26. SOHBET
Meali: Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Peygambere itaat edin ki, merhamet
olunasınız. (En-Nur- 56)
Zekât,
İslâm’ın rukûnlerindendir.1 Onun
hakkında çok ayet-i kerime ve Hadis-i Şerifler gelmiştir. .(1)
Bu
ayet-i kerimede bize üç şey emredilmiştir. Bunların ikincisi zekâttır. Zekât,
malı ve nefsi kirlerden temizler.
Ayet
Meali: Onların mallarından bir zekât al ki, onunla kendilerini temiz pak
edesin. Birde onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için (bir rahmet ve)
huzurdur. Allah çok iyi işiten çok iyi bilendir. (Et-Tevbe- 103)
Ayet
Meali: Ey iman edenler! Gerçekten
haham ve papazlardan bir çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yiyorlar ve
Allah’ın yolundan çeviriyorlar. Bir de altını ve gümüşü biriktirerek onları
Allah yolunda harcamayanlar var ya. İşte bunları acıklı bir azâbla müjdele!
Kıyamet
gününde, bu biriktirilen malların üzerleri Cehennem ateşinde kızdırılacak ve
onlarla sahiplerinin alınları, yanları ve sırtları dağlanacak, kendilerine:
“İşte nefisleriniz için biriktirdikleriniz budur. Haydi tadın bakalım
biriktirdiklerinizin tadını!” denilecek. (Et-Tevbe- 34,35 )
Açıklama:
“Allah
yolunda harcamazlar”, yani zekâtını vermezler ve ondaki hakkı çıkarmazlar. Diğer âzâların
değil de alın, yan ve sırtların dağlanmasının sebebi: Çoğu kere zengin, zekât
isteyecek olan fakiri görünce yüzünü ekşitir. İstemeye başladığında, ona yan
döner, istemekte ısrarlı olursa yerinden kalkar, sırtını döner ve hiçbir şey
vermez.
Biriktirdiklerinin
tadını
(azâbını) Ahirette tatmaları ise, onlar dünyada, ahiretten gaflet
uykusundadırlar. Uyuyan, uykusunda dağlama acısını duymaz, ölürken gaflet
uykusundan uyandığında ancak bu tadı tadabilir; çünkü insanlar uykudadır,
öldükleri zaman uyanırlar. (2)
Zekâtla
ilgili Hadis-i Şerifler:
İbn-i
Ömer (R.A.): Babam Ömer bin Hattab (R.A.) şöyle anlattı, demiştir;
Bir
gün biz, Peygamber (S.A.S.)’ in yanında iken, birden elbisesi bembeyaz,
(sakalının kılları ile) saçları kapkara, üzerinde yolculuk eseri görünmeyen,
hiç birimizin tanımadığı bir adam geliverdi. Peygamber (S.A.V.)’ in tâ yanına
oturdu. Diz kapaklarını, O’nun diz kapaklarına dayadı. Ellerini dizlerine koydu
ve:
- Ey Muhammed! Bana İslâm’dan
haber ver?” dedi. Allah’ın Peygamberi:
- İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve
Muhammed (S.A.S.)’ in Allah’ın Rasülü olduğuna şahadet etmen, namaz kılman,
zekât vermen, Ramazan ayında oruç tutman, (yol bakımından gücün yettiği
takdirde) hac etmenden ibarettir.” buyurdu. Adam:
- Doğru söyledin. dedi.
(Ömer
(R.A.) der ki: ) Biz buna hayret ettik. Hem soruyor, hem de O’nu (yâni Hz.
Peygamberi) tasdik ediyor.
Adam
devam ederek:
- Bana, iman nedir? Anlat. dedi.
Allah’ın Peygamberi:
- İman, Allah’a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve bir de, hayr ile şer (her şey)
in Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmadan ibarettir. diye cevab verdi. Adam:
- Doğru söyledin, dedi ve :
- İhsan nedir? diye sordu.
Allah’ın Peygamberi:
- İhsan, Allah’ı görür gibi
kendisine ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de, O seni görür. buyurdu.
Adam:
- Bana sâât’den (yani
kıyametin zamanından) haber ver, dedi. Peygamber (S.A.S.)
- Bu mesele kendisine sorulan
kişi, sorandan daha bilgili değildir. (yani ben de bu hususta senden fazla bir
şey bilmiyorum) dedi. Adam son olarak:
- O’nun (yani kıyametin)
alâmetlerinden bana haber ver, dedi. Peygamber (S.A.S.):
- Cariyenin efendisini
doğurması; yalın ayaklıları çıplakları, fakirleri ve koyun çobanlarını,
yapılarının yüksekliği ile övünür ve yarış eder oldukları hâlde görmendir.
buyurdu.
Ömer
(R.A.) diyor ki:
- Sonra (bu adam) gitti ve
ben, bir süre (bir rivayette üç gece) Peygamber (S.A.S.)’in huzurundan
ayrıldım. Sonra kendisine vardığımda, Peygamberimiz:
- Ey Ömer, soranın kim
olduğunu biliyor musun? diye sordu.
- Allah ve Rasülü en iyi
bilir. dedim. Bunun üzerine Peygamber (S.A.S.):
- O, Cebrail’ dir; dininizi
öğretmek üzere size geldi. buyurdu.
Hadis-i
Şerif:
İbn-i Mes’ud (R.A.)’ dan: Mallarınızı
zekâtla koruyun. Hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin. Belâ dalgalarına dua
ve tazarru ile karşı koyun. (3)
Karada
ve denizde telef olan mallar, zekâtın verilmemesi sebebiyle telef olur.
Oruç,
hac ve namaz beden nimetine bir şükür olduğu gibi zekât ta; mal nimetine bir
şükürdür.
Hadis-i
Şerif: Beş
vakit namazınızı kılınız, Ramazan orucunu tutunuz, mallarınızın zekâtını
veriniz, size emrettiği hususlarda itaat ediniz, Rab’binizin Cennetine
girersiniz.
Oruçla
nefis mağlup edilir, zekâtla temizlenir. Namazla ruhen miraca çıkılır, Hacla
Allah’a kavuşulur.
Allah-ü
Tealâ Kur’an-ı Kerim’de otuz iki yerde zekât ve namazı beraber zikretmiştir. Bu
namaz ile zekât arasındaki sıkı alâkaya delildir. Hatta bazı âlimler:” Biri
ödenmezse, diğeri kabul edilmez.” demişlerdir.
Zekât,
hicretin ikinci yılında, Ramazan orucundan önce farz kılınmıştır. Bütün
ulemanın icmaı ile Peygamberlere zekât farz değildir. Çünkü zekât muhtemel
kirlerden malı temizler.
Denilmiştir
ki, mal
öldürücü zehirdir, zekât ise onun panzehiridir. Peygamberler, ondan beridirler.
Onlar için mal bâkî değildir. Yani eline geçeni hemen infak etmişlerdir. Ancak
İsa (A.S.) ile âlâkalı:
Ayet
Meali: ... yaşadığım müddetçe bana namazı, zekâtı emretti.( Meryem- 31)
Ayet-i kerimesinde zekâttan murat onu başkalarına tebliğ etmemi emretti
demektir. Veya Peygamberlik makamına ve şanına yakışmayan yanlış hareketlerden
temizlenmeyi emretti demektir.
Zekât
kelimesi; sözlükte temizlik ve üreme (4)
mânâlarına gelir. Dinî bir terim olarak, malın bir kısmını temlik etmektir,
yani başkasının mülkiyetine vermektir. Kişi bir yetime zekât niyetiyle yemek
yedirmiş olsa; zekât yerine geçmez. Ancak yemeği yemek olarak verirse zekât
olur. Yahut ta elbise vermiş olsa yine zekât olur. Ancak bir fakiri zekât niyeti
ile evinde bir sene oturtursa zekât olmaz.
Zekatın
miktarını Cenab-ı Hak, üzerinden bir sene geçen nisâb miktarı malın kırkta
birini hâşimî olmayan fakir Müslüman’a verilmek üzere tayin etmiştir. Zekat
Hâşimîlerin azatlı kölesine de verilmez. Bazıları namaz kılmayana da verilmez
demişlerdir. Hâşimîler, Hz. Abbas, Hz. Ali, Hz. Cafer, Hz. Ukaylin zevceleri
ile çocukları Abdülmuttalib oğlu Hars’ın çocuklarıdır.
Zekât
veren, zekât verdiği kimseden bir menfaat beklemez. Bu sebeple usûl ve füruuna
yani baba, dede, anne, nine... çocuklarına ve torunlarına zekât verilmez.
Zimmetinde
var olan borçlar nisâbdan düşülür.Aslî ihtiyaçlar da nisâbdan düşülür. Çünkü
bunlar yok gibidir.
Elbiseler,
nafaka, mesken, harb aletleri ve borçlar nisâba dahil edilmez. Borçlu, hapse
girmemek veya cezalanmamak için nisâb miktarı maldan borcunu ödemek
durumundadır. Ayrıca sanatkârın aletleri, kişinin ev eşyaları, binek
hayvanları, arabaları, ister âlim olsun, ister olmasın ilim kitapları nisâba
dahil edilmez. Yani bunlardan zekât verlimez. İlim öğrenmekte olanlara zekât
verilir. Borçlu olan, borcundan fazla olan malının zekâtını verir.
Zekâtın
farziyeti ömür boyuncadır. Fakat farz olur olmaz hemen verilmelidir. Zekâtı
ödemeyi özürsüz geciktiren günahkâr olur, şahitliği kabul edilmez.
