22. SOHBET KALB HASTALIKLARINDAN
Meali: Çünkü o günde, ne mal fayda verir; ne evlat. Ancak (O günde) Allah’ a eş koşmaktan ve şüpheden temizlenmiş bir kalple gelen faydalanır. (1) (Eş-Şuara. 88-89)
Altmış adet kalp hastalığından dokuz tanesini buraya kadar zikrettik. Onuncusu da feryat etme ve şikayettir. 60 hastalıktan bu kitaba aldıklarımız bununla son bulmuş oluyor. Çünkü az çoğa delâlet eder. Eğer sen bu hastalıkların tamamını öğrenmek istersen; İmam-ı Birgivi’ nin Tarikat-ı Muhammediyye isimli eserini ve Mevlana Muhammed Hadimi’nin ona şerh olarak yazdığı, Berika isimli eserini okuyabilirsin. Bu iki kitap, mutalâ ehli için üstün, değerli bir bahçe, vaaz-u nasihatın tatlı suyuna susamış olanlar için, kıymetli bir havuzdur. Bu iki kitabın yazarlarının kabri nur ile dolsun. Kabirleri üzerine rahmet ve mağfiret yağsın. Amin.
Ceza’ (Feryat etme): Sabır azlığı, belâ ve musibetlere tahammül etmeyip; gerek söz olarak, gerekse davranış olarak, sıkıntı ve hoşnutsuzluk ile onları dışa vurmaktır.
Ceza’ın zıddı, sabırdır. Sabır; kendisini ceza’dan tutmak, engellemektir. Bu da aklın, şehvete mukavemeti ve galip gelmesiyle mümkün olur.
İbni
Abbas (R.A.) dan yapılan bir rivayette Peygamberimiz buyurur ki: Kimin malına yahut canına bir musibet gelir, oda onu
gizler kimseye şikayette bulunmazsa; onu bağışlamak Allah üzerine borç olur.
Eyyûb (A.S.) ın kıssasını işitmişsindir. (2)
Hz. Ebu bekir (RA)’ın 7 yıl dişi ağrıdı. Kimseye, hatta Peygamberimiz’e dahi bir şey söylemedi. Sonra Cebrail (A.S.) Peygamberimiz’e, Hz. Ebubekir’in 7 yıldır diş ağrısından muzdarip olduğunu haber verdi. Efendimiz; “Neden bana hiç bu ızdırabından bahsetmedin?” diye sorunca O ; “Dosttan geleni nasıl şikayet edeyim!” dedi.
Sa’d İbni Vakkas (R.A.)’ın duasının makbul olması için Peygamber Efendimiz dua buyurdular. Ondan sonra, Hz. Sa’d ne istese hemen duası makbul olurdu. Yaşı ilerlediğinde, gözleri kör oldu. Kendisine; “Dua et te Allah-ü Tealâ gözlerini açsın!” dediler. O; “Allah-u Tealâ’nın verdiği belâ benim için gözlerimden daha hayırlıdır. Dostlar için belâ; altını, kir ve pastan temizleyen ateş gibidir, günahlara kefaret olur!” dedi.
Belâ ve musibet karşısında feryat edip şikayette bulunmak, onlardan meydana gelecek olan sevabı giderir, yok eder. Musibet bir tanedir. Buna uğrayan sabırsızlık ettiği zaman; iki tane olur. Onlardan biri musibetin kendisidir. İkincisi ise; musibetin ecrinin gitmesidir. Hatta asıl musibet işte budur. Bu, musibetin kendisinden daha büyüktür.
Bir
adama bir musibet isabet eder, kırk sene geçtikten sonra aklına geldiğinde:
“Biz Allah içiniz, ondan geldik, yine ona döneceğiz.” Diyerek teslimiyet
gösterirse; belâya uğradığı gün buna söylediğinde aldığı ecir gibi Allah ona
ecir verir.
SABIR ÜÇ KISIMDIR
Hz. Ali (R.A.)’dan rivayet edilmiştir.
Hadis-i Şerif: Sabır üç kısımdır: Birincisi, belalara karşı
sabır. İkincisi, itaat (ibadet)lar için sabır. Üçüncüsü, haram ve masiyetlerden
sabırdır. Kim belâlara karşı sabrederse; Allah-u Tealâ ona üçyüz derece yazar ki; her derecenin
arası yer ve gök arası kadardır. Kim itaat üzere sabrederse Allahu Teâla ona
altı yüz derece yazar ki; her derecenin arası yeryüzünden yedi kat arzın sonuna
kadardır. Kim de haramlara karşı sabrederse; Allah-ü Tealâ ona dokuz yüz derece
yazar. Her derecenin arası yeryüzünden Arş-ı Âlâ’ya kadar olan mesafenin iki
katıdır.
Açıklama:
Belâlara sabretmek: Belâların kalbe getireceği tesir ve acısına sabredip, onu güzel karşılamak demektir.
Taat üzere sabretmek: Farz ibadetleri yapmaya, onların ifası için zorluklara meşakkatlara katlanmak demektir.
