20. SOHBET KALB HASTALIKLARINDAN HASET

 

 

Meali : O günde ne mal fayda verir, ne de evlat. Ancak o günde (afetlerden ve kalp hastalıklarından) temizlenmiş bir kalple gelen faydalanır. (Eş- Şuara-88,89 )

 

Altmış adet kalp hastalığı vardır. Bunlardan sekizincisi hasettir.

 

HASET NE DEMEKTİR

 

Haset: Kendisine dinî veya dünyevî bir nimet verilen bir kimseden, bu nimetin gitmesini istemektir.Ancak kişi ilmini yahut malını, Allah-ü Tealâ’ya isyana vesile kılıyorsa; bunun gitmesini istemek haset değil, dinî bir görevdir.

 

Haset: Kişiye hiç nimet verilmemesini istemektir. Veya nimetin gitmesinden, yahut onun eline geçmemesinden hoşlanmaktır.

Şayet elinde olmadan kendiliğinden kalbinde haset meydana gelir ve sen de bunun gereğini yerine getirmek için harekete geçersen; yani karşındakinin elindeki nimetin kaybolması için gerek sözlü, gerekse fiilî bir takım hareketlerde bulunursan; bu haset, bütün âlimlerin görüş birliği ile haramdır, bunun günahı çok büyüktür.

 

Eğer haset kalbine geldiğinde, böyle bir harekette bulunmazsan; bu yine hasettir, fakat bunun haramlığında ve sahibinin günahkar olup olmadığında alimler arasında görüş ayrılığı vardır. İmam-ı Gazali haram olduğu, İmam-ı Birgivi ise, haram olmadığı görüşündedir.
 Hadis-i Şerif :  Üç şey vardır ki, bunlardan kimse kurtulamaz. Bunlar: Kötü zan, uğursuzluk saymak ve haset (yani çekememezliktir.) Şimdi bunlardan kurtuluş çarelerini size öğreteyim:

Kötü zanna kapıldığın zaman; üzerinde durup ta, iç yüzünü araştırma (diğer bir manası ise: Kat’i olarak bilmeden harekete geçme, onunla ilgili herhangi bir teşebbüste bulunma.)

Uğursuz diye bildiğin bir şey ile karşılaştığın zaman; aldırış etmeden işine devam et. (Allah-ü Tealâ’ya güven. Onunla alâkalı bir şey yapma).

Haset ettiğin kimseye karşı da haddi aşma.(Sözlü veya fiilî olarak ona kaksızlık yapma.)

 

Gıpta: Adamın elindeki nimetin yok olmasını istemeyip, aynı nimetin sende de olmasını istemendir. Diğer bir ifade ile (münafese) imrenmedir. Bu haram değildir.

 

Hadis-i Şerif :  Haset,(imrenme) ancak iki kişiye olur. Bunlardan birine; Allah-ü Tealâ servet vermiş, o da bu serveti hak yolunda sarf etmiştir. Diğerine de hikmet vermiş, o da bununla hükmetmiş ve insanlara öğretmiştir.

 

Açıklama: Serveti hak yolunda harcama; mescit, medrese, fakir, dul ve âciz kimseler için barınaklar, köprü yapmak, ülke sınırlarını sağlamlaştırmak... gibi hayır işleri. Ayrıca; hastahane ve yol kenarlarına çeşme yapmak ta, hayır işlerindendir. Bunlar kalıcı eserler olarak sadaka-i cariyedirler. Kişi öldükten sonra, geriye kalan salihlerin dualarına vesile olurlar.

 

Hikmet: Faydalı ilim ve onunla amel etmektir. Âlim onunla amel eder ve insanlara öğreterek onları irşad ederse; bu âlime haset ( gıpta ) edilir. Bu iki şeyin dışında haset caiz değildir. Gıpta dinî işlerde güzel, dünyevî işlerde ise kötüdür.

 

Hasedin zıddı nasihattır. Yani meşverette ( danışıp görüşmelerde ) ihlâstır. Veya başkasına olan nimetin devamını istemektir. Bazılarına göre ise, başkaları için hayır ve iyilik istemektir. Nasihatın vacip olduğuna dair bir çok deliller vardır.

 

Ayet Meali :  “... iyilik ve takva ( Allah’ın yasaklarından sakınma) üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü; Allah’ın cezası çetindir.

(El-Maide-2)

 

Hadis-i Şerif :  Kim bir hayrın işlenmesine delâlet ederse ( vesile olursa ); onu yapanın ecri kadar kendisine sevap verilir.

 

Hadis-i Şerif :  Sizden hiç biriniz kendisi için sevdiğini, ( din ) kardeşi için sevmedikçe; gerçek mümin olamaz.

 

Temim-i Dari R.A.’dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz buyurdular ki :

“ Din nasihattır.”

 

Açıklama: Dinin temeli ve ayakta durması; şer-i şerifin direkleri Müslümanlara nasihatladır. Müslümanlara bol bol nasihat etmek ve onlar için hayır dilemek lâzımdır. Çünkü hasette, felâket ve âfetler vardır.

 

 HASETTEKİ FELAKET VE ÂFETLER

 

1- İTAATLARI BOZAR , SEVAPLARI YOK EDER, BOŞA ÇIKARIR.

 

Hadis-i Şerif :  Ebu Hureyre ( R.A. )’dan:

 Hasetten sakınınız! Zira ateşin odunu yakıp yok ettiği gibi, haset de, sevapları yer ve mahveder.

 

Açıklama : Çünkü haset, sahibini haset ettiği kimsenin dedikodusunu yapmaya, ona sövmeye, hakaret etmeye, hatta; malına zarar vermeye, kanını dökmeye sebep olabilir. Bunlar ise zulüm olup, ahirette zulüm edenin sevabı mazluma verilerek veya mazlumun günahı ona yüklenerek kısas yapılacaktır. 

 

İmam-ı Gazali buyurur ki: Haset eden iki azabı kendisinde toplamış olur. Dünya nimetlerine olan hasedi kendisine dünyada sıkıntı verir; için için yanar. Bununla iktifa etmez, ahirette bile azabı dokunur.

 

Hadis-i Şerif :  Geçmiş ümmetlerin hastalıklarından haset ve buğz size de geçti.