İnci
ve mücevheratta zekât yoktur. Ancak ticaret için elde bulunduruluyorsa, o
zaman, bunlarda ticaret malları için olan zekât geçerli olur.
DEVELERİN
ZEKÂTI
Devenin
sayısı beşden az olanında zekât olmaz. Deve sayısı beşe ulaşınca; onun için bir
koyun vardır. Aynı şekilde yirmi beşe ulaşıncaya kadar her beşi için bir koyun
vardır. Deve sayısı yirmi beşe ulaşınca iki yaşına gelmiş bir deve vardır.
Otuz
altıya ulaştığında, üç yaşında bir deve vardır. Kırk altıya ulaştığında, dört
yaşında olan bir deve vardır. Altmış bire ulaştığında, beş yaşında olan bir
deve vardır. Yetmiş altı ya ulaştığında, üç yaşında olan iki deve vardır.
Doksan birden yüz yirmiye kadar dört yaşında iki deve vardır. Sayı yüz yirmiye
vardığı zaman, fazla develerin zekâtı birinci nisabın zekâtı gibi olur.
Peygamberimiz
ve Hz. Ebubekir zekât mikdârını böylece tesbit etmişlerdir.
SIĞIR
VE MANDANIN ZEKÂTI
Saime
olan (senenin büyük çoğunluğunda otlamayla idare edinilen hayvan) larda otuza
kadar zekât yoktur. Sayıları otuza ulaştıklarında, iki yaşında erkek veya dişi
dana vardır. Sayıları kırka ulaştıklarında, üç yaşında erkek veya dişi dana
vardır. Sayıları altmışa ulaştığında, iki adet iki yaşında erkek veya dişi dana
vardır. Sayıları yetmişe ulaştıklarında, iki yaşında bir erkek üç yaşında bir
dişi dana vardır.
KOYUN
VE KEÇİLERİN ZEKÂTI
Kırktan
azı için zekât yoktur. Kırka ulaştıklarında, yüz yirmiye kadar bir koyun
vardır. Yüz yirmiye ulaştıklarında, ikiyüze kadar iki koyun vardır. İki yüz bir
den dört yüze kadar, üç koyun vardır. Dört yüzde dört koyun vardır. Sonra her
yüz tanesi için bir koyun vardır. Keçi ve koyun zekât bakımından birdir.
Mes’ele: Yol kesiciler, âsîler veya
zalim sultanlar, otlayan hayvanların zekâtını, öşrü veya haracı almış olsalar
bakılır. Eğer dinen uygun olan yerlere harcamışlarsa, yeniden verilmesi îcâb
etmez. Dinen uygun olan yerlere harcamamışlarsa, Allah-ü Tealâ ile kendi
aralarında olan şey onlar üzerine borçtur, yeniden verilmesi îcâb eder.
Altının
nisâbı yirmi miskal yani 80,18 gr’dır.
Gümüşün
nisâbı ikiyüz dirhem yani 563,3 gr’dır.
Ticaret
malları altın ve gümüşün kırkta biri verilir. Tafsilât fıkıh kitaplarında
vardır.
Nisâb
miktarı mala ilk defa sahip olunduğunda, zekâtın farz olması için üzerinden bir
sene geçmesi şarttır. Sonradan elde edilen her malın üzerinden bir sene geçmesi
şart değildir. Senenin başında ve sonunda nisâb miktarı mal varsa, sene
ortasında noksanlaşması zekât borcunu düşürmez.
Süs
için de olsalar altın gümüşe, gümüş de
altına eklenir. Altın ve gümüş kaplar için de zekât verilmesi farzdır. (Her ne
kadar bunların kullanılması haram olsa bile)
Zekât
vermekte en efdal olan, kardeşlerine vermektir. Sonra amca ve halalar, sonra
dayı ve teyzeler, sonra yakın akrabalar, sonra komşular, sonra aynı şehirde
yaşayan kimselerdir.
Zekât
gayri müslimlere verilmez, sadaka-i fıtır verilebilir. Zekâtın verilmesi için
muayyen bir vakit yoktur, sadaka-i fıtır için vardır. En geç bayram sabahı
verilmelidir. Geciktirmekle günaha girilmiş olunur.
Yakın
akrabalarına zekât niyetiyle para vermiş olsa, caiz olur, ancak nafakası kendi
üzerine hükmolunmuş ise o zaman caiz olmaz. Kötü kişilerin çok malı olduğunu
bilip te kendisine zarar vermesinden korkarsa zekâtını gizlice verir. Zekât ve
keffâretlerde malın kıymetini vermek caiz olur, ancak köle azat etme, ve
nezirlerde caiz olmaz. Ölünün vasiyeti olmadıkça geri bıraktığı malından
alınmaz. Şayet vasiyet etmişse; malın üçte birinden alınır. Hastalanan kişi
mirasçılarının karşı çıkmasından korkarsa, onlardan habersizce zekâtını verir.
ZEKÂTIN
FAZİLETİ, VERMEMENİN AFETLERİ (5)
Hadis-i
Şerif: Namaz
nurdur, sadaka (zekât) burhan (delil) dir.
Zekât,
zekât verenin imanı ve Mevlâ’sına olan muhabbetinin doğruluğuna bir delildir.
Zekât ve gaza ilâhi muhabbetin ölçüsüdür.
Hadis-i
Şerif: Ali
bin Ebi Talib (R.A.)’ dan:Allah-ü Tealâ bir kuluna hayır murat ettiği zaman,
ona Cennet bekçilerinden bir melek gönderir. Melek onun sırtını sıvazlar da,
zekât vermek kolay gelir.
Hadis-i
Şerif: İslâm’ın
köprüsü zekâttır. 1
Hadis-i
Şerif: Zekât vermeyen ateştedir.
Hadis-i
Şerif: Fakirlerden
dolayı zenginlere yazıklar (6) olsun! (Fakirler)
şöyle diyecekler: “Rab’bimiz! Zenginler bizim için üzerlerine farz kıldığın
hakkımızı bize vermediler, bize zulmettiler”. Allah-ü Tealâ: “İzzet ve celâlime
yemin olsun ki, sizi yakınlaştıracak, onları uzaklaştıracağım.” buyurur.
Kıyamet
günü fakirlerin ellerinden kurtulmak için zekâtını öde.
Hadis-i
Şerif: Allah-ü
Tealâ kime mal verirde o da malının zekâtını vermezse; kıyamet günü o mal: “Ben
senin malınım, ben senin hazinenim.” der. Sonra Rasülullah şu ayet-i kerimeyi
okudu.
Ayet
Meali: Allah’ın, fazl-ı kereminden kendilerine verdiği malda cimrilik
edenler, sakın onu kendilerine hayır sanmasınlar. Tam aksine, o, kendileri için
bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey (mal) kıyamet günü boyunlarına
dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün
yaptıklarınızdan haberdardır.
(Al’i İmran- 180)
Hadis-i
Şerif: Malının zekâtını vermeyen kişinin malı
Cehennem ateşinde kızdırılır, başının iki yanları yassı hale getirilir. Allah-ü
Tealâ kulları hakkındaki hükmünü verinceye kadar onunla; alnı, yanı ve sırtı
dağlanır. Sonra ona ya Cennet’e, yahut ta Cehennem’e yolunu gösterir. (7)
HİKÂYE:
Bir
adam başka birine muhafaza etmesi için emanet olarak iki yüz dirhem bıraktı.
Bir müddet sonra vefat etti. Oğlu gelip emaneti istedi. Adam da ikiyüz dirhemi
ona teslim etti. Fakat ölenin oğlu: “Daha çok olmalıydı” diye itiraz etti. Bunun üzerine mahkemeye
çıktılar. Hakim ölünün kabrinin açılmasını emretti. Kabir açıldı; ölünün
vücudunda ikiyüz adet ateşle dağlanmış yer vardı. Hakim: Dağlanan yerler dirhem
adedinceymiş.” diye hükmünü bildirdi.1
SADAKA-İ
FITIR
Ayet
Meali: Gerçekten temizlenen kurtulmuştur.(El- A’lâ- 14)
Atâ,
Katade ve Ebul’âliye bu ayet-i kerimenin, sadaka-i fıtır hakkında nazil
olduğunu söylemişlerdir.
Hz.
Avf, Peygamber Efendimizin bayram namazı kılınmazdan evvel sadaka-i fıtrın
verilmesini emrettiğini ve bu ayet-i kerimeyi okuduğunu rivayet etmiştir.
Sadaka-i
Fıtır, Hicretin birinci yılında vacib olmuştur. Ayet-i Kerime ise Mekke-i
Mükerreme’de nazil olmuştur. Mekke’ de ne Bayram, ne de sadaka-i fıtır yoktu.
Ancak Allah-ü Tealâ ilmi ezelîsiyle bunun olacağını bildiğinden sadaka-i fıtrı
verenleri övmüştür.
İSLAMIN
VACİBLERİ
Dürr-ül
Muhtar’da: İslâm’ın vaciblerinin yedi olduğu yazılıdır. Bunlar: Sadaka-i fıtır,
yakınların nafakası, vitir, kurban, umre, anne babaya hizmet, kadının kocasına
hizmet etmesi.
Hadis-i
Şerif:
Cerir (R.A.)’ dan: Ramazan orucu, sadaka-i fıtır verilinceye kadar sema ile
arz arasında askıdadır.
