Ana ve babaya ihsan etmek farzdır. Âyet-i Celîle’de: “Allah’a kulluk edin. O’na hiç bir şeyi ortak
koşmayın. Ana-babaya da ihsanda bulunun...” (S. Nisa 36) buyurulmuştur.
Bâyezid-i Bestâmî K.S. çocukluğunda mektepte “Bana ve ana babana şükret...” (S. Lokman 14) âyet-i celîlesini okuduğunda mânâsını hocasından sordu. Hocası Cenâb-ı
Hakk'ın evvelâ kendine sonra ana babasına şükür ve hizmetle emir buyurduğunu
bildirdi. Bâyezid vâlidesine bu mânâyı beyanla:
-Ey Vâlidem! Hak Teâlâ hem kendine ve hem de ana babaya
hizmetle emir buyurmuş. Bir şahsın iki hâneye hizmet etmesi müşküldür. Zira bir
tarafı noksan yapar. Allahü Teâlâ'dan beni ricâ et, bütün hizmetlerimi sana
yapayım. Yahut beni affet, hakkını helâl eyle, bütün hizmetimi Rabbi'me
edeyim" dedi.
Vâlidesi, bu yaşta evlâdında böyle bir meziyet görünce
gönülden gelen şefkatle, "Oğlum ben seni affettim. Hakkım helâl olsun,
cümle hizmetini Hak Teâlâ'ya yap" dedi.
Hadis-i Şerifler:
* Allahü Teâlâ'nın
rızâsı, baba ve ananın rızâsındadır. Allahü Teâlâ'nın gazabı da ana babanın
gazabındadır.
* Baba ve ananın
rızâsını kazanan dünya ve âhiret iyiliğini kendisi için bir araya getirmiştir.
*İki günâh var ki,
kişi bunların cezâsını dünyada görmeden ölmez: Biri, zulüm; diğeri, baba ve
anasına eziyet etmektir.
Başka günâhlar affedilebilir, yahut cezâsı âhirete tehir
edilir. Lâkin bu iki günâhın cezâsı dünyadayken başlar. Dikkat etmeli...
* * *
İmam-ı Gazâlî Rh.A. evlâdın ana babaya karşı olan edeplerini
sıralamış:
Sözlerini dinler,
Özürsüz önlerinden yürümez,
Günâh olmayan emirlerini yerine getirir,
Ayağa kalkarlarsa o da kalkar.
Yanlarında sesini yükseltmez.
Çağırdıklarında hemen hazır olur.
Kendilerini râzı etmeye gayret eder.
Hizmetlerinden dolayı öfke göstermez.
Çatık kaşla yüzlerine bakmaz.
Yanlarında ayaklarını uzatmadığı gibi bir tabaktan
berâber meyve yeseler, ikramlı bulunup, dikkatli olur.
Ağrı ve meşakkati olsa, müteessir olmasınlar diye mümkün
mertebe onlara duyurmaz. Buna benzer bütün hallerde dikkatli bulunur.
* * *
Resûlüllah S.A.V.'e ana ve babaya dünyada iyiliğin en azı
sorulduğunda:
"Onlara sâhip çıkıp iyi hizmet etmek için:
1. Açsa doyurmak,
2. İhtiyâcı varsa elbise almak,
3. Hizmete muhtaç iseler, cana minnet bilip her ihtiyaçlarını
görmek;
4. Çağırdıklarında hemen huzurlarında hazır olmak,
ihsan ve iyilikte bulunmak,
5. Günâh olmayan emirlerini yerine getirmek,
6. Kendileriyle tatlı ve yumuşak konuşmak,
7. İsimleriyle çağırmamak,
8. Önlerinden değil, arkalarından gitmek,
9. Sevip beğendiklerini onlar için de sevmek,
10.Duâ ederken onlara da duâ etmek,
11.Çağırdıklarında nâfile namaz kılıyorsa çıkıp cevap
vermektir.
* * *
H. Ş.: Ümmetimden üç sınıf insana Cehennem ateşi dokunmaz:
1. Erine itâat edip onu memnun eden kadın,
2. Ana babasına iyilik eden evlât,
3. Allahü Teâlâ'nın kullarına merhametli olan insan.
* * *
H.Ş.: Üveys-i Karânî Rh.A.’in ulaştığı bütün derecelere,
anasına iyilik ve hizmet etmesi sebeptir. Eğer Allahü Teâlâ’ya yemin etmiş
olsa, Hak Teâlâ, yemin ettiği şeyde onu doğru çıkarırdı. Yâ Ömer! Ona
rastlarsan, Hak Teâlâ’nın mağfiret etmesi için sana duâ etsin!
* * *
Biri huzûr-u
Rasûlüllah’a gelip:
“Anam ihtiyarladı; ağzına yemek vermek, helâya götürmek
ve abdest aldırmak gibi hizmetlerini ben yapıyorum. Hakkını ödemiş olur muyum
yâ Rasûlallah?” dedi:
“-Hayır, hakkının
yüzde birini de ödeyemezsin. Lâkin iyi bakarsan ona yaptığın küçük bir hizmete
dahî sevap verilir”
* * *
Kezâ biri:
“- Yâ Rasûlallah, yaşlı vâlidem var, her türlü hizmetini
gördüğüm halde benden para ister; ne yapayım?” dedi.
Hâtemü’l Enbiyâ Efendimiz:
“-Annen etinden
her gün bir parça kesip alsa, yine hakkını ödeyemezsin. Git râzı et” buyurdu.
Hikâye:
Büyüklerden biri hacca giderken Bağdat’ta evliyâdan Ebû
Hâzım-ı Mekkî Hazretlerini ziyâret etti. Uyuyordu, uyandı ve: “Şimdi Rasûlüllah
S.A.V.’i rüyâda gördüm. Senin için «Anasının
hakkını gözetip, hizmetini yapsın; nâfile hacdan hayırlıdır» buyurdu” dedi.
Adam geri döndü, Yaşadığı müddetçe anasına hizmet edip rızâsını, duâsını aldı.
* * *
ANA-BABANIN EVLÂT
ÜZERİNDEKİ HAKLARI
Bedenle Olan
Hakları:
1. Evlât, ana-babasına hizmet eder... Zîra İsrâ Sûresi
24. Âyet-i kerimede “İkisine de acıyarak
tevâzû kanatlarını ser...” buyuruluyor. Karşılarında avcı eline düşmüş,
kurtulmak ümidi olmayan, yaralı kuş gibi merhamet ve tevâzû kanatlarını ser...
Allah dostlarından biri: “Kardeşim gece namaz kılıp
ibâdetle meşgul olurdu. Ben de yaşlı vâlidemin ayağını ovar ve hizmetinde
bulunurdum. Bu sebeple benim sevâbımın kazancı ondan üstündür, değişmek teklif
etse kabul etmem” demiştir.
2. Hürmette kusur etmekten sakınır. Böyle yapmazsa
hizmetler heder olur; sevap kazanmaz.
3. Günâh olmayan emirlerini yerine getirir.
4. Hac, cihad ve ilim öğrenmek gibi nâfile ibâdetlere
onların rızâsı olmadan gitmez.
Biri: -Yâ Rasûlallah, gazâya gitmek istiyorum. dedi.
Efendimiz:
“-Anan-baban var mı?
-Var.
-Onların yanında ol, hizmetlerinde bulun, senin cihadın
budur. Buyurdu.
5. Günâh olan emirlerini yapmaz.
6. Gördüğü vakit ayağa kalkıp yanlarına gider, onlardan
izinsiz veya onlar oturmadan oturmaz.
