27. SOHBET RAMAZAN BAYRAMI

 

Meali: Gerçekten (küfürden) temizlenen ve Rab’binin ismini anıp namaz kılan kurtulmuştur. Fakat siz (ey kâfirler), dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Halbuki âhiret, daha hayırlı ve devamlıdır. Bu (temizlenenin kurtulması, ve ahiretin daha hayırlı olması), evvelkilerin kitaplarında, İbrahim ile Musa’nın sahifelerinde de vardır. (El-A’lâ –14--19)

 

Açıklama:

Temizlenen kurtulmuştur. Yani; şirkten temizlenip bir olan Allah’a iman eden ve Rasülünü tasdik eden kişi kurtulmuştur. (1)

Ayeti kerimede geçen “tezekkâ”; temizlik ve üremek, çoğalmak manâsına gelen zekâttan alınmıştır. Felâh kelimesi ise; yarık, çatlak ve kesmek manalarına gelir. Bu sebeple çiftçilere; “fellâh” denilir. “Elahadiidû bil-hadidi yüflehu” “demir demir ile kesilir” sözü darb’ı mesel olmuştur. İflâh; felâha dahil etmek demektir. Ayeti kerimede geçmiş zaman siğası ile gelmesi, gelecekte kat’i olarak felâha dahil olacağını ifade içindir. Çünkü Allah’ın bu hususta va’di vardır ve Allah va’dinden dönmez.

 

 

 

 

Ayet Meali: Şüphesiz Allah va’dinden dönmez. (Al’i İmran-9)

 

Ayeti-i kerimede geçen “kad” kelimesi; önceden olması beklenilen bir şeyin olacağını ifade eder, Mü’minler, Allah’ın fazlu kereminden bu felâha ereceklerini ümit etmektedirler.

 

Ayet Meali: Ey iman edenler! Rüku edin, secde edin. Rab’binize itaat edin ve hayır işleyin ki, felâh bulasınız. (El-Hac- 77)

 

BAZI ALİMLER FELÂH ÜÇ ŞEYLE MÜMKÜN OLUR DEMİŞLERDİR:

 

1. Arzularına uymamakla nefse karşı zafer kazanmak, süslerine, zinetlerine dalmamak suretiyle dünyaya karşı zafer kazanmak, vesveselerine aldanmayarak şeytana karşı zafer kazanmakla.

 

2. Küfür, dalâlet, bid’at, cehalet, imansızlıktan ve kabrin vahşeti, kıyametin dehşetinden kurtulmakla.

 

3. Perde olmaksızın kavuşma, hesabsız nimetlere nail olma, hastalığı olmayan bir sıhhat, sıkıntısı bulunmayan bir rahat, ihtiyarlığı olmayan bir gençlik, üzüntüsü olmayan bir sevinç, elden çıkmayan bir nimet, yok olmayan bir mülk bularak ebedi nimetler ve mülkte baki olmakla. (2)

 

Bir görüşe göre felâh; umduğunu elde etmek, hoşlanmadığı şeyden kurtulmaktır. Bazı alimler ise, felâh; insanın arzu ettiği şeye kavuşması, hayır ve saadeti elde etmesidir, şeklinde açıklamışlar ve iki kısım olduğunu beyan etmişlerdir.

 

Felah dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki kısımdır.

Dünyevi olan; iyilik, izzet, zenginlik, sağlıklı ve çok yaşamakla ayrıca dünya hayatı kendisiyle güzelleşen şeyleri elde etmekledir.

 

Uhrevi olan; dört şeydir.

 1- Sonu olmayan beka,

 2- Fakirliği olmayan zenginlik,

 3- Zillet olmaksızın izzet,

 4- Cehalet olmaksızın ilim.

 

 

Hadis-i Şerif: Allah’ım! Hayat ancak ahiret hayatıdır.

 

Çünkü dünya hayatı; misafir ziyareti ve yaz bulutu gibidir.(3) Onun suyu serab, sonu türab (toprak) tır. Kendisinde tat ve rahat yoktur. Dünyada lezzet olduğu zannedilen şeyler haddi zatında bir elemden kurtuluştur. Yeme lezzeti, açlık eleminden, giyim zevki, sıcak ve soğuk eleminden, kurtuluştur. İnsan için dünyada ancak bir elem ve ondan kurtuluş, başka bir eleme geçiş vardır. O meşakkat içinde yaratılmıştır. İnsan için bu dünyada bir rahat ve lezzet yoktur. Öyle ise ona saadet ve lezzet yurdu olan başka bir yurt, yani; Cennete hazırlanmak için gayret etmek düşer.

 

Hz. Ali (R.A.), Hz. Ammar bin Yasire şöyle söylemişti:

 

Ya Ammar! Dünya için mahzun olma. Zira dünya altı şeydir. Bunlar: Yenilen, içilen, giyilen, koklanan, binilen, nikâhlanandır. Dünyada yenilen şeylerin en kıymetlisi baldır. Bal; bir sineğin tükrüğüdür. İçilen şeylerin en değerlisi olan suyu ise bütün hayvanlar içer. Giyilen şeylerin en üstünü olan ipeği bir kurt dokur. Koklanılan şeylerin en üstünü olan misk; geyik kanıdır. Binilen şeylerin en değerlisi olan at üzerinde; adamlar öldürülür. Nikâhlanan (kadınlar ise) üzüntü üzerine üzüntüdür.

 

Ayeti kerimede geçen temizlik, bazı alimlere göre iki şekilde olur:

 

1- Küfür ve isyandan temizlenmekle. Bu sebeple küfür ve isyan ehliyle dost olmaktan kaçınmalısın. Zira onlarla ahbaplık, insanı rezil eder ve ebedi ziyana uğratır.

 

Ayet Meali: Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin! Allah için aleyhinize açık bir huccet vermek diler misiniz? (En-Nisâ -144)

 

Hadis-i Şerif: Ebu Musa el Eş’ari (R.A).’dan rivayete göre Nebi Sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

İyi dost ile kötü dostun benzeri, misk sahibi ile, ateş üfleyip saçan demirci körüğü gibidir. İmdi misk sahibi ya bu (güzel) kokudan bir miktar sana (hediye) verir, yahut satın alırsın, yahut ta ondan güzel koku alır, istifade edersin! Fakat demirci körüğünün nefesi; ya senin elbiseni yakar, yahut ta ondan ağır bir koku koklamak zorundasın! 

(Sahihayn.)

 

Ayet Meali: Dostlar, o gün birbirlerine düşmandırlar. Yalnız takva sahipleri müstesnadır. (Ez-Zuhruf. -67)

 

2- Allah korkusunun çok olmasıyla olur.

 

Takva: Ahirette kendisine zarar verecek şeylerden, dünyadayken sakınmak ve kendini korumak demektir.

 

TAKVA ÜÇ MERTEBE ÜZERİNEDİR:

 

1-Küfürden temizlenerek ebedi azabdan sakınmak.

 

Ayet Meali: Hatırla ki o küfredenler, kalblerine o taassubu (yani) cahiliyyet taasubunu ve gayretini kaynattığı sırada Allah, peygamberinin ve mü’minlerin üzerine huzur ve sükünetini indirmiş; onlara takva kelimesini (Kelime-i Şehadet) ilzam buyurmuştu. (Bu sebeple kâfirleri saran hamiyyet ve taassub onlara gelmemiş; harbe kalkışmamışlardır.) Onlar da buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi en iyi bilendir. (El-Fetih-26)

 

2-Yapılması veya terk edilmesi günah olan her şeyden, hatta küçük günahlardan uzak durmak. Dinimizde takva denince anlaşılan, akla ilk gelen budur.

 

Ayet Meali: Eğer o memleketlerin halkı, iman edip (Allah dan) korkmuş olsalardı; muhakkak üzerlerine gökten ve yerden bereketler saçardık. Fakat onlar (peygamberlerini) yalanladılar. Biz de, kendilerini, kazandıkları vebal sebebiyle yakalayıverdik.

(El-A’raf -96)

 

3-Allah’tan meşgul eden her şeyden gönlünü temiz tutmaktır. Hakiki takva budur.

 

Ayet Meali: Ey iman edenler! Allah’dan nasıl korkmak lâzımsa öyle korkun ve ancak müslüman olarak can verin.( Al’i İmran-102 )

 

Risale-i Kuşeyriye’de şöyle anlatılır:

Takva sahibi İbn-i Sirin gibi olmalıdır. Onun kırk küp tereyağı vardı. Bir gün hizmetçisi küplerin birinden bir fare çıkarıp durumu kendilerine haber verdi. O, hangi küpten çıkardığını sorunca hizmetçi bilemedi. Bunun üzerine İbn-i Sirin bütün küplerin dökülmesini emretti.

 

Şeyh Nasrabadi der ki; Müttekinin alâmeti dörttür

 

1. İlâhi emirleri muhafaza etmek,

2. Çok çalışmak,

3. Sözlerine bağlı kalmak,

4. Elindekine kanaat etmek.

 

Denildi ki: Namaz için temizlenip, dili ve kalbi ile Allah’ı zikreden, iftitah tekbiri alan (4) ve günde beş vakit namazını eda eden kişi felâha ermiştir. (Ebulleys)

 

Hadis-i Şerif: Ebu Saidi Hudri (R.A.)’ dan rivayete göre Nebi Sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Öğle namazından sonra yanında yetmiş bin melek olduğu halde Cebrail (A.S.) bana geldi ve şöyle dedi:

- Ya Muhammed! Bir mü’minin imamla beraber almış olduğu iftitah tekbiri, kendisi için yetmiş hac ve ümreden daha hayırlıdır.

 (Ravzat-ül ûlemâ)

 

KISSA:

 

Peygamber (A.S.) devrinde iki adam kardeş olmuşlardı. Birisi vefat etti. Diğeri onun için dua eder ve “Allah’ım! Beni de ona kavuştur, onun derecesine ulaştır.” derdi. O da vefat etti. Tanıdıklarından biri onu rüyasında görerek:

- O kardeşine kavuştun mu? Onun derecesine ulaştın mı? diye sordu.

- Hayır. O, benden 70 derece daha üstündür. Rüyada gören zat:

- Hangi ameli sebebiyle?” diye sordu. O:

- “Bir gün beraberce mescide gidiyorduk. O beni geçti; iftitah tekbirine yetişti. Ben ise yetişememiştim” diye cevab verdi. (5) (Halisat’ül-Hakayık)

 

İftitah tekbirinin faziletinin ne zaman hasıl olacağı hususunda farklı görüşler vardır, kısaca.,

 

1. Kişi, imam tekbir alırken safta olsa, fakat niyet ile meşgul olsa; bu fazilete nail olur.

2. Birinci rek’ata yetişen bu sevaba kavuşur. (Mecma-ul Fetava)

3. Sahih olan, Sübhaneke bitmeden yetişen bu fazilete kavuşur.

 (Meniyyet’ül-Müfti)

 

Kur’an-ı Kerim ‘de va’dedilen felâh; huşu ile namaz kılanlar içindir.