Hadis-i
Şerif: Sadaka-i
fıtır oruçlu için, hatalı ve çirkin sözlerden bir temizlik, yoksullar için
yemektir. Kim onu bayram namazından önce verirse, makbul bir sadakadır. Kim de
onu bayram namazından sonra verirse, sadakalardan bir sadaka olur, sevabı
azalır. (İhya C. 1 628)
Sadaka-i
fıtır, namazdan sonraya bırakmakla borçtan düşmez, ödeninceye kadar borç kalır.
Peygamber
Efendimiz bayramdan bir veya iki gün önce hutbe okur, şöyle buyururdu: “Büyük
olsun, küçük olsun, hür olsun, köle olsun her kişi için bir sa’ (ölçek yani
1458 veya 1667 gr.) buğday. Yahut yarım sa’ (ölçek yani 2917 veya 3333 gr)
arpa, yahut hurma veriniz.”
Sadaka-i
fıtır, nisâba mâlik olan Müslüman’a vâcibtir. Vâcib olmasının şartları:
Müslüman olmak, hür olmak ve aslî ihtiyaçlarından fazla nisâb miktarı mala
sahib olmaktır. Zekâtta olduğu gibi bu malın üreyici olması ve üzerinden bir
yıl geçmesi şart değildir.
Hadis-i
Şerif: Bu
günde onları dilencilikten engelleyin.
Her
şahsın kendi fitresini bir veya birkaç yoksula vermesi caizdir. Gayri müslim
vatandaşlara verilmesi mekruhtur. İmam’ı Yusuf’a göre caizdir.
Sadaka-i
fıtır vermek kendisine vâcib olan kişiye, küçük çocuklarının ve müslüman
kölelerinin de sadaka-i fıtırlarını vermesi vâcib olur. Hanımının sadaka-i
fıtırını vermesi kocaya vâcib değildir. Sadaka-i fıtır olarak para vermek te
caizdir. Bilakis fakire faydalı olacaksa; bu daha faziletlidir. (Galiye)
RİVAYET:
SADAKA-İ
FITIR VERENİN ON KAZANCI OLUR.
1. Vücudu günahlardan
temizlenir.
2. Boynu cehennemden âzâd olur.
3. Orucu makbul olur.
4. Cennet kendisine vâcib olur.
5. Kabrinden emin olarak çıkar.
6. O sene yaptığı hayırlar
makbul olur.
7. Şefaat kendisine vâcib olur.
8. Sırat üzerinden şimşek gibi
geçer.
9. Mizanda hasenatı ağır gelir.
10.Allah-ü
Tealâ onun ismini şakîler defterinden siler.
(Kaidûl-Meva’ız)
Zekât
ve sadaka-i fıtrın dışındaki diğer sadakalarda en faziletli amellerdendir.
Dünya ve ahirette sıkıntılardan, korkulardan kurtulmaya vesile olur. Nasıl
olmasın ki, gizli verilen sadaka Allah-ü Tealâ’nın gadabını söndürür.
Ebu
Hûreyre (R.A.)’ dan: Peygamber (S.A.S.) şöyle buyurdu;
Yedi kişiyi Allah, kendi gölgesinden başka gölge olmayan kıyamet
gününde, (arşın)gölgesi altında gölgelendirir:
1. Adaletle hükmeden imamı
(Devlet Başkanını)
2. Allah’a ibadetle yetişen
genci.
3. Gönlü mescidlere bağlı
kişiyi.
4. Allah için birbirini seven, o noktada
birleşen ve biri diğerinden ayrılırken, o nokta yüzünden ayrılan iki dostu.
5. Güzel ve mevki sahibi bir kadının
kendisini davet ettiğinde: “Ben Allah’tan korkarım” diye ret cevabı veren
adamı.
6. Sadaka verip te sağ eli ile verdiğini
sol elinin bilmeyeceği kadar gizli tutan kişiyi.
7. Bir de tenhada Allah’ı zikredip te
gözleri yaşla dolan kişiyi.
Hadis-i
Şerif: Sadaka
maldan bir şeyi noksanlaştırmaz. Bir kul sadakaya elini uzattığında, sadaka
sailin eline geçmeden, Allah-ü Tealâ’nın kabzai kudretine düşer. Binaenaleyh,
zekât ve sadaka veren bilmelidir ki, Allah-ü Tealâ’nın hakkını kendisine teslim
ediyor. Allah’a intikal ettikten sonra fakir de rızkını Allah’tan almış oluyor.
Hadis-i
Şerif: Kul
“malım malım” der. Onun için malından ancak üç şey vardır: “Yiyip tükettiği,
giyip eskittiği, verip te (ahirette) kendisi için ayırdığı.
Bunun
dışındakiler elinden gider, insanlara kalır.
Hadis-i
Şerif: Yarım
hurma (vermek) ile de olsa ateşten korununuz.
Kâb
(R.A.)’ dan rivayet edilen, bir Hadis-i Şerifte şöyle buyrulur:
Sadaka,
hatayı yokeder, Rab’bin gadabını söndürür, kötü ölümü defeder.
Hadis-i
Şerif: İnsanlar arasında hüküm verilinceye kadar her kişi kendi sadakasının
gölgesindedir.
Hadis-i
Şerif: Her ma’rûf sadakadır. Dünyada ma’rûf ehli olan ahirette de ma’rûf
ehlidir. Cennette ilk girecek olan da ma’rûf ehlidir. 1
Haber: Kim bir müslüman’ı
giydirirse, üzerinde o elbiseden bir ip bulunduğu müddetçe örtü içindedir.2
Hadis-i
Şerif : Her
borç (vermek) bir sadakadır.
Hadis-i
Şerif: İyiliğe
on kat ecir verilir. Borç vermeye ise onsekiz kat.
Hadis-i
Şerif: İslâm’ın
hangisi daha hayırlıdır? diye soruldu. O: “Yemek yedirmen ve tanıdığın
tanımadığın her kişiye selâm vermen.” buyurdu.
Hadis-i
Şerif: Hangi
sadaka daha faziletlidir? diye soruldu.
O: “ Su dağıtmaktır” Buyurdu.
Hadis-i
Şerif: Yedi
şey vardır ki, ecri, kul öldükten sonrada kabrinde olduğu halde, kendi hesabına
yazılmakta devam eder: Bir ilim öğretmek, bir ark açmak, bir kuyu kazmak, hurma
ağacı yetiştirmek, mecsid yapmak, mushaf miras bırakmak. Ölümünden sonra
kendisine istiğfar edecek sâlih evlâd bırakmak.
Tezyil
(zekât ve sadaka bahsine yapılan ek)
Zenginin
dilenmesi büyük günahlardandır. Arzu ederek ve daha çok mala sahip olmak için
sadaka almak büyük günahlardandır. Fakir olmadığı halde dilenen ateş yemiş gibi
olur. İstenene eza verecek şekilde ısrarla istemek, büyük günahlardandır.
Rızası
ve izni olmadığı halde başkasının yemeğinden yemek, başkalarının sırtından
geçinmek te büyük günahlardandır. Bunu âdet haline getirenlerin şahitlikleri
kabul edilmez.
DUA
Allahım
helâl kıldığın şeyleri nasib ederek haramlardan bizi müstağni (ihtiyaçsız) kıl.
Hakında
Levlâk buyurduğun Habibin hürmetine senin kapından başkasına bizi muhtaç etme.
Senden gayriden bize kâfi ol.
Sen
zenginsin, bol bol hibe edersin, sebepleri yaratan, kapıları açansın.
Allahım
bizi, helâl yiyen, şüpheli şeylerden kaçınan, şehvet ve nefsin kötü
isteklerinden sakınan, lezzetlere dalmaktan uzak duran kullarından eyle.
Rabbimiz!
Kâinatın Efendisi hürmetine dünyada bize iyilikler, ahirette sevaplar ve yüksek
dereceler ihsan eyle. Amin.
ZEKAT VE SADAKA-İ FITIR -II
Hadis-i
Şerif: Benim
üzerime salât okuyacağınız zaman güzel okuyunuz. Çünkü siz; isimleriniz, baba
isimleriniz, aşiretiniz ve amcalarınızın ismiyle bana bildirilirsiniz.
Allahümme
salli ve sellim alâ ekremi validin ve mevlûdin Habibike Muhammedin Ahmede
Hamidin ve Mahmudin ve alâ âlihi ve ehli beytihi ve sahbihi ve sellim.
Mânâsı: Allah’ım! En kıymetli baba
ve en kıymetli oğul, Habibin “Muhammed, Ahmed, Hamid ve Mahmud” üzerine ve onun
âli, ehli beyti ve ashabı üzerine salâtü selâm eyle.
(1)
Zekâtın
farz olmasının, yani zenginlerinin malından az bir kısmının alınıp, muhtaç
insanlara verilmesinin hikmetleri:
1- Mal, tabiî olarak sevilir. Bu sevginin
sebebi şudur: Güç ve kudret bir kemâl sıfatı olup, başka bir şeyden dolayı
değil, li-zâtihi (kendisi itibariyle) sevilir. Çünkü, “Her şey, başka bir
şeyden ötürü sevilir” denilemez. Aksi halde ya teselsül, ya devr-i fasit lâzım
gelir ki, bunların ikisi de imkânsızdır. Binâenaleyh, sevilen şeyler hususunda
işin neticede li-zâtihi sevilen şeylere varıp dayanması gerekir. Kemâl
(mükemmellik), zâtı gereği sevilir. Noksan (eksiklik) de, yine zâtı gereği
sevilmez. Binâenaleyh, güç ve kudret bir kemâl sıfatı olup, kemâl sıfatları da,
zatı gereği sevilen şeylerden olduğuna göre, kudret de zâtı gereği sevilir.