Haset ve buğz, kalp hastalıklarından olup, bunlar kötü birer huydurlar. (1) Hayır yapmaktan ve namaz huzurundan insanı men ederler. Haset eden ibadetin tadını bulamaz, Allah-ü Tealâ’nın hükmüne razı olmamış olur.

 

İhya-i Ulûm’da şöyle yazılıdır: İnsanoğlunun bedenindeki dört cevheri, dört şey yok eder:

 

1-Aklı-Gazap, Öfke,

2-Dini-Haset,

3-Hayayı-Gıybet, dedikodu,

4-Salih ameli –Tamah yok eder.

 

2 - KİŞİYİ İSYANA GÖTÜRÜR.

 

Çünkü haset eden; devamlı gıybet, yalan, sövme vb. ile meşguldür.

 

Hadisi Şerif :  “İnsanlar haset etmediği sürece hayırdadırlar.”

 

Haset ettikleri zaman, kendisinde hayır olmayan isyanları irtikâp ederler, şer ve sapıklık içinde olurlar. (2)

 

3 –ŞEFAATTEN MAHRUM EDER.

 

Hadisi Şerif :  Haset eden , laf taşıyan, kâhinlik yapan benden değildir, ben de ondan değilim. Sonra efendimiz şu ayeti okudu:

 

Ayet Meali : Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.(El-Ahzab- 58)

 

4- KİŞİYİ CEHENNEME DÜŞÜRÜR

 

Hadis-i Şerif : İbni Ömer ve Enes (RA.)’dan:

Altı kimse, altı sebepten dolayı, hesaptan önce cehenneme gireceklerdir. Onlar kimlerdir Ey Allah’ın Rasülü? denildi.Buyurdu ki:

 

1-“ Zulüm sebebi ile idareciler;”

Allah’ın emaneti olan halka hıyânet ettikleri ve en büyük nimete nankörlük ettikleri için girerler. Onlar; Rasülüllah’ın hilafet makamında oldukları için, suçları da, cezaları da büyük olur.

 

2-“Taassup sebebi ile Araplar;” meşru olmayan hususlardaki gayretleri ve yardımlaşmaları ile .

 

3-“Kibir sebebi ile, ileri gelenler”

 

4-“Hıyânet sebebi ile tacirler;”yalan söylemek, faiz, hile ve malın kusurunu gizlemek gibi sebeplerle.

 

5-“ Cehalet sebebi ile köylüler”; amel ve itikat bilmemeleri sebebi ile.

 

6-“Hased sebebi ile âlimler”

 

Burada hususiyle âlimler buyurulması iki sebeptendir:

1- Alimlerin cezası daha şiddetli olacağından.

2- Hased, âlimlerde daha çok var olduğundandır. Hususiyle âlimlerin birbirine hasedi daha fazladır, (3) hatta birbirleri aleyhine şahitlikleri kabul edilmez.

 

5 –YORGUNLUK VE ÜZÜNTÜ VERİR.

 

Çünkü hased, Allah-ü Tealâ’nın takdirini değiştirmez.(4) Yani haset edilene verilen nimeti azaltmaz. Sadece haset edene günah yazılır, devamlı üzüntü ve keder içinde kalır, nimetlere karşı düşman kesilir.

 

Hadis-i Şerif :  “Allah-ü Tealâ’nın verdiği nimetlerinde düşmanları vardır.Bunlar da Allah-ü Tealâ’nın kendi fazlından verdiği kimselere haset eden, onları çekemeyenlerdir.”

 

Haber: Her nimet sahibine hased edildiğinden; ihtiyaçlarınızı görürken gizli hareket ediniz, maddi imkanlarınızı her kese göstermeyiniz.

 

 

6- HASED EDENİN DUASI KABUL OLUNMAZ

 

Üç kişinin duası kabul olunmaz .Bunlar: Haram yiyen, çok gıybet eden, kalbinde Müslümanlara karşı kin ve haset besleyen.

 

7- HASET EDEN BEŞ YÖNDEN ALLAH-Ü TEALÂ’YA SAVAŞ AÇMIŞTIR: 

 

1-Allah-ü Tealâ’nın nimetini başkasına vermeye çalışır,

2-Allah-ü Tealâ’nın taksimine razı olmaz,

3-Allah-ü Tealâ’nın fazlına cimrilik etmiş olur,

4-Allah-ü Tealâ’nın seçmiş olduğu kimselerin rüsvay olmasını ister,

5-Düşmanı olduğu halde İblis’e yardım etmiş olur. Hatta, İblis’e mahsus olan sıfatta ona ortak olur. Çünkü İblis Âdem (A.S.)’a haset etmişti.

 

Velhasıl, hasedin felâket ve âfetleri sayılmayacak kadar çoktur. (5).Burada zikredilenler ancak az bir kısmıdır. (6)

  

HASEDİN SEBEPLERİ:

 

Hasedin sebepleri altıdır: 1.Teazzüz. 2.tekebbür. 3. Gayesine ulaşamamak korkusu. 4. Üstün mevkii sevmek ve riyaset arzusu. 5. Nefsin kötülüğü, alçak huyluluk 6 Kin.

 

1.Teazzüz: Varlık sahibinin üstünlük taslaması ve bununda kendi ağırına gitmiş olmasıdır. Emsallerinden biri, mevki, ilim veya servet sahibi olduğu takdirde, kendisine karşı kibirleneceğinden, kendisinin de bunu müsamaha ile karşılayamayacağı ve buna dayanamayacağı için haset etmesidir. Onun eline nimet geçmemesini, yahut var olan nimetin yok olmasını ister.

 

2.Tekebbür: Doğrudan doğruya kendisinin kibirlenmesi, karşısındaki adamı küçük görüp kendisine hizmet ettirmesi ve bütün arzularında kendi emrinde olmasını istemesidir. Bu adam, bir nimete ulaştığı vakit artık kendi emrine girmeyeceğinden, kibrine dayanamayacağından denklik, hatta üstünlük iddiasına kalkışıp, kendisi ona karşı böbürlenirken; aksine olarak onun böbürlenmesinden korkarak, ona haset etmektir. Maksadını icra edebilmek için ondaki nimetin yok olmasını ister.

