer Hazretleri, Katade Hazretlerinin şöyle söylediğini naklediyor:
"Aişe (r. anha) Validemiz'e, 'Resulüllah (s.a.v) şiirle misal verir miydi? (şiir söyler miydi?)' diye soruldu. Hz. Aişe buyurdu ki, 'Kays oğullarına ait olan bir beyt hariç, Resulüllah şiiri hiç sevmezdi. "
Kays oğullarına ait olan beyt şudur:
سَتُبْدِى لَكَ ا لاَياَّمُ ماَكُنْتَ جاَهِلاً
وَيَاْتِيكَ بِالاَحْباَرِ مَنْ لَمْ تُزَوِّدُ
Geçip giden günler, bilmediğin şeyleri ileride sana anlatır.
Hiçbir ücret ödemediğin kimseler sana haber getirir.
Hz. Ebubekir, Resulüllah'ın zaman zaman kullandığı bu beyt hakkında "Ya Resulallah, bu şiir değil mi?" diye sordu. Peygamberimiz, (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), "Ben şair değilim; bana şiir yakışmaz da" buyurdu.
Rivayet ediliyor ki, Peygamberimiz herhangi bir beytle misal vermek istediği zaman, o beyt Allah'ın kudretiyle onun dilinde şiirden nesre (düz konuşmaya) dönerdi.
Buna bir misal:
Bir gün Hz. Resulüllah şöyle söyledi:
"Kefa bi'l-İslami ve'ş-şeybi li’l-mer'i nahiyen" (Kişinin kötülük yapmasına engel olucu olarak İslam ve ihtiyarlık ne güzeldir.)
Hz. Ebubekir, (r.a.) "Ya Resulallah, bu beytin sahibi onu şu şekilde söylemiş diyerek şu beyti okudu:
"Kefe'ş-şeybü ve'l-İslamü li'l-mer-i nahiyen".
Aynı beyti Hz. Resulüllah da okumak istediyse de aynen ilk okuduğu gibi nesir şeklinde okudu. Bunun üzerine Hz. Ebubekir Efendimiz , "Ya Resulallah, sana kimse şiir öğretmedi; zaten sana yakışmaz da" Dedi.
Hz. Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hayatında şu beytten başka bir beyit söylememiştir:
Ene'n-nebiyyü la kizb
Ene'bnü Abdülmuttalib
لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ
{٧٠}
70) (Kalbi ve ruhu) diri olan kimseler uyarılsın ve kafirlere/inkar edenlere (Allah'ın azap sözü) hak (gerçekleşmiş) olsun diye.
Medine ve Şam kurraları, ( Kur'an okuma alimleri) ve imam Yakub Hazretleri, ayetteki "Liyünzira" kelimesini "Litünzira" şeklinde okumuşlardır.
Birinci okuyuşa göre mana, "Diri olanlar uyarılsın için" demek olur. Böyle olunca, ayetin manası şöyle olur:
"Biz, mü'minleri Kur'an'la uyarması ve cehennem azabından korkutması için Muhammed Aleyhisselam'ı gönderdik. İman etmeyen ve küfür ve inkarda israr edenlere ise artık azap kesindir."
İkinci okuyuşa göre ise, "Diri olanları senin uyarman için" demek olur. İnsanların uyarılması Peygamberimiz vasıtasıyla olacağından, kastedilen manaya ikinci okuyuş da uygun düşmektedir.
"Diri olanlar"dan maksat, kalbi diri olanlar yani mü'minlerdir. Çünkü, kafirler ölü gibidir. Zira onlar ne düşünür ne tefekküre dalarlar.