7. Zarûret olmadıkça önlerinde yürümez.
8. Sert bakmaz. Güler yüz gösterir.
H.Ş. : Ana-babaya
sert bakan onlara iyilik etmemiştir.
9. Çağırınca hemen huzurlarında hazır olur.
10. Onları
râzı etmeye gayret eder.
* * *
Dille Olan
Hakları:
1. Evlât tevâzû ile tatlı ve yumuşak söyler. Allahü Teâlâ
“İkisine de iyi ve yumuşak söz söyle!” buyurdu. (S. İsrâ 23) Öyle ki, zavallı ve
zayıf kölenin, sert ve haşin efendisiyle konuşması gibi...
2. Yanlarında sesini edep dışı yükseltmez.
3. Çok konuşmaz, kaba ve dokunan söz söylemez.
4. Onları isimleriyle çağırmaz.
5. Sözlerini kesmez, söz arasına girmez.
6. Bir şey istediklerinde reddetmez.
7. Onlarla konuşurken emir şeklinde “Yap” “Yapma” gibi
ifâdeler kullanmaz.
8. Sert sesle seslenmez.
9. Âyet-i Celîle’de buyurulduğu üzere: “Öf bile demez” (S.İsrâ 23)
Hasan-ı Basrî Hz.: “Âlim biri, kâfir ana-babasına hizmet
için kuyudan su çekerken bezginlik gösterip de “Öff” dese, ondan hâsıl olan kötü kokudan bütün amelleri yok olur”
demiştir.
Âyet-i Celîle ve Hadis-i şeriflerde bildirilen evlât
üzerindeki ana-baba hakları kâfir olan ana-babanın Din-i İslâm’a uygun olan
emirlerini yapmayı da emreder.
10.Hizmetlerinde son derece titiz davranır, aslâ kaba
karşılamaz.
Kalple Olan
Hakları:
1. “İkisine de acıyarak
tevâzû kanadını indir” (S. İsrâ 24) âyet-i celîlesinde beyan buyurulduğu üzere, evlât
ana-babasına karşı dâimâ merhametli olur.
2. Her zaman, her hususta yapmış oldukları ihsan ve iyilikleri
unutmaz sevgilerini muhafaza eder. Bu hususta peygamberimiz S.A.V. “Kalpler
kendilerine iyilik edeni sevmek üzere yaratılmıştır” buyurdu.
3. Sevinçlerine iştirak eder.
4. Üzüntülerine ortak olur, dertlerini paylaşır.
5. Her hususta konuşmalarına tahammül gösterir.
6. Cefâlı hareketleri ve sitemli davranışlarına katlanır.
7. Her haklarını gözetir ve incitmekten korkar.
8. Hiç bir zaman incitmeyi kalbinden geçirmez.
9. Kendilerinden sıkıntı görse dahi, çok yaşamalarını arzû
edip onlar sâyesinde dünya ve âhirette şerefli şeylere ulaşmayı elde etmek
ister.
10. Kendine duâ ederken onlara da duâ eder.
* * *
Vefatlarından
Sonraki Hakları:
Sünnet üzere ehil kimse tarafından yıkanıp helâl parasından
alınan kefende, sünnete dikkat etmek sûretiyle şer’î hüküm üzere defnetmekte
erken davranır.
Borcu varsa, hemen öder.
Yüksek sesle, yaka paça yırtarak ağlayıp feryat etmez. Bu
gibi hallerden başkalarını da men eder.
Velisi olmak hasebiyle cenâze namazını kendisinin kıldırması
evlâdır.
İsrâ Sûresi 24’de: “Ey
Rabb’im! Onlar beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de onlara
merhamet et” buyurulduğu üzere duâ eder.
Sünnet-i seniye üzere kabir kazıp lâhit yapmakta dikkatli
olur. Kaabil olursa kabre kendisi koyar, Bir zarûret olursa vârislerini râzı
eder. Hasım olanların yakınına defnetmez. Mümkün oldukça iyi ve sâlih kimselerin arasına defnedip kötülerden
uzak bulundurmaya çalışır. Zirâ kötü kişiye yakın olmak, sıkıntıya sebep
olabilir.
Mezar kazan ve sâir hizmetlerinde çalışanların
ücretlerini kısmaz, onları memnun eder. Kabrin üzerini balık sırtı gibi
yüksekçe yapar. Pişmiş tuğla kullanmaz, güneşte kurumuş tuğla veya tahta kullanır.
Ev ve civârına değil, kabristana defneder. Sünnet olan budur.
Kabri başında sadaka verir, duâ eder, borçlarını öder,
vasiyetinin tamamını yerine getirir.
Nâfile namaz ve oruçlarında, sevâbını onlara hediye etmek
üzere niyetlenir.
H.Ş. : Evlâdın
ana-babaya yaptığı hayırların mükâfâtı hiç eksilmeden kendi defterine aynen
yazılır.
H.Ş. : Ana-babaya
iyilik, ihsandandır. Namazlarınla berâber, onlar için de namaz kılasın;
oruçlarınla berâber onlar için de oruç tutasın; zekât ve sadakanın yanında
onlar için de sadaka veresin.
Kabir
ziyâreti:
H.Ş.: Ana-babasının
kabirlerini ziyâret eden kimsenin kabrini melekler ziyâret ederler.
H.Ş.: Cuma günü
ana-babasının kabrini ziyâret eden kimse mağfiret olunur, ismi iyilerin
isimleri arasına yazılır. (Muhtaru’l Ehadis
1199)
Ziyâret esnâsında tekbir, salavât-ı şerife, duâ ve
Kur’an-ı Kerim, bilhassa Yâsin-i Şerif okunur; feryat ve figan etmekten;
lüzumsuz söz söylemekten sakınmalı. Zîra bunlar ruhların incinmesine sebeptir.
Eserde gelmiş: “Ana ve babasının kabirlerini ziyâret edip
onlara duâ eden kimsenin bütün günâhlarını Allahü Teâlâ affeder. Ana ve
babasına merhamet eden evlât, sâlih ve iyilerdense kendinden incinmiş olsalar
da, ana-babası ondan râzı olurlar. Öğrettikleri iyi şeylerle amel ettikçe sevâbı
onlara da ulaşır. Eğer kötü şey öğretmişlerse, o kötü işler işledikçe kendilerine
azap olunur.”
Bu îtibarla ana-babası vâsıtasıyla öğrendiği kötü şeyleri
terk edip kötü işleriyle onların azap görmelerine sebep olmaktan çekinmelidir.
H.Ş. : İnsan
hayattayken kendisine eziyet veren şeyden, ölümünden sonra da ezâ duyar.
Kızgınlık ânında başkasının ana-babasına küfretmez. Zîra bu kendi
ana-babasına sövülmesine sebep olur.
Ana babanın yakınlarına,
ahbâb u yârânına hürmet ve muhabbet etmeli.
Hadis-i Şerif de: Baba
dostlarından kesilme! Zira onlardan kesilirsen, bu amelin senin nûrunu
söndürmeye sebep olur. Onlarla dost geçinmen, babana sevgindendir.
buyuruluyor.
Ramazan Bayramı’nda vefat etmiş ana-babası için sadaka-i fıtır
verir, kurban bayramlarında kurban keser. Hazret-i Ali K.V. Rasûlüllah
S.A.V.’in vefâtından sonra her bayram böyle yapmıştır.
Onların sevdiği yemeklerden fukaraya ikram etmek sûretiyle
ruhlarını şâd eder.