Mal, insan için bir kudret ve mükemmellik vasıtasıdır. Dolayısıyla mal, insan
için güç ve kudret sebeplerinin en kuvvetlilerindendir. Sevginin varıp
dayandığı şey sevilir. Binâenaleyh, mal da sevilir. İşte malın, sevilen bir şey
olmasının sebebi budur.
Fakat
onu çok fazla sevmek, insanı Allah sevgisinden ve âhiret hazırlığından alıkor.
İşte bundan ötürü ilahî hikmet, mal sahibinin, nefsinin mala olan aşırı
sevgisini kırmak ve onu tamamen mal sevgisine düşmekten men etmek ve insanın
saadetinin mal elde etme peşinde koşmakla olmayıp aksine Allah rızası için mal
infak etmekle elde edileceğine dikkat çekmek için, malının bir bölümünü çıkarıp
vermesini farz kılmıştır.
Öyleyse
zekatı farz kılmak, dünya sevgisi hastalığını kalbden silmek için belirlenmiş
en uygun ilaçtır. İşte bu hikmetten ötürü Allah-ü Tealâ, zekatı farz kılmıştır.
Karun’un
helâk olmasının sebebi şu üç şeydir:
1.Dünya sevgisi,
2.Zekât
vermemesi,
3.Musa
(A.S.) ‘a iftira atmasıdır.
2-
Mal çokluğu, azgınlığın ve kalbin kararmasının sebebidir. Bunun sebebi de
bahsettiğimiz şu husustur: Mal çokluğu güç ve kuvvet sahibi olmanın bir
vesilesidir. Kudret, zâtı gereği sevilen bir şeydir. Aşık maşukuna ulaştığında
onda adeta boğulur. O halde de, insan mal talebine gark olur. Binaenaleyh, insan için bu yolda bir mâni
çıkarsa o, malı ve kudreti ile o engeli aşmaya çalışır. İşte, tuğyandan maksad
da budur. Cenâb-ı Hakk, bu hususa “Çünkü insan, kendisini ihtiyaçtan
müstağni gördü diye, muhakkak ki azar” (El-Alak –7,8) ayetiyle
işaret etmiştir. Buna binaen zekatı farz kılmak, tuğyanı azaltır ve kalbi
Rahman’ın rızasını talep etmeye yöneltir.
3-
İnsanın iki kuvveti vardır:
· Nazarî kuvvet
· Amelî kuvvet
Nazarî
kuvvetin en mükemmeli, Allah’ın emrine ta’zîm göstermededir.
Amelî
kuvvetin en mükemmeli de, Allah’ın mahlûkatına şefkat duymadadır. Binâenaleyh,
Cenab-ı Hak, ruh cevheri için böyle bir kemâl ve mükemmellik meydana gelsin
diye, zekâtı farz kılmıştır. Bu kemâl de, o zekât veren kimsenin mahlûkata iyilikte
bulunmak, onlara hayırları ulaştırmak için sa’yu gayret göstermek ve onlardan
afetleri, belâları gidermek gibi hasletlerle muttasıf olmasıdır. İşte bu
incelikten dolayı Hz. Peygamber (S.A.S.): “Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanınız”.
buyurmuştur.
4.
İnsanlar, bir kimsenin kendilerine hayır ve hesenatın ulaştırılması ve
kendilerinden belâların savuşturulması için gayret gösterdiğini bildiklerinde
Hz. Peygamber (S.A.S.) in de: “Kalpler kendilerine iyilik edenleri sevmek ve
kendilerine kötülük edenlere de buğzetmek duygusu üzerine
yaratılmışlardır.” Buyurduğu gibi,
onlar o insanı tabiatları gereği sever ve muhakkak ki nefisleri o kimseye
meyleder.
Binâenaleyh,
fakir kimseler, zengin bir kimsenin malının bir kısmını kendilerine verdiğini
ve ne zaman onun malı daha çok olursa, onun o maldan onlara daha fazlasını
vereceğini bildiklerinde, o kimseye dua ve gayretleriyle yardımcı olurlar.
Çünkü, kalblerin tesiri, ruhların (müessir) bir harareti bulunmaktadır. Böylece
o dualar, o insanın hayır ve bolluk içinde kalmasına sebep olurlar. İşte bu
hususa Cenab-ı Hak, “insanlara fayda verecek olan şeye gelince: İşte bu,
yeryüzünde kalır” ...(Er-Ra’d-17) ayetiyle Hz. Peygamber de “Mallarınızı
zakâtlarınızla koruma ve muhafaza altına alınız” ifadesiyle işaret
etmişlerdir.
5. Mala, herkesin çok fazla meyli olduğu için,
“mal” adı verilmiştir. Binâenaleyh o, gelip giden bir şeydir ve çok çabuk yok
olan, daima dağılıp parçalanma ile yüz yüze bulunan bir şeydir. Bu sebeple mal,
bir kimsenin elinde uzun müddet kaldığında o, yokluk ve bölünüp parçalanma ile
yüz yüze gelmiş gibi olur. Bu sebeple insan onu çeşitli hayır ve yarar işlerde
harcadığında o zaman mal, zevâli mümkün olmayan bir beka ile devam eder. Çünkü
o durumda bu mal, dünyada devamlı bir övgüyü, âhirette de devamlı bir mükafatı
gerektirir, hak ettirir. Birisinin, “insan altınını kabre götüremez” dediğini
duyduğumda “aksine, bu mümkündür zira o, malını Allah’ın en büyük rızasını
talep etme hususunda infak edip harcadığında onu kabrine götürmüş ve Kıyamete
kadar taşımış olur.” dedim.
(Tefsir-i Kebirden özet)
(2)
İbni Abbas R.A şöyle söylerdi:
Zekat vermeden, Hac borcunu eda etmeden vefat
edenler dünyaya geri dönmek isterler. Şu
ayeti kerime buna delildir ve İman ehline en ağır gelen ayeti kerime budur.
Ayet Meali:Nihayet
onlardan her birine ölüm geldiği vakit şöyle diyecekler: “Rabbim, beni dünyaya
geri çevir. Ta ki, ben terkettiğimi yerine getirip salih bir amelde bulunayım”.
Onlardan her birinin söylediği bu sözler, söyleyene ait faydasız bir lafdır.
Önlerinde ise bir mezar vardır; diriltilecekleri güne kadar oradadırlar. (El-Mü’minün-99,100)
(3)
Bir
Hıristiyan bu hadîsi şerifi işitmişti. O anda da ortağı ticaret için yoldaydı.
Hadis-i Şerifi denemek için malının zekâtını çıkardı, malı hırsızlardan
kurtuldu. Allah’a ve Rasülüne iman etti.
Kim
malının zekâtını verirse, Allah onu dünyada helâk olmaktan âhirette de azâbdan
kurtarır, zekâtını vermeyenin ise dünyada malı âfât ve helâktan, âhirette
kendisi azâbdan kurtulamaz.
Hadis-i
Şerif: Zekâtını
vermeyen kişi, farz olduğunu inkâr ederek vermezse; kıyamet günü Cehennemde
ebedî olarak kalır. Farz olduğunu inkâr etmediği halde vermezse; günahlarından
temizleninceye kadar Cehennemde kalır. (Sinaniye)
Allah
ve Rasülünün emrettiği şeylerden birini reddeden, İslâm’ın dışına çıkmış olur.
İster şüphe ile reddetsin, isterse inat ederek reddetmiş olsun. Sahabe-i Kiram
zekâtı vermeyenlerin dinden çıktığına, öldürülmelerine, kadın ve çocuklarının
esir edilmelerine hükmetmişlerdir ki, bu sahihtir.
Farz-ı
ayn olan hususlarda Rasülüllaha uymak farzı ayndır.
Farz-ı
kifaye olan hususlarda Rasülüllaha uymak farzı kifayedir.
Vâcib
olan hususlarda Rasülüllaha uymak vâcibtir.
Sünnet
olan hususlarda Rasülüllaha uymak sünnettir.
Peygamberimize
muhalefet ise İslâm nimetini kaybetmektir.
Ayet
Meali: Onlardan bâzısı da, “Eğer Allah bize lütfu kereminden ihsanda
bulunursa, mutlaka zekâtını verir ve mutlaka sâlihlerden oluruz!”diye Allah’a
söz vermişti.
Vakta
ki Allah, fazl-ı kereminden istediklerini verdi, cimrilik edip yüz çevirdiler.
Zaten onlar döneklerdir. Nihayet Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan
söylemeyi adet edindikleri için, Allah da bu işlerinin sonunu, kalblerinde
kıyamet gününe kadar sürecek bir nifaka çeviriverdi. (Et-Tevbe- 75, 76, 77. )
Bu
ayet-i kerimelerin tefsirinde anlatılan Sa’lebe Hadisesi, yukarıki sözlerimizin
delilidir.
YAZIK
OLDU SA’LEBE’YE
Sa’lebe
ibn-i Haatıb, bir gün Allah’ın Rasülüne geldi de: “Yâ Rasül-ellah! Allah’ın
bana bir mal vermesine dua buyur.” dedi. Bunun üzerine Allah’ın Rasülü! “Ey
Sâ’lebe! Yazık olur sana! Şükrünü edâ edeceğin az, tâkat getiremeyeceğin çoktan
hayırlıdır.”
