BİSMİLLÂHİRRAHMANIRRAHÎM
Âlemlerin
Rabb’i Allah’a hamdolsun. Resûlü’ne, Âline ve Ashâbına salât ü selâm olsun.
Ramazan-ı
Şerif Zâtü’l- Buht ve Sırr-ı Ehadiyet’le alâkalıdır; Zât-ı İlâhînin
tecelliyâtına mazhardır.
Farz
oluşu: “Ey iman edenler! Sizden evvelkilere
oruç farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de farz kılındı. Umulur ki
sakınırsınız.” (Bakara,
182) âyet-i celîlesiyle
bildirilmiştir.
Farz oluşu:
Cenâb-ı Hak aklı yarattı ve ona:
– Ben
kimim? buyurdu. Akıl:
– Beni
yaratansın, ben ise âciz bir kulum, dedi.
Cenâb-ı Hak :
–Senden aziz
şey yaratmadım, buyurdu.
Nefsi yarattı ve ona:
– Ben kimim? buyurdu.
Nefis:
Ben benim,
sen de sensin, deyip âsi oldu.
Allahü Teâlâ
onu, yüz sene ateşte yaktı, yine sordu, nefis yine aynı şeyi söyledi. Yüz sene
açlık ateşinde bıraktı. Nefis ıslah olup Cenâb-ı Hakk’ın varlığını ve birliğini
kabul etti. Allahü Teâlâ da onu ıslah
için orucu farz kıldı.
Orucun farz olmasına bir sebep de, nefsi terbiye edip
takvâya ulaşmak ve melekiyet sıfatı kazanmaktır.
Nükte:
Âdem A.S. cennette men edilen meyveden yediğinde, onun
eseri midesinde bir ay kaldı. Bu sebeple evlâtları, bir ay açlık ve susuzlukla
(oruçla) emir buyuruldu ki, mideleri zararlı şeylerden temizlensin...
“Geçmiş ümmetlere
de farz kılındı,” buyurulmasında nükteler var.
Ramazan-ı Şerifin ilk günü, akşamla yatsı arasında “Yâ
Rabb’î! Ramazan-ı Şerifle müşerref kıldığın için teşekküren” diye niyet edip
iki rekât sevinç namazı kılınır.
Birinci rekâtta, bir Fatiha, bir İnnâ a’taynâ; ikinci
rekâtta, bir Fatiha, bir İhlâs-ı Şerif okunur.
Namazdan sonra:
70 Salavât-ı Şerîfe,
70 İstiğfar okunur ve duâ edilir.
Terâvih namazı sünnet-i müekkededir. Her namazda olduğu
gibi bunda da, zamm-ı sûre olarak en az 42 harf (Kevser Sûresi kadar) okumak
vaciptir. Kasten aşağı okunduğunda namazın iâdesi lâzım gelir.
Tâdil-i erkâna riâyetle Elemtere’den aşağısıyla kılana,
hatim sevabı verilir. Bu sûrelerde noksanı olanlar da öğrenmiş olurlar.
Bu mübarek ayda her gün:
100 İstiğfar,
100 Salavât-ı Şerîfe,
100 İhlâs-ı Şerif,
100 Tevhid-i Şerif okumakta büyük sevap var.
Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu kurtuluşa sebep olan
bu mübarek ayın her gecesinde tesbih ve teheccüt namazı kılıp Hatm-i Enbiyâ okunmalı.
Son on günde de her gün Hatm-i İstiğfar edip yetmiş salâvât-ı şerîfe okumanın
sevabı da sayılara sığmaz. Cenâb-ı Hak muvaffakiyetler ihsan eylesin!
* * *
ORUCUN FAZÎLETİ
Oruç
gizli ibâdet olup dikkatle edâ edildiğinde, şeytana yardımcı olan nefsin
isteklerini kırar ve insanı nice hayırlara
ulaştırır.
Bir
maymunla 5, 10, 15 yaşlarındaki çocuklara birer elma verip; “Kim elmasını
akşama kadar yemezse, yirmişer elma ve başka hediyeler vereceğim” dense, maymun
hemen yer; aklı eren, inancı tam olan yemez, karşılığını görür. Sabredemeyen de
maymun gibi zayıf irâdesinin mahrumiyeti içinde kalır, dünya ve âhrette hüsrana
uğrar.