Ana babanın vefatlarından sonra evlâtlar onların
borçlarını öder, vasiyetlerini yerine getirir, nâfile namaz kıldığında sevâbını
onların ruhlarına hediye ede. Sevâbını onlara hediye etmek üzere oruç
tutmalı... (Riyâzünnasihîn)
Ashaptan biri
sordu:
“-Ey Allah’ın Rasûlü, annem babam öldükten sonra onlara
yapabileceğim bir iyilik kaldı mı?” Peygamberimiz:
-Evet şu dört iyilikte bulunursun:
1. Onlara hayır duâda bulunmak ve mağfiret dilemek,
2. Vasiyetlerini yerine getirmek.
3. Onların sadık arkadaşlarına ikram etmek,
4. Akrabaya iyilik etmek. Zirâ sana akrabalık onların
yakınlığından gelir. (Müslim)
* * *
İmam-ı Âzam Rh.A. Efendimiz her Cuma günü ana-babasının
ruhlarını şâd için onlar nâmına 20 altın sadaka verirdi...
* * *
ANA-BABAYI RÂZI ETMEKTEKİ SEVÂP
VE GÜCENDİRMENİN CEZÂSI
H.Ş.: Amellerin
sevimlisi; vaktinde kılınan namaz, ana-babaya itâat ve Allah yolunda cihad
etmektir.
H.Ş.: Babaya
itâat, Allah’a itâat, ona isyan ise Allah’a isyandır.
Kâ’b-ı Ahbar Hz.: “Allah’a yemin ederim ki; ana babasına
isyan eden evlâdın ömrü kısa olur. O kimseye azap çabuk yetişir. Ana-babasına
itâatle hizmette bulunan evlâdın Hak Teâlâ ömrünü uzatır da ana-babasına fazla
iyilik ve ihsanda bulunmaya imkân verir” demiştir.
* * *
Hadis-i Şerifler:
* Cennet’in
padişahları var. Üveys el-Karânî, (anasına hürmet ve itibarı sebebiyle) Cennet padişahlarındandır.
* Ana-babaya ihsan etmek; nâfile namaz kılmak,
haccetmek, sadaka vermek ve harbe gitmekten üstündür.
* Bir kimse ana ve
babasının yüzlerine merhamet ve sevgi ile baksa, her bakışında ona bir hac ve
umre sevâbı ihsan olunur”
Günde yüz defa baksa da böyle mi yâ Rasûlüllah? Suâline:
- Yüzbin kere
baksa da bu ecre nâil olur” buyurdular.
* Bir kimse
anasının ayağını öpse, cennetin eşiğini öpmüş gibidir.
* Cuma günü
ana-babasını veya onlardan birini ziyâret eden kimsenin küçük günâhları
affolunur.
* On misli
karşılığı olan sadaka, sağlam fakire; 70 misli sadaka sakat fakire; 700 misli sadaka,
din talebesine, 70.000 misli sadaka, din ilmi öğretene; sayılara sığmayan
sadaka sevâbı ana-baba ve akrabadan ölenler için verilenedir. (Riyazünnâsihîn)
Mekke’nin fethinden sonra bir zât huzûru Rasûlüllah’a
gelip:
“-Yâ Rasûlallah! Mekke’nin fethi zât-ı Risâletinize
müyesser olursa, Kâbe’nin eşiğini öpüp yüz sürmeyi nezretmiştim. Şimdi fetih
müyesser oldu, gidip öpeyim mi?” dedi.
Hâtemü’l Enbiyâ Efendimiz:
“- Git vâlidenin ayağını öp” buyurdular.
* * *
Hikâye:
Sahâbe-i Güzîn’den, âbid, zâhid ve cömert bir genç olan
Alkame R.A. ağır hasta son demlerinde iken Hz. Ali, Hz. Bilâl ve Hz. Ammar R.A.
ziyâretine geldiklerinde, onu dili tutulmuş, şahâdet getiremez halde gördüler
ve hâdiseyi Fahr-i Âlem’e haber verdiler. Âlemlerin Efendisi Alkame’nin pederi hayatta olmadığından, ihtiyar
vâlidesine haber gönderip “Gelebilirse gelsin, gelemezse ben geleyim” buyurdu,
ihtiyar kadın; “Huzur-u Risâlet’e benim kabul olunmam daha münâsiptir” diyerek
hemen geldi.
Rahmeten lilâlemîn Efendimiz;
“-Ey Alkame’nin
anası, hal müşküldür. Oğlunun hâlinden bize haber ver” buyurdu.
Kadın:
-Yâ Resûlallah, Gençliğinden beri ibâdete düşkün olması
sebebiyle kendisine «Mescit Güvercini»
denirdi. Sadakası da o kadar bol ki, miktarını bilmem”
Rasûlüllah Efendimiz:
“-Ben o ciheti
sormuyorum, seninle arası nasıl” buyurdu.
Kadın:
“-Evleninceye kadar her hususta kendinden razıydım. Fakat
evlendikten sonra hanımını benim üzerime tercih etti. Kendisine dargınım”
deyince, Âlemlerin Efendisi S.A.V., hakkını helâl edip oğlundan râzı olmasını
teklif buyurduysa da, kadın:
“-Yâ Resûlallah, çok kırgınım, helâl edemiyorum” dedi.
Hz. Fahr-i Âlem :
“Nefsim kudret
elinde olan Rabb’ime yemin ederim ki, sen oğlundan râzı olmadıkça, namaz ve
sadakası kendisine fayda vermez” buyurup oradakilere:
“-Odun toplayıp ateş yakın. Alkame’yi yakacağım “ emrini
verdi. Kadın:
“Yâ Resûlallah, oğlumu gözümün önünde yakacak mısınız?
Ben buna nasıl dayanırım? Hakkımı helâl ettim ve kendisinden râzı oldum” dedi.
Alkame Hz.’nin o anda dili çözüldü. Kelime-i Şahâdet
getirmeye başladı. Sâhib-i Saâdet Efendimiz S.A.V. :
“Ey Eshâbım! Bir
kimse hanımını vâlidesi üzerine tercih ederse, Allah’ın lâneti onun üzerine
olsun! Farz ve nâfile ibâdetlerinden bir şey kabul olunmaz” buyurdu.
* * *
Tezkiretü’l Kurtubî isimli meşhur eserde bildirilmiş:
“Hak Sübhânehû ve Teâlâ İsrâ Sûresi 23
âyet-i Kerîmesinde, Evlâdın ana-babasına “Üf”
demelerini bile yasaklamıştır. Kelâmda “Üf”
kelimesinden daha az bir şey olsaydı, onu beyan buyururdu...”
* * *
H.Ş.: Ana-babası
kendisinden râzı olmayan evlât, Allahü Teâlâ’yı kendisine gazaplı olarak
bulacaktır. Ana ve babası kendinden râzı olmadığı halde ölen evlâtla şeytan
arasında, cehennemde bir derece fark vardır.
H.Ş. Mirac’da bana
gösterildi; bir takım insanlar cehennemde ateşten çengellere takılmış, azap
olunuyordu. Kimler olduğunu Cibril’den sordum. “Ana babasına âsi olanlardır”
dedi.
H.Ş. Kim
ana-babasına kötü söylerse, cehennemde başına dünyada yere düşen yağmur
tâneleri kadar azap iner.
(Nârın azâbından, Cebbâr’ın gazabından, Cehenneme girmeye
sebep olan amelden Allah’a sığınırız.)