Sa’lebe
bu söz üzerinde ısrar etti. Sonra bir defâsında da Allah’ın Rasülü Sâ’lebeye:
“Ey Sâ’lebe! Allah’ın Rasülünün benzeri olmaya razî değil misin? Nefsim yedi
kudretinde olan Allah’a kasem ederim ki, şu dağın altın ve gümüş olarak benimle
beraber akmasını dilemiş olsaydım, elbette akardı” buyurdu.
Allah’ın
Rasülü’nün bu nasîhati Sâ’lebe için büyük bir ibret dersiydi. Sâ’lebe bundan
ibret almadı. Fikrinde ısrar etti de: “Ey Allah’ın Rasülü! Seni hakk ile
gönderen zâti ecel ve â’lâya yemîn ederim ki: Bana bol rızık vermesi için
Allah’a dua edersen, her hak sahibine hakkını öderim.” dedi.
Sâ’lebe’nin
bu ısrarına karşı Allah’ın Rasülü: “Allah’ım! Sâ’lebeye bir mal rızık ihsan
et!” diye dua buyurdu. Bunun üzerine Sâ’lebe bir koyun edindi. Bu koyun
haşerelerin ürediği gibi üredi. Medîne ona dar gelir oldu. Sâ’lebe mallarını
alarak Medine’den ayrıldı. Medine vâdilerinden bir vâdiye indi. Malı yokken
Allah’ın Rasülü’nün yanından ayrılmayan ve beş vakit namazı peygamberimizin
ardında kılan ve onun tükenmez feyzinden faydalanan Sâ’lebe, şimdi ancak öğle
ve ikindi namazlarını cemâatle kılabilir ve diğer namazları terkeder oldu. Daha
sonra bu mal öyle çoğaldı, öyle çoğaldı ki, Sâ’lebe bütün vakit namazlarını
bıraktı, Cum’a dan Cum’a ya namaza gelir oldu. Bu hayvanlar çoğalmaya öyle
devâm etti ki, en sonunda Sâ’lebe Cum’a namazlarını da terk etti. Bir gün
Peygamberimiz (S.A.V.) eshâbına: “Sâ’labe ne yapıyor?” diye sordu. Eshâb: “Ey
Allah’ın Rasülü! Sâ’lebe bir koyun edindi. O hayvan o kadar çoğaldı ki, Medîne
hayvanlara dar geldi, Sâ’lebe çöle çıktı...” diye Sâ’lebenin durumunu Allah’ın
Rasülü’ne haber verdiler. Bunun üzerine Allah’ın Rasülü (S.A.V.) üç kere:
“Yazık oldu!. Sâ’lebeye!” diye acıdığını beyân buyurdu.
Sonra
Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri:“Onların mallarından sadaka al ki, onları
temizlesin ve tezkiye etsin.” (Et-tevbe-103) Âyet’i kerimesini inzâl
ederek zekâtın farzlarını beyân buyurunca; Allah’ın Rasülü (S.A.V.), biri
Cüheyne, diğeri Benî Selim kabilelerinden iki kimse çağırarak onlara zekâtların
nasıl toplanacağını beyân buyurdu ve ellerine bir de mektub vererek: “Sâ’lebeye
ve Ben”i Selimden filan kimseye uğrayın, zekatlarını alın” diye bunları zekat
üzerine me’mûr olarak gönderdi.
Bu
iki arkadaş Medine’den çıkıp Sâ’lebeye geldiler ve malının zekâtını istediler.
Allah’ın Rasülünün mektubunu da ona okuttular. Bu teklif Sâ’lebeye ağır geldi
de: “Bu ancak, bir cizyedir, cizyenin kız kardeşidir, bu nedir bilemiyorum?
Gidin işinizi bitirin, dönerken buraya bir daha uğrayın bakalım” dedi ve
başından savdı.
Onlar
Sâ’lebeden ayrıldıktan sonra Beni Selimden olan zâta haber gönderdiler. O zât
develerine baktı, zekât için en iyisini ve en hayırlısını ayırdı ve bu deve ile
onlara karşı çıktı. Onlar elinde deve ile bu zâtı görünce: “Senin üzerine bu
deve vâcib olmadı, senden bunu almak istemiyoruz” dediler.
Deve
sahibi: Benden bunu alınız, gönlüm bununla hoşnud olacak, bu benim devemdir”
dedi. Me’murlar deveyi ondan aldılar ve sadaka işlerini bitirdikten sonra geri
döndüler. Gelirken yine Sâ’lebeye uğradılar. Sâ’lebe “mektubunuzu gösterin de
içinde ne var bakayım” dedi. Mektuba baktıktan sonra Sâ’lebe: “Bu ancak
cizyenin bir kardeşidir, gidiniz de bir düşüneyim” diye memurları yine başından
savdı. Onlar Medine’ye döndüler, gelip durumu peygamberimize haber vermeden
önce Allah’ın Rasülü onları gördü de: “Yazık oldu Sâ’lebeye!” dedi. Bunun
üzerine me’murlar Sâ’lebe ile olan mâcerayı ve Selemî’den olan zâtın hayır
severliğini Allah’ın Rasülüne haber verdiler. Cenâb-ı Rasül deveyi kabûl etti
ve o zâta bereketle duâ etti. Bu vak’a üzerine Allah-üTealâ ve Tekaddes
Hazretleri bu âyet-i celileleri inzâl buyurdu.
Ayet-i
celîleler nâzil olduğu sırada Allah’ın Rasülünün yanında Sâ’lebenin
akrabasından bir kimse bulunuyordu. Sâ’lebe hakkında bu olayları duyunca hemen
oradan çıkıp Sâ’lebenin yanına gitti. Ona: “Yazık oldu sana ey Sâ’lebe! Allah
azze ve celle senin hakkında şöyle şöyle âyetler inzâl buyurdu” dedi. Bunun
üzerine Sâ’lebe hemen yerinden kalkıp Allah’ın Rasülüne geldi de: Ondan
zekâtının kabul olunmasını ricâ etti. Buna cevâben Allah’ın Rasülü: “Allah beni
senin sadakanı kabulden kesin olarak men etti.” buyurdu.
Allah’ın
Rasülünden bunları duyan Sâ’lebe, başına topraklar saçmaya ve ağlamaya başladı.
Sâ’lebenin bu hareketine karşı Allah’ın Rasülü: “Bu senin amelindir. Sana
emrettiğim halde bana itâat etmedin” dedi.
Sâ’lebe
Allah’ın Rasülü vefât edinceye kadar bekledi. Cenâb-ı Rasül dünyâyı
değiştiripte yerine Hz Ebû Bekir halîfe olunca, bu defa Sâ’lebe Ebu Bekre
gelerek ona müracaatta bulundu ve: “Zekâtının kabul olunmasını ondan ricâ etti,
de: “Ey Ebû Bekir! Allah’ın Rasülü’nün yanındaki derecemi ve ensar meyânındaki
durumumu muhakkak biliyorsun, zekâtımı kabûl et!” dedi. Hz. Ebû Bekir
Sâ’lebenin bu talebine: “Allah’ın Rasûlunun kabûl etmediği bir şeyi ben nasıl
kabul edebilirim?” Cevabını verdi. Vefât edinceye kadar Hz.Ebu Bekir’de
Sâ’lebenin zekâtını kabul etmedi. Sâ’lebe böylece Hz. Ebû Bekir vefat edinceye
kadar bekledi.
Hz.
Ebû Bekir vefat edip te yerine Ömer İbn-i el-Hattab geçince bu defa gelip Hz.
Ömer’e müracaat ederek, zekâtının kabûl edilmesini taleb etti ve : “Ey
mü’minlerin Emiri! Zekâtımı kabûl et!” dedi. Hz. Ömer, Sâ’lebenin bu talebine:
“Allah’ın Rasülü kabûl etmedi. Ebû Bekir kabul etmedi. Onların kabûl etmediğini
ben senden nasıl kabûl ederim?” cevabını verince Sâ’leb’enin ümidi kesildi. Hz.
Ömer vefat edinceye kadar bekledi.
Hz.
Ömer vefat edip yerine Hz. Osman halife olunca, bu defâ gelip zekâtının kabûl edilmesini
Hz.Osman’dan ricâ etti. Bunun üzerine Hz. Osman: “Allah’ın Rasülünün, Ebu
Bekrin, Ömer’in kabul etmedikleri zekatı, ben nasıl olur da kabul edebilirim?”
dedi ve Sâ’lebenin zekatını kabûlden imtina etti.
Sonra
Hz. Osman’ın hilâfeti zamanında Sâ’lebe helâk oldu. Peygamber Efendimiz
delildir, yolda delile muhalefet dalâlettir, yoldan sapmaktır.
Hadis-i
Şerif: Hevası
(nefsinin istekleri) benim getirdiğim (Din)e tâbi olmadıkça
hiçbiriniz (Kâmil) mü’min olamaz.
Hadis-i
Şerif: Kim
benim sünnetimi muhafaza ederse; Allah-ü Tealâ dört şeyle ona ikram eder.
Bunlar: İyilerin kalbinde muhabbet, kötülerin kalbinde korku. Rızık bolluğu.
Dinde itimat.