H.Ş.:
“Oruç zihni tasfiye eden ibâdetlerin kapısı, kötülüklere mâni olan kalkan,
bütün iyiliklere ulaştıran nurdur.”
H.Ş.:
“Oruçlunun uykusu ibâdet, sükûtu tesbih, amelleri kat kat kıymetli ve duâsı
makbuldür.”
H.Ş.:
“Oruç sabırdır. Sabredenlerin mükâfatı hesapsızdır. Oruç diğer ameller gibi
değil, o iç sırrıdır.”
Hadîs-i
Kudsî’de “Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben ihsan ederim” buyurulmuştur.
H.Ş.:
“Oruçlu için iki ferahlık var:
1- İftar vaktinde ferahlar
2- Rabb’isine kavuşunca
ferahlar.”
Her gece “Farz olan Ramazan-ı Şerif orucuna”
diye niyet etmek lâzımdır. Bu niyetle sahura kalkmak kâfi ise de, niyet etmek
evlâdır.
İftardan
yarım saat evvel, yalvarmaya başlayıp “Yâ
Rabb’î, sen affedicisin, affı seversin, beni affet” diye istiğfar ve
niyazda bulunmalı.
Zira;
her ibâdetin sonunda duâlar kabul olduğu gibi, orucun son saatinde de duâlar
ret olunmaz.
Ramazan-ı
Şerif, şânı yüce bir aydır. Bu ayda namaz, zikir, oruç, sadaka gibi yapılan her
nâfile ibâdete, diğer aylarda yapılan farzların mükâfatı gibi ecir verilir.
Farz ibâdetlere de yetmiş kat fazlası ihsan olunur.
İmam-ı
Rabbânî Hz., “Farza nispetle nâfile ve
sünnet, deryadan bir damla kadardır,” buyurmuştur.
H.Ş.:
“Bu ayda bir oruçluya iftar ettirmek günahların affına sebep olur, akrabâ ve
taalukâtı cehennemden çıkarılır ve oruçlunun sevabı, aynen o kişiye de
verilir.”
Ramazan-
Şerif dâvetleri bu sebebe dayanmış olsa gerektir.
H.Ş.:
“Bu ayda hizmetçisinin işini hafifleteni Allahü Teâlâ affeder, cehennemden âzat
eder.”
Bu
ayda iyi amellere muvaffak olan kişiye Allahü Teâlâ o senenin tamamında
muvaffakiyet ihsan eder. Eğer gaflet, tefrika ve perişanlıkla geçerse, o sene
onun için perişanlık olur.
Kulluk
makamına münasip olan, sahuru tehir, iftarda acele etmektir. Bu, aczini ve
ihtiyacını ortaya koymaktır.
H.Ş.:
“Oruçlunun ağız kokusu,Allahü Teâlâ yanında miskten sevimlidir.”
H.Ş.:
“Ramazan-ı Şerif geldi diye sevinen kişinin cesedini Allahü Teâlâ cehenneme
haram kılar.”
H.Ş.: “Allahü
Teâlâ Ramazan-ı Şerifin ilk gecesinde hitap eder: «Bize muhabbet edene biz de
muhabbet ederiz. İstiğfar edip af dileyeni Ramazan hürmetine mağfiret ederim.»
Ve Allahü Teâlâ amelleri yazan meleklere «Müminlerin hayır işlerini, sevaplarını
yazın, günahlarını yazmayın» diye emir buyurur ve geçmiş günahlarını da
affeder.”
Hâsılı;
Ramazan-ı Şerif orucunu özenerek edâ eden kimsede haller değişir, ahlâk-ı İlâhî
ile sıfatlanır ve her hususta huzur hâsıl olur. orucun kerâmeti, fazîleti ve
üstünlükleri saymakla bitmez.
Allahü Teâlâ Musa A.S.’a buyurdu:
“Ümmet-i
Muhammed’i iki zulmetten korumak için iki nur verdim: Kabir ve kıyâmet zulmetinden
kurtarmak için Ramazan-ı Şerîfin nuru ile Kur'an-ı Kerîm’in nurunu ihsan
eyledim.”