H.Ş. Ana-babası
ile dargın olan evlâtla, ana-babaların arasını bulmanın beni zorladığı kadar, hiç
bir şey zorlamaz.
H.Ş.: Cennette makamımda iken kulağıma azap edilenlerin
feryatlar gelir. Buna kalbim dayanamaz, Arş’ın altında secdeye varıp onlara
şefaat için Rabb’imden izin isterim.
Rabb’im “Yâ Muhammed! Başını secdeden kaldır, ana-babaları râzı olmadıkça,
onları cehennemden çıkarmam” buyurur. Makamıma dönerim. Fakat feryatlar devam
eder. Yine secde eder şefaat izni isterim. “Yâ Muhammed! Kaldır başını, başka
isteğin varsa vereyim, bunlara şefâat dileme! Ana babaları râzı olmadıkça
onları cehennemden çıkarmam”
buyurur.
Tekrar makamıma dönüp bu hâli unutmaya çalışırım; fakat
ardı arkası kesilmeyen feryatlar devam eder. Rabbi’me şöyle yalvarırım: Âllah’ım!
Cehennemin bekçisine emir buyur, azap görenlerin yerini bana göstersin,
hallerini göreyim.” İzn-i ilâhî ile gösterilir. Ateşten çengellere
takılmış, zebânîler ateşten sopalarla
sırt ve ayaklarına vuruyor, yılan ve akrepler de saldırıyorlar. Ziyâde mahzun
olurum. Üçüncü defa secdeye varıp kurtulmalarını dilerim. Ana-babalarının
rızâsı olmadıkça kurtul-mayacakları bildirilir. Ana-babalarının yerlerini
sorarım. Bir kısmı cennette zevk u sefâda, bir kısmı Arasat’ta, bir kısmı
Cennetü’l Me’vâ’da ve diğer yerlerdeler diye haber verilir.
Kendilerini görmek niyâzında bulunurum. İzin verilir.
Yanlarına gidip, evlâtlarına verilen cezâyı
ve üzüntümü anlatıp onları affetmelerini istediğimde, dünyada
yaptıklarını hatırlayıp biri şöyle der: “Yâ Resûlallah! Onu bırakınız, lâyık
olduğu azabı çeksin. Dünyadayken beni döver, söver, incitir, vaziyeti iyi
olduğu halde, yiyecek ve elbise gibi ihtiyaçlarımı görmezdi. Hanım ve
çocuklarına ve hanımın akrabalarına her yardımı yapar, ben istersem azarlar,
kovardı. Bunların acısı içimdedir. Bırakınız cezâsını çeksin.”
Ben de onlara şöyle söylerim: “Onlar dünyada olan şeyler.
Burası af ve merhamet yeridir. Onları affetmeniz için yanınıza kadar geldim”
Bu esnâda Hitabı-ı İzzet gelir:
“Habîbim Onlara acıma! İzzet ve Celâlim hakkı için ana ve
babaları râzı olmadıkça, onları cehennemden çıkarmam.”
Fahr-i Âlem S.A.V. izn-i İlâhî ile ana ve babalarını
cehennem kapısına getirip, evlâtlarının hallerini gösterir. Hepsi ağlaşırlar.
Yemin ederek: “Biz onların bu hallerini bilmiyorduk” derler. Evlâtlarına
seslenmeye başlarlar. Ana-babaların seslerini duyan evlâtlar da feryatlarını
artırır; “Anacığım, babacığım! Ateş ciğerlerimizi dağladı, azap bizi mahvetti.
Yandık, kurtarın, imdat edin. Dünyada güneşte kalmamıza ve diken batmasına râzı
olmazdınız. Bu hâlimize acıyın. Derilerimiz yandı, kemiklerimiz kaynadı,
hâlimizi gördünüz. İmdat edin, bizi kurtarın... diye feryat ederler.
Bu hali gören ana-babalar ağlayarak bana: “Yâ Resûlallah!
Onlara imdat et kurtar” derler. Hak Teâlâ ise: “Siz şefâat etmedikçe, onlar kurtulmaz!
Zirâ onlara sizin için azap ettim.” Buyurur. Ana-babalar bu defa:
“Ey Rabb’imiz” Onları azabından kurtar” diye yalvarırlar.
Hak Teâlâ’dan nidâ gelir: “Siz râzı oldunuz, haklarınızı helâl ettiniz mi?”
Râzı olduklarını bildirirler. Bunun üzerine:
“İsteyen evlâtlarını cehennemden çıkarsın. İstemeyenlerin
ki kalsın ve hüküm yerini buluncaya kadar yansın!” buyurulur. Cehennemden
çıkanları hayat nehrinde yıkarlar. Vücutları düzelir, cennete giderler”
buyurdu.
H.Ş. Size vasiyet
ederim: ana-babaya iyilik ömrü uzatır. Canım yed-i kudretinde olan Allah’a
yemin ederim ki, ömründen üç sene kalan bir kul, ana-babasına ihsan ederse, üç
seneyi Allahü Teâlâ otuz sene yapar. Eğer kötülük ederse, üç seneyi üç güne
indirir. Ehil ve akrabâsına iyilik etmek ömrü artırır. Kötülük etmek de ömrü
kısaltır. Ve rızkı daraltır Allahü Teâlâ’yı gazaplandırır.”
* * *
Hafız Medenî’nin Kitabüttergıb vet-Terhib’inde
Abdürrahman ibni Semûre R.A.’den naklen bildirilen hadis-i şerif: “Dün gece
rüyamda ümmetimden birinin ruhunu kabzetmek üzere Azrâil A.S. gelmişti.
Babasına olan iyiliği parlak bir şekilde gelip ölüm meleğine mânî olduğunu gördüm”
buyurmuştur
* * *
Sıla-i rahmi (akrabaya alâka ve ziyâreti) terk eden
kimseyi Allahü Teâlâ dünyada cezâlandır-mazsa, öldükten sonra rûhunu “Bi’r-i Berhût” denen cehennem kuyusunda
kıyâmete kadar azap içinde hapseder.
Hadis-i Şerifler:
* Kim anasına
babasına âsi olursa, Allah’a ve Rasûl’üne âsî olmuştur. Ana-babasına isyan eden
kimse kabrine konunca kabir onu kaburga kemikleri birbirine geçinceye kadar
sıkar.
* Kıyâmet günü en şiddetli azap, üç sınıf kimseyedir: Ana
babasına eziyet edenler, zinâ edenler, Allah’a şirk koşanlar.
* * *
Hikâye:
Ululardan biri gecenin geç saatinde kabristandan
geçerken, bir zencînin, bağladığı merkebe ateşten zincirle başına vurarak azap
ettiğini gördü, hayretle mezarcıya “Bu ne haldir?” diye sorar.
Mezarcı:
Bu merkep sağlığında zinâ eden, şarap içen ve anasına
zulm eden bir insandı. Anası da ona “Âkıbetin hayır olmasın, merkepler gibi
anırasın!” diye bedduâ ederdi.
O adam öldü, buraya gömdüler. O geceden beri bu zenci,
merkep sûretine giren o adama böyle azap etmektedir... dedi.
Cehennem ateşinden, Allah’ın gazabından ve cehenneme
sebep olan amelden Allahü Teâlâ’ya sığınırız.
* * *
İhyâ’dan
H. Şerifler:
H.Ş. “Ana-babasının rızâsını alarak sabah-layan
kimseye cennette iki kapı açılır. Ana-babasından biri hayatta olur da onun
gönlünü hoş ederse cennette bir kapı açılır. Ana-babasını gücendirmiş olduğu
halde sabahlayan kimseye de cehennemden iki kapı açılır. Bunlardan biri hayatta
olur da onu gücendirirse kendisine cehenneme giden bir kapı açılır.”