Masiyet üzere sabır: Günahları terk etmeye ve nefsinin isteklerine muhalefet etmeye sabretmek demektir ki; bu sabrın en yüksek mertebesidir.
Arş-ı Âlâ: Âlem-i Halkın en yüksek makamıdır ki; cennet ve
cehennem de bu tabakadadır. (3)
Hadis-i Şerif: Allah-ü Tealâ kulu için (ahirette yüksek) bir derece takdir eder. (Ameli az ve zayıf olup derece de yüksek olduğu için) ameli ile o dereceye ulaşamazsa; Allah-ü Tealâ, onun vücuduna, çoluk çocuğuna ve malına musibetler verir, sonra da belâlara sabrettirir. (Bu sayede kul o yüksek dereceye ulaşmış olur.)
Açıklama: Vücuduna verilen belâlar:
Hastalık ve acılar. Çoluk çocuğuna verilen belâlar: Kendinden önce ölmeleri,
İslâmi yaşantılarının iyi ve doğru olmaması ve onların kendisine sırt
çevirmeleridir. Malına verilen musibetler: Malın telef olması gibi haller.
Allah sabrettirir demek: Ona sabrı ilham eder demektir.
Hadis-i Şerif: Allah-ü Tealâ bir kulu sevdiği zaman, onu
belâ ile imtihan eder ki; onun inlemesini, yalvarmasını, tezellülünü
(kendini değersiz görerek itaat etmesini) ve çokça dua etmesini işitsin. Kul
dua ettiği zaman melekler: “Bu bilinen, tanınan bir sestir” derler. Cebrail
(A.S.) “Yarabb! Onun hacetini yerine getir” der. O da buyurur ki: “Kulumu bana
bırakınız, ben onun sesini dinlemeyi seviyorum.
İşte
bu mânâdan dolayı, Allah-ü Tealâ’nın kullarının en azizi, en kıymetlileri olan
evliya ve esfıyasına belâyı çokça verdiğini görürsün. Kulun Allah-ü Tealâ’ ya
olan manevî yakınlığı arttıkça; üzerine dökülen belâ ve musibetler de artar ve
şiddetlenir.
Hadis-i Şerif: İnsanlar arasında belâların en şiddetlisi peygamberlere, sonra şehitlere, sonra bunlara benzeyenlere (derecelerine göre müminlere)dir.
Velhasıl; mihnet ve meşakkat yurdu olan dünyada, nefsine, evladına, akrabasına, malına, ırzına ve benzerlerine devamlı belâ gelen müminler buna sabretmelidir. Çünkü belâ Allah-ü Tealâ’dan bir imtihandır.
Ayet Meali:Ey müminler! Sizi biraz korku, açlık, mal, can ve ürün noksanlığı ile imtihan ederiz. Habibim! Sabırlılara müjde ver! (El-Bakara -155)
Açıklama: Bu imtihan itaat edenle isyan edeni ortaya çıkarmak içindir. Yoksa; Hz. Allah’ın bilmediği bir şeyi bilmesi için değildir. Zira O her şeyi meydana gelmeden önce bilir.
Korku: Allah korkusu veya düşman korkusu.
Açlık: Kıtlık yahut Ramazan orucu.
Mallarda noksanlık: Zarar, yahut telef veya zekât, sadaka gibi ibadetler.
Canda noksanlık: Başkasının kişiyi öldürmesi, ölüm, hastalık,zayıflık,ihtiyarlık.
Üründe noksanlık: Afetler sebebiyle meyve sebze ve diğer ürünlerde noksanlık, yahut kalp meyvesi olan evladın vefatı demektir.
SABRIN MÜKAFATI
Hadis-i Şerif: Bir kulun çocuğu öldüğünde, Allah-ü Tealâ ruh almakla vazifeli meleklere: “Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız mı?” buyurur. Onlar:
-Evet! derler. Allah-ü Tealâ:
-Onun kalbinin meyvesini aldınız mı? Onlar:
-Evet! derler. O:
-Peki
kulum ne dedi? Melekler:
-Kulun sana hamd etti. Senin emrettiğin gibi “Allah tan geldik,
yine ona döneceğiz”dedi. Allah-ü Tealâ meleklerine: “Kulum için Cennette bir ev
yapın. İsmine de hamd evi deyin. Ahirette orada otursun.” Buyurur. (4)
Ebu
Hasan (R.A.) Hz. Ebu Hüreyre’ye: “Benim iki çocuğum öldü. Sen Peygamberimizden
bizim gönlümüzü hoş edecek, içimizi ferahlatacak bir şey işittin mi?” diye
sordu. O: “Evet. İşittim” deyip şu Hadis-i Şerifi nakletti.
Hadis-i Şerif: Sizin küçük (yaşta ölen) leriniz,
Cennet ehlinin de küçükleridir. O babasına (Cennete girmeden önce)rastlar,
elbisesinden yapışır, Allah-ü Tealâ onu ve babasını Cennete koyuncaya kadar
elbisesini bırakmaz.