 

3.Gayesine ulaşamama korkusu: Servet, mevki , ihsan ve arzularına ulaşmak hususundaki haset; bu da iki kişinin bir maksatta birbirine üstünlük arzusuna mahsustur. Arzusuna tek başına ulaşabilmekte kendisine yardımcı olan her nimete öbürü haset eder. Kocaların sevgisini kazanmakta kumaların yarışması, anne-babanın sevgisini kazanmaktaki evlatların yarışması, talebelerin hocalarının sevgisini kazanmaktaki yarışmaları, müritlerin şeyhlerinin sevgisini kazanmaktaki yarışmaları, hükümdarın arkadaşlarının ve vezirlerinin, hükümdarın nezdinde daha üstün mevkie sahip olmaları için yarışması ve birbirlerine haset etmesi bu kısımdandır.

 

4. Üstün mevkii sevmek ve riyaset arzusu: Meselâ, bir adamın, ilmin herhangi bir dalında emsalsiz olmak ve övülmek sevgisinin galebe çalmasıdır. Dünyanın öbür tarafında da, bu sahada üstün bir âlim var diye duyduğu zaman canı sıkılır. Bu adamın kendisi ile ortak olan bu varlığının, elinden gitmesi ve hatta ölümünü bile arzu eder. Bu ortaklık; mevkide, ilimde, cesarette, ibadette, sanatta, güzellikte, servette ve benzerlerinde , nerde olursa olsun fark etmez

 

5. Nefsin kötülüğü, alçak huyluluk: Allah-ü Tealâ’nın, kullarına verdiği nimetlere karşı cimriliktir. Başkasının elindeki nimetin gitmesini ve onun zarara uğramasını ister. Bunda kendisinin bir menfaati, yahut kendisine gelecek bir zararı uzaklaştırmak ta yoktur. Sırf nefsin kötülüğü ve Allah-ü Tealâ’nın nimetlerinin kullarına verilmesindeki cimriliğidir. Sanki onlar; o nimeti, O’nun hazinelerinden ve mülkünden almaktadırlar. Bu şahıs Allah-ü Tealâ’nın nimetlerine düşmandır.

 

Rivayet: Hz. Müaviye R.A. şöyle der: Her insanı razı edebilirim; yalnızca haset eden kişiyi edemem. Çünkü onu; “ancak başkasının elindeki nimetin gitmesi razı eder.” Tedavisi en zor olan haset türü de budur.

 

6. Hıkd (Kin) Hasedin sebeplerinin sonuncusudur. Kişi, acziyeti sebebiyle, hemen intikam alamaz; hiddet ve gazabını içinde saklar, hıkd yani; kin halini alır. İçinden, ondan nefret eder , ona kızar durur, onun hakkında kötülüğü murat eder.

 

HIKD’IN HÜKMÜ

 

Hıkd (kin); malına , bedenine ve ırzına karşı yapılan bir haksızlıktan dolayı ise haram değil, bilakis Allah-ü Tealâ için buğz kabilindendir. Eğer böyle bir zulüm olmayıp, aksine emri bil- maruf gibi hak ve adalet sebebiyle olursa; haramdır. Eğer mazlum, zalimden hakkını alamazsa onu kıyamete bırakabilir.

 

Hadis-i Şerif :  Bir kimse kardeşinin hakkına, haysiyetine, yahut malına, haksız olarak taarruz etmişse; altın, gümüş bulunmayan günden (kıyametten) evvel onunla helâlleşsin. Aksi takdirde; yaptığı zulüm nisbetinde, onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilecektir. İyiliği yoksa, hak sahibinin günahından alınıp haksızlık yapmış olana yükletilir. (Riyaz 1/258) 

 

Ayet Meali : “... Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah-ü Tealâ yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.”

(El- Bakara – 237 )

 

Ayet Meali :  ( Rasül’üm ) Sen af yolunu tut; iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir. (El-Araf -199 )

 

Açıklama: Burada hitap peygamber efendimizedir. Af; cezalandırmamaktır. Bu da Allahü Tealâ’nın Peygamberimize ihsan buyurduğu edeplerdendir. Onun için Efendimiz, kendisine yapılan ezalara sabreder, cahillerin aşırılıklarına, yumuşaklık ve af ile mukabele ederdi.

 

RİVAYET

 

Uhut Harbi’nde Peygamber Efendimiz’in mübarek yüzü yarılıp, ön dişleri ile azı dişleri arasındaki dört dişi kırılınca; bu hâl ashaba çok ağır geldi . “Müşriklere bir beddua ediversen” dediler. O :

- Ben lânet edici olarak gönderilmedim; bilakis dua edici ve rahmet olarak gönderildim. dedi ve Allah’ım! Kavmime hidayet et, çünkü; onlar bilmiyorlar.” diye onların lehine, hidayetine dua ettiler.

 

Aişe (R.A.) Validemiz, kendisine iftira edildiğinde şöyle dua ederdi:

- “Ey nimetleri bol ve tam veren! Şiddet ve zorlukları def eden, üzüntüleri dağıtan, zulümleri açan, hâkimlerin en adili, mazlumlara kâfi olan, başlangıcı olmayan evvel, nihayeti olmayan ahir, benim işimde rahatlık ve bu sıkıntıdan kurtuluş ver. Allah’ım . Amin.”

 

DUA

 

Ey tevbe edenlerin dostu! Bizim tevbelerimizi kabul et, Ey korkanların emanı, bizi emniyette kıl. Ey şaşıranların delili, bize doğruyu bildir. Ey yolun sapıtanları hidayet eden, bize hidayetini ihsan eyle. Ey yardım isteyenlerin yardımcısı, bize yardım et. Ey ümidsiz lerin ümidi, bizim ümidimizi kesme. Ey merhametlilerin en merhametlisi, bize merhamet et. Ey günahkarların günahını bağışlayan, bizim günahlarımızı mağfiret et. Günahlarımızı ört ve bizi iyilerle beraber öldür. Ey feyiz akıtan Allahım! Her türlü belâ, isyan ve hastalıklardan bizi muhafaza et. Havuzların en tatlısından bize su içir. Bahçelerin en güzeli olan Cennete koy. Sultanımızı kuvvetlendir. İslam askerine yardım et. Muhammed (A.S.) hürmetine bizi affet.