 

Ayet Meali: Namazlarında huşu sahibi olan müminler, muhakkak ki felâh bulmuşlardır. (El-Mü’minün-1,2

 

Huşu: Allah’tan korkarak, huzurunda eğilmek ve gözlerini secdegâhtan ayırmamaktır. Namaz kılan hem kalb ile, hem de bedeni ile huşu içinde bulunmalıdır.

 

KISSA HATEM-İ ESAMM’IN NAMAZI (6)

 

Hatem-i Esamm (rh.)’ a, “namazını nasıl kıldığı” sorulunca şöyle cevab verdi:

Vakit yaklaşınca güzelce abdestimi alır, namaz kılacağım yere gider, oturur, aklımı başıma alır, sonra namaz için ayağa kalkarım. Kâbe’yi iki kaşım arasına, sırat’ı ayaklarımın altına, Cenneti sağıma, Cehennemi soluma alır, Azrail’i tepemde kabul eder ve bu namazı (ömrümün sonu olduğu için) son namazım diye kabul ederim.

Korku ve ümid ile huzur-ı Rab’bül aleminde durur, tahkik ile tekbir alır, ağır ağır Kur’an okurum. Tevazu ile rukû eder, huşu ile secdeye kapanırım. Sağ ayağımı diker, sol ayağımı yatırır, üzerine otururum. Namazımı ihlâs ile kılarım. Ondan sonra da yine kabul olup olmadığını bilemem.

 

“Tezekkâ” dan maksat; “malının zekâtını veren kişidir”, denildi. Yani bu kişi kıyamet günü fakirlerin husumetinden kurtulmuş olur.

 (Ebulleys)

 

Hadis-i Şerif: Kim zekâtını (tam olarak) verirse; Allah ondan kabir azabını, münker ve nekir korkusunu kaldırır. Vücudunu Cehenneme haram kılar. Kıyamet gününde susuzluk çekmez. (Şeyh Şehab-eddin Risalesi’nden)

 

ZEKÂTLA MÜKELLEF OLMAMIZIN SEBEBİ

 

İnsanlar malı severler, halbuki Allahü Teâlâ’yı sevmekle emrolunmuşlar ve ona iman ederek bu sevgiyi iddia etmişlerdi. Zira “Lâ ilâhe illallah” yani “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” demek, “biz inanıyoruz ki; “Allah’tan başka ibadet edilecek ve sevilecek hiç bir varlık yoktur, biz ona ibadet eder, onu severiz, ondan başka hiçbir şeye ibadet etmez ve sevmeyiz” demektir.

Malı Allah için vermek, bu sevginin bir ölçüsü kılınmıştır. Çünkü; insan en çok sevdiği bir varlık için; diğer bütün sevdiklerini feda edebilir. Malının zekâtını verenler, Allah sevgisi için malını harcayanlar, Allah’a verdiği söze (7) sadık kalanlardır. Malını o manada harcamayanlar ise; kalblerinde olmayan sevgiyi diliyle ifade edenlerdir.

(Mecalis-i Rumi)

 

Temizlenenden maksat; tevbe edendir.

 

RİVAYET:

 

Peygamber Efendimiz, ensardan vefat etmek üzere olan bir hastayı ziyarete vardılar. Ona: “Tevbe et.” Buyurdular. O zat diliyle tevbe edemeyince; Rasülüllah üzüntüsünden ağladılar. Biraz sonra semaya bakarak tebessüm etmeye başladılar. Hz. Ömer sebebini sorunca:

Allah-ü Tealâ’nın ihsanına şaşırdım. Bu hasta lisanıyla tevbe edemeyince başını semaya kaldırdı; kalbi ile pişman-ı nadim oldu. Allah-ü Tealâ onu bağışladı, onun için tebessüm ettim.” buyurdu.

 

DENİLDİ Kİ; TEVBE SEKİZ ŞEYLE TAMAM OLUR

 

1. Geçen günahlardan dolayı pişmanlık,

2. Farzları kaza etmek,

3. Haksız olarak aldıklarını geri vermek,

4. Hasımları ile helâllaşmak,

5. Bir daha aynı günahlara dönmeyeceğine azmetmek,

6. Masiyette erittiği gibi, nefsini Allah’a taatta eritmek,

7. İsyanın tadını tattırdığı gibi, nefsine itaatın acılığını tattırmak,.

8. Helâldan yiyip içmek (Sinaniye).

 

Hadis-i Şerif: Ey Sa’d! Helâlden ye, iç; duan kabul olsun.

 

KISSA:

 

İmam-ı Gazali (R.A.): Bu zamanda benden başka helâl yiyen yok deyince: Nasıl olur? dediler. O:

 -Yenilen şeyler ya haramdır veya şüphelidir. Ben ise on günden önce yemek yemiyorum, ölecek hale geliyorum. O zaman ise; yenilen her şey helâl olur.dedi. (8)

 

Temizlenen kişi felaha ermiştir demek; Anne ve babasına iyilik ederek saadete eren ve kurtulan, demektir.

 

Ayet Meali: Rab’bin kesin olarak şunları ferman buyurdu: Ondan başkasına ibadet etmeyin. Anaya, babaya iyilik edin. Şayet onlardan biri, yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık haline yetişirse; sakın onlara “üf!” deme ve onları azarlama! İkisine de güzel ve yumuşak söz söyle.(El- İsra-23)

 

Hadis-i Şerif: Allah-ü Tealâ; dört şeyi, dört şeyde kıldı: İlmin bereketini; hocaya hürmette, imanın bekasını; Allah’ın emirlerini tazimde, hayatın lezzetini; ana babaya iyilikte, Cehennemden kurtuluşu; halka eza etmemekte. (Hanefi)

 

Ayet Meali: Biz, insana, ana babasını (gözetmesini) tavsiye ettik. Anası onu (karnında) za’f üstüne za’f ile taşıdı. (doğum sancıları ve doğum acısı çekti.) sütten kesilmesi de, iki sene (müddetli) dir. (ve insana dedik ki) “Bana ve anana, babana şükret. Dönüşün ancak banadır.”( Lokman -14)

 

İsyan olmayan yerde, ana babaya itaat farzdır. İsyan olan yerde, itaat edilmez. Ana baba evlâdını evine götürür, ama kiliseye götüremez. Allah’ın rızası; ana babanın rızasındadır.

 

Hadis-i Şerif: İbn-i Ömer (R.A.)’ dan rivayete göre peygamberimiz şöyle buyurdular:

Rab’bin rızası; babanın rızasında, Rab’bın gadabı; babanın gadabındadır.

 

Hadis-i Şerif: Cennet anaların ayakları altındadır.

 

“Temizlenen felâh bulmuştur.” demek; “sadaka-i fıtrı veren kişi felâh bulmuştur” manasınadır. Hz. Ali (R.A.)’ dan da böyle bir rivayet gelmiştir.

 

Sadaka-i Fıtrın hikmeti; Cennette buğdaydan daha az değerli olan bir şey bulunmadığından, Adem (A.S.) onu görünce, ona meyletti. Ondan yiyince de sıkıntıya düştü.

Allah-ü Tealâ kuluna şöyle demiş oluyor: Ey kulum! Oruç tuttuğun zaman Cenneti taleb için çok değerli olmayan bir şey harca ki senin maksadının yüce olduğunu basit olmadığını melekler bilsinler ve senin muradının Cennete girmek değil; benim rızama kavuşmak olduğunu anlasınlar. (Zühre)

 

Rab’binin ismini zikredip namaz kılan”, yani; bayram günü namazgâha giderken yolda tekbir alan, imamla beraber bayram namazı kılan kişi felâha kavuştu. İmam-ı A’zam (rh.)’ a göre yolda sessiz olarak tekbir alınır, İmam-ı Yusuf ve İmam-ı Muhammed (rh.)’ a göre ise sesli olarak tekbir alınır. (Mecalis-i Rumi)

 

Sadaka-i fıtrın namazdan önce verilip, kurbanın ise namazdan sonra kesilmesinin hikmeti;

 

Allahü Tealâ, mükellef kullarına, geçmiş günahlarından temizlenmeleri için, orucu farz kıldı. Ancak onların yalan ve gıybet gibi hususlar sebebiyle bu temizlikte kusurları olabilir. Bu noksanlıkları tamamlamak için, sadaka ile emrolunurlar. Oruç nefsi, sadaka ise orucu temizlemek içindir. Kul namazdan önce sadaka vererek orucunu temizler. Mevlâ’ya münacata hazır ve lâyık hale gelir ve böylece Allah katında değerli olur.

 

Kurban kesmek; nefisten bir bedel ve onun için bir fidyedir. Namazgâhdan döner ve kurbanını keser.

 

Ebu Mansur El Beyya’ bu hususta şöyle demiştir: Allahû Tealâ kuluna şöyle buyurur: “Ey kulum! Dünyaya günahsız, kusursuz tertemiz geldiğin gibi namazgâhından evine, seni; o günkü gibi günahsız, kusursuz ve tertemiz olarak iade ediyorum. Yine kabrinden çıktığın gün de böylece tertemiz olacaksın” (9)

 

Çirkin işlerden kaçınarak, salih amelleri daha çok işleyerek bu büyük gün için Allah’a şükretmek mü’minler için bir borçtur. Nasıl olmasın ki; Allahü Tealâ, Ramazan-ı Şerif ayında, her gece iftar vaktinde, Cehennemden altıyüz bin kişiyi azat eder. (Bir rivayette ise, bir milyon kişiyi azat eder) Arefe gecesi olduğunda, Ramazan-ı Şerifin başından sonuna kadar azat ettiği insanlar sayısınca günahkârı Cehennemden azat eder. Bayram gecesi iblisin zincirleri çözülür. Ümmet-i Muhammed’in Cehennemden azat edildiğini duyunca; çok elem duyar ve ağlar.

 

Ebu Hüreyre (R.A.) Halife Hz. Ömer’in huzuruna girer. Onu ağlar görünce: “Ya emiral mü’minin! İnsanlar sevinirken, siz ağlıyor musunuz!” der. O: “Mağfiret edilip edilmediğini bilmeyen nasıl sevinir?” diye karşılık verir.

 

Haberde geldi ki:

 

Melekler bayram günü şöyle seslenirler. “Orucu kabul edileni bilmiyoruz ki, tebrik edelim, orucu reddolunanı bilmiyoruz ki, teselli edelim.”

 

Ey mü’minler. Orucun kabul olup olmadığı; bayramdan sonra belli olur. Eğer kul bayramdan sonra, ibadet ve taata devam ederse; onun orucu kabul olmuştur. Değilse; reddolunmuştur. Öyleyse kul; Ramazan ayında olduğu gibi, bayramdan sonra da, salih ameller işlemeye gayret etmelidir. Zira Hz. Allah, kulunun bir amelini kabul edince; onu başka salih bir amel işlemeye muvaffak kılar. Denilmiştir ki; salih amelin sevabı, ondan sonra işlenilen başka bir salih ameldir.

 

Bişr-i Hafi (rh)’ a: “İnsanlardan bir kısmı Ramazan-ı Şerif ayında ibadet ediyorlar, diğer zamanlarda etmiyorlar” dediler. O: “Onlar ne kadar kötü kimselerdir. Çünkü; Allah-ü Tealâ’yı Ramazan-ı Şerif ayında biliyorlar, diğer aylarda bilmiyorlar” demiştir.