Bu
Hadis-i Şeriften, müminlerin vefat eden küçük çocuklarının Cennete gireceğini
öğreniyoruz. Küçük çocukları vefat eden anne ve babalar bunu sabırla
karşılamalı ve Allah’ın emrine teslim olmalıdır.(5)
Çünkü Hz. Allah az önce zikrettiğimiz imtihan ayetini; “Sabredenleri müjdele”
cümlesi ile bitiriyor, devamında da:
Ayet Meali: O sabırlı kimseler ki, bir musibete uğradıklarında: “ Biz Allah’ın kuluyuz ve (öldükten sonra)yine ona döneceğiz” derler. O teslimiyeti gösterenlere, Rablerinden mağfiret ve rahmet (Cennet) vardır.Onlar doğru yolu bulanlardır. (El-Bakara. 156,157)
Bilmiş
ol ki, sabredenlere sayılamayacak kadar sevap verilecektir.
Ayet Meali: Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız olarak ödenecektir. Onlar için mizan ve hesap olmayacaktır.
(Ez-Zümer- 10)
Hadis-i Şerif: Kıyamet günü olduğu vakit, namaz kılan, sadaka veren, hac edenler için mizan kurulur, sevapları tartılır. Dünyada felaket ve musibetlere müptela olanlar için mizan kurulmaz; üzerlerine bol bol mükafatlar yağdırılır. Hatta dünyada bir bela ile müptela olmayanlar: “Keşke bizim de vücutlarımız makasla biçileydi de, bugün bunların aldıkları sevabı alaydık” derler.
Hadis-i Şerif: Enes (R.A.)’ dan: İman iki yarımdır: Bir yarısı sabırdır;bir yarısı da şükürdür.
Hadis-i Şerif: Sabrın en efdali, ilk sadme (başlangıç) anında olanıdır. Herhangi bir şekilde teselli olmadığından; acı büyük, dolayısıyla sevap çoktur.
Taberani Peygamber Efendimiz’den şöyle rivayet etmiştir:
Hadis-i Şerif: Kime nimet verildiğinde şükreder, belaya uğradığında sabırla karşılar, Allah’ın kaza ve takdirine razı olur, kendisine veya başkasına zulmettiğinde istiğfar eder, Allah'a tevbe edip pişman olur veya hasmından helallık diler, yahut başkası kendine zulmedince onu bağışlarsa; o kimseler korku ve zorluklardan emin olur.
Hadis-i Şerif: Merhamet ediniz (merhamet ederseniz)merhamet
olunursunuz. Bağışlayınız, (bağışlarsanız)bağışlanırsınız.
“Kime ki nimet verildiğinde şükrederse...” hadisi şerifinde zikredilen vasıflar Allah dostlarının vasıflarıdır. Onlar da kıyamet gününde korku ve üzüntüden emindirler. Kim de bu vasıflarla ahlâklanmaz, Allah-ü Tealâ’nın kaza ve kaderine razı olmaz ve doğru yoldan saparsa; onun hakkında da şu tehdit gelmiştir:
Hadîs-i Kudsi: Kim benim kaza (ve kaderi) me sabretmez, belâlarıma sabretmezse; benden başka Rab arasın.
Çünkü kulları hakkında istediği gibi tasarrufta bulunmak Rabb’ın şanındandır. Kul onun kaza ve takdirine razı olmuyorsa; Onun Rab’lığına da razı olmuyor demektir.
Kadere, belâlara razı olmayıp öfkelenmekte, üzüntü ve günahtan başka bir şey yoktur. Çünkü feryad-u figan etmekle kaza geri dönmez, belâ ve musibet çevrilmez.
Şiir meâlen: Ey nefsim! Geçen belâ ve musibetlere sabret, takdir olunmayan şeylerden emin ol, sana bir zarar gelmez, bana itimat et ki; mukadder olan şey muhakkak meydana gelir, sabretsen de sabretmesen de.
DUA
Allahım! Bizi kadere razı olan, belâlara sabredenlerden kıl. Ni’metlere şükredenlerden kıl. Şükürde nimetlerde hamd de senin içindir.
Allahım! Beni en güzel ahlâka hidayet eyle. Çünkü ona ancak sen hidayet edersin. Kötü ahlakı benden berteraf et, çünkü onu anca sen berteraf edersin.
Allahım! Doğu ile batının arasını uzaklaştırdığın gibi benimle hatalarım arasını da uzaklaştır.
Allahım! Hatalarımı kar ve soğuk su ile yıka. Elbisenin kirden temizlendiği gibi beni hatalardan temizle.
Allahım! Sana şükretmek, seni zikretmek ve güzelce ibadet etmek hususunda bana yardım et.
Allahım! Verdiğin ni’metin yok olmasından, afiyetin değişmesinden, aniden cezalandırmadan, gadabının tamamından sana sığınırım.
Ey merhametlilerin en merhametlisi rahmetinle dualarımızı kabul eyle.