Yâ Resûlallah, ana-babası zulmederlerse de mi? dediler.
“Zulmederlerse
de... Zulmederlerse de... Zulmederlerse de...” buyurdu.
H.Ş. Cennetin
güzel kokusu beşyüz yıllık mesâfeden alınır. Fakat ana ve babasına isyan
edenlerle, akrabalarından alâka kesenler bu kokuyu alamazlar.
Kimyâ-yı Saâdet’te bildirilen bir hadis-i şerifte
buyuruluyor:
Yolculuk eden üç arkadaşın sığındığı mağaranın ağzı,
yüksekten yuvarlanan büyük bir kaya ile kapanır. İçlerinden biri şöyle duâ
eder:
“Yâ Rabbi! Senin rızan için ana-babama her hususta hürmet
eder, onlardan önce hiç yemek yemez, hanım ve çocuklarıma da vermezdim. Eve bir
gün işten geç geldim Anam ve babam uyumuşlardı. Getirdiğim süt şişesini elimde
tutarak çocuklarım istediği halde onlara vermedim, ana babamın uyanmasını
sabaha kadar bekledim. Halbuki ben de çocuklarım da açtık. Yâ Rabbi! Bu
hareketim yalnız rızâ-i şerifin için olduğu sana mâlûm... Eğer bu hâlim ind-i
İlâhinde makbulse bizleri buradan kurtar” niyâzında bulundu.
Duâ bitti ve taş yuvarlanıp mağaranın ağzı açılır.
* * *
Kur’an-ı Kerim’de üç âyet-i celîle, ikişer hüküm beyan
buyurur:
1. “Namaz kılın, zekât verin” (S. Bakara 110) Bir kimse beş vakti kılsa, malının zekâtını vermezse namazı kâmil olmaz.
2. “Allah’a ve Rasûl’üne itâat ediniz” (S. Enfal 20 ve 46) Bir kimse Allahü Teâlâ’ya itâat edip de Rasûl’üne itâat etmese, Allahü
Teâlâ’ya itâati makbul olmaz.
3. “Bana ve ana-babana şükret” (S. Lokman 14) Bir kimse Allahü Teâlâ’ya şükretse
de ana-babasına şükretmese, Allah’a şükretmemiştir.
Şükür:
a- Kalple, ihsan olunan nimeti bilmek.
b- Dille, ihsan edene hamd ü senâda bulunmak.
c- Âzalarla, -kudreti yettiği kadar-
kullukta (hizmette bulunmak.
Hz. Âişe R.A. vâlidemiz Rasûlüllah’ın sabahlara kadar
ibâdetle meşgul olup gözyaşları döktüğünü görür ve “Yâ Resûlallah, Hak Teâlâ,
geçmiş ve gelecek kusurlarınızı bağışlamış olduğu halde Nefs-i azîzinize neden
bu kadar ezâ edersiniz?” dediğinde: “Yâ Âişe, Rabbi’min sayısız nimetlerine
karşı şükretmeyeyim mi?” buyurmuştur.
Âlimlerin şükrü, dille; âbitlerin şükrü, amelle; âriflerin
şükrü, halledir.” denilmiş.
A.C.: “(Ey insanlar,) siz hiçbir şey
bilmezken Allah, sizi vâlidelerinizin karnından (yeryüzüne) çıkardı;
şükretmeniz için size kulak, gözler ve kalpler ihsan etti. (Onlarla işitir, görür ve
bilirsiniz.)” (Nahl Sûresi 78) Cehâletten ilme, anlamazken anlamaya geçmenizi, şükredesiniz diye ihsan ettik.)
* * *
Kulağın şükrü: İşittiği aybı açığa vurmamak;
Hikâye:
Hâtem-i Esam K.S.’nun huzûruna mesele sormak için bir
kadın geldi ve farkında olmadan yel kaçırdı. Hâtem-i Esam, kadın söze
başlayınca, mahcup olmasın diye:
“Kulağım ağır işitir, hızlı söyle” der ve kadını
rahatlatır. Rivâyete göre bu hâlini on beş sene -kadın vefat edinceye kadar-
muhâfaza eder. Esam (sağır) denmesi
bu sebeptendir.
Gözün şükrü, Müslümanlarda gördüğü kusurları görmezden gelmek;
Dilin şükrü, Cenâb-ı Hakk’a dâimâ zikirde bulunmak;
Kalbin şükrü, Allahü Teâlâ’nın ihsânı olan nîmetleri idrak etmektir.
* * *
Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerîm’de: Ana-babaya karşı altı
şeyle emretti:
1. Ana-babaya
ihsan, (ikram ve hizmet)te bulun!
2. Onlara sakın
“Üf” deme!
3. Onları
azarlama! (Hâlika isyan olmayan
yerde gücün yettiği kadar emir ve arzûlarını yerine getir.)
4. Güzel söz söyle
(onlara
karşı güler yüzlü, yumuşak sözlü ol)!
5. Kendilerini
esirgeyerek üzerlerine tevâzû kanatlarını ser (gururdan uzak ol)!
6. (Sâde dünya hizmetlerini kâfî
görmeyip:) «Rabb’im! Küçüklüğümde onlar beni terbiye edip yetiştirdikleri gibi sen de
onlara rahmet et» diyerek duâ et! (İsrâ,
23-24)
Bu gibi hizmetler, gözlerine girip iltifatlarına
kavuşmak, mâlik oldukları servete konmak veya diğer vârislerden kendilerine mal
kaçırmak için olmayıp ilâhî rızâyı kazanmak niyetiyle yapılırsa, makbuldür.
Çünkü âyet-i celîlede: “Rabb’iniz kalplerinizdeki sırları bilir” buyuruluyor. (S. Âl-i İmran 29)
* * *
Bir zât:
“Yâ Resûlallah, insanlardan himâye ve hizmeti üzerime
zarûrî olan kimdir.? dedi.
-Anandır.
-Sonra kimdir?
-Anandır.
-Sonra kimdir?
-Anandır.
-Sonra kimdir?
-Babandır. Daha sonra yakınlık sırasına göre akraba hakları
diye beyan buyurdular.
Ebû Hüreyre R.A. anasına bakacak kimsesi olmadığından,
evlenirsem belki incinmeye sebep olur endişesi ile hizmetini kendi görür, her
sabah huzûruna varıp selâm verir ve:
-“Muhterem Anneciğim! Allahü Teâlâ sana rahmet ve
bereketini ihsan buyursun! Rabb’im sana benim sebebimle hayır ve ihsanlar
eylesin! Küçüklüğümde benden nice zahmet ve meşakkatler çekerek, terbiyeme
gayret ettiğin gibi, Hak Teâlâ’da sana keremiyle muâmele buyursun” diye duâ
eder, hürmet ve tâzimde bulunurdu.
Vâlidesi de ona: “Oğulcuğum, Hak Teâlâ senden râzı olsun,
her hayra ulaştırsın. Bana ikram, ihsan ve hizmette bulunuyorsun” derdi. Bu hal
her gün böyle devam ederdi. (Şiratü’l İslâm)
* * *
Ana ve baba genç, ihtiyar, haklı ve haksız veya bulunduğu
mahal uzak ta olsa Bayram, Kandil ve Cuma günlerinde ziyâret ederek hallerini
sorup, ihtiyaçlarını temin etmek, ellerini öpmek, rızâlarını almak farzdır.