 

KALP HASTALIKLARINDAN HASED - II

 

Hadisi Şerif :Enes bin Malik (R.A.) dan: “Kim benim üzerime bir günde bin (1000) defa salâvat okursa; Cennetteki yerini görmeden ölmez.” (Galiyet’ül-Mevaiz).

 

Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedi-ninnebiyyi kema emertena en nüsalliye aleyhi ve salli alâ Muhammedin kema yenbeği en yüsallâ aleyhi ve salli alâ Muhammedi-ninnebiyyi biadedi men sallâ aleyhi ve salli alâ Muhammedi-ninnebiyyi biadedi men lem yüsalli aleyhi ve salli alâ Muhammedi-ninnebiyyi kema tühibbü en yüsallâ aleyhi.

 

Mânâsı: Allah’ım! Efendimiz Muhammed nebi üzerine, bize onun üzerine salâvat etmemizi emrettiğin gibi salât et! Efendimiz Muhammed nebi üzerine, salât edilmesi lâzım geldiği gibi salât et! Efendimiz Muhammed nebi üzerine, salâvat okuyanların adedince salât et! Efendimiz Muhammed nebi üzerine, salâvat okumayanların adedince salât et! Efendimiz Muhammed nebi üzerine, salâvat edilmesini sevdiğin gibi salât Et!

 

Kim bu salâvatı okursa; ümmetten hiçbir kimseye nasip olmayacak şekilde makbul bir amel onun için yükselir. Bütün korkulardan, hususuyle; yol kesici asiler ve şakilerin bulunduğu yollardaki korkulardan emin olur.

 

Şiir

Salât okuyun Mustafa üzerine zira;

Ona salât emniyettir bütün belâlardan.

Selam okumayı da unutmayın sakın.

Mahrum olmazsınız hayır ve berekattan.

 (Mefatih ve diğerlerinden)

Cahiliyye Devri’nde Arapların, çirkin âdetleri ve bozuk inanışları vardı. Bunlardan bir kısmı:

 

1. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi.

2. Ezlam: Fal oku. Bu oklarla kura çekerlerdi. Bunlardan birinin üzerine; “Rabb’im bana emretti.” diğerinin üzerine;” Rabbim bana yasak kıldı.” yazarlar, bir yolculuğa çıkacakları veya mühim bir iş yapacakları zaman bu fal oklarından çekerlerdi. Eğer üzerinde emir yazılı olan ok çıkarsa yaparlar; üzerinde yasak yazılı olan ok çıkarsa vazgeçerlerdi.

3. Hammeh: Gece uçan büyük bir kuş. Eğer kişi öldürülür de intikamı alınmazsa; başından baykuş gibi bir kuş çıkar, maktûlün yakınları tarafından intikamı alınıncaya kadar kabri başında: “Bana su verin!” diye bağırır zannederlerdi.

4. Safer: İnsan acıktığı zaman, karnında ve çenesinde bulunan safer isimli yılanın onu ısırdığını ve bundan dolayı da ses çıkardığını zannederlerdi.

  1. Uğursuzluk: Bazı şeylerin uğursuz olduğuna inanırlardı. İslâm bunların hepsini ortadan kaldırdı.

 

 Ebu Hüreyre (R.A.)’ın rivayet ettiği bir Hadisi Şerifte buyuruldu: Hastalığın başkasına geçmesi, uğursuzluk, hammeh ve safer yoktur.1 (Sahih-i Buhari)

 

Hadis-i Şerif: Arslandan kaçtığın gibi, cüzzamlıdan kaç.

 

Bu iki hadisi şerif arasında çelişki var gibi görünse de yoktur. Şöyle açıklamak mümkün: İkinci Hadis-i Şerif bize; “yıkılmak üzere olan duvardan kaçar” gibi tedbir almamızı tavsiye ediyor.

 

 Hadis-i Şerif: Hasta kişi, sıhhatli kişinin yanına getirilmesin.

 

Ayet Meali: Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın. (En- Nisa –71)

 

Tedbir almamız tavsiye ediliyor.

 

Ayet Meali: Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.(El-Bakara- 195)

 

Salgın hastalıkların yaygın olduğu zamanlarda, karantina ile alâkalı söylenmiş çok sözler var. Bunların hepsini biz zikretmedik. Öğrenmek istersen “Hamid Bin Osman El-Cezayiri’nin İTHAF’ÜL ÜDEBA FİL’İHTİRAZİ ANİL’VEBA isimli eserine, ayrıca, Şeyh İdris Bin Hüsameddin El Bitlisi’nin El- İBA ANİ’LVEBA isimli eserine bakabilirsin...

 

TIYERE: Aslında kuş ile fala bakmaktır. Çünkü Cahiliyye Devri’nde Araplar, kuşların isimleri , sesleri ve sağdan yahut soldan geçmesi ile fala bakarlardı. Sonra bunu sadece uğursuzluk ve şerre alâmet saymaya başladılar.

 

Bir işleri için dışarı çıktıklarında sağ taraflarından bir kuş geçerse bunu iyi kabul ederler; sol taraflarından geçerse kötü kabul ederler ve evlerine geri dönerlerdi. İslâmiyet gelince bundan nehyolundular.

 

 TEŞE’ÜM: Bir şeyi uğursuz görmek, kötüye yormak. Bütün âlimlerin görüş birliği ile haramdır. İhtilaf küfre sebep olup olmamasındadır. Nisab’ül İhtisab isimli kitapta bazı âlimlerin; “Yolculuğa çıkan bir kişinin saksağan kuşu öttüğünü duyup geri dönmesi küfrüne sebep olur” dedikleri yazılıdır. Muhit isimli kitapta ise; “ ‘Papağan öttüğünde hasta ölür’, diyen kişi küfre düşer” denilmiştir.