Yani
bunlar, hakları ödendiği taktirde kabir suâlinden, kıyâmet hesabından; iki
büyük felâketten selâmet vesilesi olurlar.
İsâ
A.S. seneyi oruçla geçirdiğinden, bütün vücûdu nur olmuştu. Civarındaki
melekleri ve rûhânîleri görürdü. Allahü Teâlâ’ya:
– Yâ
Rabb’i! Benden fazla devlete mazhar kıldığın kulun var mı? niyazında
bulundu.
Allahü
Teâlâ:
–Âhir zaman Nebîsi Muhammed Mustafa’nın ümmetleri, senede
bir ay Ramazan orucu tutacaklar. Onların bu ameli senin orucundan efdal olacak,
buyurdu. İsâ A.S.:
– Yâ Rabb’î,
onlar ayda bir defa mı iftar edecekler?
– Hayır.
– On
beş günde bir mi?
– Hayır.
– Yâ
Rabb’î, üç günde bir mi iftar edecekler?
– Hayır.
Sahurda yemek suretiyle günde bir iftar edecekler, buyurunca başını secdeye
koyup Cenâb-ı Hakk’a günlerce niyazda bulundu. Ve:
– Yâ
Rabb’î beni o peygambere ümmet eyle, diye yalvardı.
Kezâ, İsâ A.S., Kur'an-ı Kerîm’in ruhu
olan Fâtiha-i Şerîfe’nin, Kur'an-ı Kerîm’in kalbi olan Yâsîn-i Şerîf’in ve Tahâ
Sure-i Celîlesinin Arş-ı Âlâ’daki esrarını, makamlarını ve nurlarını görüp:
–Bunları bana
ihsan buyur, diye duâ ettiğinde, Allahü Teâlâ:
– Onlar
Habîbim’e mahsustur, buyurdu.
İsâ A.S. bu
ümmetten olma arzusundaki ısrarından dolayı âhir zamanda, Hz. Mehdî devrinde
nüzûl edip müştereken decâcilenin habâsetine son verecekleri eserlerde
gelmiştir. İsâ A.S. gibi büyük bir peygamber Muhammet ümmetinden olmuştur.
Kezâ, Mûsa A.S. Tur-i
Sînâ’da:
Yâ Rabb’î, bana Kelîm’im, buyurdun, kelâmını işittirdin.
Benden üstün devlete mazhar kıldığın bir kulun var mı? niyazında bulundu.
Allahü Teâlâ:
– Yâ Mûsa! Seninle kelâm ederken aramızda yetmiş bin perde
var. Âhir zaman Nebîsi Habîbim Muhammed Mustafa’nın ümmetleri Ramazan orucu
tutacaklar, bu sebeple vücûtları zayıflayıp renkleri sararacak, iftar vakti duâ
ve niyazda bulunacaklar. Onlardan 70 bin perdeyi kaldırıp duâlarını kabul edeceğim
buyurdu.
Hâsılı, Ramazan-ı Şerifin kerâmetiyle orucun faziletinden;
Tesbih ve teheccüt namazlarıyla,
istiğfarla istifadeye çalışmanın zarûretini anlamak lâzım... Çünkü
gönüllere ilâhî rahmetin nüfûzu ve füyüzât-ı ilâhînin gelmesi için, günâh paslarını
silmek icap eder.
Nasıl ki, mühürlü şişenin mantarı, kapalı kutunun ağzı
açılmadan içine bir şey girmezse, kirli gönüllere de ağır misafir gelmez.
Âzâları temizlemeden ilâhî nurlar tecellî etmez.
İmam-ı Rabbânî K.S. Ramazan-ı Şerîf’in üstünlüğünü şöyle
beyan etmiş:
“Kişi sevdiği ile beraberdir” hadîs-i şerifi hükmünce
Mümin kul, Allahü Teâlâ ile beraberdir; Ramazan-ı Şerif ve orucun kerâmetiyle
mânevî beraberliğe mazhariyet vardır...”