 

Kâb-ül Ahbar: Ramazan ayında oruç tutup, iftardan sonra: “Şöyle bir günah işlerim.” diye kendi kendine konuşan, düşünen kişinin orucu reddolunur demiştir. (10)

 

Akıllı kimse peşpeşe sevaplar işlemeli ve şu ayete sımsıkı sarılmalıdır.

 

Ayet Meali: Gündüzün iki tarafında (yani sabah, öğle ve ikindi vakitlerinde) ve gecenin gündüze yakın saatlerinde (akşamla yatsı zamanında) namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz ki (beş vakit namaz gibi) iyi ameller, (küçük) günahları giderir. Bu, düşünen (ve lâfdan anlayan) lara bir nasihattır. (Hûd -114) Ğaliye.

Haber

Ramazan bayramı günü olunca Allah-ü Tealâ, melekleri bütün memleketlere gönderir. Onlar da yeryüzüne inerler. Sokak başlarında dururlar ve insanlar ile cinlerin haricinde bütün mahlûkatın duyabileceği bir sesle şöyle seslenirler:

 

Ey Ümmet-i Muhammed! (sonsuz) kerem sahibi olan Rabb’in huzuruna çıkın. O size çok mükâfat verir ve büyük günahlarınızı affeder.

Onlar da namazgâhlarına çıktıkları zaman Allah-ü Teâlâ şöyle buyurur: Ey meleklerim! İşini bitiren işçinin mükafatı nedir? Meleklerde: Ey Rabbimiz! Onun mükâfatı ücretini bol bol vermektir. derler. Bunun üzerine Allah-ü Teâlâ: Ey meleklerim! Sizi şahit yapıyorum ki, ben onları affettim. Ramazan ayının orucunu tutmakla ve gece kıldıkları namazın sevabı olarak; onlara rızamı ve mağfiretimi verdim. (Zühre)

 

Burada fıkhî bir mes’ele vardır. Şöyle ki: Bir kişi kölesine: “Bana birkaç gün hizmet edersen; azatsın.” dese, üç gün hizmet edince azat olur. Şayet: “Çok günler hizmet edersen azatsın.” demiş olsa; İmam-ı A’zam (R.A.)’ a göre; on gün, İmameyn’e göre; yedi gün hizmet edince azat olur. Otuz gün boyunca Rab’bine hizmet eden de; Cehennemden azat olur. Zira sevgili Peygamberimiz: “Ramazan ayının sonu; Cehennemden azat olmaktır.” buyurdular.

Eğer denilirse ki: Bu, hakkıyla oruç tutanlar için verilecek bir mükâfattır, bizim gibi acizlerin hali ne olacak? Cevaben deriz ki: Bizim Allah’tan ümidimiz nerede? O Erhamür-rahimindir. Ekramül ekramindir. (11) kendisinden umanları hayal kırıklığına uğratmaz.

 

Bayram namazları ile alâkalı bazı ihtilaflar vardır. Biz burada İmam-ı A’zam Hz. lerine göre tercih edilen görüşlerin bazılarını alacağız.

Cuma namazı kendisine farz olan kimselere bayram namazı vacibdir. Yani erkek, hür, mukim, sıhhatli, gözleri ve ayakları sağlam olana vacibdir. Yine Cumada olduğu gibi; imamdan başka en az üç kişinin olması, veliyyül-emrin izni, belde veya belde hükmünde olan yerlerde kılınması lâzımdır.

 

Birinci rekâtta; iftitah tekbiri alır, “sübhanekeyi” okur. Üç tekbir daha alır. İkinci rekâtte ise kıraetten sonra üç tekbir alır ki, ileriki sahifelerde izah edilecektir.

 

İmamla beraber bayram namazına yetişemeyen, onu kendi başına kaza edemez.

Bayram namazını şehrin dışında sahrada kılmak; mescidde kılmaktan daha faziletlidir. (12)

 

Bayram namazından önce nafile kılmak caiz olmaz ;sonra caiz olur.

 

Ramazan bayramı namazı ikinci veya üçüncü günü de kılınabilir.

 

Kurban Bayramında tekbir almak sünnettir. İmam-ı Muhammed ve Yusuf’a göre; Ramazan Bayramında da sünnettir.

Kurban Bayramı günlerindeki tekbirin sünnet olması daha kuvvetlidir.

 

Ayet Meali: Elbette kurbanlıkların ne etleri, ne de kanları Allah’a erecek değildir. Lâkin ona, sizin takvânız erecektir. İşte o, kurbanlıkları sizin emrinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir ile yüceltiniz. Güzel iş yapanları müjdele.

(El-Hac -37)

 

Hutbeden önce ve sonra tekbirler çift alınır. Yani “Allahü Ekber Allahü Ekber lâ ilâhe illallahû vallahü ekber. Allahü Ekber velillâhilhamd.” denilir.

 

Peygamber Efendimiz bayram gecelerinde, ibadet ve zikre teşvik eder, Ramazan bayramı gecesinde tekbire teşvik eder ve şöyle buyururlardı:

 

Hadis-i Şerif: Kim bayram gecelerini ibadet ve taatla geçirirse; kalblerin öldüğü gün onun kalbi ölmez.

 

Hadis-i Şerif: Bu gün Allah-ü Tealâ’nın Müslümanlar için bayram kıldığı bir gündür. Bu günde guslediniz. Kimin güzel kokusu varsa; ondan sürünmesi kendisine zarar vermez ve misvak kullanınız.

 

Sahabe-i Kiram namazgâha gitmeden gusle teşvik ederlerdi.

 

İbn-i Ömer (R.A.)’ dan rivayet edildiğine göre, Sevgili Peygamberimiz, bayram günü güzel elbise giyilmesini teşvik ederler, düşman korkusu olmadıkça silah taşınmasından hoşlanmazlardı. Efendimizin,pamuktan desenli bir hırkası vardı. Onu her bayramda giyerlerdi. Bayram namazından döndüklerinde sahabiler kendisine: “Ey Allah’ın Rasülü! Allah sizden ve bizden kabul buyursun.” derlerdi. O: “Evet Allah bizden ve sizden kabul buyursun.” diye karşılık verirdi. Çoğu kere bayramda, onun için def çalarlardı. (13) Fakat bunu övmek, yahut kibirlenmek için yapmamak lâzımdır.

KISSA

Bir bayram sabahı Halife Harun-ur-Reşid’i değerli, süslü elbiseler içinde ata binmiş olarak gören kardeşi Belhûl şöyle seslendi:

“Bayram, yeni elbise giyenlere değil; esas bayram, Cehennemden emin olanlaradır. Ey Harun! Yoksa sen Cehennemden emin mi oldun?”

 

Kısaca bayramda sevinçli olmak ve çok sadaka vermek dinin alâmetlerindendir.

 

Bayram günü babasının kabrine giden kişinin her adımına sevab verilir.

Bayram günü, ana ve babasının başını (bizim örfümüze göre ellerini) öpen ve onlara ikram edene Allahü Teâlâ ikramda bulunur.

 

Peygamber Efendimiz kurban bayramı namazında (vakit girdiğinde) acele eder, Ramazan bayramında kuşluğa kadar geciktirirlerdi.

Bayram namazı başlama vakti, güneş bir mızrak boyu yükseldiği zamandır.

 

BAYRAM NAMAZININ KILINIŞI

Bayram namazları, ikişer rek’attır. Cemaatle cehren kılınır. Ezan ve ikamet bulunmaksızın imam, iki rek’at Ramazan veya Kurban Bayramı namazına, cemaat da böyle iki rek’at bayram namazına ve imama uymaya niyet eder. (Allahüekber) diye iftitah tekbiri alınır. Eller bağlanır. Hep birlikte gizlice (Sübhaneke allahümme) okunur. Sonra imam, cehren cemaat de gizlice (Allahü ekber) diye üç def’a tekbir alırlar; her tekbirde eller yukarıya kaldırılıp sonra yanlara salıverilir ve her tekbir arasında üç tesbih miktarı durulur. Üçüncü tekbiri müteakip yine eller bağlanır. İmam gizlice (Euzü) ve (Besmele) den sonra cehren Fatiha şerife ile bir miktar daha Kur’an-ı Kerim’den okur. Cehren (Allahüekber) diyerek – malûm veçhile – rükûa, secdelere gider. Cemaat da gizlice tekbir alarak imama uyar.

 

Sonra tekbir alınarak ikinci rek’ata kalkılır. İmam gizlice Besmelei şerifeden sonra, yine cehren Fatiha-i şerife ile bir miktar daha Kur’an okur. Tekrar üç defa eller kaldırılarak birinci rek’atte olduğu gibi tekbir alınır. Yine imam cehren, cemaat de gizlice (Allahüekber) diye tekbir alarak rükûa, secdelere varılır. Sonra da oturulup (Ettehiyyatü), (Allahümme salli ve barik) ve (Rabbena âtina...) duası okunarak, iki tarafa selâm ile namaza nihayet verilir.

 

İki rekâtta dokuz tekbir vardır. Bunlardan üç tanesi, namazın kılınması ile alâkalı ki bunlar; iftitah tekbiri ile iki adet rukû tekbirleridir. Altı tanesi zaid tekbirleridir. Bunlardan üç tanesi, birinci rekâtta kıraettan önce, üç tanesi, ikinci rekâtte kıraetten sonradır.

 

Bu dokuz tekbirden iftitah tekbiri; farzdır. Altı zaid tekbiri ile ikinci rekâttaki rükü tekbiri vacibdir. Birinci rekâttaki rukü tekbiri ise; sünnettir.

 

Geri kalan ayetlerin tefsirine gelince “Fakat siz (ey kâfirler) dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” 16

 

Yani, siz bu kurtuluşa ermenize vesile olacak şeyleri yapmazsınız, bilakis; dünyadaki gelip geçici lezzetleri, ahirette kalıcı nimetler üzerine tercih edersiniz. Burada hitap; kâfirlere, yahut bütün insanlaradır.

 

İbn-i Mes’ud (R.A.) bir defasında bu ayeti kerimeleri okudu arkadaşlarına döndü ve onlara şöyle dedi:

“Biz dünyayı ahirete tercih ettik. Çünkü; biz dünyanın süsünü, kadınlarını, yemesini ve içmesini gördük. Ahiret bizden uzaklaştırıldı da; acil olan dünyayı, sonra gelecek olan ahiret üzerine tercih ettik”

 

“Halbuki ahiret, daha hayırlı ve devamlıdır.” 17

 

Açıklama: Dünya lezzetleri, karışık rüyalar gibi olup gelip geçici, ayrıca acı ve ızdıraplarla dolu olduğundan, âhiret nimetleri ise; üzüntü ve kederden uzak, cismani ve ruhani lezzetlerle dopdolu ve devamlı olduğundan, ahiret daha üstün, daha hayırlıdır.

 

 “Bu evvelkilerin kitaplarında, İbrahim ile Musa’nın sahifelerinde de vardır.” 18,19

 

Açıklama: Bu sürenin ifade ettiği mânâlar, Kur’an-ı Kerimden önce indirilen sahifelerde, kitaplarda zikredilmiş ve va’dedilmiştir. Hususuyle İbrahim ve Musa (A.S.)’ ın sahifelerinde de bu hususlar vardır. İbrahim (A.S.)’ın suhufu 10, Musa (A.S.)’ ınki ise; Tevrat’tan önce indirilmiş olan 10 suhuftur.