 

 SAFER: İnsan karnında bulunan bir yılan, yahut Muharrem ayını Safer ayına ertelemektir. (Cahiliyye Arapları, üç haram ay olan; Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’in peş peşe gelmesini meşakkatli bulurlardı. Zira bu aylarda savaş yapmaları yasaktı. Oysa ki savaş onların geçim kaynaklarından biriydi.Bu durum karşısında onların reislerinden bazısı Mina’dan indikleri vakit, Muharrem ayının helâl kılınıp, bedelinde Safer ayının haram kılınmasını kararlaştırırdı. Bu ise Muharrem ayının haram oluşunu erteleme demekti. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız hadisi şerif, Safer ayında belâ, musibet ve felâketlerin çok olacağı görüşünü reddetmek içindir. Araplar Cahiliye Devrinde Safer ayında yolculuk yapmazlar, kendisinde uğursuzluk olmamakla beraber bu ayda nikah kıymazlar, düğün yapmazlardı. Ayrıca Ay, akrep yahut arslan burcunda iken elbise dikmezler, kesmezler, yolculuğa çıkmazlardı. Bütün bu inanışlar batıldır. Dinimizde bunların yeri yoktur. Onlardan bir kısmı da her ayın son Çarşamba gününü uğursuz kabul ederler ve “Kamer Suresi 19. ayetinde geçen uğursuz günden murat, bu gündür.” derlerdi.

 

 Ayet Meali:Gerçekten biz, üzerlerine uğursuzluğu devamlı olan bir günde, uğultulu bir rüzgâr gönderdik. İnsanları kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi söküp atıyordu.(El-Kamer-19,20). 

 

Hâlbuki bizim Peygamberimiz hürmetine, bu ümmet için böyle bir gün yoktur. Ayrıca bu gün düşmanlar için uğursuzluk, dostlar için ise mübarek ve saadet doludur.(Tarikat’ı Muhammediye şerhi )

 

Eğer kendisine nimet verilen kişi, bu nimetten dinî veya dünyevî bir menfaat elde etmiyor, bilakis isyana düşüyor, bozgunculuk yapıyorsa; sen de bu nimetin onun elinden gitmesini istiyor, yahut “Bunun eline hiç nimet geçmesin” diyorsan; bu duygu, İslâmî gayret ve dinî duygulardan kaynaklanan güzel bir şeydir.

 

Bid’at sahibi ve açıktan büyük günah işleyenleri gıybet etmek caizdir.

 

 Ayet Meali: Allah çirkin sözün açıkça söylenmesini sevmez. Ancak zulme uğrayanlar müstesna. Allah her şeyi işitici ve her şeyi hakkıyla bilicidir.(En-Nisa-148)

 

Açıklama: Allah-ü Tealâ, bir kimsenin başkası hakkında açık bir şekilde kötü ve çirkin söz söylemesini sevmez. Ancak, bir kimse haksızlığa uğramışsa; bunun açık bir şekilde sesini yükselterek beddua etmesinde ve şikayette bulunmasında bir sakınca yoktur. “Falan adam benim malımı çaldı.” veya; “Zorla malımı elimden aldı.” gibi şeylerin söylenmesi sakıncalı değildir. Bu hâl, suçlunun ıslah edilmesine veya cezalanmasına imkan verir.

 

 Hadis-i Şerif: Fâsıkın kötülüklerini anlatınız ki; insanlar ondan kendilerini korusunlar.

  İslâmî gayret demek; günahı ve Allah’ın sevmediği şeyleri çirkin görmektir ki bu her mümine vaciptir. Bu gayret kendisinde olmayan günahkâr olur. (Berika ve Ruh’ul Beyan’dan)

 

 Hasedin amellerin sevabını yemesi demek; amellere verilecek olan kat kat sevabı yok etmesi demektir. Çünkü her iyiliğe en az on kat sevap verilir. Haset , bunun dokuzunu yok eder. Geriye sadece biri kalır. Onu da yok edemez. Zira ehl-i sünnete göre; küfürden başka hiçbir şey amellerin tamamını boşa çıkarmaz. Hasedin amelleri yemesi demek; hasedi helâl kabul ederek , insanı küfre düşürecek sözlerden birini söyletmek suretiyle sahibini küfre götürür demektir. (Hadimi)

 

 (1)

 Hasedin ilmî ve amelî ilacı: Hasedin zararının hem dini açıdan, hem de dünya bakımdan sana ait olduğunu, hased edilen kişiye ise ne dini bakımdan, ne de dünya cihetinden bir zararının dokunmayacağını bilmendir. Çünkü sen haset etmekle Allah’ın kazasına karşı öfkelenmiş, nimetleri kulları arasında taksimine de razı olmamış oluyorsun

 

 Ayet Meali: Rabbi’nin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini bile aralarında biz böldük. Kimini derece derece diğerinin üstüne çıkardık ki; bir kısmı bir kısmını tutup çalıştırsın(böylece kaynaşsınlar). Rabb’inin rahmeti onların toplayıp durdukları (dünya malı)ndan daha hayırlıdır. (Ez- Zuhruf-32)

 

 Dünyevi zararına gelince, hased; üzüntü, keder, tasa ve can sıkıntısıdır. Karşındakine olan hasedin sebebiyle onun dedikodusunu yapar, gizli kalması gereken sırlarını açıklar, ortaya saçarsın. Fakat senin bu davranışın aslında ona verdiğin bir hediyedir ki, ahirette onun işine yarar. Yani kıyamet günü sen güzel amellerini, ona hediye etmiş olursun. Eğer amellerin tükenirse, onun günahları sana yüklenir. Sen düşmanına taş atıp o taş düşmana isabet etmediği gibi geriye dönüp kendi gözünü kör eden adama benzersin.

 

 

 

 

 

 RİVAYET:

 

 ALEYHİNDE KONUŞAN ADAMA HURMA GÖNDERDİ.

 

Hasan’ı Basri Hazretleri’ne; “Falan adam senin aleyhine şöyle şöyle konuşuyor.” dediler. O; hemen bir tabak yaş hurma alıp adama gönderdi ve “şöyle söyleyin” dedi:

 

“İşittim ki sevaplarını bana hediye etmişsin, ben de sana karşılık vermek istedim. Eğer bu hurmalardan daha değerli bir şeyim olsaydı; onu gönderirdim. Bunları kabul, et kusuruma bakma!”