Lâkin bildirilen bunca inâyet ve kerâmetlerden istifadeye
çalışıp zevk almaz da, Ramazan-ı Şeriften ve oruçtan şikâyet eder; günler uzun,
oruç ağır, oruçtan usandım, bu ibâdet azaptır gibi sözler ederse, küfre girer,
dikkat lâzım. Her mükâfat meşakkati nispetindedir.
H.Ş.: “İnsanların hayırlısı, ömrü uzun ameli hayırlı olan;
insanların şerlisi de ömrü uzun, ameli fenâ olandır.”
Hayır da, şer de bu âlemde kazanılır. Mümin bu günlerde uyanık, temkinli ve dikkatli olmalı.
Bununla kalmayıp etrafına da sahip çıkmalıdır.
H.Ş.: “Ramazan-ı Şerifte ilim meclisinde bulunan kimsenin
her adımına bir senelik ibâdet sevabı yazılır, Arş’ın altında benimle beraber
olur. Kim Ramazanda cemaate devam ederse, Allahü Teâlâ kıyâmet günü her
rekâtına nimetlerle dolu bir şehir verir.”
H.Ş.: “Kim Ramazanda ana babasını memnun ederse, Allahü
Teâlâ o kimseye rahmetiyle nazar eder. Ben de, cennet için o kimseye kefil olurum.”
Haberde gelmiştir: “Ramazan kıyâmet günü güzel sûrette
huzur-u ilâhîde secdeye varır, hakkını edâ edenlere şefaat eder, kurtulmalarına
sebep olur.”
Haberde gelmiş: “Ramazan hilâli görülünce Arş, Kürsî,
melekler, «Ümmet-i Muhammed’e müjdeler olsun» derler.”
H.Ş.: “Ramazan-ı Şerifin ilk gecesinden itibaren semâvat
ve cennet kapıları açılır, son gecesine kadar kapanmaz.”
H.Ş.: “Ramazan-ı Şerifte kılınan namazın her secdesine
Allahü Teâlâ 70 bin sevap ihsan eder.”
H.Ş.: “Arş-ı Âzam’da Hazırat-ı Kudüs isimli nurdan bir
makam var. Orada toplanan melekler sırf oruç tutup teravih kılanlar için tesbih
eder, duâda bulunur, teravih vakti müminlerle beraber namaz kılar ve onlar için
hacet dilerler.”
H.Ş.: “Tam imanla sevabını umarak, Ramazan orucunu tutan
kimsenin geçmiş günahları affolunur.”
Hadis-i şerifin şerhinde: “Bu müjde, orucu severek,
sevinerek, uzun günleri ganimet ve güçlüğü nimet bilerek edâ edenler içindir,”
demişler. (Mektûbât-ı Şerif, İhyâ-i Ulûm, Mecâlis-i
Abdüllatif S. 44’den 50’ye kadar.)
Seyyid Abdülkadir Ceylânî
Hazretleri’nden:
Cenâb-ı Hak, hudutsuz rahmetiyle, nâfile namaz ve
oruçları, farz borçlara mahsup edeceğini beyan etmiştir. Şu halde: Tesbih,
Teheccüt, Duhâ ve Evvâbîn gibi Nâfileleri ihmal etmek, ahmak lık olur.
* * *
KADİR GECESİ
Kur’an-ı Azîmüşşân Kadir Gecesinde toplu olarak Levh-i
Mahfuz’dan yedinci kat semada meleklerin kıblesi olan Beytü’l- İzze’ye
(Beytü’l- Mâmur’a) indirilmiş, sonra yirmi üç senede Resûlüllah S.A.V.’e
lüzûmuna göre kısımlar hâlinde indirilmiştir.
Diğer büyük kitaplar da, Ramazan-ı Şerifte nâzil olmuştur.
Haberde gelmiş ki: “Cennet dört kimseye âşıktır: Kur’an
okuyan, dilini tutan, açları doyuran, Ramazanda oruç tutan...”
H.Ş.: “Allahü Teâlâ, ümmetime, diğer ümmetlere vermediği
beş şeyi ihsan buyurdu:
1- Ramazanda birinci gecesi, Allahü Teâlâ iman
sâhiplerine rahmetle nazar eder ve bu kullarına hiç azap etmez.