 

Ebu Zer (R.A.) anlatıyor. Dedim ki: “”Ey Allah’ın Rasülü! İbrahim (A.S.) ’ın sahifeleri neydi?” Şöyle buyurdular: “Hepsi kıssa ve öğüt idi.” (14)

 

Dedim ki: Ey Allah’ın Rasülü! Musa’nın sahifeleri neydi? Buyurdu ki : “Hepsi ibret (15) idi.”

 

Dedim ki: “Ey Allah’ın Rasülü! İbrahim ve Musa’nın sahifelerindekilerden sana bir şey indirildi mi?” buyurdu ki: “Evet ey Eba Zerr! “Temizlenen felâha ermiştir...” ayetleri indirildi.

 

Bu ayeti kerilemerde; lüzumsuz ve yakışmayan şeylerden nefsi temizlemek, itaatla azaları kemâle ulaştırmak, dünyaya iltifattan men etmek, ahirete ve sevaba teşvik etmek gibi hususlar vardır ki; bunlar önceden indirilen kitaplarında bir hülâsası ve dini mes’eleleri içine alan güzel nasihatlardır.

 

DUA

 

Allahım! Bize bereket ayından ayrılmanın ecrini ver, onun müşterek rahmetinden bize büyük nasib ver.

 

Allahım! Bu ayda kulların arasında taksim ettiğin azat ve mağfiret kerem ve ihsan, Cehennemden kurtuluş, Cennet nimetlerinde ebedilik gibi ihsanına bizide kavuştur onlardan bize çok nasib ve büyük pay ver.

 

Allahım! Bizi oruç ayına kavuşturduğun gibi bu seneyi en bereketli senelerden, bayram günlerimizi en mes’ud günlerimizden kıl. Bu aydaki oruçlarımızı ve teravihlerimizi kabul et. Bu ayda işlediğimiz günahları affet, insanların zulmünden bizi halâs eyle. Rahmetini isteyip, iyi kıldığın şeyleri taleb eder olduğumuz halde kapında oturanlardan eyle, eli boş olarak, rahmetinden ümid keserek geri çevirme.

 

Biz sana muhtaç kullar ve huzurunda esirleriz. Kalplerimizin kırıklarını tedavi et, kusurlarımızı ört, günahlarımızı bağışla, gözlerimizi nurlandır, bizden yüz çevirme. Amelimizi mebrur (iyi) çalışmamızı meşkur eyle. Bu bayramda bizi tamamen muhafaza eyle.

 

Ey gizli ve aşikâreyi bilen, ceza ve belâları defeden, dualara icabet eden, üzüntüleri gideren Allahım! Efendimiz Muhammed üzerine en efdal selam ile salât eyle. Bizi âl ve ashabının sevgisi üzerine yaşat. Cennette onlarla beraber eyle. Verdiğin herşeyi mübarek kıl. Sonra kalblerimizi saptırma. Bize ve bütün Ümmet-i Muhammed’e merhamet et.

Bizi ve onları razı olacakları bir hayatta kıl.

 

 

 

 

 

RAMAZAN BAYRAMI -II

 

Fudalet-übnü Ubeyd (R.A.) anlatıyor. Bir adam Nebi (A.S.) ın mescidine girip namaz kıldı. Namazı bitirince ellerini açıp “Allahım beni bağışla ve bana acı” diye dua etti. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz: “Acele ettin ey musalli! Namaz kılıp oturduğun zaman Allahû Tealâ’ya lâyık olduğu gibi hamdet, sonra bana salât oku, sonra da duanı yap.” buyurdular. Sonra başka bir adam geldi, namaz kıldı. Namazdan sonra oturup Allah’a hamd etti. Peygamberimiz üzerine salât-ü selâm okudu. Bunun üzerine efendimiz “Ey musalli! Dua et, duan kabul edilir.” buyurdu.

 

Hadis-i Şerif: Hiçbir dua yoktur ki, Peygamber (S.A.V.) ve âline salât-ü selam getirilinceye kadar kendisi ile Allah-ü Teâlâ arasında bir perde olmasın. Bunu yapınca (salât-ü selâm getirilince) bu perde yırtılır ve dua yükselir. Bunu yapmazsa; dua geri döner. (Ravza ve Mefatih)

 

Bunun sırrı ise; Peygamberimiz bizimle Allah-ü Tealâ arasında bir vesiledir. Elbette bir şey istenmeden vesileye başvurmak lâzımdır.

 

Ayet Meali: Ey iman edenler! Allah’dan korkun ve ona (yaklaşmaya) vesile arayın. Hem onun yolunda cihad yapın ki; felâh bulasınız.(El- Maide-114)

 

Onun için Adem (A.S.) Peygamberimizi vesile kılarak şöyle dua etmişti: “Allah’ım! Muhammed hakkı için benim günahımı mağfiret et.” Hz. Allah “Ey Adem! O yarattıklarımın bana en sevimli olanıdır, seni bağışladım. Eğer Muhammed’i yaratmayı murad etmeseydim; seni yaratmazdım.” buyurdu. (Beyhaki Delâil’inde rivayet edilmiştir.)

 

Allahümme salli ve sellim alâ seyyidina Muhammedin efredi efradil mebdei vel meâdi ve siyyidil enbiyai vel aktabi vel evtadi ve alâ alihi ve eshabihi yevmet-tenadi.

 

Mânâsı: Allah!ım! Başlangıç ve geri (asıl’a) dönüş ferdlerinin en ferdi (tek olanı, kıymetlisi) enbiya, kutuplar ve evtad (ricaliğaybdan bilinmeyen dört veli zat) ın efendisi bizim efendimiz ve Cehennem ehliyle Cennet ehlinin birbirlerine seslenecekleri gün bizim şefaatçımız olan Muhammed, onun ehli beyti ve ashabına salât-û selâm eyle.

 

Bu, Â’lâ Sûresi’ne; Sebbih Sûresi de denilir. Peygamber Efendimiz bu süreyi okumayı çok severlerdi. Hz. Ali (R.A.)’ ın beyanına göre efendimiz bu sûreyi; müsebbihatın en efdali diye isimlendirmişlerdi. Hz. Aişe (R.A.) validemizden şöyle rivayet edilmiştir: “Rasülullah (S.A.S.) vitir namazının birinci rekâtında; Sebbihisme... Sûresi’ni, ikinci rekâtında; Kâfirun Sûresi’ni üçüncü rekâtında ise; Kulhüvellahü ehad süresini okurlardı.”

 

Sahih-i müslimde zikredilen bir hadisi şerifte Rasülüllah (S.A.S.) Efendimiz, Cuma ve bayram namazlarında; Sebbihisme Rabbikel â’lâ ve Hel etâke hadis-ülğaşiyeh sûrelerini okurlardı.

 

Taberani ise; Peygamberimizin en son kıldığı namazın, akşam namazı olduğunu ve bunlarda, Â’lâ Sûresi ile Kâfirun Sûresi’ni okuduğunu beyan etmiştir. (Ğaliye)

 

(1)

Şirkten kurtulmanın yolu: “Eşhedü enlâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhû ve Rasülûh.” demektir. Haberde geldi ki; Kul, Eşhedü enlâ ilâhe illallah” dediği zaman, Allah-ü Teâlâ meleklerine buyururki: “Kulum benden başka Rab olmadığını bildi, şahid olun ki; ben onu mağfiret ettim.” Kul saygı ile uzatarak: “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasülüllah” dediği vakit; dörtbin büyük günahı bağışlanır. Eğer dört bin günâhı yoksa; aile efradından ve komşularından günahkâr olanların bağışlanır. (Mişkât’ül-Envar)

 

(2)

Ayet Meali: Mü’minler muhakkak felâh bulmuşlardır. (El-Mü’minün -1) Yani; saadete kavuştular, Cennette kalıcı olmaya erdiler demektir. Allahü Tealâ kudreti ile Adn Cenneti’ni yarattığında ona: “Konuş.” buyurdu. Adn Cenneti: “Mü’minler muhakkak felâh bulmuşlardır” dedi. Allah-ü Teâlâ “Sana müjdeler olsun hükümdarlar menzili.” buyurdu. Buradaki hükümdarlar, sabreden fakirlerdir.

(Mefatih)

 

Kıyamet günü sıratı ilk geçenler, fakir muhacirlerdir.

 

Ayet Meali: Onlar ki, namazlarında huşu sahibidirler.

(El-Mü’minün-2)

 

Namazın faidesi kullara ait olduğundan ve Allahû Teâlâ’nın namaza ihtiyacı olmadığından; namaz kullara izafe edilerek “namazlarında” denilmiştir.

 

Hadis-i Şerif: Hz. Allah Cennet’te, kırmızı yakuttan yetmiş bin şehir yarattı. Her şehirde, beyaz inciden bin ev vardır. Her evde, yeşil zebercedden bin köşk vardır. Her köşkte, bir huri ıyn vardır ki yanağında yetmişbin kakül vardır. Her kakülde dizilmiş inci ve yakutlar vardır. Sağ yanağında; Ebu Bekrinissiddik (R.A.)’ ın ismi, sol yanağında; Ömer İbn-ül Hattab’ın ismi, alnında Osman İbn-û Affan’ın ismi, çenesinde ise; Ali (R.A.)’ ın ismi, yazılıdır. Dudaklarında; “Bismillâhirrahmanirrahim” Yazılıdır. Eshab bu hadisi işitince: “Ey Allah’ın Rasülü! Hz. Allah bunları kullarından kimler için yarattı? diye sordular. O: Beş vakit namazını cemaatla kılanlar için buyurdu.

(Tekmilet’ül Beyan)

 

(3)

Hadisi Şerif:Benimle dünya arasında ne var? Benimle dünyanın misali, sıcak bir günde, bir yolcunun bir ağaç gölgesinde konaklayıp; sonrada yoluna devam etmesi gibidir.

 

Hadis-i Şerif: Dünya, akıllılar için bir ganimet, cahiller için bir gaflettir.

 

Çünkü akıllılar, dünya tarlasına çeşitli ibadet ve taatler ekerler. Hasat zamanı da onların mahsûlünü elde ederler. Cahiller ise; dünyanın ahiret tarlası olduğundan habersizdirler. Onlar fani olan dünya hayatına aldanmışlardır.

 

Ayet Meali: Ey insanlar! Rab’binizden korkun ve öyle bir günün azabından sakının ki; baba çocuğu namına bir şey yapamaz. Çocuk ta babası namına bir şey yapabilecek değildir. Hiç şüphe yok ki, Allah’ın va’di haktır. O hâlde sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı (şeytan) sakın sizi ayartmasın.

( Lokman -33)

 

Bazı eserlerde şöyle yazılıdır: Ey Ademoğlu! Sakın seni mühletin uzunluğu aldatmasın. Zira; Allahü Teâlâ cezalandırmakta acele etmez.