 

İmam-ı Âzam Ebu Hanife Hazretleri ile alâkalı da benzeri bir hâdise rivayet edilmiştir. (Mültekitat)

 

Ayet Meali: Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik te onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Ondan korktular. Onu insan yüklendi. (Bununla beraber onun hakkını tam olarak yerine getiremedi.) Çünkü o çok zulümkâr ve çok cahildir.(El- Ahzab- 72)

 

 Bazı müfessirler bu ayette emanet ile murat; “önce akıl, sonra tevhid ve imandır” dediler. Çünkü insanoğlu akıl ile; takatında olan her şeyi öğrenebilir. Ve güzel olan şeylerden gücü yettiğini yapabilir. Akıl sayesindedir ki insan; yaratılanların çoğundan üstün kılınmıştır. Kuran-ı Kerim’de aklın şerefi ile alâkalı ayet-i kerimeler vardır. Birçok hususları akıl sahiplerinin anlayabileceği ve anlatılan hâdiselerden, olup bitenlerden ibret alabileceği ifade edilmiştir.

 

 Hadis-i Şerif : Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır.

 

Akıl, ışık saçan bir cevherdir. Allah-ü Tealâ onu beyne koymuş, ışığını kalbe vermiştir. Düşünerek anlaşılacak şeyler onunla kavranabilir. Görülebilen şeylerin gözle anlaşıldığı, kavranıldığı gibi.

Akıl çoğalır ve azalır. Gider ve geri gelir. Denildi ki akıl ya yaratılıştandır ya da tecrübe ile elde edilir. Bu ikinci kısım tecrübe ile artabilir. Onun için yaşlılar daha akıllı ve daha dirayetlidirler. Tecrübe sahipleri ise, daha anlayışlı ve daha bilgilidirler.

 

Haberde şöyle geldi: Yaşlıların görüşlerine itibar ediniz. Zira onlar vakar ağaçlarıdırlar.

 

Faide: Kişinin aklının kâmil olduğu, güzel ahlâka meyil ve kötü hareketlerden yüz çevirme gibi davranışları ile belli olur. Bazı hikmet sahiplerine: “Kişinin akıllı olduğu ne ile bilinir?” denildi. Onlar :

“Söze az karışması ile.” dediler. “ Peki yanımızda değilse?” 

“Üç şeyden biriyle: 1. Gönderdiği elçiyle 2. Mektubuyla 3. Hediyesiyle bilinir. Kişinin akıllı olduğunun alâmetlerinden biri de, insanları iyi idare etmesidir. Her şey çoğaldığı zaman ucuzlar, akıl ise kıymetlenir. ” buyurdular.

 

Nuşirevan şöyle demiştir:

“4 şey , 4 şeye götürür.

 Akıl, reisliğe.

 İsabetli görüş, insanları iyi idare etmeye.

 İlim, öne geçmeye.

 Güzel huy, vakara götürür. ”

 

Denildi ki: “Akıllı kişi ölmeden önce hanımını, hazmetmedikçe yemeğini övmez. Borç istemeden dostuna güvenmez.” (Müstetraf)

 

(2)

HİKAYE

 HASED EDEN İBLİSTEN DE FİR’AVNDAN DA...

 

 İblis, Firavun aleyhillânenin kapısını çalıp içeri girmek için izin istedi. Firavun:

 “ -Kim o? ” dedi. İblis:

 “ -Ben” dedi ve ekledi:

 “- Eğer sen iddia ettiğin gibi ilâh olsaydın; kapıdakinin kim olduğunu bilirdin.” Firavun:

 “-Gir ey mel’un!” dedi. İblis girince de:

 -“Yer yüzünde ikimizden daha kötü bir kişi var mı?” diye sordu. İblis:

 “-Evet haset eden kişi bizim ikimizden daha kötüdür. Benim bir dostum var. Her davet ettiğim kötülüğü işler. Ona bir gün; ‘Benden bir dileğin varsa söyle! İhtiyacını gidereyim’ dedim, dileğini söyledi.

 -“Komşumun iyi bir ineği var onu öldür”.Ben:

 -“Benim ona gücüm yetmez. İstersen onun yerine sana 10 tane inek vereyim dedim.O:

 -“Hayır, istemem, onun ineğini öldür” dedi. Anladım ki haset eden bizim ikimizden de kötüdür.”

 

Onun için Hz.Allah, haset edicinin hasedinden, onun fenalığından, vereceği zararlardan kendisine sığınmamızı emretmiş ve şöyle buyurmuştur:

 

Ayet Meali: Bir de, hasedini ortaya koyup gereğini yapmaya koyulduğu zaman, kıskancın şerrinden (Allah a sığınırım)! 

(El- Felak- 5)

 

Şeytan’ın şerrinden de kendisine sığınmamızı emretmiştir.

 

Ayet Meali: Eğer seni Şeytan’dan bir dürtüş dürtecek olursa; hemen Allah’ a sığın. Çünkü, O’ dur ancak işiten ve bilen.

( Füssilet- 36)

 

(3)

 Haset, insanın yaratılışında vardır. Ancak ahmak ve cahillerle tartışmak, diğer âlimlere karşı övünmek, dünyalık elde etmek, makam, mevkii sahibi olmak, ehli dünya yanında hüsnü kabul görmek için ilim öğrenen âlimlerde daha çoktur.

 

İmam Fahruddini Razi, Tefsir-i Kebir’de; Allah-ü Tealâ’nın, hasedi on kısma ayırıp, dokuzunu âlimlere, birini de diğer insanlara taksim ettiğini ifade etmiştir.

 

Bunun gibi

Musibet ve belâları ona taksim etmiş; dokuzu salihlerde, biri diğer insanlarda.

Zilleti on kısma ayırmış; dokuzu Yahudilerde, biri diğer milletlerdedir.

Tevazu on kısımdır: dokuzu Hıristiyanlarda, biri diğer milletlerde. 

Şehvet on kısımdır: dokuzu kadınlarda, biri erkeklerdedir.

Haya (utanma) on kısımdır: dokuzu kadınlarda, biri erkeklerdedir. Kadınların utanma duyguları şehvetlerini dengeler.

İlim on kısımdır: dokuzu Irak’ta, biri diğer ülkelerde.

İman on cüzdür: dokuzu Yemen’de, biri diğer ülkelerdedir.

 

Hadisi Şerif:İman Yemen’ e mensuptur”.