Zira bunlardan hiç birinde kişi fakirlik ve cehâlet gibi hallerden dolayı affa
uğramaz.
Rasûlüllah S.A.V.’in süt babası Hz. Hâris, süt anası Hz.
Halîme, sonra da süt kardeşi huzurlarına geldiği vakit, hepsine ayrı ayrı ikram
ve iltifatta bulundu. Bu îtibarla süt
ana ve baba hakları da helâl ve haram cihetinden ana-baba hakları gibidir.
Evlât, ana ve babanın hoşlanmadığı hallerden, kendileri
men etmeseler dahî, vazgeçmelidir.
* * *
Hikâye:
Biri Huzûr-u Risâlete gelip:
“- Hicret etmek istiyorum, lâkin anam-babam müteessir
olup ağlıyorlar, ne yapayım Yâ Resûlallah?” dedi. Server-i Enbiyâ Efendimiz:
--“-Ana-babanı ağlatma. Git ağlattığın gibi güldür. İzin
almaya çalış, verirlerse hicret et, vermezlerse tehir et.” buyurdu.
* * *
Hikâye:
Tâbiînden Hasan-ı Basrî Hz.’nin peder ve vâlidesi kendisi
sabî iken vefat ettiklerinden Cenâb-ı Hakk’a hamd ettiğini işittiler. Sebebi
sorulunca, “Haklarını edâ edemezdim, onun için hamd ediyorum” demiştir.
* * *
Ana ve baba arasında soğukluk vukû bulursa evlât nesebe
sebep olduğu için tâzim ve tâbî olmakta babayı, ikram husûsunda anayı tercih
eder. Ana baba berâber evlât yanına gelirlerse, önce babaya sonra anaya karşı
tâzim gösterir. Bir şey isterlerse, malından masrafta bulunduğu için babasından
başlar.
* * *
Hikâye:
Sahâbe-i Kiram’dan bir zât Rasûlüllah’a babasından
şikâyette bulundu ve malından harcamaktan vazgeçmesi için emir buyurmasını
diledi. Fahr-i Âlem S.A.V. bu ihtiyarı çağırıp vaziyeti kendisinden sual etti,
ihtiyar ağlayarak:
-Yâ Resûlallah! Bir zamanlar, oğlum zayıf ve âciz, ben
kavî; o fakir, ben zengindim. Hiç bir şeyimi ondan esirgemez ve mahrum
etmezdim. Bugün ben zayıf ve âcizim; o kavî... Ben fakirim; o zengin... Ve
malını benden men eder” deyince Fahr-i Âlem S.A.V. müteessir olup mübârek gözlerinden
yaş döküldü ve:
“-Şu ihtiyarın sözlerinden civardaki eşyâlar dahi
hayretle ağladılar” buyurdu ve ihtiyarın oğluna:
-“Baban senin vücûduna sebep, sen de malının vücûduna
sebepsin. Muhtaç olan baba, ihtiyacı kadar evlât malından kendi malı gibi almak
hakkına sâhiptir. Sen de, senin malın da babanındır” buyurdu.
H.Ş.: Ana cennetin orta kapısıdır. Onu istersen koru, istersen
yık ..”
Kezâ Rasûlüllah S.A.V.:
-“Burnu sürünsün, zelil olsun.” Cümlesini üç defa tekrar
buyurdu.
-“Kimin Yâ Resûlallah? Suâline:
-“Yaşlı ana-babasının ikisine veya birine cefâ edip,
isyanda bulunup da, cennete girmekten mahrum olan evlâdın!” buyurmak sûretiyle
bedduâ ettikleri vâki olmuştur.
H.Ş. : “Kavmi, kabîlesi ve ehli ayâli arasında bulunan
ihtiyar, ümmeti arasında bulunan peygamber gibi hürmet ve ikrâma lâyıktır.
* * *
Hikâye:
Zengin tüccardan biri aşçısına verdiği emirle, ihtiyar vâlidesine
ayrı yemek verildi. Kadın derin bir teessürle:
-“Yââ, bizim yemeğimiz de ayrıldı demek! Yâ Rabbi! Ömrün
rezîlinden sana sığınırım” diye ağlayarak niyazda bulundu.
***
Bir gün tüccarın çocuklarından biri, tahtalarla oynuyordu.
-“Ne yapıyorsun?” dediler.
-“Sofra yapıyorum. Babam ihtiyarlayınca bununla ona yemek
vereceğim” dedi. Anlayan anlar!..
* * *
H. Ş.: Allahü
Teâlâ’ya şirk koşmak, ana- babaya isyanda bulunmak, haksız yere adam öldürmek,
yalan yere yemin etmek, büyük günâhlardandır.
H.Ş.: Geçmiş
ümmetlerden Râhip Cüreyş, fakih ve âlim olaydı, ibâdet ettiği esnâda anasının
çağırmasıyla huzûruna gider, ona riâyet etmenin Rabb’ine ibâdet etmekten evlâ
olduğunu bilir ve ibâdeti keser de hizmetinde bulunurdu. (Müslim)
Açıklama: Cüreyş, geçmiş ümmetlerden âbid ve zâhid bir
zâttır. Yaşlı anasından başka kimsesi yoktu. Bir gün ibâdete mahsus olan
odasında namaz kılarken vâlidesi “Yâ Cüreyş diye üç defa seslendiği halde
namazı bozup cevap vermediğinden, vâlidesi kasten cevap vermiyor zannıyla
bedduâda bulundu. Kısa zaman sonra, Cüreyş bir kadınla zinâ etti diye iftirâya
uğradı. Züht ve takvâsı ile meşhur olup herkes hüsn ü zan ettiği halde, halk bu
iftira üzerine, Cüreyş’e bir çok ezâ ve cefâ ettiler; ibâdethânesini yıkıp
kendisini mahkum ettiler.
Nihâyet Cüreyş bu felâketin annesinin bedduâsından ileri
geldiğini anladı ve annesine yalvarmak sûretiyle, analık hakkını helâl ettirdi,
hayır duâsını aldı ve iddiânın iftira olduğu, Cüreyş’in mâsum ve günâhsızlığına
mahkemece halkın huzurunda karar verilip tahliye edildi. Halk ibâdethânesini
yeniden yaptı. Kendisine karşı îtibar da arttı. Cüreyş de vâlidesinin
hizmetiyle meşgul oldu.
Anlaşılıyor ki, onların dinlerinde ana-babaya, ibâdeti
keserek cevap vermek vâcipti. Din-i İslâm’da bu hüküm sünnet ve nâfilede câizdir.
* * *
Rasûlüllah S.A.V. bir hadis-i şerifte buyurdular:
-“Hak Teâlâ dört
şeyin mevcut olmasını, dört şeyle hükmetti:
1. İlmin bereketi üstâza (hocaya) tâzimde,
2. İmânın bekâsı, ilâhi emirlere uymakta,
3. Hayatın dirlik ve lezzeti, ana-babaya itâat ve ihsanda,
4. Cehennemden kurtuluş, halka ezâ etmemektedir.
* * *
Hikâye:
Yusuf A.S. Mısır Meliki olunca ana, babasıyla
akrabalarını getirmek için adamlar gönderdi. Pederi Yakup A.S. Mısır’a
geldiğinde Yusuf A.S. onu, bir çok hazırlık ve merâsimle karşılamış, pederine,
mâlik bulunduğu devleti gösterip onu hoşnut etmek maksadıyla atından inmediği
için vahyi ilâhî ile “Ey Yusuf! Pederine tâzimi tam îfâ etmediğinden neslinden
gelecek yetmiş kadar enbiyâyı (peygamberleri) kesip başkalarına taksim ettim”
buyurulmuştur.