Peygamberimizin
ümmeti ona her hususta tabi olan, onun yolundan gidendir. Ona da dünyadan ve
onun acil zevklerinden yüz çevirenler tabi olabilirler. Dünya ve zevklerinden
yüz çevirebildiğin, Allah-ü Tealâ’ya yönelebildiğin, vakitlerini ahiret
amelleri için harcayabildiğin kadarıyla Rasülüllah’ın, O’nun halifelerinin ve
ashabının yoluna girebilirsin.
Hadis-i
Şerif: Sizden
kim (uzun bir müddet) yaşarsa; çok ihtilâflar görecektir. Benim
sünnetime ve Raşid halifelerimin yoluna tabi olunuz. Azı dişlerinizle (tutunurcasına)
ona sımsıkı sarılınız. Sonradan çıkarılan (dini) işlerden kaçınınız. Her
bid’at dalâlettir.
Allah’ın
lütfuna, Rasülüllah’ın şefaatına nail olmak, kâfir ve münafıkların mekânı olan
Cehennemden kurtulmak için; Rasülüllah’ın sünnetine uymak lâzımdır.
Cennetteki
mü’minlerin durumu, meyve veren ağaç gibidir, bostandan hiç ayrılmaz.
Cehennemdeki
münafığın durumu ise; meyvasız ağaç gibidir, bostandan sökülür ve kendisiyle
ateş yakılır. Allah’ım! Bizi Cehennemden kurtar, iyilerle beraber Cennetine
koy.
(4)
Zekâta,
zekât denilmesi; onu vermenin bereketi ve alanın da duası ile mal çoğaldığı
içindir. Ayrıca zekât, zekât vereni günahtan temizler. İmanının ve ezelde
verdiği sözün sıhhatine şahitlik eder.
Altın
ve gümüş hükmen (kıymet itibariyle) arttığı için; kendileriyle hiçbir şey
yapılmasa da zekâtları verilir.
Kişi
ihtiyaçlarında kullanmak için elinde para bulundursa, üzerinden bir sene
geçtiği halde onu harcamamış olsa; zekât vermesi icab eder. Çünkü; eğer borcu
yoksa; parayı ister çoğalması için, ister harcamak için olsun, ne niyetle
elinde bulundurursa bulundursun, nisab miktarına ulaşıyorsa zekât verilmesi
farz olur. Ancak elindeki para kadar borcu varsa; bu parayı borçlu olduğu
kimseye vermemiş ve üzerinden bir sene geçmişse, zekât vermesi icab etmez.
Kişi
verdiği vergilere zekât diye niyyet etmiş olsa, zekât yerine geçmez. (Bezaziye)
İbn-i
Hacerde şöyle der: Bazı fasık tüccarlar zekâta niyyet ettikleri zaman, verdikleri
verginin zekât yerine geçeceğini zannediyorlar. Bu mesnedi olmayan bir zandır.
Fetih
isimli kitapta; hastalanıncaya kadar zekâtını geciktiren kişi malı varsa zekâtını verir,
mirasçıları onu men edemez. Eğer mirasçıları mâni olacak olursa onların haberi
yokken verir yahutta malının üçte birinden vasiyet eder. Eğer hastalandığında
zekât olarak verebileceği bir malı yoksa, iyileşip ödeyebileceğine inanıyorsa,
borç alıp zekâtını verir. İyileşeceğini ummuyorsa; borç alarak zekât ödemez.
Zira kul hakkı daha şiddetli ve daha kuvvetlidir, diye yazılıdır.
Bir
kimse kendi zekâtını fakir bulunan hanımına veremez. İmam-ı A’zama göre; bir
kadında zekâtını fakir olan kocasına veremez. İmameyn’e göre ise; kadın
zekatını fakir kocasına verebilir.
Asli
ihtiyaçlarından başka nisap miktarı bir mala malik olan kimseye, zengin
sayılacağı cihetle zekât verilemez. O mal, gerek nakit ve ticaret eşyası gibi
üreyen, çoğalan olsun, gerekse altın ve gümüş kap kacak gibi olsun müsavidir.
Zekât
fakir olan deliye ve paranın kıymetini bilmeyen küçük fakir çocuğa verilmez,
onların adına velilerine verilebilir.
Mescid
inşası ve yol yapımı gibi hayır işlerine zekât verilmez. Ancak zekâtı bir
fakire verip bunu oraya harcamasını söylerse; zekât borcu ödenir ve her ikisi
sevab kazanırlar.
Zekâtı
akrabaya vermek efdaldir. Şöyle ki; zekâtı evvelâ muhtaç olan erkek veya kız
kardeşlere, sonra bunların evlâdına, sonra amcalara, halalara, sonra bunların
evlâdına, sonra dayılara teyzelere, sonra bunların evlâdına, sonra diğer
akrabalara, sonra komşulara, sonra kendi mahallesinde oturanlara, sonra kendi
ülkesindeki fakirlere vermek efdaldir.
Mi’racûd-dirayede: “Fakir alime zekât vermek
hepsinden efdaldir, başka yere göndermek mekruhtur. Ancak, orada fakir bir
yakını yahut, daha takva sahibi, yahut alim veya talebe bulunuyorsa; onlara
göndermek mekruh değildir.” diye yazılıdır.
ZEKÂT
VERECEK KİŞİYE BİR TAKIM VAZİFELER DÜŞER:
1. Zekâtın vücubunu, manâsını,
zekât ile imtihanın yolunu, islâmın esaslarından biri sayılmasının hikmetini
bilmektir.
Mü’min,şehadet
kelimelerini söyleyip mânâlarına kalble inanarak mabud ve mahbubun tek olduğunu
ikrar etmiştir. Bu davanın tahakkuku için, muvahhidin kalbinde tek olan ma’buddan
başka bir sevgili kalmamalıdır. Çünkü, sevgi ortaklığı kabul etmez. İşte
Mü’minler davalarında sadık olduklarını isbat için, en çok sevdikleri mallarından ayrılmakta
(infakla) imtihan olunmuşlardır. Mal ve servet dünya maişetlerini sağlaması
bakımından insanların tabii olarak sevdiği bir varlıktır.
Zekâtta,
helâk edici huylardan olan cimrilikten temizlenme, kurtulma vardır. Zekât,
verilen nimete bir teşekkürdür. Allah-ü Tealâ’nın, kullarının, bedenlerinde ve
mallarında nimetleri vardır. Bedenle yapılan ibadetler, beden ni’metinin
şükrünü, mal ile yapılanlar ise mal nimetinin şükrünü ifa içindir.
2. Zekâtı ödeme vaktindedir.
Zekât kendisine borç olan kimse, tehirindeki afet ve günahı, hemen
verilmesindeki emre uymanın ve fakiri sevindirmenin ehemmiyetini düşünerek, bir
an evvel bu borcunu ödemelidir. İlk fırsatı ganimet bilmeli ve hemen zekâtını
ödemelidir. Bu hususta da ecir ve mükâfatın çoğalması için; şerefli vakitleri,
sene başı olan ve hürmetli aylardan olan Muharrem ayı ve Ramazan-ı şerif gibi kıymetli
ayları seçmelidir.
Peygamber
Efendimiz insanların en cömerdi olmakla beraber hâssaten; Ramazan ayında gelip
geçen yel gibi hiç bir şey bırakmaz, eline geçeni infak ederdi.
3. Riya ve süm’adan (gösteriş
ve duyurmaktan) korunmak için, zekât ve sadakaları gizli vermektir.
4. Riyanın kendisine zarar
vermeyeceği yerde zekâtı aşikâre vermektir. O zaman başkalarını da teşvik etmiş
olur.
5. Başa kakmak ve eziyet etmek
suretiyle sadakasını ifsad etmemektir.
Ayet
Meali: Ey iman edenler! Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet vermekle boşa
çıkarmayın. (El-Bakara- 264)
6. Verdiğini küçümsemek ve hiçe
saymaktır. Zira verdiğini beğenir ve çok görürse; ucb’a düşer. Ucb; ( kendini
beğenme) insanı helâk eden hallerdendir.
7. En kıymetli, en iyi, en
güzel ve en sevimli malını infak etmelidir.
Ayet
Meali: Siz sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça, aslâ iyiliğe nail
olamazsınız. Sadaka namına ne verirseniz, şüphesiz Allah onu çok iyi bilir. (Al’i
İmran- 92)
Ayet
Meali: Hem Allah’a kendilerinin hoşlanmadıklarını isnat ediyorlar...
(En-Nahl- 62).
8. Sadaka ve zekâtı
nemalandıran, yani; sadaka ve zakâtı iyilikte kullanan kişileri seçmektir.
Bunlar dört kısımdır:
a) Dünyadan yüz çevirip yalnız
âhiret için çalışan mütteki fakirler.
b) Bilhassa ilim sahibi olan
fakirler. Çünkü bu gibilere vermek en şerefli ibadet olan ilimde kendilerine
yardımcı olmaktır.
c) Halinden şikâyet etmeyip
vaziyetini gizleyen fakirler. Yahut zengin iken herhangi bir âfet neticesinde
serveti elden gitmiş, ama zahiren zengin görülen fakirler. Cenab-ı Hak bunlar
hakkında:
Ayet
Meali: (Sadakalarınızı) Allah yolunda kapananlara (verin), onlar
öteye beriye koşup kazanamazlar. Dilenmekten çekindikleri için, bilmeyen onu
zengin sanır. Sen onları simalarından tanırsın. İnsanlardan ısrarla bir şey
istemezler. Artık hayır namına ne verirseniz, muhakkak Allah onu bilir.