FERYAT
VE ŞİKAYET -II
Hadis-i Şerif: Ebu Hüreyre (R.A.)dan: Benim üzerime salâvat okuyan için Sırat üzerinde nur vardır. Sırat üzerinde nur ehlinden olan, nar(cehennem) ehlinden olmaz.
Hadis-i Şerif: Havz-ı Kevser’e çok kavimler gelir. Ben onları ancak üzerime çok salâvat okumaları ile tanırım.(Delail-i Hayrat)
Allahümme
salli ve sellim ala men bimeyaminihi tütfe-ü-nniranü ve bikevseri şefaatihi
türve-l-ıtaşü ve tebyezzu-ssevdanü. Ve alâ alihi ve eshabihi eshabil-hıkemi
vel-ırfani.
Mânâsı: Allah’ım bereketi ile ateş
söndürülen, şefaat kevseri ile susuzlar suya kanan, siyah yüzler ağaran Hz. Muhammed
üzerine, onun irfan ve hikmet ehli olan âl ve ashabı üzerine rahmet eyle.
(1)
Bu ayeti kerimenin zahirinden kalbi temiz olanların kurtulacağı, dolayısı ile dil ve elinin temiz olmasına ihtiyacı olmadığı anlaşılıyor denilirse;
Biz deriz ki: Kalp tesir edicidir, esastır, dil ve diğer azalar ona tabidir. Kalp temiz olsa, dil ve elde temiz olur. Onlar temiz olmadığına göre kalp temiz değil demektir. Çünkü dış, için göstergesidir.
(2)
Ayet Meali:Ey Muhammed! Kulumuz Eyyûb’u da hatırla. O, Rabb’ine şöyle
seslenmiştir: “Gerçekten şeytan bana yorgunluk ve azap verdi.”
Ona “ Ayağını yere vur!” “İşte hem yıkanacak , hem de içecek soğuk
bir su” dedik.
Eyyûb’e hem bütün ailesini, hem de onlarla beraber bir mislini,
katımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir ibret olmak üzere bağışladık.
(Ey Eyyûb!) Eline ( yüz adetlik) bir demet sap alıp onunla vur ve yeminini bozma. Doğrusu biz onu sabırlı bulduk. O ne iyi kuldu! Daima Allah’a yönelirdi. (Sad- 41--44)
KISSA
EYYÜB (A.S)’IN SABRI
Eyyûb (A.S.) Yemen’de yaşardı. Koyun, sığır ve deve sürüleri vardı. Geceleri namazla, gündüzleri oruçla geçirirdi. Bir köşkü, o köşkün de; dört kapısı vardı. Her kapıda bir sofra vardı. Biri yetimler için, biri dullar için, biri kimsesizler için, biri de yoksullar içindi. İblis onun bu halini kıskandı. Meleklerle beraber semaya çıktı. O vakit cin ve şeytanlar meleklerle beraber semaya çıkabilirdi. Allah-ü Tealâ: İblis’e:
- “Kulum Eyyûb’u ve onun bana ibadetini nasıl görüyorsun?” Buyurdu. İblis:
-“O, sana nasıl ibadet etmesin? Dünyada kimseye vermediğin kadar ona mal verdin. Bana izin ver, beni ona musallat kıl, senin zikrini ona unutturayım, sana ibadetten alıkoyayım” dedi. Allah-ü Tealâ:
-“Git, imtihan et!”Buyurdu. İblis gidip Eyyûb (A.S.) ın koyun, sığır ve deve sürülerini ateşe atıp yaktı. Eyyûb (A.S.) ın yanına geldi O, namaz kılıyordu. Şeytan ona:
-“Sana faydası olmayan, bilakis zararı dokunan Allah’a ibadet mi ediyorsun? O, bir ateş gönderdi; bütün sürülerini yaktı” dedi. Eyyûb (A.S.) hiç oralı olmadı.
-“Bu malı bana veren sonra da alan Allah’a hamd olsun” dedi. Şeytan pişman olarak oradan ayrıldı; çocuklarının yanına vardı. Eyyûb (A.S.) ın 8 oğlan, 6 kız olmak üzere 14 çocuğu vardı. O gün en büyüklerinin evinde toplanmışlardı. Şeytan evi bir sarstı, üzerlerine yıktı; hepsi öldüler. Hemen Eyyûb (A.S.) ın yanına geldi O, namaz kılıyordu dedi ki:
-“Evladın üzerine evi yıkıp hepsini öldüren Rabb’e ibadet etme.” O:
-“Seni ecirden mahrum edip bana ve evladıma ecir veren Allah’a hamd olsun” dedi. Allah-ü Tealâ İblis’e:
-Kulum Eyyûb’u nasıl buldun? Çok sabırlı değil mi?” buyurdu. O: -“Eyyûb’ün üç hanımı var. Yakında yine çocukları olur. Malına mülküne de tekrar kavuşabilir. Bana izin ver. Bedenine de musallat olayım. O zaman nasıl feryat eder”dedi. Allah- ü Tealâ:
-“Git! İzin verdim.” Buyurdu. İblis kalkıp Hz. Eyyûb’ un yanına gitti. O, gece vakti namaz kılıyordu. Ayaklarının altından bir üfürdü; ateş başından çıktı, terledi, vücudunda şiddetli bir ağırlık hissetmeye başladı. Kalkıp Yusuf (A.S.)’ın kızı olan zevcesi Rahime’nin yanına gitti ve: Kendimde şiddetli bir ağırlık hissediyorum” dedi. O :
-“Mal ve evlat üzüntüsündendir. Ayrıca gece ve gündüz bir saat olsun dinlenmiyorsun” dedi.