 

Kâfirlere; Çelebi (efendi, bey) demek, onlarla dostluğa dahildir. Güzelhisarlı Fazıl Muhammed Efendinin risalesinde şöyle yazılıdır: Türk halkının “Sabahın hayrolsun, hayırlı sabahlar” demesi İslâmî selâmlaşmaya uymamaktadır. Çirkin bir adet ve kötü bir bid’attir. Peygamber Efendimizin: “Kim ki bizim işimizden olmayan bir şeyi uydurursa; o reddolunmuştur.” Sözüne dahildir. Ancak selamdan sonra söylenebilir.

 

İmran İbn-ü Husayn R.A. şöyle demiştir: Biz cahiliyye döneminde “Allah gözünü nimetlendirsin, yani seni sevindirsin, sabahın nimetli olsun, yani hayırlı sabahlar” diye selâmlaşırdık, islâmdan sonra bunlardan nehyolunduk.

 

Hıristiyanlar, ellerini ağızlarına koyarak, yahudiler parmakla işaret ederek, mecusiler eğilerek, araplar Allah sana uzun ömür versin diyerek, Müslümanlar ise, Esselâmü aleyküm ve rahmetüllahi ve berakâtühü diyerek selâm verirler. Selamlaşmanın en şereflisi en kıymetlisi bu sonuncu dur.

 

İslâm ülkesinde yaşayan gayrimüslim vatandaşlara selâm vermek, onlara saygı göstermek olacağından mekruhtur. Ancak eziyet etmelerinden çekinerek selâmları alınabilir. O takdirde “aleyye ve aleyküm” den fazlası söylenmez. Çünkü onlar “Essamüaleyküm” 1derler. Bu ise onlar arasında bir küfürdür, sövmedir ve “aleyküm “demek suretiyle geçiştirirler.

 

Müslümanın şayet gayrimüslime gördürülecek bir haceti yoksa; “Esselâmü aleyküm” diye söze başlaması mekruhtur. Ancak bir iş gördürecekse; mekruh olmaz. Onunla tokalaşmak ta, ona saygı olduğundan mekruhtur. Onun için mağfiretle dua edilmez. Ancak hidayetle dua edilirse caiz olur, çünkü Peygamberimiz:

“Allah’ım! Kavmime hidayet ver, çünkü onlar bilmiyorlar.” diye dua etmiştir. Gayri müslimin uzun ömürlü olması için dua etmek caiz olmaz. Çünkü; küfürde daha çok kalmasına yardımcı olunmuş olur.

 

Nevevi demiştir ki: Eğer gayri müslime bir işi düşmüşse; selâm lâfzından başkasıyla, meselâ; “hayırlı sabahlar” gibi bir cümleyle söze başlanır. Gayri müslimi ziyaret caizdir. Çünkü; islâmın güzel ahlâkını göstererek onu islâma alıştırmaya, ısındırmaya vesile olur.

KISSA

Peygamberimizin komşularından bir Yahudi hastalanmıştı. Efendimiz yanındakilere: “Haydi kalkın, Yahudi komşumuzu ziyaret edelim” buyurdular. Yanına varınca oturdular ve Yahudiye: “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasülüllah.” de buyurdular. Yahudi babasına baktı. Babası da: “Ona icabet et”. dedi. Yahudi: “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasülüllah.” dedi ve sonra öldü. Efendimiz: “Benim sebebimle bir kişiyi Cehennemden kurtaran Allah’a hamd olsun” diyerek Allah’a hamdettiler.

 

Kâfiri taziye etmek caizdir. Taziyede: “Allah, sana ondan daha hayırlısını versin ve seni ıslah etsin, sana Müslüman bir çocuk ihsan etsin.” denilir.

 

MÜTTAKİLERDEN MİSALLER

Müttaki, Ebû Yezid el-Bistâmi gibi olmalı. O, Hemedan’dan boya tohumu satın almıştı. Bistam’a döndüğünde onun içinde iki karınca gördü ve Hemedan’a dönüp karıncaları yerine koydu.

 

İmam-ı A’zam (rh) ortağına kusurlu bir elbiseyi göstererek; bunu ucuza vermesini tenbih etti. Fakat ortağı unutarak, onu iyi elbise fiyatına sattı. Bunun üzerine Hz. İmam, o günkü kazancının tamamını tasadduk etti ki; otuzbin dirhem olduğu söylenmiştir.

 

Yine Kûfe’de bir koyun çalınmıştı. İmam-ı A’zam Hz. leri, 7 sene koyun eti yemedi. Zira; bir koyunun en çok 7 sene yaşayacağını öğrenmişti.

 

Ebu Yezid el-Bistami (K.S.), sahrada bir arkadaşı ile beraber elbisesini yıkadı. Arkadaşı ona dedi ki: “Elbiseyi duvara asalım, kurusun.

O da: “İnsanların duvarlarına kazık çakılmaz” dedi bunun üzerine arkadaşı: “Onu ağaca asalım”. dedi. O: “Hayır. Çünkü dalları kırılır”. dedi. Arkadaşı: “Onu yere sereriz.” dedi. O: “Hayır. O hayvanların yiyeceğidir. Böylece sırtında gömlek olduğu halde, sırtını güneşe çevirdi ve elbiseyi kuruttu. (Ruh-ul Beyan ve Tarika)

 

(4)

Ayet Meali: Rab’binizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar geniş olan Cennetine (girmek için) yarış yapın. O Cennet, takvâ sahipleri için hazırlanmıştır. (Ali-İmran –133)

 

Açıklama: Mağfirete koşmak, iftitah tekbirine koşmak, diye tefsir olunmuştur. Bazı âlimler ise, cihada, istiğfara, Cuma namazına, hicrete koşmak manasında açıklamışlardır.

 

Hadis-i Şerif: Kim dini sebebiyle bir karış (mesafede de olsa) hicret etse; ona Cennet vacib olur ve İbrahim ve Muhammed (A.S.)’ın arkadaşı olur.

 

Cennete koşun demek, Cennete girmeyi icab ettirecek amelleri işleyin demektir.

 

Tenbih: Allahü Teâlâ büyük lütuf sahibidir; dilediğine dilediğini verir. Kişi nebi de olsa, veli de olsa, ameli ile Cennet’e giremez; ancak Allah’ın lütfu keremi ile girer. Ameller ahiret safhalarının kolay geçmesine ve Cennet’te derecelerin yüksek olmasına vesile olur.

 

(5)

NAMAZDA CEMAATIN EMEMMİYETİ

İbn-i Mes’ud (R.A.)’ dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdular: Cemaatle kıldığı namazda iftitah tekbirini kaçıran kimse, kıyamette iftitah tekbirine yetişen kişinin sevabını görünce; kırk bin kere ölmekten, kırk bin kere kıyamet korkusundan daha şiddetli pişman olacaktır.

 

Süfyani Sevri’den anlatılmıştır ki; geçmiş büyükler cemaatle namazı kaçırdıkları zaman bir hafta, birinci tekbire yetişemedikleri zaman üç gün, birinci safta namaz kılamadıkları zaman ise; bir gün boyunca üzüntüden otururlar, insanlar onları teselli ederlerdi.

 

Hadis-i Şerif: Allah (C.C.) ve melekleri, ön safa salât eder. Ravi: “Ey Allah’ın Rasülü! İkinci safa?” diye sordu. “Evet ikinci safa da.” buyurdu.

 

Hz. Aişe (R.A.)’ dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Nebi (S.A.V.) buyurdular ki:Birinci saftan geri kalan topluluk, ateşe kadar gider.

 

Dahhak, Ayeti Kerimedeki “Mağfirete koşunuz” emrini; “namazda ve savaşta birinci safa koşunuz” diye tefsir etmiştir.

 

Muaz En Nasefi şöyle anlatır: Şakik öğle namazında cemaate yetişemedi. Bunun üzerine elli dirhem tasadduk etti. Bir ay boyunca ağladı ve: “Allah’ım! Beni geçen şeyin sevabını bana ver.” diye dua etti. (Sinaniye) Çünkü cemaatle kılınan namaz; yalnız başına kılınan namazdan 27 derece üstündür.

 

Hadis-i Şerif: Bir cemaatta müslümanlardan kırk kişi toplanınca; onların arasında bir tane mağfiret olunmuş kişi bulunur. Allahü Tealâ kerimdir. O bir kişiyi mağfiret edip te, geri kalanları eli boş ve hüsranda olarak geri çevirmez.

 

(6)

Ey okuyucu! Hiç Hatem-i Esam gibi huşu ve hudû ile namaz kıldın mı? Bak Şeyh Şerafeddin İsmail bin el Mukri vaaz esnasında nazım olarak ne güzel söyler:

 

Kâlb huzuru olmadan, aklın namaz dışında olduğu halde namaz kılıyorsun, bundan dolayı cezalanırsın. Kaç rek’at kıldığını bilmeden namaz kılıyor, ihtiyaten bir rekât daha ilâve ediyorsun. Kendisine yönelmeden ona münacaat ediyor, tevazu olmadan huzurunda eğiliyorsun. Allah’tan başkasına yönelip Allah’a “ancak sana ibadet ederiz” diyorsun. Yüzünden başka tarafa bakarak seslendiğin kimse seni reddetseydi; ona kızar ve öfkelenirdin. Ey mürüvveti az kimse! Kendisinden kaçtığını, aklen uzaklaştığını gören Hz. Allah’tan utanmazmısın!...

 

(7)

İNSANDAN AHDİN ALINMASI

 

Allahü Teâlâ “Elestü birabbiküm.” yani ben sizin Rabbiniz değilmiyim” diye sordu. Ruhlarımız “Belâ”, “evet”, sen bizim Rabbimizsin” dediler.

Bir görüşe göre ahd’in alınması, Adem (A.S.) Cennet’e girmeden önce Mekke ile Taif arasında olmuştur.

Diğer bir görüşe göre; Cennetten indikten sonra, Hindistan’da Rihya isimli yerde olmuştur.

 

İbn-i Abbas (R.A.) şöyle anlatmıştır:

 

Allah-ü Teâlâ Hz. Ademi yarattığında ona: Ey Adem! Seni kim yarattı? buyurdu. Hz. Adem: “Sen yarattın ey Rabbim! dedi. Allah-ü Tealâ: Secde et ya Adem buyurdu. Adem (A.S.) secdeye kapandı. Allah-ü Tealâ: “Senden bir söz alayım ki; o sözün muhabbeti sende daimi olsun.” buyurdu. Adem (A.S.)’ ın ruhuna bu söz çok tatlı geldi. Allah’ın emriyle Hacer’ül Esved’e geldi. Hacerûl Esved, beyaz yakuttan güneş gibi ışık veriyordu. Sonradan müşriklerin elleri dokunduğu için karardı. Eğer öyle olmasaydı; ona dokunan her hasta iyileşirdi. Hacer’ül Esved’e gelince, Allahü Tealâ ona haccı emretti. Her sene Hindistan’dan yürüyerek gelip haccederdi. Kırkıncı ve sonuncu haccında Arafat’ın arkasında kalan Vadi’n-Numana gitti ve orada uyudu. Allah-ü Tealâ sırtının sağ tarafını meshetti. Oradan, karınca gibi öbek öbek evlâtları ortaya çıktı, hareket ediyorlardı. Sonra sırtının sol tarafını meshetti; oradan siyah evlâtları teker teker meydana çıktı. Rabblerine baktılar. O “Ben sizin Rab’biniz değilmiyim.” dedi. Onlar: “Evet, sen bizim Rab’bimizsin.” dediler.