2- İftar vakti oruçlunun ağız kokusu, Allahü Teâlâ yanında
her kokudan sevimlidir.
3- Melekler Ramazanın her gece ve gündüzünde oruç
tutanların affı için duâ ve niyaz ederler.
4- Allahü Teâlâ, oruç tutanlara Ramazan-ı Şerif içinde
cennetten yer tâyin eder ve cennete: «Yakında dünya sıkıntılarından kurtarıp
ikram edeceğim kullar için süslen, hazır ol!» buyurur.
5- Ramazan-ı Şerifin son gününde, o ayda oruç tutanların
tamamını affeder ve iş yapanlara işi bitirince ücretleri verilir.” (Riyâzü'’- Sâlihîn)
Ramazan-ı Şerifin ve o ayda oruç tutanların üstünlükleri
saymakla bitmez.
Cenâb-ı Hak cümlemize bu ayın feyzinden hakkıyla istifade
etmek müyesser eylesin. Bihürmeti esrâri seyyidilmür-selîn. Âmin.
* * *
BÂZI HUSUSLAR
Yemek içmekte, “Vücûda sıhhat, İbâdete kuvvet, dîne hizmet
olsun” diye niyet edip, ibâdette, sünnete uymak lâzım. Sabahtan akşam hazırlığına koyulup nefsin isteklerine hizmet etmek, şehveti artırır, orucun ruhu ölür. (Kimyâ-yı Saâdet)
H.Ş.: “Namaz burhandır (delil); zekât, temizlik; oruç,
bedene sıhhattir.” (Şir’a)
Muhammed bin Yemânî K.S.
buyurdu:
“Araştırdım:
1- Doktorlar; en şifalı yemek, açlık ve az yemektir,
dediler.
2- Hakîmler; hikmete erişmek ve faydalı ilim öğrenmek için
en faydalı hal, açlık ve az yemektir, dediler.
3- Âbitler; Allahü Teâlâ’ya ibâdet etmekte en faydalı şey,
açlık ve az yemektir, dediler.
4- Zâhitler; dünya derdinden kurtulmak, zühde ermek için
en faydalı şey, açlık ve az yemektir, dediler.
5- Âlimler; hâfıza kuvveti için en faydalı şey, açlık ve
az yemektir, dediler.
6- Hükümdarlar; en güzel gıda açlık ve az yemektir,
dediler.
Ben de oruca devam etmeyi seçtim.”
H.Ş.: “Ramazan-ı Şerife erdiği halde oruç tutmayan âsi bir
gencin, azap melekleri tarafından demir değnekle dövülerek yüzüstü cehenneme sürüklendiği,
tevbe ve istiğfar etmeden rahmet ayını geçirdiğinden affına bir sebep
bulunmadığı” beyan buyurulmuştur. (Nüzhetü’l- Ebsar)
Ramazan-ı Şerifte:
– Sahuru geciktirip, iftarda acele etmek.
– İftar vaktine yarım saat kala istiğfar ve duâ ile meşgul
olmak.
– İftar duâsını okuyup “Yarınki Ramazan-ı Şerif orucuna”
diye niyet etmek.
– Hafif yemek, mideyi fazla yemek ve su ile yormamak.
– Bu ayda bol sadaka vermek, yemek yedirmek.
– Çok
Kur'an-ı Kerîm okumak.
– Faydasız
ve çirkin sözden, yalan ve gıybetten sakınmak.
– Lâf
taşımamak.
– Kimseye
cefa ve düşmanlık etmemek.
– Riyâlı
sözden sakınmak.
– Münakaşa etmemek, “Ben oruçluyum” deyip kesmek, sükût
edip zikirle meşgul olmak.
– Son
on günde îtikâf etmek mühim noktadır.
Bütün büyükler Resûlüllah S.A.V.’e uyarak Ramazan-ı
Şerifin son on gününde yatakları dürmüş, ibâdete koyulmuştur. (Kimyâ-yı
Saâdet)
Gıybetle
yalan, orucu ifsat eder denilmiş. Orucu ifsat etmese de zararın büyüklüğü
bildirilmiştir.