Hz. Eyyûb’ün mübarek başı ateş gibiydi. Bütün vücudu yer yer kabardı. Dünyada çiçek hastalığına yakalanan ilk kişi oldu. Hastalığı senelerce sürdü. Bedeni tamamıyla eriyerek, bir deri, bir kemik hâline geldi. İnsanlar hastalığı bulaşır korkusuyla Allah’ ın Peygamberini şehir dışına çıkardı. Yanına kimse yaklaşmıyor, ancak; vefakar zevcesi, gücü yettiği kadar uğraşıp bakmaya çalışıyordu. Şehir haricine tenha bir yere bırakılan kocasına, önceleri çalışarak halktan aldığı ekmek parçalarını getirir, karnını doyururdu.
Bir zaman sonra, Eyyûb (A.S.)’ ın karısı olduğunu bildikleri ve kocasındaki hastalığı kendilerine de bulaştıracağından korktukları için insanlar, karısına artık hizmetçilik yaptırmıyor ve aralarına katmıyorlardı. Bir gün bir fırına girip Eyyûb (A.S.)’ ın aç olduğunu söyleyerek borç bir ekmek istedi. Fırıncı ekmek vermediği gibi:
-“İnsanlar senin geldiğini görmesinler. Hemen buradan uzaklaş ” dedi. Hz. Rahime: “Allah’ım İnsanlar bizi yurdumuzdan çıkardılar. Sen bizi ahirette rahmetinden mahrum etme ” diye dua ederek ağladı. Fırıncının hanımına giderek ondan borç olarak ekmek istedi. O da, “Hastalık bulaşır, insanlar görürse; alış veriş etmezler” korkusuyla uzaklaşmasını istedi. “Kocam burada olduğunu görmesin ” diye de ekledi. Rahime kapıyı kapatıp kandili yakarak orada oturdu.Başörtüsünü açınca bir aydınlık peydah oldu ki; kandilin ışığı kayboldu. Fırıncının hanımı korku ve dehşet içinde: “Sen insan mısın, yoksa cin mi? ” diye sordu. O:
-“Ben Yusuf Peygamber’in kızı Rahime’yim ” dedi. Fırıncının karısı: Saç örgülerinden birini bana ver ” dedi. O da, saç örgülerinden birini keserek bol ve lezzetli yiyecekler karşısında ona verdi.
Şeytan Eyyûb (A.S.)’ a gelip, karısının günah işlediğini ve insanlar
tarafından cezalandırılarak saç örgüsünün kesildiğini söyledi. Rahime’ye de
doktor kılığında görülerek: “Eyyûbe içki
al, götür. İçince iyileşir ” dedi.
Zevcesi bunu söyleyince, Hz. Eyyûb: Havva (R.A.)’ nın Âdem (A.S.)’ ı cennetten çıkardığı gibi, sen
de beni mi çıkaracaksın? Vallahi iyileşirsem sana yüz sopa vuracağım dedi. Rahime ağladı. Allah-ü Tealâ Eyyûb
(A.S.)! a vahyederek, bunların şeytanın vesveseleri olduğunu, Rahime’nin hiçbir
suçu olmadığını bildirdi.
Hastalığından yedi sene, yedi gün, yedi saat geçmişti ki; hanımı köye gittiği bir vakitte Allah-ü Tealâ Cebrail (A.S.)’ ı gönderdi. Eyyûb (A.S.): “Ey Cibril! Benden belâyı kaldırmaya mı, yoksa belâlara belâ katmaya mı geldin?” dedi. O: “Belâları kaldırmaya ” dedi. Kendisine iki nar verdi. “Ey Eyyûb! Ayağınla yere vur!” dedi.Hz. Eyyûb bu ilâhi emri yerine getirdi. Cenab-ı Allah oracıkta kendisi için serin sulu bir pınar fışkırttı. O pınarın suyunu içip ve onun suyuyla yıkanmasını emretti. İçeceği zaman serin oluyor, yıkanacağı zaman sıcak oluyordu. Bu emri de yerine getirdi. Allah ta onun vücudundaki gizli-açık bütün acı, elem, hastalık ve illetleri giderdi. Bütün bunların yerine ona gizli-açık sıhhat, afiyet, bol miktarda eskisinin iki misli mal ve güzellik verdi. Sudan çıktığında aydan daha güzeldi. Dağın üstüne çıktı. Sonra hanımı Rahime gelip Hz. Eyyûbu göremeyince ağladı. Eyyûb (A.S.) onu yanına çağırarak iyileştiğini bildirdi.