 

Akıl on kısımdır: dokuzu erkeklerde, biri kadınlardadır.

Bereket on kısımdır: dokuzu Şam’ da, biri diğer ülkelerdedir.

 

(4)

 Ey hasetçi! Bilmiş ol ki, sen haset ettiğin zaman karşındakine zarar vermezsin. Hasedin zararı yine sana aittir. Şöyle ki; eğer sana hasedin hâli, uykuda, yahut uyanıklık halinde keşif yoluyla gösterilmiş olsaydı şöyle bir manzara ile karşılaşırdın: “Bir adam eline taş alıyor ve karşısındakinin gözüne doğru fırlatıyor. Fakat taş isabet etmiyor. Dönüp kendi sağ gözünü kör ediyor. Bunun üzerine adam öfkelenip tekrar taşı fırlatıyor. Bu sefer taş geri dönüp sol gözünü kör ediyor. Daha öfkelenen adam üçüncü kez taşı fırlatıyor. Taş düşmana isabet etmediği gibi, dönüp adamın başına isabet ediyor ve başı yarılıyor. Karşısındakine hiçbir zarar vermiyor. Düşmanları ise etrafında sevinçlerinden gülüyorlar. Kıymet ve değeri olmayan hasetçinin hâli işte budur.

 

Rivayet:

 

İblis, Nuh (A.S.) ’la karşılaşınca ona;

 “-Ya Nuh! Hasetçiden kork. Çünkü ben Âdem’e haset ettim de Cennetten çıkarıldım.” dedi.

 

Adem (A.S.)’ın oğullarından Kabil, kardeşi Habil’i hasedi sebebiyle öldürdü.

 

(5)

HİKAYE

 

İYİLİK YAPANA FAZLASINI YAP, KÖTÜLÜK...

 

Zatın biri bir hükümdara uğrar. Onun karşısına dikilir ve ona öğüt vererek derki;

 -“Sen, sana iyilik yapana fazlasını yap, kötülük yapana bir şey yapma; onun kötülüğü ona yeter.” Bunu gören başka biri, adamın hükümdara karşı böyle konuşmasını çekemeyerek bir gün hükümdara;

 “-Bu adam senin nefesinin koktuğunu söylüyor.” der. Hükümdar:

 “-Ne biliyorsun?” diye sorunca adam;

 “-Bir daha yanına yaklaşınca bak nasıl ağzını burnunu tutacaktır.” der. Hükümdar da;

 “-Pekâlâ öyleyse bir tecrübe edelim.” der. Adam oradan çıkar. Bu zat, hükümdarın huzuruna gireceği zaman onu davet eder ve sarımsaklı yemek yedirdikten sonra;

 “-Ağzının kokusu ile hükümdara fazla yaklaşma!” diye tembih eder. Bu zat, yine mutad-ı vechile padişahın huzuruna girer ve karşısına dikilir, aynı tavsiyede bulunur. Padişah tecrübe etmek için adama;

 “-Yanıma yaklaş!” deyince, adam da ağzını burnunu tutarak padişaha yaklaşır. Hükümdar kendi kendine, adamın doğru söylediğine inanır ve eline kâğıt kalem alarak bir yazı yazar, buna verir ve;

 -Bu mektubu falan kumandana götür, der. Padişahın kendi eliyle yazdığı fermanlar umumiyetle birer yardım ve ikram edilmesini amir yazılar olduğu için, adam kâğıdı alıp dışarı çıkınca, kendisine yemek yediren adama tekrar rastlar.

 “-Elindeki kâğıt nedir?” diye sorar. Adam da;

 “-Herhalde padişah birkaç kuruş atiyye ve ihsan yazmıştır, onu almağa gidiyorum.” der. Adam;

 “-Ne olur, bu kağıdı bana ver.” diye rica eder. O;

 “-Olsun, al.” der. Adam kâğıdı alıp da doğru kumandana gidince; yazı tamamen umulanın aksine çıkar. Meğer padişah kızmış ve kâğıda; “Bu kağıdı getiren adamı boğazla! Derisini yüz, içine saman doldur ve bana gönder!” der. Bunu duyan adam; “Aman aman! Bunun sahibi ben değilim. İstersen geri çevir, esas sahibini getireyim. Bu şöyle oldu, böyle geldi.” diye anlatırsa da fayda vermez. Emir yerine getirilir...

 Ertesi gün aynı zat yine hükümdarın huzuruna çıkınca, bu sefer hükümdar şaşırarak;

“-Sana dün verdiğim kâğıt ne oldu?” diye sorar. Adamcağız vaziyeti anlatır. Hükümdarsorar;

“-Benim nefesimin koktuğunu söylüyorsun, doğru mu ?” Adam:

“- Hayır,böyle bir şey yok.” der. Padişah;

“-Öyle ise neden bana yaklaşınca ağzını burnunu kapadın?” deyince adamcağız;

“-O gün, o adam beni davet etti. Bana sarımsaklı yemek yedirdi.

Nefesimin kokusu sizi rahatsız etmesin diye ağzımı kapadım.” Padişah meseleyi öğrenir ve;

 “-Doğru söylüyorsun. Geç, otur. Kötülük yapan kötülüğünün cezasını buldu ve senin yerine geçti.” der. (Ruh’ul-Beyan)

 

 

 

(6)

 HASEDİN SEBEP OLDUĞU FELAKETLERDEN BAZILARI DA ŞUNLARDIR:

 

1- Kalp gözünü kör eder. Hasetçi, Allah’ın hükümlerinden hiçbir hükmü anlayamaz hale gelir, basireti kapanır.

 

Süfyani Sevri (R.A) şöyle demiştir. “Hasetçi olma! Eğer hasetçi olmazsan şer’î her hükmü kolayca anlarsın.”

 

2- Ömrü azaltır. Esmei (R.A.) Şöyle demiştir: “120 yaşında bir Arabi gördüm. Kendisine; ‘Bu kadar uzun yaşamanı neye borçlusun?’ diye sordum. O: ‘-Hasedi terk ettim, uzun yaşadım.’ dedi.”