* * *
Hikâye
Âlimlerden Sâbit-i Bennân Hazretleri anlatıyor:
Bir delikanlı yaşlı birini dövüyor, dövülen de gülüyordu.
Yanına varıp:
-“Dövülürken gülüyorsun, bu acâib hal nedir?” dedim.
İhtiyar:
-“Bu genç benim oğlum... Para ister, kötü yere
harcayacağından vermiyorum. Bu sebeple döver. Gülmeme gelince: Pederimi
sağlığında bu ağacın altında dövmüştüm. Adâlet-i ilâhî burada başladı: «Kısas
kıyâmete kalmaz» sözü ne kadar doğru! Taaccübümden gülerim.” dedi.
* * *
Hikâye:
Hâkîm-i Tirmizî Hz. ilim öğrenmek üzere üç arkadaşıyla sözleşmiş,
iki arkadaşı ilim tahsili için gitmiş, anası izin vermediğinden kendisi gidememişti.
Bu sebepten üzüntülü günler geçirirken Hızır A.S. ona, anasının rızâ ve duâsı
sebebiyle hikmetler tâlim etmiştir.
* * *
Hikâye:
Mûsa A.S. cennette kendisine komşu olacak zâtın
bildirilmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz etti. Sonra da bildirilen zâtın bulunduğu
beldeye gitti. Kasaplık eden o zâta misâfir oldu. Adam, akşam eve gelince, bir
kafes içinde muhâfaza ettiği ihtiyar ve zayıf vâlidesinin altını temizler,
diğer hizmetlerini görür, sonra bir miktar çorba içirip yerine yatırır. Kadın:
“Hak Teâlâ seni cennette Hz. Mûsa’ya komşu etsin” diye duâ eder ve işin esrârı
anlaşılır. Bunu üzerine Hz. Mûsâ, kasaba kendisini tanıtır ve onu cennetle müjdeler.
Allah’ın Rasûlü: “Ana ile oğul arasını açan kimseye
Allahü Teâlâ lânet etsin” diye bedduâ etmiştir.
Sahih eserlerde beyan olunduğu üzere Reîsü’l Evliyâ Veys
el-Karânî Hazretlerinin yüce mertebeye ulaşmasına sebep, anasının duâsıdır...
* * *
ANA BABA HAKLARINI
ÖDEMEK
H.Ş.: “Bir kimse
Perşembe akşamı (Cuma gecesi)
akşamla yatsı arası; her rekatta Fatiha’dan sonra:
5 Ayet’ül Kürsî
5 İhlâs-ı Şerif
5 Felâk - Nâs
Sûrelerini okuyarak 12 rekat namaz kılar, sonra 5 istiğfar okur ve sevabını
ana-babasının ruhlarına hediye ederse, onlara karşı gelmiş olsa da, haklarını
ödemiş olur. Allahü Teâlâ o kişiye sıddıklar ve şehitlere ihsan ettiğini verir” (Şir’a)
* * *
EVLÂDIN ANA-BABA
ÜZERİNDEKİ
HAKLARI:
Ana ve babaların çocukları üzerinde hakları olduğu gibi,
evlâtların da babaları üzerinde hakları var:
1. Anasını asîl bir âileden nikâhlar, yüz karası olacak soyu
bozuklardan almaz.
2. İsmini güzel isimlerden verir. Hadis-i Şerifte “Bir kişinin
üç oğlu olur da birine benim ismimi vermezse, bana cefâ etmiş olur” buyuruldu.
(Ahmet, Mahmut, Mehmet, Abdullah, Abdürrahman) gibi isimler, tavsiye
olunmuştur.
Hazret-i Ömer R.A. “Güzel bir isim hayatın meyvesidir”
sözü ile ismin ehemmiyetine işâret etmiştir. Kıyâmet günü biri cehenneme sürülürken,
meleklere Hitab-ı İzzet gelir: “Kulumu gözetin! Onun ismi Habibimin
ismindendir. Ben Azîmüşşan, Habibimin ismini taşıyan kimseye azap etmek istemem!”.
3. Çocuğuna Kur’an-ı Kerim öğretmeli... İbn-i Mes’ud
R.A.’a biri: “Çocuklarıma ilim-i Kur’an mı, hıfz-ı Kur’an mı öğreteyim? diye
sual etti, “Hıfz-ı Kur’an’ı namaz kılacak kadar bilse kâfîdir. İlim öğret, o
sâyede Kur’an okumaları da inkişaf eder” buyurdu.
Hadis-i Şeriflerde: “Evlâtlarınızı Nebinizin ve Ehl-i
Beyti’nin muhabbeti ile ve Kur’an okutarak terbiye edin” buyuruluyor.
Kur’ân-ı Kerim’in ve onu okuyanların fazileti ve yüce
dereceleri eserlerde uzunca izah edilmiştir.
4. Çocuğunu helâl kazançla elde edilmiş lokma ile
besleyip büyütmeli... Zira haram lokmanın, zürriyet ve çocuk üzerinde kötü
tesir edip, fenâ huylara sebep olduğu bilinmektedir. Gaz lambasına mazot
koyarsan şişeyi karartır. Haram lokma da insan üzerinde sayısız fenâlıklara
sebeptir.
Mâlik bin Dînar K.S. ağlıyordu. Sebebini sordular. “Bir
kızım var. Onun sözleri beni ağlattı. «Babacığım bana haram yedirmektense aç
durayım, benim kurtulup da senin cezâ görmeni istemem» demesi bana tesir etti”
buyurdu.
Bu îtibarla, önce kendi yiyeceğini helâl kazançla temin
etmeli ki; çocuğa sebep olacak madde temiz, çocuk da helalzâde olsun.
Hadis-i Şerifte: “Yedikleriniz
helâl ve temiz olsun. Çünkü çocuklarınız yiyeceklerinizden hasıl olur” emri
vâkî olmuştur. Çocuğa hamileyken ve süt emzirdiği müddet içinde anayı da şüpheli
şeylerden korumalı. Zira çocuğun özüne tesir eder.
Hikâye:
Herat kadısı, beldesinin en muttakî şahsı olan, kölesi
Mübârek’e kızını nikâhladığı vakit, Mübârek kırk gün, ona yakın olmayı tehir
etti. Sebebi sorulunca “Şüpheli bir şey yemişse kanı temizlensin de, çocuğa
kötü tesiri olmasın diye bu hâli iltizam ettim” demiştir. Abdullah İbn-i Mübârek
ismindeki malûm, meşhur, âlim, âbid, zâhid ve diğer güzel sıfatlara sâhip Zât-ı
Âlîşân, işte bu Mübârek’in mahdumu ve mahsûlüdür...
* * *
İnsanın altı hâle
göre altı ismi var:
1. Ana rahminde “Cenin”,
2. Süt emdiği müddet içinde “Tıfıl”,
3. Buluğa erinceye kadar “Sabî”,
4. Buluğa erince, kırk yaşına kadar “Genç”,
5. Kırkından altmışa kadar “Kâhil”,
6. Altmıştan sonrasına da “Şeyh” veya “Pîr-i Fâni” denir.
Çocuk sâlih olması için, ana rahminde hattâ baba sulbünde
iken de helâl gıdaya dikkat etmek lâzım...
Âdet hâlinde helâline yaklaşmanın zararı da bildirilmiştir.