Resûlüllah
S.A.V., açlık ve susuzluktan son derece bunalan iki kadına, kusmalarını
emretti. Çıkardıkları kanlı et parçalarını gösterip:
“İşte
bunlar, helâl yemekle oruç tuttular; fakat haramla bozdular” buyurup,
kadınların gıybet ettiklerini bildirmiştir.
H.Ş.:
“Bir kimse yalan söylemeyi, sahte işlerle uğraşmayı terk etmeden, onun yeme ve
içmeyi terk etmesine Allahü Teâlâ’nın ihtiyacı yoktur.”.
H.Ş.:
“Nice oruçluların kârı, sadece açlık çekmek; nice namaz kılanların kârı da,
yorgunluk ve uykusuz kalmaktan ibarettir.”
Bu
mübarek ve ziyâfet ayında, az amele çok sevap verildiği bilinip, gafleti atarak
ibâdete gayret etmeli... orucunu gönül hoşluğu ile severek, sevinerek tutup onu
dünyada ve âhrette saâdete sebep bilmeli.
Münâcât:
Büyüklerden
biri:
Bir
derviş gördüm. Kâbe eşiğine başını koymuş, dertli dertli ağlıyor ve şöyle niyaz
ediyordu:
“Yâ
Gafûr, Yâ Gaffâr! Sen bilirsin ki, pek zalim, pek câhil olan insan, kulluk
vazifesini sana lâyık bir sûrette yerine getiremez. Sana ibâdette kusur ettiğim
için özür dilemeye geldim.
İbâdetime
güvenmiyorum. Âsiler günahtan tevbe ederler, ârifler ibâdetten istiğfar
ederler, âbitler ibâdetin mükâfatını, tâcirler malın bahasını isterler...
İlâhî!
Ben kulun ümit getirdim. Dilenmeye geldim, ticârete gelmedim. Bana; sana
yakışanı yap, bana yakışanla muâmele etme. Beni affet, günahlarımı bağışla...
İşte
yüzümü eşiğine koydum. Kul bir şey teklif edemez. Ne buyurursan razıyım.” der
de, dertli dertli ağlardı...
Ağla
azizim, ağlayan güler...
***
Kâbe kapısında diğer birini gördüm. ağlayarak,
şöyle diyordu:
“İlâhî!
Tâatimi kabul et, demiyorum. Günahıma af kalemi çekmeni diliyorum:”
Abdülkadir
Ceylânî’yi (K.S.) gördüm, Kâbe’nin çakıl taşları üzerine yüzünü koymuş, naz ve
niyaz ederdi:
“İlâhî!
Beni affet. Eğer mutlaka azaba dûçâr etmek mukadder ise, kıyâmet gününde beni
gözsüz haşret ki, iyiler karşısında mahcup olmayayım. Her seher vakti rüzgâr
estikçe aczimi bilerek yüzümü topraklara sürüyor ve şöyle diyorum:
Rabbi’im! Seni hiç unutmayan bu kulunu
affet...”
Hâlinde
irfan nûru görülen bir genç, Kâbe örtüsüne yapışmış:
“İlâhî;
Ulûhiyetinde şerîkin yok ki, hâlimi ona arz edeyim. Saltanatında vezirin yok
ki, onu rahmetine vasıta edeyim...
Eğer
sana itâat etmişsem, senin fazl u kereminledir. Bu ihsan sana lâyıktır.
Eğer
günah işlemişsem, o da senin adl ü taktirinle meydana geldiğinden, benim
üzerime hüccet izhar etmek yine sana mahsustur.
Üzerime
ilâhî hüccetin sübûtu ve sana karşı benim delilimin sükûtu hakkı için beni
affet”, diye nâz ü niyaz eder, derin ve dertli dertli yalvarırken cânib-i
İlâhîden:
“Benim
dergâh-ı ehadiyetime hâcetini arz eden şu sâdık kul, cehennem azabından kurtulmuştur”
nidâsı işitildi.
İbrahim
bin Edhem K.S.:
İlâhî! âsî kulun geldi sana,
Günahını söyleyerek, duâ ederek...
Eğer affedersen ki, sen ehilsin buna.
Reddedersen, senden başka kim acır âciz
kuluna!