(El-Bakara- 273)
d) Ailesi kalabalık olan ve
ayrıca hastalık veya herhangi bir sebeple harice çıkıp kazanamayan fakirler.
Ayet
Meali: Sadakalar (zekâtlar), Allah tarafından farz olarak ancak ve
ancak fakirlere, yoksullara, zekât memurlarına, kalbleri müslümanlığa
ısındırılmak istenenlere, (mükâtep) kölelere, borçlulara, Allah
yolundakilere ve yolda kalmışlara mahsustur. Allah her şeyi bilendir; hikmet
sahibidir. (Et-Tevbe- 60)
(5)
ZEKÂTIN
FAZİLETLERİNDEN BAZILARI
Ebu Hureyre (R.A.) ile Ebu Said (R.A.)’
dan:
Bir
gün peygamber (S.A.S.), bize bir konuşma yaptı ve (konuşma arasında) üç defa:
“Hayatımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki” buyurdu. Sonra yere
kapandı. Bizde hepimiz niye yemin ettiğini anlamadan, ağlayarak yere kapandık.
Bir müddet sonra, yüzünde müjde parıltıları belirdiği halde başını kıldırdı. Bu
haliyle bize, kırmızı develer (e sahip olmamızdan) daha sevimli görünmüştü. 1Sonra şöyle buyurdu:
Beş
vakit namazına devam eden, Ramazan orucunu tutan, zekâtını veren ve yedi büyük
günahdan kaçınan bir kimse yoktur ki; cennetin bütün kapıları açılıp kendisine:
“ Selâmet ve emniyet içinde gir.” denilmesin.
Hadis-i
Şerif: Enes
(R.A.)’ dan: Ben-i Temim kabilesinden
bir adam Rasülüllah’a gelerek: “Benim çok malım var, çokta çoluk çocuğum ve
yakınlarım var. Bana haber ver, nasıl yapayım, malımı nasıl harcayayım?” dedi.
Peygamberimiz: “Malının zekatını verirsin. Çünkü o; temizliktir, seni temizler.
Akrabanı gözetirsin, yoksulların, komşunun ve dilencinin hakkını da bilirsin.”
buyurdular.
Hadis-i
Şerif: Muhakkak ki Allah’ın dostları, Allah’ın farz kıldığı beş vakit namazı
kılan, sevabını umarak Ramazan orucunu tutan, sevabını umarak ve gönül hoşluğu
ile zekâtı veren, Allah’ın yasaklamış olduğu büyük günahlardan kaçınandır.
Bunlar, kapı kanatları altından olan Cennetlerin ortasında Muhammed (A.S.) in
arkadaşlarıdırlar. Bir adam büyük günahlar kaç tanedir.” diye sordu, O, dokuz
tanedir, en büyüğü Allah’a ortak koşmaktır. Diğerleri; bir insanı veya kendini
öldürmek, muharebede düşman karşısından kaçmak, iffetli kadınlara iftira etmek,
sihir, yani; büyü yapmak, yetim malı yemek, faiz alıp vermek, müslüman olan ana
babaya karşı gelmek, dirilerinizin ve ölülerinizin kıblesi olan Beyt-i Haram’ı helâl
kabul etmek. (yani; oradaki yasakları kabullenmemek.)
ZEKAT
VERMEMENİN AFETLERİ ÇOKTUR
İbn-i
Ömer (R.A.)’ dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Peygamberimiz:
Ey
muhacirler topluluğu! Beş haslet vardır ki, sizin onlara mübtelâ olmanızdan,
size inmesinden ve sizin onlara yetişmenizden Allah’a sığınırım.
1.
Hiçbir topluluk aleni fuhuş yapmadıkça onlarda fuhuş açığa çıkmaz. (Fuhuş açığa çıkınca);
geçmişlerinde olmayan hastalıklar yaygın hale gelir.
2.
Ölçü ve tartıda noksanlık yapınca; kuraklık ve sultanın zulmüyle cezalanırlar.
3.
Mallarının zekâtını vermeyince; gökten yağmur inmez. Eğer hayvanlar da
olmasaydı hiç yağmur yağmazdı.
4.
Allah’a ve Rasülüne olan sözlerini bozduklarında; kendilerinden olmayan
düşman başlarına musallat edilir ve ellerinde
olanların bir kısmını düşman alır.
5.
İdarecileri Allah’ın kitabıyla hükmetmeyince; sıkıntı, karışıklıklar kendi
aralarında olur. (Ğaliyet-ül Mevaiz)
(6)
Alimler;
sabreden fakir mi, yoksa şükreden zengin mi daha üstün olduğu hususunda ihtilâf
etmişler. Az bir kısmı şükreden zenginin üstün olduğunu, büyük bir çoğunluk ise
sabreden fakirin üstün olduğunu söylemişlerdir.
Hadis-i
Şerif: Cennete
muttali oldum. Ekseri ehlini fakirler gördüm. Cehennem ehlinin ekserisinin
zenginler ve kadınlar gördüm.
Hadis-i
Şerif: “Allahım!
Beni yoksul olarak yaşat, yoksul olarak öldür ve kıyamet günü beni yoksulların
arasında haşret” Hz. Aişe: “Niçin? Ey Allah’ın Rasülü” diye sordu.
Peygamberimiz: “ Çünkü yoksullar, zenginlerden kırk yıl önce Cennete
gireceklerdir.
Ya
Aişe! Yarım hurma da olsa yoksula ver, onu geri çevirme. Ya Aişe yoksulu sev.
Ona yakın ol. O zaman kıyamet günü Allah seni kendi zatına yakın kılar. (Tirmizi rivayet etmiştir)
Ğaliye.
(7)
İbn-i
Ömer (R.A.) dan rivayette: Zekâtını vermeyen kişiye malı; kıyamet günü iki gözünün üstünde iki
siyah nokta bulunan, başı kel bir yılan şeklinde gösterilir. Bu yılan sahibinin
boynunda dolanıp: “Ben senin hazinenim.” der.
Arz
ve semavatın mirası, her şeyi Allah-ü Tealâ’nındır. İnsanlara ne oluyor ki,
Allah’ın mülkü ile cimrilik ediyorlar ve onu Allah yolunda harcamıyorlar!
Hadis-i
Şerif: Her sene zekâtı verilmeyen mal mel’undur. Kırk gece hiç belâya
uğramayan beden mel’undur.
Not:
Tökezleme, terslikler, sıkıntılar, hastalıklar, göz seğirmesi gibi şeyler belâlardandır.
Zira mü’min, hastalık, azlık ve zilletten uzak olmaz.
İslâmın
vacibleri yedi şeydir demek, onu sınırlamak için değildir. Bilakis bu yedi şey
islâmın vaciblerindendir demektir. Çünkü selâm almak ve bayram namazları da
vacibdir.
Yedi
vacibden birisi sadaka-i fıtırdır. Sadaka-i fıtrın sebebi: Mükellefin kendi
nefsi ile mutlak ve kâmil velâyetle, kendinin idare ve velâyeti altında olan,
köle ve cariyesi ve küçük olan fakir çocuklarıdır.
Hadis-i
Şerif: Bakmakla
mükellef olduğunuz kimseler için sadaka-i fıtır veriniz.
Sadaka-i
Fıtrın vücubunun şartı; Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğmasıdır.
Sadaka-i fıtrın vücubunun sebebi: Bakmakla mükellef olduğu kimselerin varlığıdır.
Ramazan-ı
Şerif ayı girdiğinde, bayram sabahından önce Sadaka-i Fıtır vermek caiz olur,
fetva böyledir. Bezaziye isimli kıymetli fıkıh kitabında; iki sene önceden
vermenin sahih olduğu yazılıdır.
Ramazan
Bayramı günü fecir doğmadan vefat edene, veya fakir düşene sadaka-i fıtır vacib
olmadığı gibi, ondan sonra doğan veya
müslüman olan yahut, zenginleşen için dahi, Sadaka-i Fıtır vacib olmaz.
Yedi
vacibden ikincisi de; yakın akrabaların nafakasıdır. Onunda sebebi: (Kişinin)
bakmak zorunda olduğu ve velisi bulunduğu kimseler(in varlığı) dır.
Nafaka,
insanın çocuklarına, zevcesine ve diğer yakınlarına yaptığı harcamalarıdır. Üç
sebeple vacip olur:
1. Eşi olmak,
2. Akrabalık,
3. Kölesi olmak.
Zevcenin
nafakası, sahih bir nikahla, kocaya vacib olur. Koca fakir, yahut küçük te olsa
böyledir. Ancak zevce küçükse, aile olacak yaşa ulaşmamışsa, kocanın ona nafaka
vermesi vacib olmaz. Mürted olan hanımın, ölüm iddeti bekleyen hanımın, hakkı
olmaksızın kocasının evinden çıkan kadının, başkası tarafından hapsedilen
kadının, üzerine farz olan hac için, mahremiyle hacceden hanımın nafakası
zevcine ait olmaz. Ancak zevc, zevcesi ile beraberse; nafaka zevce aittir.
Koca
kendiliğinden hanımının nafakasını (yemesi, giyimi ve meskenini) verir. Çünkü
o, hanımına bakmakla mükelleftir. Eğer bakmazsa hakim, kocanın kazancına uygun
olarak, günlük veya haftalık, yahut aylık veyahut yıllık nafaka tayin eder.