Eyyûb (A.S). şifa bulunca: “Ya Rabb! Yemin etmiştim, ne yapayım?” dedi. Allah-ü Tealâ: “Yüz adet sap al. Bir demet haline getir ve zevcene vur! diye emretti. Böylece yemininin gereğini yerine getirmiş oldu. Bu yüce Allah’ tan kulu ve Rasül’ü Eyyûb (A.S.)’ a bir ruhsattır. Eyyûb (A.S.), belâdan önce yetmiş iki sene yaşamıştı. Belâdan sonrada yetmiş iki sene yaşadı. Allah-ü Tealâ Eyyûb (A.S.)’ ı: “Biz onu sabırlı bulduk. O ne iyi kuldu. Daima Allah’a yönelirdi.” Ayeti ile medh-u sena etmiştir.
Eyyûb (A.S.): “Rabb’im! Bana zarar dokundu ” dedi. Bu ise feryat etmektir. Hâlbuki, feryat eden insan nasıl sabırlı olur?” dersen; kısaca deriz ki:
Eyyûb (A.S.) hastalığı boyunca Allah-ü Tealâ’ya ibadet etmekten ve O’ nu dili ve kalbi ile zikretmekten hiç vazgeçmedi. Hastalık bütün vücudunu sardı; hiç dua etmedi. Dili ve kalbine gelince: “Allah’ım! Dilim ve kalbim hastalanırsa, seni nasıl zikrederim? diye ilticada bulundu ve şifaya nail oldu.
Eyyûb
(A.S.)’ ın hastalığı uzayınca hanımı: “Sen duası makbul bir insansın. Allah-ü Tealâ’nın sana şifa vermesi için
dua etsen olmaz mı?” dedi. O: “Hanım!
Yetmiş sene rahat, sıhhat ve afiyet içinde yaşadım. Yetmiş sene bu hastalık
devam ederse; o zaman dua ederim.” diye
karşılık verdi.
(3)
Arş kelimesinin sözlük manası: Taht, köşk, gölgelik demektir. Dinî bir terim olarak: Nurani, yüksek büyük bir varlıktır. Astronomi ilmi ile meşgul olanların dediği gibi, küresel değildir. Yedi kat göklerin üzerinde sütunları olan büyük bir kubbedir. Bir görüşe göre, kırmızı yakuttandır. Diğer bir görüşe göre, yeşil yakuttandır. Şu anda onu dört melek taşıyor. Kıyamet gününde celâl tecellileri çok olacağı için sekiz melek taşıyacaktır.
(4)
Evladı, yahut akrabası ölen kimseler, Allah’ın kazasına (hükmüne) teslim olmalı onun hükmüne ve rızasına dönmelidir. Çünkü mal ve evlat, kulların elinde emanettir, geri alınınca feryat etmenin bir manası yoktur.
Hısn’ul Hasin isimli eserden: Peygamber Efendimiz Muaz İbni Cebel’e, bir oğlu vefat ettiğinde taziye için şu mektubu yazmıştır:
Bismillâhirrahmânirrahîm,
Allah’ın Rasülü Muhammed’den Muâz İbni Cebel’e.
Sana selâm olsun. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a olan hamdimi ifade ederim.
Bundan sonra: Allah ecrini büyük
kılsın, sana sabır ilham etsin. Bize de, sana da şükretmeyi nasip etsin. Şurası
muhakkak ki; nefislerimiz, mallarımız, ehlimiz, Allah’ın hoş mevhîbeleri ve
geri almak üzere emânet bıraktığı âriyetleridir.1 Onlardan belli bir müddet
istifâde edersin. Önceden belirlenen vakit gelince elinden alınırlar. Ayrıca
şunu da bil: Allah verince şükretmemizi, alınca da sabretmemizi farz kıldı.
Oğlun da Allah’ın tatlı bir mevhîbesi, geri almak üzere emanet ettiği bir
âriyeti idi. Seni neşe ve sürûr içinde bir müddet onunla nimetlendirdi. Büyük
bir ecir mukaabilinde de senden geri aldı. Şöyle ki: Mükâfatını umarak
sabrettiğin takdirde; Allah’ın mağfireti, rahmet ve hidâyeti seninledir.
Öyleyse ey Muâz! Üzerinde iki sıfatı cem etme. Dövünüp yakınmaların sabrını yok ederse; kaybettiklerine pişman olursun. Sana gelen musîbetin sevabını almaya gayret edersen; Rabb’ine itaat etmiş olur ve buna mukabil vaat ettiği mükâfatın haklı talibi olursun. Bilirsin ki O’ na musîbet ulaşmaz.
Şunu da bil ki; dövünüp yakınmalar boşadır, öleni geri getirmez, üzüntüyü defetmez. Mükâfatının güzel olmasına çalış. Vaat edilen ecrin tâlibi ol ki; başına gelen musîbet (ten elde edeceğin ecrin tesellisi) üzüntünü kaldırsın, hiç yokmuş gibi olsun. Kaderde olan değişmez. Vesselâm.