 

 

 

 

İbn-i Abbas (R.A.) dan diğer bir rivayete göre:

 

Adem (A.S.), Serendip’te Amman Vadisi’nde uykuya kaldı. Uyandığında sağ tarafında nurani şahıslar görüp Cebrail (A.S.)’ a: “Bunlar kimlerdir? diye sordu. O: “Cennet ehli ve Allah’a yakın olanlar.” dedi. Allahü Tealâ: “Bunlar iman ile ölüp Cennete girecek olanlardır. Ben imanları hürmetine onları bağışlarım.” buyurdu. Sonra sol tarafına baktı. Orada zulmani insanlar görüp: Bunlar kimlerdir? diye sordu. Hz. Cibril: “Bunlar Cehennem ehli ve amel defteri sol tarafından verilecek olanlar ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olanlardır.” dedi. Allah-ü Tealâ: “Bunlar küfür üzere ölürler; ben onları Cehenneme atarım ve hiç aldırmam.” buyurdu.

 

Adem (A.S.)’ ın sağında gördüğü ilk şahıs Muhammed (A.S.) dı. Allahü Tealâ: “Ey Muhammed! Seni kim yarattı?” buyurdu. O: “Sen ey Rabbim.” dedi. Allah-ü Tealâ secde etmesini emretti, o da secde etti ve Hz. Allah: “Senden söz alacağım. Elini Hacer-ül Esved’in üzerine koy.” buyurdu. Peygamberimiz de koydu. Sonra Hz. Nuh ve diğer peygamberlerden söz almak istedi ve onlara: “Bu Abdullah oğlu Muhammed, ahir zaman Peygamberidir. Ben size kitaplar göndereceğim ve o kitaplarda onun ismini zikredeceğim. Ona inandınız mı? Ona bakınız” buyurdu. Bütün peygamberler bunu kabul ettiler ve ellerini Hacer-ül Esved’in üzerine koydular.

 

Sonra Adem (A.S.)’ ın zürriyyeti; “Allah’ın yaratıcı olduğunu ve Rab olduğunu” ikrar ettiler. Allah-ü Tealâ: “Eğer ikrarınızda doğru iseniz; benim için secde edin" buyurdu. Hepsi secde ettiler. Ancak kâfir ve münafıklar secde etmediler. Secdeden başlarını kaldırdıklarında bazılarının secde etmediğini görüp şükür için bir daha secdeye kapandılar. Önce secde etmeyenlerden bazıları da onlara uyarak secde ettiler.

Önce secde edenlerin bazıları da, secde etmeyenlere uyarak secde etmediler. Iki defa secde edenler, dünyaya mü’min olarak gelip, mü’min olarak öldüler. Hiç secde etmeyenler; kâfir gelip kâfir olarak öldüler. Yalnız ikincide secde edenler; kâfir olarak dünyaya gelip, iman üzere öldüler. Birincide secde edip ikicinde etmeyenler; mü’min olarak doğup, kâfir olarak öldüler. (Tefsir-i vesıt, Delâili Nübüvveti Muhammediyye)

 

Abdullah İbn-ül Fadl şöyle anlatır; Hükema şöyle demişlerdir: Dört şey kendisine verilen, dört şeyden mahrum olmaz:

 

 1- Dua eden icabetten mahrum olmaz.

Ayet Meali: Rab’biniz, “Bana dua edin ki kabul edeyim... “ buyurdu. (El-Mü’min -60)

 

 2- İstiğfar eden mağfiretten mahrum olmaz.  

Ayet Meali: Dedim ki: Gelin Rab’binizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Nûh -10)

 

 3- Şükreden nimetin artmasından mahrum olmaz.

 Ayet Meali: Ve düşünün ki, Rab’biniz şöyle ilân etmişti: And olsun, eğer siz şükrederseniz; elbette size (nimetimi) artırırım. Fakat nankörlük ederseniz; muhakkak ki, benim azabım çok şiddetlidir.”

(İbrahim-7 )

 

 4- Tevbe eden kabulünden mahrum olmaz.

Ayet Meali: O, kullarından tevbeyi kabul eder. Günahlardan (tevbe edenleri) af buyurur ve bütün yaptıklarınızı bilir.

(Eş-Şuara -25)

 

Bazı alimler, “Mağfirete koşunuz” ayetini tevbe ile tefsir etmişlerdir.

 

(8)

Fakih Ebulleys şöyle demiştir:

 

KAZANCININ HELÂL OLMASINI İSTEYEN BEŞ ŞEYE DİKKAT ETMELİDİR:

 

1- Farzı vaktinde ve tam olarak ifa etmek.

2- Mahlûkattan hiçbir şeye eza etmemek

3- Kazançtan kendisine ve ailesine yetecek kadarı ile iktifa etmek. 4- Takatinin üstünde çalışmamak

5- Rızkı Allah dan bilip çalışmanın ise sadece sebep olduğuna inanmak.

 

Denildi ki; yediklerinin en iyisi ziraattan olanıdır. Çünkü o; tevekküle en yakındır. Sonra zanaattan elde edilendir, çünkü; onda el emeği, alın teri vardır. Sonra ticaretle kazanılandır. Çünkü; eshabın çoğu ticaretle meşgul olurlardı.

 

Mubah olan yemeği, çok bol yapmamak sünnettir. Zira selefin adeti misafir ağırlama ve Aşura ve Bayram günleri dışında çok yemek yapmamaktı. Ancak o günlerde aile efradının ve misafirlerin gönlünü hoş etmek için yemekler bolca yapılırdı. (Şerh-i Neveviye)

 

Ömer İbnûl Hattab (R.A.)’ dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Nebi (S.A.V.) şöyle buyurdular:

 

Benden sonra hâlleriniz değişmeyecek olsaydı; şu dört sınıf insan için cennet’le şehadet etmenizi (müjdelemenizi) emrederdim.

 

1- Mehrini Allah rızası için kocasına hibe eden ve kocası da kendisinden razı olan kadın.

2- Çoluk çocuğu çok olup, onlar için çalışan ve helâlinden onları besleyip büyüten adam.

3- Sütün memeye dönmediği gibi, geri dönmemek üzere günahlarından tevbe eden kişi.

4- Anne ve babasına iyilik eden kişi.

 

Anne, baba da, eza ü cefa ederek, kötü muamele yaparak, çocuğunu isyana sevketmemeli, bilakis; iyilik yapması için davranışlarıyla çocuklarına yardımcı olmalıdır. zira zaman değişti, insanlar bozuldu.

 

Denildi ki; “Temizlenen felâha kavuştu” demek: “Dünya sevgisini terketti.” demektir. Dünya sevgisinden daha büyük bir günah yoktur.

 

Hadis-i Şerif: Dünya sevgisi her hatanın başıdır.

 

Denildi ki, “temizlenen felâha kavuştu” demek: “Zulme meyli terkeden kurtuldu.” demektir. Zulûm kalbin afetlerindendir.

 

Ayet Meali: Zulmedenlere de meyletmeyin ki, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’dan başka velileriniz yoktur, sonra yardıma erdirilmezsiniz.(Hûd-113)

 

Hadis-i Şerif: Zulûmden kaçınız. Çünkü o, kalblerinizi tahrip eder.

 

Kâlb tarhip olunca; diğer azalar da tahrip olur. Hatta zulum ile bütün dünya harab olur.

 

HİKAYE

 

Padişahın biri halkına zulmediyordu. İnsanlar gelip vezire şikâyette bulundular. Vezir bir çaresini bularak padişahı zulümden vazgeçirip adaletle davranmasını temine çalışacağını söyledi. Padişah ile veziri birgün şehir dışına gezmeye çıktılar. Padişah bir baykuşun diğer baykuşla karşılıklı ötüştüğünü duyup, vezire:

- Bu kuşlar ne güzel ötüyorlar, değil mi? dedi. Vezir:

-Padişahım! Bu baykuşların ne dediğini biliyormusun?

-Padişah: “Hayır, bilmiyorum. Peki sen kuş dilinden anlıyor musun?” diye sordu. Vezir:

-“Evet.” deyip anlatmaya başladı. Bu erkek baykuş, diğerine aşık olmuş; onun sevgisiyle yanıp tutuşuyor ve şöyle diyor: “Ey kuşların efendisi! Ey dostların en güzeli! Benim arzum sana kavuşmak ve sana yakın olmaktır.

O ise: Sen benim mehrime güç yetiremezsin.” diye karşılık verdi. Aşık: Senin mehrin nedir? diye sordu. O da: Harabeye dönmüş on tane şehir istiyorum. dedi. Aşık baykuş: Bundan kolay ne var? Bu bizim hükümdar, bu senenin sonuna kadar halkına böyle davranmaya devam ederse; yüz tane harabe şehir buluruz. dedi.

Hükümdar vezirin ne demek istediğini anlamıştı. “Allah sana iyilikler versin ve seni hayırla mükafatlandırsın.” diyerek vezirine dualarda bulundu, zulümden vazgeçerek adaletle davranmaya başladı. (Hezzil Kuhuf Şerhi’nden)

 

Denildi ki; “Temizlenen” demek: “Dilin afetlerinden olan gıybeti (dedi koduyu) terkeden” demektir. Gıybet, belirli bir kardeşinin hatalarını kötülüyerek ve buğz ederek başkalarının yanında konuşmaktır. Bu haramdır. Gıybet meclisinde bulunmanın keffareti: “Sübhaneke allahümme ve bihamdike, Eşhedü enlâ ilâhe illallah estağfiruke ve etûbü ileyke, Allahümmağfirli veli külli men zekertühü bisû in ev iğtebtühü ev behettühü ev âzüeytühü bi ğayri hakkin minel müslimine vel müslimat” diye dua etmektir.

 

Mânâsı: Allahım seni tesbih eder sana hamdederim.Senden başka ilah olmadığına şehadet ederim. Senden mağfiret ister sana tövbe ederim. Allahım beni ve kötülükle ismini andığım, dedi kodusunu yaptığım, iftira ettiğim ve haksız yere eza ettiğim müslümanları mağfiret et.

 

“Temizlenen” demek: “Musibetlere sabreden.” demektir. Sabır bahsi yirmi ikinci sohbette geçti.

 

“Temizlenen” demek: “Allah’ı çok zikreden” demektir.

 

Ayet Meali: Ey iman edenler! Bir düşman ordusu ile karşılaştığınız vakit, sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki; felâh bulasınız.((El- Enfal -45)

 

Hadis-i Şerif: Allah’ı zikrin dışında çok söz söylemeyiniz. Çünkü o, kalbi katılaştırır.

Hatta öldürür.

 

“Temizlenen” demek: “İçini ve dışını temizleyen” demektir. Tezimlenen demek: “Kur’an-ı Kerim okuyan” demektir. Çünkü gönüllere şifa, mü’minlere rahmet, Allah’ın sağlam ipidir. Ondan, Allah’tan korkanların tüyleri ürperir.