Kocanın fakir veyahut zengin olması, mevsimlere göre, yahut ta yaşadıkları
ülkeye göre nafaka değişir. Burada yeme, içme, giyim ve mesken göz önünde
bulundurulur.
Kadın
hür, kocada zengin ise; onun hizmetçi ve kölelerinin nafakası da kocaya aittir.
Koca
nafakayı vermekten aciz olursa; yahut zenginde olsa nafaka vermezse; araları
ayrılmaz.
Hanımı
hallerine uygun, iki tarafın anne ve babalarının olmadığı bir evde oturtmak
kocaya vacibtir. Haftadan haftaya anne ve babasını ziyaretten, yahut onların
gelmesinden men edemez. Anne babanın dışındaki akrabaları, seneden seneye
ziyaret eder.
Dinî
mes’eleleri öğrenmesi için ilim meclisine gitmesine mani olabilir. Ancak bir
hadise olduğunda, zevc soramayacaksa; zevce gidip öğrenebilir. Hamama gitmekten
de men edebilir. Ancak hasta, yahut loğusa olan hanımını men edemez.
Hanımlar,
süslenmeyi ve güzel koku sürmeyi terk ettiği ve içeride setri avret ettikleri
takdirde hamama gitmeleri caiz olur.
Fakir
olan küçük çocuklar, ister erkek olsun ister kız olsun, ister bir tane olsun,
ister çok olsun, yeme, giyim ve iskân olarak hür olan babaya aittir. Zengin
olan çocukların nafakası, kendi malından karşılanır. Hem çocuk, hem de baba
fakir olursa; baba çalışır.
Kız
çocukları ve çalışmaya fırsat bulamayan, ilim öğrenen talebeler gibi büyük
olduğu halde çalışma imkânı olmayan büyük çocukların nafakası da; babaya
aittir.
Rahatlıkla
sadaka-i fıtır verebilecek durumda olan küçükler üzerine çalışabilecek te
olsalar, fakir olan anne ve babasının ve diğer usulünün nafakası vacibdir.
Hanım
için vacib olan; yeme, içme, giyim ve mesken, hatta hizmetçi tutmak, anne, baba
için de evlât üzerine vacibdir. Eğer anne babadan yalnız birinin nafakasını
temin edebilecekse; çalışmayacağı için öncelik annenindir.
Hadis-i
Şerif: Peygamber
Efendimize: “Kime iyilik edeyim?” diye soruldu. “Annene” buyurdu. “Sonra kime?”
denildi. “Annene.” Buyurdu. “Sonra kime?” denildi. “Babana, sonra yakınlığına
göre akrabalarına” buyurdu.
Usul’ün
dışında kalanlar, fakir ve çalışamayacak durumda iseler, öldüğünde kendisine
mirasçı olacak kimseler, mirastaki haklarına göre onlara nafaka verirler.
1
Büyük günahlardan biri de; başkasının sırtından
geçinmektir.
Hadis-i
Şerif: Kim
çağırılmadığı bir yemeğe katılırsa; hırsız olarak girer âriyet almış olarak
çıkar. 1
Açıklama: Hadisi Şerifte mühim bir
görgü kuralı öğretilmekte, çağırılmadığı yemeğe katılmamak tavsiye
edilmektedir. Çağırılmadan katıldığı için hırsız durumuna düşüyor, fakat yemekte,
yemeğin sahipleri de bulunduğu için o durumdan kurtulup ödünç almış
oluyor.(Mütercim)
Büyük
günahlardan biri de, herhangi bir özrü olmaksızın vermeye de gücü yeterken,
mecbur kalıp kendisinden bir şey isteyen kölesine, bir yakınına istediği şeyi vermemektir.
Hadis-i
Şerif: Ömrünün
uzun, rızkının bol olmasını isteyen sıla-i rahim (yakınları ile alakaya
devam) etsin.
İsteyenin
Allah rızası için isteyip, kendisinden istenileninde vermemesi de büyük
günahlardandır.
Hadis-i
Şerif: Allah
rızası için kendisinden bir şey istenilip de vermeyen lânetlenmiştir. Meğer ki,
çirkin bir şey istenmiş ola.
Hadis-i
Şerif: İnsanların
en şerlisini ben size haber vereyim mi? Allah’ın ismiyle kendisinden bir şey
istenip de vermeyendir. (Tırmizi)
Ancak
bu gün sokakta, çarşıda, cami kapılarında el açan, fakat muhtaç olup
olmadıkları bilinmeyen, dilenmeyi sanat haline getiren dilencilerin durumu
bahsimizin dışında olsa gerektir. Çünkü malı nereden kazandığımızdan mes’ul
olduğumuz gibi; nereye harcadığımızdan da mes’ülüz. (Mütercim)
Hadis-i
Şerif: Allah
rızası için bir şey isteyene veriniz.
Sizi davet edene icabet ediniz. Size bir iyilik yapanı mükâfatlandırınız.
Mükâfat vermezseniz; ona dua ediniz.
Neseinin
rivayetinde şu ilâve vardır: Peygamberimiz sözlerine devamla şöyle anlattılar:
KISSA
HIZIR A.S KÖLELİĞE RAZI OLDU
Hızır
(A.S.), Ben-i İsrail çarşısında yürürken mükâteb bir köle1
onu gördü:
- “ Allah seni mübarek kılsın.
Bana bir sadaka ver.” dedi. Hz. Hızır:
- İnanki sana sadaka olarak
vereceğim hiçbir şeyim yok.” dedi. Köle:
- “Ben senden Allah rızası
için bir şey istedim, sen ise vermedin. Halbuki ben senin yüzüne bakınca;
cömert biri olduğunu anlamıştım. Senden hayır ve bereket ummuştum” dedi.
-
Hz. Hızır: “Nefsimden başka sahib olduğum bir şeyim yok. Kendimi sana tahsis
ettim. Beni götür, köle pazarında sat ihtiyacını gör.” dedi. Köle:
-
Bu doğru olur mu? Hz. Hızır:
-
Olur. Adam; köle pazarına götürüp Hızır (A.S.)’ ı sattı.
Satın
alan adam, Hızır (A.S.) ı evine götürdü; fakat hiçbir iş vermedi. Bunun üzerine
Hz. Hızır:
-
“Sen beni çalıştırmak için aldın. İş ver de çalışayım.” dedi. Adam:
-
Sen yaşlı ve zayıfsın. Bunun için seni çalıştırmak, seni yormak istemiyorum.”
diye karşılık verdi. Fakat Hızır (A.S.):
- “Çalışmak bana zor gelmez. Sen bir iş söyle;
ben yapayım.” dedi. Bahçeye çıktılar. Altı kişinin bir günde taşıyamayacağı
kadar taş vardı.
- “Bunları bahçeye taşı” deyip, çarşıya gitti.
Döndüğünde baktı ki; bütün taşlar taşınmış. “Ne kadar güzel çalıştın, ne kadar
da güçlüymüşsün” diye hayranlık ve takdirlerini ifade etti.
Sonra adamın bir yolculuğa çıkması icab etti.
Hz. Hızır’a: “Ben seni emin bir adam olarak görüyorum, benim yokluğumda çoluk
çocuğumu muhafaza et” dedi. Hızır (A.S.): “Bana bir iş göster, onu yapayım”
dedi. O da: “Ben dönünceye kadar biraz kerpiç döküver. Gelince ev yapacağım”
dedi.
Adam
yolculuktan döndüğünde evin inşa edilmiş olduğunu görüp hayretle: “Allah için söyle sen kimsin?” dedi.
- “Bana Allah’ın ismini vererek sordun, o
halde anlatayım” deyip durumu haber
verdi. Adam:
-
“Ey Allah’ın Peygamberi! Bilmeyerek sana meşakkat verdim.” diyerek özür diledi.
Hz. Hızır:
-
“Mahzuru yok. Sen bana karşı gayet iyi davrandın.” buyurdu. Adam:
-
“İster burada kal, malımı istediğin şekilde tasarruf et, istersen seni serbest
bırakayım” dedi. Hızır (A.S.)
-
“Beni serbest bırak; Rab’bime ibadet edeyim.” Adam, Hızır (A.S.)’ ı serbest
bıraktı. Hz. Hızır:
“Beni
köle yapan, sonra da serbest bırakan
Allah’a hamd olsun.” diyerek, hamd-ü senada bulunup oradan ayrıldı.
1 Rukün: Bir şeyin bir
parçasını veya bütününü meydana getiren şeyler demektir.
1 Hadis-i Şerifte işaret olunan bu köprü, fakirle zengin arasındaki boşluğu kapatan, zenginin merhamet elini yoksula uzattıran ve fakiri servet sahibine hürmetle bağlayan bir köprü olmaktadır.
1 Demek ki bunların zekâtı verilmemişti.
1 Ma’rûf: Aklın ve
dinin hoş gördüğü şey, iyilik demektir.
2 O, din kardeşini Allah rızası için soğuk tan,sıcaktan koruduğu onun vücudunu örttüğü gibi Allah-ü Tealâ da onun bir takım kusurlarını örter. Allah’ü a’lem.
1 Kırmızı deve Arab için en değerli ve sevgili
varlıklardan biridir. Bunun için hadiste bu tâbir kullanılmıştır.
1 Ariyet: Bir malı geri almak üzere ücretsiz kullanılması için vermek veya bir malı bedelsiz olarak kullanmak ve geri vermek üzere emanet almak.