(5)
Rivayete göre: Süleyman (A.S.)’ ın bir oğlu öldü. Süleyman (A.S.) buna çok üzüldü. İki melek insan sûretinde dâvacı olarak yanına geldiler. Meleklerden biri:
-Bu adam davarı ile benim ekinimi bastı, ben bundan davacıyım dedi. Diğeri:
-Ben koyun sürüsü ile yoldan gidiyordum. Yolum tarlaya uğradı. Yani bu adam yolu tarlasına kattı, mecburdum geçmeye dedi. Süleyman (A.S.):
-Yolun gelip geçene ait olduğunu, herkesin bu yoldan geçmek zorunda bulunduğunu bilmiyor muydun? Neden yolu ektin? dedi. Davacı melek:
-O halde sen, dünyanın bir âhiret yolu olduğunu bilmiyor musun? Elbette gelen bu yoldan geçecek. Oğlunun ölümüne neden bu kadar üzülüyorsun? dedi. Süleyman (A.S.) hatâsını anlayarak tövbe etti.
İmam-ı Şafiî (rh): İmtihan ayetinde geçen (El-Bakara- 155) korkunun; Allah korkusu, açlığın; Ramazan orucu, mallardaki noksanlığın; zekât ve sadakalar, canlardaki noksanlığın; hastalıklar ve çocukların ölümü olduğunu ifade etmiştir.
İmamı Gazali şöyle der: “Sabır insana mahsustur, hayvanlarda ve meleklerde sabır yoktur. Bunun açıklaması şöyledir: Hayvanların yalnız şehveti vardır, aklı yoktur. Onların her türlü hareket ve duruşları, şehvet duyguları iledir. Şehvetlerinin karşısına çıkacak başka bir duyguları yoktur ki; o kuvvetle şehvetlerine dirensinler de, buna sabır denilsin.
Meleklere gelince; Bunlar, yalnız Allah’a bağlanmak ve O’na kulluk etmek, yakın olmak azmindedirler. Şehvetleri yoktur ki, onları başka yola teşvik etsin de onlar ona sabretsinler.
İnsana gelince; Onda kendisini dünya lezzetlerini istemeye ve ahiretten yüz çevirmeye davet eden bir nefis ve dünyadan yüz çevirmeye, ahireti istemeye davet eden bir akıl vardır. Akıl dünya nimetlerini taleple meşgul olmanın, insanı ahiret nimetlerine kavuşmaktan men edeceğini idrak ettiği zaman; şehvete üstün gelir ve ona mani olur. İşte bu hâl sabırdır. (İmam Razi’nin tefsirinden özet)
İmam-ı Gazali İhya-i Ulûmiddin’de, belâ ve musibetlere karşı sabretmekle alâkalı uzun bir bahis ayırmış ve şöyle demiştir: Allah-ü Teâla sabredenleri birçok iyi vasıflarla vasıflandırmış, Kur’an-ı Kerim’in yetmiş küsür ayetinde sabırdan bahsetmiş, iyilik ve derecelerin çoğunu sabra bağlamış ve bütün bunları sabrın sonuçları, meyve ve neticeleri kılmıştır.
SABIRLA ALÂKALI BAZI AYET-İ KERİMELER
Ayet Meali: Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman; onların içinden, emrimizle doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik. (Es-Secde -24)
Ayet Meali: Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (Yahudileri) de; içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabb’inin İsrail Oğullarına verdiği güzel söz tam yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduğu ve yetiştirdikleri bahçeleri helak ettik.