 

“Temizlenen” demek: “Amelinde ihlâslı olan, riyadan kaçınan kimse” demektir.

 

ŞEYTAN’IN ALLAH-Ü TEALÂ DAN GÜNAHKARLARI İSTEMESİ

Şeytan Allah-ü Teâlâ’ya şöyle der: Allah’ım! Senin va’din de, vaidin de haktır.1 Onda şüphe yoktur.  Sen beni Adem sebebiyle kapından kovup rahmetinden uzaklaştırdığında ben “Onların hepsini azdıracağım .(Taha -39) demiştim. Sen de “And olsun, onlardan her kim sana uyarsa, Cehennemi hep sizlerden dolduracağım.”

(A’raf -18) buyurmuştun. Senin bu vaidin haktır. Allah’ım! Ümmet-i Muhammedi niçin Cehennemden azat ettin? Onlar nefislerinin hoşuna gitmesi sebebiyle dünya işlerinin bir çoğunda bana tabi oldular.” der.

 Allah-ü Teâlâ: Ey Mel’un! Benim kullarım benim bir olduğuma inandılar, beş vakit namazlarını kıldılar, Ramazan orucunu tuttular, mallarının zekâtını verdiler, Ka’beyi hac ettiler, her ne kadar bazan hata ettilerse de, ben onları bağışladım. Hem sen benim şu ayetimi duymadın mı?

 

Ayet Meali: .... Şüphesiz ki iyi ameller (küçük) günahları giderir. (Hûd -114)

 

Şeytan devamla: “Allah’ım! Onlar her ne kadar senin rızan için namaz kılsalar da; bazan terk ettiler, vakitlerine riayet etmediler. Kıldıklarında ise gaflet içinde kıldılar. Hatta kaç rekât kıldıklarını, nasıl kıldıklarını bile unuttular. Sen ise onlara Veyl ve Gayya’yı va’d etmiştin.

 

Ayet Meali: Namazlarından gafil olarak namaz kılanlara yazıklar olsun. (El-Maun –4,5)

 

Ayet Meali: Sonra bunların arkalarından bozuk bir nesil geldi ki, namazı terkettiler; şehvetlerine uydular. Bunlar da gayyayı boylayacaklardır. (Meryem -59)

 

Allah’ım! Onlar her ne kadar mallarının zekâtını verseler de; bir çoğunu da israf ettiler. Onlar benim fırkalarımdır. Sen de “ Üzerlerini şeytan istilâ etmiş te Allah’ı hatırlamayı kendilerine unutturmuştur. Bunlar şeytanın fırkasıdırlar. Dikkat edin! Hiç şüphe yok ki şeytanın fırkası hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (El-Mücadele -19) Ayrıca:

 

Ayet Meali: İsraf yapanlar, şeytanların kardeşleridir”. (El-İsra -27) buyurdun”. der.

 

Allah-ü Tealâ: Ey mel’un! Ramazan-ı Şerif ayında nefsani şehvetleri ve lezzetleri bırakmaları hürmetine, ben onları bağışladım. Onlar benim has kullarımdır, zatıma mahsus kullarımdır. “Hakikaten benim kullarım üzerinde senin hiçbir hükmün yoktur. (El-İsra -42) buyurur ve devamla: Ramazan ayı otuz gündür. Sene üçyüz altmış gündür. Bir günün orucuna on günlük oruç mükâfatı verdim. Şevvalden altı gün daha tuttukları zaman; senenin tamamını oruç tutmuş gibi olurlar.” buyurur.

 

(9)

Bu güne “iiyd” bayram denilmesi, bu günde, Allahû Teâlâ’nın mü’min kullarına sevinç ve ferah verdiği içindir. Bu günde, mü’minlere bol bol ihsanlar vardır. Nasıl olmasın ki? Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:

 

Ramazan Bayramı gününde insanlar bayram namazı kılacakları yere çıktıklarında, Allahü Tealâ onlara muttali olup şöyle buyurur: “Ey kullarım! Benim için oruç tuttunuz, benim için namaz kıldınız, bağışlanmış olarak geri dönünüz"

 

Denildi ki; bu günde kul yalvarma ve ağlamaya, Allahü Tealâ’da hibe ve ihsana döndüğü için iyd, denilmiştir.

 

Denildi ki; iyd in manası; Allah’a itaatten, Rasülüne itaata, farzdan sünnete dönmektir. Ayrıca Ramazan orucundan altı günlük Şevval orucuna dönmektir.

 

Ebu Eyyüb el Ensari (R.A.)’ dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Nebi (S.A.S.) şöyle buyurdular: “Bir kimse Ramazan orucunu tutar ve ona ilâveten Şevvalden altı gün tutarsa; bütün seneyi oruç tutmuş gibi olur.”

 

Sevban (R.A.)’ dan rivayet edilen hadis-i şerifte bu mevzu açıklanmıştır.

 

Hadis-i Şerif: Ramazan ayının orucu, on aya bedeldir. Altı günün orucu iki aya bedeldir. Böylece, senenin tamamı oruç tutulmuş gibi olur.

İmam-ı A’zam Hz. lerine göre bu altı oruç; sünnettir. Bayram günleri geçtikten sonra, peşpeşe yahut ta, araları ayrılarak tutulur. Ayın 13,14,15 inin de aralarında bulunduğu günlerde tutulması daha iyidir.

 

(10)

Ramazan ayında salih ameller işleyip, bayramdan sonra isyan ve günahlara dönen kişinin hâli; şu ayeti kerimede anlatılan kadının haline benzer:

 

Ayet Meali: Eğirip bükerek kuvvetle sardıktan sonra, ipliğini çözen şu kadın gibi olmayın! Bir topluluğun diğer topluluktan üstün olması sebebiyle yeminlerinizi aranızda hile mi ittahâz ediyorsunuz? Allah, sizi bununla ancak, imtihan ediyor. Ihtilâf edip durduğunuz şeyi kıyâmet günü size beyân etmek için!. (En-Nahl- 16)

 

SEBEB-İ NÜZÜL: Âyeti celilenin Esed kabilesine mensüb Rayta binti Amr bin Said hakkında nâzil olduğu rivâyet edilmiştir.

Rayta, akılsız, vesveseli, ahmak bir kadındı. Zengin olduğu için bir takım câriyeleri vardı. Bunlar: Büyük iğlerle yünden, kıldan ve deve yapağısından ip eğirirler, bükerler, yumak yaparlardı. Rayta, “kuşluk vakti câriyelerine ip eğirip bükmelerini ve yumak yapmaların”ı emreder ve kendisi de onlarla berâber iş görmeye başlardı. Öğleye kadar hepsi berâber çalışırlar, eğirirler, bükerler ve bir şeyler yaparlardı.

Ahmak kadın öğle olunca, her hangi bir sebeble câriyelerine eğrilip bükülmüş, sarılmış ipleri bozup, eski hâline koymalarını emrederdi. Bu defâ câriyeler hep birlikte yapmış oldukları ipleri çözüp ditmeye ve yünlerin içine karıştırmaya başlarlar ve akşama kadar da bununla uğraşırlardı. Her gün kadının âdeti bu idi. Ne kendisi bu âdetinden vaz geçer, ne de câriyeleri kendi hallerine terketmezdi. Günler, haftalar, aylar geçer, ne işleri biter ve ne de ortada yapılmış bir şey bulunmazdı. Her gün iş, her gün çalışma, her gün yorgunluk, her gün didişme?.. İşte câriyelerin çalışması, kadının tutumu bu?..

 

Allah-ü Teâlâ ve Tekaddes, bu âyet-i celilede, önce ahd yapıpta, sonradan ahdini bozan kimseleri; öğleye kadar ip büküp te, öğleden sonra iplerini çözüp dağıtan kadına benzetmiştir. Bu kadının bütün çalışmaları nasıl bir işe yaramayıp boşa gitmiş ve bütün çalışmaları heder olmuşsa; önce andlaşma yapıp sonradan verdiği sözden dönüp te, ahdini bozan kimselerin de, emekleri böylece boşa gitmiş ve hiçbir işe yaramamıştır. Kaldı ki, bu ahd bozmanın maddi, mâ’nevi zarar ve ziyânları da ayrıca hüsran ve azâbı mûcib hareketlerdir.

 

 

(11)

HİKÂYE

Halife Harun’er-Reşid, bir bayram günü minareye çıktı. İnsanların saflar halinde ve sıkışık vaziyette, büyük bir kalabalık halinde ovada beklediklerini gördü. Yanındakilere: “Şurada ne kadar insan var? Hesaplayın bakalım” dedi. Onlar: “Tahminen altıyüzbin” dediler.

Harun’er-Reşid ağlayarak: “Allah’ım! Bunlar benim vatandaşlarım, senin kulların. Eğer benim kapıma gelip benden birer dirhem isteselerdi; veremezdim, elleri boş olarak dönerlerdi. Biz hepimiz senin kapına geldik, senden rahmetini taleb ediyoruz, sen Kerim bir ilâhsın, merhamet sahibi bir Rab’sın. Bizi bağışla, ümidlerimizi boşa çıkarma.” diye dua etti. (Bazı vaaz kitaplarından)

 

Kim üzerine düşen amelleri, vazifeleri, tam manasıyla ifa ederse; ecri tam olarak verilir. Kim de noksan yaparsa; ecri eksik olarak verilir. Kim hiç amel işlemez, yahut, Allah’tan başkası için yaparsa; onun için hiçbir ecir yoktur. Hasad gününde nefsinden başka kimseyi kötülemesin. (Galiyetûl-Mevaiz)

 

Hadis-i Şerif: Kim kendisine sığınan kişinin ümidini kırarsa; Allah da onun ümidini kırar.

 

Alimlerden biri, bu hadisi şerifin manasını düşünerek hayretler içinde kaldı ve ağladı. Mânâsını sorup iyice anlamak için, evliyaullahtan birinin yanına gitti.

Vardığında, birde baktı ki; o velinin elinde ekmek var. Onu bir köpeğe kendi eliyle yediriyor. Selâm verdi, o zat selâmını aldı, fakat ayağa kalkmadı, köpek ekmeği yiyince, ayağa kalktı, iltifatlar etti. “Özürümü kabul et. Çünkü senin için ayağa kalkmadım. Zira peygamberimiz: “Kim kendisine sığınan kişinin ümidini kırarsa; Allah da onun ümidini kırar.” buyuruyor. Bu köpek benden ekmek ümid etmişti, ümidini kırarım korkusuyla ayağa kalkmadım. Beni mazur gör.” dedi.

 

Alim daha çok şaşırdı. Hadis-i Şerifin açıklamasını istemeden geri döndü. (Ruh-ul Beyan)

 

 

(12)

Peygamber Efendimiz bayram günü yürüyerek sahraya çıkarlardı. Çıkmazdan önce, Ramazan Bayramında hurma ve benzeri tatlılardan yerlerdi. Umumiyetle de, üç hurma yerlerdi. Kurban Bayramında ise; namazdan dönünceye kadar bir şey yemezlerdi.