 

3- Hasetçi muradına nail olamaz, arzu ettiği şeylere kavuşamaz. Başarısız olur. Düşmanlarına karşı kendisine yardım olunmaz ki, nasıl muradına nail olsun? Hasetçinin muradı Müslümanların elindekini nimetlerin yok olmasıdır. Hasetçinin hâli hiçbir bakımdan iyiye gitmez. Daima bir kötüleşme ve düşüş yaşar.

 

4- Ölüm döşeğinde çok sıkıntı çeker.

 

5- Mahşerde rezil olur ve ceza çeker.

 

Bilmiş ol ki her nimet sahibine haset edilir. Öyle ise üzerinde olan nimetleri gizle!

 

Hadis-i Şerif: İhtiyaçlarınızı görürken gizli davranarak yardım talep ediniz. Zira (dinî veya dünyevî) her nimet sahibi haset olunmuştur.

 

Açıklama: Eğer ihtiyaçlarınızı açıktan görür, alışverişinizi aleni yaparsanız; insanlar bunu görür, aynı nimetler kendilerinde olmadığı için size haset ederler. Sırrını gizleyen kişi ona sahip olur. Sırrını açığa vuran kişinin ise durum, aleyhine döner...

 

Kendisine mal emanet edilen her kişiye sır emanet edilmez. Sırra sahip çıkıp onu yaymayanlar; gönülleri mezar gibi olanlardır. “Hür kişilerin sadrı (gönlü), sırların mezarıdır.” denilmiştir. “Ömrüme yemin olsun ki, bunlar; Kibrit-i Ahmer’1 den daha kıymetlidir. Basiret sahipleri bunu bilirler.”

 

Ayet Meali:(Habib’im) Sen güçlüğü değil, (kolaylığı sağlayan) affetme yolunu tut. İyiliği emret, cahillerden yüz çevir.(El-Araf-199)

 

Bu ayet-i kerime nazil olunca Peygamber Efendimiz, Cebrail (A.S)’a te’vilini (yorumunu) sordu. O da ; “Ben bunu Allah-ü Tealâ’ya sorayım.” dedi. Sonra gelip;

“- Ya Muhammed ! Allah-ü Tealâ,seninle alâkasını kesenlere yakın davranmanı, seni mahrum edene vermeni, sana zulmedeni affetmeni emrediyor.” dedi.

 

Velhasıl, en büyük faziletlerden biri; kötülük yapana iyilik yapmak, zulümden vazgeç (zulmedene karşılık verme)mek, sana karşılık bir kötülük yaptığını itiraf ederek özür dileyeni affetmektir.

 

Bir suçlu hatasını itiraf ederek özür beyan ettiği zaman, bir çok suçlarını affet. Zira İmam-ı Şafii, Muğire ( R.A.)’ dan sahih bir isnat ile şu hadisi şerifi rivayet etmiştir:

 

Hadis-i Şerif: Allah-ü Tealâ bir tevbe, ile iki bin büyük günahı affeder.

 

Özür dileyen bir kişinin özrünü kabul etmemek kötülerin adeti, şerli insanların işidir. Özür iyi insanlar tarafından kabul edilir.

 

 

 

 

 

 

HİKAYE

 

ÖZÜR KABUL ETMİYENİN HALİ

 

İblis aleyhillane bir gün Firavun’un yanına varıp; “Beni tanıdın mı?” dedi . Firavun :

“- Evet.” İblis:

“-Sen bir meselede beni geçtin.” Firavun:

“-Nedir o?” İblis:

“-İlâhlık iddiasında bulunman. Ben, senden daha yaşlı, daha bilgili, daha kuvvetli olduğum halde buna cesaret edemedim.” Firavun;

“-Doğru söylüyorsun .Ben tövbe edeyim.”der. İblis;

“-Dur dur! Mısır halkı seni ilâh kabul etti. Eğer sen bu iddiadan vazgeçersen; sana sırt çevirip düşmanın Musa’nın peşinden giderler. Senin mülkünü, hükümdarlığını elinden alırlar da hor ve hakir olursun.” Firavun,

“-Doğru söylüyorsun.Peki yer yüzünde ikimizden daha kötü bir kişi var mı?” İblis;

“-Evet. Kendisinden özür dilenip de kabul etmeyen, ikimizden de kötüdür.” dedi ve oradan çıktı. Allah’ın lâneti ikisi üzerine olsun! Kendisine kötülük edene iyilikle karşılık veren, en kâmil insandır.

 

Hadis-i Şerif : Hz. Cabir ( R.A )’dan: İmanlı olduğu halde şu üç şeyle gelen; istediği kapıdan Cennete girer ve istediği kadar huri ile evlenir.

a) Hakkı ödeyen, b) Her namazdan sonra “Kulhüvellahü ehad” suresini okuyan, c) Katilini affeden.

 

Denildi ki ; “Zülkarneyn (A.S) Peygamber değildi. Ancak dört şey sebebiyle kendine o büyük maddî ve manevî saltanat verildi.

a)Gücü yettiği halde affederdi.

b)Söz verdiği zaman yerine getirirdi.

c)Konuştuğu zaman doğru söylerdi.

d)Bu günden yarın için mal biriktirmezdi.”.

 

Suç ne kadar büyük olursa olsun, affın fazileti, değeri de o kadar büyük olur.Yusuf (A.S), kendisini kuyuya atan, sonrada; “Bizim kaçak kölemizdir.” diye satan, kendisine o kadar sıkıntı çektiren kardeşlerini affetmiştir...

Allah-ü Tealâ’nın isyan edenleri hemen cezalandırmayıp onlara mühlet vermesi; af ve ihsanın, intikam ve cezalandırmadan daha sevimli olduğunu kullarına göstermek içindir.

 

 

 

Firavun üçtür:

 

1.İbrahim (A.S) zamanındaki Firavun ki adı; Sinan’dır.

2.Yusuf (A.S.) zamanındaki Firavun ki adı; Reyyan Bin Velid’dir.

3.Musa (A.S) zamanındaki Firavun ki adı; Velid Bin Mus’ab’dır. Mısır kıptilerinin dev gibi olanlarından olup, 400 sene kadar yaşamıştır.

 

 


1 Burada kasdedilen bulaşıcı hastalıklar değildir.

1 Kırmızı kükürt az bulunur çok kıymetlidir.




incemeseleler.com

   
© incemeseleler.com