(El-A’raf- 137)
Ayet Meali: Sizin yanınızdaki ( dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bâkidir. Elbette biz sabredenlerin mükafatını yapmakta olduklarının daha güzeli ile vereceğiz. (En-Nahl- 96)
Ayet Meali: İşte onlara sabrettiklerinden dolayı mükafatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızktan da Allah rızası için harcarlar. (El-Kasas- 54)
Ayet Meali: (Resûl’üm!) söyle: ”Ey inanan kullarım! Rabbi’nize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah’ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükafatları hesapsız ödenecektir. (Ez-Zümer -10)
Her iyiliğin belli başlı hudutlu bir mükafatı olduğu
halde, yalnız sabrın mükafatının hudutsuz olduğu bildiriliyor. Hatta Allah-ü
Tealâ orucu diğer ibadetlerden ayırıp: “Oruç bana mahsus bir ibadettir ve onun
mükâfatını ben veririm” buyurmak suretiyle onu kendisine nisbet etmesi, orucun
sabırdan ve daha doğrusu sabrın yarısından ibaret olması bakımındandır. Yine
Allah-ü Tealâ, bizzat kendisinin sabredenlerle beraber olacağını vaat etmek
üzere şöyle buyurmuştur:
Ayet Meali: Allah ve Rasulü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkar zayıflarsınız da; kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (El-Enfal -46)
Yardım
ve zaferi sabra bağlamak üzere şöyle buyurmuştur:
Ayet Meali: “Evet siz sabreder ve sakınırsanız, bunlar (yani düşmanlar) ansızın üzerinize gelecek olursa; Rabb’iniz size nişanlı beş bin melekle imdat edecektir. (Âl’i İmran -125)
Aynı zamanda diğer hiçbir ibadete toptan vaat etmediği bir çok
iyilikleri toplu halde sabredenlere vaat etmek üzere şöyle buyurmuştur:
Ayet Meali: Onlar! Rablerinden mağfiretler ve rahmet, hep onların üzerinedir ve onlar doğru yola erdirilenlerin ta kendileridir. (El-Bakara -157)
BU HUSUSTAKİ HADİSLER ÇOKTUR. BAZILARI:
Hadîs-Şerif: Size verilen nimetlerin en efdali; yakîn
ve sabır azimetidir. Bunlardan nasibini alan kimse artık (nafile olarak)
gece ibadetinden ve gündüz orucundan kaybettim, bunları yapamadım, diye
üzülmesin. Bulunduğunuz duruma sabretmeniz, benim için, hepinizin ameli kadar
amel ile bana gelmenizden daha sevimlidir. Fakat ben şundan korkuyorum ki,
benden sonra dünyalık size açılır ve artık birbirinizi tanımaz olursunuz da, o
zaman göktekiler de sizi tanımaz olur. Kim ki sabreder ve alacağı mükafatı
hesaplarsa; tam manasıyla sevaba ulaşmış olur (buyurdu ve sonra): “Sizin
yanınızda ki tükenir, Allah indindeki ise bâkidir. Sabredenlerin
mükâfatını yaptıkları amelin daha güzeli ile elbette vereceğiz”
(En-Nahl-96) ayet-i celilesini okudu.
Hadis-i
Şerif: Sabır
imanın yarısıdır.
Hadîs- Şerif: İman sabr(ın ta kendisi)dir. Bu Hadis-i Şerif “Hac; Arafat, tevbe; pişmanlıktır” hadisi şerifine benzer.
Âlimler,
sabrın mı, yoksa şükrün mü daha faziletli olduğu hususunda ihtilaf etmişler.
İmam-ı Gazali: Hadis-i Şerifler sabrın daha faziletli olduğuna delâlet ediyor”
D emiştir.
Hadis-i Şerif: Kıyamet günü, yeryüzünün en çok şükredeni
Allah’ın huzuruna getirilir. Allah-ü Tealâ ona şükrünün mükâfatını verir. Sonra
en çok sabredeni getirilir ve ona: “Şu şükredenin mükâfatı gibi mükâfata razı
mısın?” denir. Adam: “Razıyım” der. Allah-ü Tealâ: “ Asla, ona nimet verdim
şükretti. Sana belâ verdim sabrettin. Sana kat kat fazla mükâfat veririm.” buyurur.
“Süleyman (A.S.), diğer peygamberlerden kırk kış, yani kırk yıl sonra Cennet’e girecektir” diğer bir haberde de:
“Cennetin bütün kapıları iki kanattır. Yalnız
sabır kapısu tek kanatlıdır. Buradan ilk girecekler, belâ ile imtihan
edilenlerdir. En önde ise Eyyûb (A.S.) bulunacaktır ” diye vârid olmuştur.
Resûl-i Ekrem’den gelen bir haberde:
“Peygamberlerden en son Cennet’e girecek olan, mülkü sebebiyle
Süleyman (A.S.)’ dır. Ashab’ımdan da en son Cennet’e girecek olan, zenginliği
sebebiyle Abdurrahman b.Avf’dır ”
diye varid olmuştur.(Tefsir-i Kebir’den özet)
Akıllı kimse, nimetlere şükretmeli, belalara da sabretmelidir.
HİKÂYE
KÖR OLAN GÖZLERİ AÇILDI.
Kör bir kimse yağmurlu bir gecede camiye çıkmak için hazırlandığında hanımı: “Niçin evinde namaz kılmıyorsun? Bak gözlerin görmüyor. Dışarıda da şiddetli yağmur yağıyor, yollar çamur olmuştur, kayar düşersin ” der. Adam : “Ellerimin ve ayaklarımın şükrünü eda etmek için mescide gideceğim ve namazımı cemaatla kılacağım ” der ve gider. Sabah kalktığında gözlerinin açıldığını gören âma: Ne iyi Rab’dır benim Rabb’ım. Ben şükrettim O da ehil olduğu gibi beni mükâfatlandırdı der.
Ayet Meali: Ve hatırlayın ki Rabb’iniz size şunu bildirmişti: “And olsun! Eğer şükrederseniz nimetinizi artırırım. Nankörlük ederseniz, haberiniz olsun, gerçekten azabım çok şiddetlidir.” Demişti.(İbrahim- 7)
1 Ariyet,bir malı geri almak üzere ücretsiz kullanılması için vermek, veya bir malı bedelsiz olarak kullanmak ve geri vermek üzere emanet almak demektir.
incemeseleler.com