H. Ş.: “Çocuğa
yedi yaşında namazı emredin, on yaşında kılmadığı takdirde, hafifçe dövün!”.
Çocuğa ilim öğretip cehâletten ve sapıklıktan kurtarmak
lâzım... İlim ışığı dünya ve âhiret selâmetine sebeptir. Bu kaabil olmazsa,
sanat öğretmeli... Altın bilezik gibi her hususta makbul ve mûteberdir.
Ana-baba zengin de olsa, çocuğunu bir sanat veya iş sâhibi
yapmalı.
Hakîmler buyurmuş: “Bir kimse çalışmayıp oturuyorsa onda üç şeyden biri
vardır: Yâ zâhittir, dünyaya düşkün değil... Yâ tembeldir, çalışmaya üşenir...
Yâ da kibirlidir; çalışmayı, çalışanları küçük görür. Halbuki, tembellikten
çalışmayan, kısa zamanda dilenciliğe düşer; kibrinden çalışmayan, sonunda
hırsızlığa müptelâ olur. Helâl kazançla meşgul olan da, bu fenâlıklardan kurtulur.”
Bir kimsenin üç çocuğu varsa, mümkünse üçünü de, ilme
vermeli... Bu olmazsa birini muhakkak ilim sâhibi yapıp, diğer ikisini de dinin
emirlerini, iman ve itikat bahislerini, farz ve vâcipleri, güzel ahlâk ve
ilmihâlini öğrettikten sonra sanat, ticâret ve zirâat gibi işle meşgul
etmeli... Böylece kötü kişilerle ve ahlâkı bozuk arkadaşlarla buluşmasına mânî
olup fenâlıklardan korunmuş olurlar...
Evlâtları sâlihlerin, velilerin sohbetine götürmeli;
Cenab-ı Hakk’a sevgili kulların gönüllerinden duâ, feyz, teveccüh almak için,
ilim ve edep öğretmek sûretiyle her hususta alâkadar olup yardımda bulunmak
lâzım. Bunlar yapılmazsa, istikbal sevdasına düşer, netice ne olur bilinmez.
* * *
İmam-ı Gazâlî Hz.:
- “Çocuğun temiz kalbi; kıymetli bir cevher, her nakşı
kabul eden mum gibidir ve üzerinde hiçbir nakış, yazı, çizgi, kazıntı ve
silinti yoktur. Temiz toprak gibi... Hangi tohum atılırsa o biter ve büyür. İyi
şeyler verilirse, din ve dünya saâdetine kavuşur; ana-baba ve hocası da sevâba
ortak olur. Kötü tohum eken ve çocuğu başı boş bırakan, onu nefsânî isteklerine
ve kötü arkadaşlara teslim eder de sonu perişan olur” demiştir.
* * *
Hikâye:
Mevlânâ Mecdüddin
Hâfî K.S. anlatıyor:
Yezd şehrinde ana-baba hakkında vaaz ediyordum. Bir yaşlı
adam, ağlayarak ayağa kalktı:
- Babasının sakalını çekip başına vuran çocuk için ne
dersiniz? dedi.
- O çocuk babasından hangi işi öğrenmiş? dedim.
- Çift sürüp, merkebi kiraya vermeyi...
- Kabahat babasında! Onu küçükken mektebe verip, Din ve
Kitabın edeplerini öğretseydi ve sâlihlerin, velilerin sohbetlerine götürseydi,
çocuk bu saygısızlığı yapmaz, hürmette kusur etmezdi. Lâkin küçükken merkebin
kuyruğuna yapışıp sopa kullanmayı âdet edinince elbette, babasının sakalı ile
merkebin kuyruğunu farksız görür, dövmekten çekinmez” dedim... Ârif olan
anladı!...
Saâdet, gençlik ve
servetle değil, ilim ve edepledir...
* * *
Hikâye:
Birisi Hz. Ömer R.A.’a oğlundan şikâyet etti. Hz. Emîr
çocuğa darıldı.
Genç;
- Yâ Emire’l Mü’minin! Evlâdın baba üzerinde hakkı yok
mu? dedi.
Hz. Halife:
- “Var. Anasını asîl âileden alır, yüzkarası halden uzak
bulunur, kendisine iyi isim verir, Kur’an-ı Kerim okumayı öğretir” dedi.
Çocuk:
- “Yâ Emire’l Mü’minin! Babam annemi dörtyüz dirhem
gümüşe satın almış... Benim ismimi “CU’L”
(Gübre Böceği) koydu. Kur’an-ı Kerim’den bir âyet dahî öğretmedi”, deyince Hz.
Halife R.A.:
- “Ey İhtiyar! Hâlâ şikâyetin var mı?” buyurdu.
* * *
Ana-baba, evlâtları hakkında vazifesini yaparsa,
evlatları da aşılı filiz gibi verimli meyve hâline gelir.
Evvelâ: Ana baba evlâtlara güzel hal ve hareketlerle
örnek olmalı, kötü söz söylemekten sakınmalı, isyan edecek hâle sebep olmaktan
çekinmeli, tahammül edemeyeceği işi değil götürebileceği kadarını emretmeli...
Bir işi teklif edeceğinde yapamayacağını anlarsa, vazgeçmeli.
* * *
Büyüklerden biri: “Belki isyan eder de, benim sebebimle
Allah’ın azâbına çarpılır diye evlâdıma senelerce hiç bir iş ve hâcet teklif
etmedim...” demiştir.
* * *
H.Şerifte: “Evlâda
muhabbet etmek, cehenneme perde, kişinin evlâdına ikram etmesi, sırattan geçmeye
sebep; beraber yemek yimek ise, cehennemden berâattir” vârit olmuştur.
Kezâ: “Çocuklarınızı
öpünüz, zira her öpme için size cennette bir derece ihsan olunur” ve :
“Merhamet etmeyene
merhamet olunmaz” buyurdu.
Ana-babanın sâlih olması ve evlâtlarını terbiyeye
çalışmaları, onlara iyi yönde tesir eder; evlâtlarını başıboş bırakanların sonu
da mâlum... “Ne ekersen o biter. Zakkum eken hurma beklemez. Rüzgar eken
fırtına biçer” demişler...
* * *
Evlâda hayır duâda
bulunmalı...
Hadis-i Şerifte; “Ana-babanın
evlâdı için duâsı, sürat ve kabulde, peygamberin ümmeti hakkında duâsı gibidir.
Ananın, ziyâde şefkati sebebiyle, duâsının kabûlü süratlidir.” Buyurul-du.
* * *
Merhametlinin duâsı boşa gitmez. Hayırlı ana-baba, evlâtları
için bedduâ etmez. Zirâ, “Belâ, söze bağlıdır...”
* * *
Başkasının evlâdına da beddua etme! Zira kendi evlâdına
dönebilir.
* * *
Ana-babaya, büyük baba ve büyük anne de dâhil olduğu
gibi; evlâda torunlar da dâhil olup selâmet veya felâketleri için edilen
duâların kabûlüne mâni hiç bir hal yoktur. Dikkat etmeli...
* Hadis-i Şerifte; “Üç
dua reddolunmaz. Ana-babanın evlâda duâsı, oruçlunun duâsı, misâfirin duâsı”
buyuruluyor.
* H.Ş.: “Evlâtlarına
yardımcı olan ana-babaya Allahü Teâlâ rahmet etsin.”
* Yalnız ilim tahsiline, ana babadan izinsiz gitmek isyan
değildir. Lâkin iknâ ve râzı etmek güzel ve muvaffakiyete sebeptir...