Kölelerin, adet görenler dahil örtülü halde bütün kadınların sahraya çıkmasını emrederler, ehli beytten kimseyi evde bırakmazlardı. Hayızlı kadınlar, namazdan ve namaz kılanlardan uzak durur, cemaatın arkasında tekbir getirir, dualara iştirak ederlerdi.

Peygamber Efendimiz, kadınların çıkmasını emredince bir hanım: “Ya Rasülellah! Birimizin örtüsü yok.” dedi. Efendimiz: “Bir kardeşi ona kendi örtülerinden versin” buyurdu. (Galiyet-ül Mevaiz)

 

(13)

Hz. Aişe (R.A.) anlatıyor. Kurban bayramında, teşrik günlerinde yanımda iki cariye vardı. Def çalıyorlardı. Hz. Ebubekir, Hz. Ali geldiler, Rasülüllah da elbisesi ile yüzünü örterek geldi. Hz. Ebu Bekir onları azarladı. Rasülüllah yüzünü açarak: “Onları bırak! Bu günler bayram günleridir, bayramda sevinçli olma islâmın alâmetlerindendir.” buyurdu.

 

Mü’minler için beş bayram vardır:

 

1- Günah işlemeden geçen her gün, mü’min için bayramdır.

2- İman ile düyadan çıktığı gün, mü’min için bayramdır.

3- Sırat’ı geçip Cehennem’den kurtulduğu gün, mü’min için bayramdır.

4- Allah’ın rahmeti ile Cennet’e girdiği gün, mü’min için bayramdır.

5- Allah’ın cemâline baktığı gün, mü’min için bayramdır ve bu en büyük bayramdır.

 

İman edilmesi icab eden hususlardan birisi; Cennet’ten göz ile Allah’ın görülmesidir.

 

Ayet Meali: Nice yüzler o gün parlayacak. Rab’lerine bakacaklar. (El-Kıyameh- 22,23)

 

Mu’tezile mezhebine mensub olanlar bu ayet-i kerimeyi ve aşağıdaki hadisi şerifleri görmemezlikten geldiler de; Allah’ın görülmesini inkâr ettiler.

 

Emâli isimli kıymetli akaid kitabında şöyle yazar:

 

Mü’minler Rab’lerini görecekler Cennet’te,

Ancak nasıl olduğunu bilemezler elbette.

Onu gören mü’minler nimetleri unutur,

Yazık mu’tezileye inkâr eden mahrumdur.

 

Süheyb (R.A.)’ dan Rasülüllah (S.A.V.)’ ın şöyle dediği rivayet olundu:

 Cennet ehli Cenne’te girince Allah Azze ve Celle onlara: “Size verdiğim nimetlerden başka şeyler de vermemi istiyor musunuz?” buyurunca:

 

- Yüzümüzü ağartmadın mı, bizi Cennet’e koymadın mı, ve bizi Cehennem ateşinden kurtarmadın mı? derler. Bunun üzerine (Rab’lerinden) perde kaldırılnca kendilerine Rab’lerine nazardan (bakmadan) daha iyi bir şey verilmediğini anlarlar”

 

Süheyb (R.A.) der ki: Resül-i Ekrem (S.A.V.) bu konuşmasından sonra:

 

“İyilik yapanlara en güzel şey vardır, fazlası da vardır”

(Yünus-26)ayetini okudu.

Bu ayet-i kerimedeki güzel şey cennet, fazlası da Allah-ü Tealâ’yı görmektir.

 

Ayet Meali: Orada (Cennet’te) onlara her istedikleri var. Katımızda daha ziyadesi de vardır.( Kaf- 35)

 

Hz. Ali (R.A.): “Buradaki ziyade Allah’ın cemâline bakmaktır”. demiştir.

 

Hadis-i Şerif: Peygamberimiz ayın öndördünde aya baktı da “Muhakkak ki siz şu ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz, zahmet ve meşakkatsız. buyurdu.

 

Ayet Meali: Hayır! Muhakkak ki onlar, o gün Rab’lerinden perde arkasında kalacaklardır. (El-Mutaffifin 15)

 

Kıyamet günü olduğunda, Allah-ü Teâlâ cemâlini gösterir. Kâfirler onu göremezler.

 

Ebu Hureyre (R.A.) dan Rasülüllah (S.A.V.) nin şöyle dediği rivayet olundu:  Cennet ehli Cennet’e girerken tüysüz, genç, beyaz tenli, saçları dalgalı ve kara gözlü olacaklar. Yaşları otuzüç, boylarıda Adem (A.S.) gibi altmış arşın ve vücutlarının genişliği yedi arşın olacaktır.

 

Hs. Enes’den (R.A.) gelen bir rivayette:Sonra Cennett’e bir ağacın altına gidip otururlar, elbiseleri eskimez ve gençlikleri yok olmaz. (ihtiyarlamazlar)

Cennetlikler, Yusuf (A.S.)’ ın güzelliğinde, Muhammed (A.S.) gibi tatlı dilli, Eyyüb (A.S.) gibi temiz kalbli ve ihlâslı olacaklar.

 

Hadis-i Şerif: Cennet ehli abdest bozmazlar, hiç birinin sakalı yoktur ve uyumazlar.

 

Cennet’te derecesi en yüksek olan, bizim Peygamberimiz ve şefaatçımız Hz. Muhammed’dir. Peygamberimize va’dedilen vesile budur.

 

İbn-i Ömer (R.A.)’ dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz buyurdular ki: Ehli Cennetin derecesi en aşağı olanının, bahçelerine, kürsülerine, zevcelerine ve kendine verilen nimetlere bakışı bin sene sürer.

 

Cennet ehline ilk ikram edilecek şey; büyük balıkların karaciğerindeki fazlalık. Sonra onlar için Cennet bahçelerinde otlayan öküz kesilir, içecekleri selsebil isimli pınardandır.

 

Ebu Said-il Hudri (R.A.)’ dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Nebi (S.A.V.) buyuruyorlar ki:Cennet’te yüz derece vardır. Her dereceninin arası gökle yer arası gibidir. Firdevs Cenneti, hem Cennetin ortası hem de âlâsıdır ve onun üstünde Arş-ı Âlâ vardır. Cennet nehirleri de oradan (Firdevs Cenneti’nden) kaynar.

 

İbn-i Abbas (R.A.)’ dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Nebi (S.A.V.) buyurdular ki:Allah-ü Teâlâ Cennetleri yarattı ve bazısını bazısından üstün kıldı. Bunlar yedi cennettir.

1- Dar’ül-Celâl

2- Darüsselâm

3- Cenneti Adn. Bu, Cennetin en büyüğüdür, Cennetlerin tamamını görür. Adn Cennetinin kapısının bir kanadı zümrütten, diğeri zeberceddendir ve bu kapının büyüklüğü doğu ile batı arası kadardır.

4- Cennet-ül Me’va

5- Cennet-ül Huld

6- Cennet-ül Firdevs

7- Cennetün Naim (Ğaliyet-ül Mevaizden özet)

 

Malik bin Dinar (R.A.) şöyle der: Dünya yok olan altından olsa, ahirette ebedi olan Tuğladan olsa; akıllı olan, elbette ebedi olan ahireti tercih eder. Çünkü dünya fanidir, çabukça elden çıkar.

 

İskender’in hazinesinde kırmızı altınla şöyle yazılıdır. “Gök cisimlerinin hareketi hiçbir kimsede nimet bırakmaz. Mal yahut makam mevki sahibiysen; bütün gayretini, fırsatları değerlendirmeye ve insanlara iyilik yapmaya harca. Çünkü; dünya gelip geçicidir. Ya uzun bir pişmanlık veya çokça medihdir.

Aslen şerefli olanlara ve mürüvvete adım atanlara saygı gösteriniz. Zamanın insanları değiştirmesi sizi aldatmasın. Çünkü; zamanın birtakım tökezletmeleri vardır ki; kırdığı gibi sarar, sardığı gibi kırar. Insanlara iyi davranın.

 

Ayet Meali: Bilmiş olun ki, bu dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlence, bir süs ve aranızda bir övünme, mal ve evlâtta üreme yarışından ibarettir. Bir yağmur gibi ki, onun bitirdiği nebat çiftçilerin hoşuna gider, sonra kurur. Onu sararmış görürsün, sonra da çerçöp olur. Ahirette ise, şiddetli bir azab ve Allah’dan bir mağfiret, bir rıza vardır. Dünya hayatı ancak bir aldanış metâından başka bir şey değildir. (El-Hadid 20)

 

 

Şiir:

 

 Kısalt dünyada emelini,

 Yakalamadan ecel seni.

 Senden önce gelip göçenler,

 Çağırıyorlar yanlarına seni.

 

 Yarın hesap anında,

 Mahcubiyet olur alnında.

 Kazandığın günahlarını,

 İtiraf edersin hatalarını.

 Ne zamana kadar sürecek bu yiğitlik,

 Hem uzun emel, hem tembellik.

 (Ğaliyet-ül Mevaizden)

 

 

(14)

İBRAHİM A.S’IN SAHİFELERİ

 

İbrahim (A.S.)’ ın sahifelerindeki kıssa ve öğütler şunlardı:

 

Ey o kötülüklere düşkün, sırnaşık ve mağrur Melik! Ben seni, dünya malını üst üste yığasın diye göndermedim. Fakat benim yerime, mazlumun duasını yerine getiresin diye gönderdim. Çünkü ben mazlumun duasını, kâfir de yapsa kabul ederim. Aklına karşı mağlup olmadıkça, akıllıya gerektir ki, üç saati olsa. Bir saatinde Rab’bine yalvara, bir saatinde nefsini hesaba çekip ne yaptığını düşüne ve bir saatinde de helalinden ihtiyaç için tenha kala. Çünkü bu saatte öbür saatler için bir yardım ve zihnini toplama ve diğer işlerden kurtuluş vardır.

 

Akıllı olanın zamanını görmesi, kendi işine ve durumuna yönelmesi, dilini koruması gerekir. Çünkü kelâmını, amelinden sayan kimse az söyler. Ancak kendisini ilgilendiren konularda olursa başka. Akıllının üç şeye talib olması gerekir: Geçimini düzeltmek, varacağı yer için hazırlık ve haramdan olmayarak lezzet alma.

 

 

 

 

(15)

MUSA A.S’IN SAHİFELERİ

 

Dedim ki: “Ey Allah’ın Resülü! Musa’nın sahifeleri neydi? Buyurdu ki: Hepsi ibret idi:

Şaşarım öleceğini yakinen bildiği halde sevinene, ateşin olduğunu kesin olarak bilip de gülene, dünyanın üzerinde bulunan kimselere karşı durmadan değiştiğini görüp de dünyaya gönül bağlayana, kadere yakinen inanıp da öfkelenene, hesaba inanıp da amel etmeyene.

(Ğaliyet-ül Mevaiz’de de böyledir.)

 

 



1 Ölüm sizin üzerinize olsun demektir. Türkçedeki “Geberesice” tabiri gibi kullanılır.

1 Va’d: Allahü Teâlâ’nın emirlerini yerine getirenleri, çeşitli nimetlerle mükâfatlandıracağına söz vermesi. Vaid: Allahü Teâlâ’nın; emirlerine karşı gelenleri cezalandıracağına söz vermesi.


incemeseleler.com

   
© incemeseleler.com