10.SOHBET
Meali : (İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup
etme. O gün, ne mal fayda verir; ne de evlât. Ancak, Allah’a kalb-i selim (temiz
bir kalp ) ile gelenler başka (Eş-Şuara- 87,88,89)
Kalbin katılaşması ve zulmeti, azaların günahlara
dalması sebebiyle isyanı karada ve denizde insanlar arasında çeşitli
fesada sebep olur. Karadaki fesat,
geride geçen derslerde anlatıldı, denizde meydana gelen fesadı bu derste
anlatacağız inşaallah.
Denildi ki: Denizlerdeki ilk fesat; Yemen’in Umman
Beldesi’nde hükümdar olan kâfir Cülenda zamanında ortaya çıkmıştır.
MUSA (A.S.) İLE HIZIR
(A.S.) ‘IN KISSASI:
Bu kıssa; Kuran-ı Kerim’de, Kehf Sûresi’nde, 60-82.
ayeti kerimeleri arasında tefsilatlıca anlatılmaktadır ki; biz burada ayet-i
kerimelere sadık kalarak bazı izahatlarla beraber bu kıssayı zikredeceğiz.
Übey İbni Kab (R.A.) ‘dan rivayet olunan bir Hadis-i
Şerifte beyan olunduğuna göre; Musa (A.S.), Kıptiler helâk olup Mısır’a
girdikten sonra bir gün, İsrailoğullarına vaaz-ü nasihat etti. Öyle beliğ ve
tesirli konuştu ki; gözler yaşardı, kalpler yumuşadı. Musa (A.S.) da konuşmasını
beğendi. Müminlerden biri Musa (A.S.) ‘a
-İnsanların en âlimi, en bilgilisi
kimdir? diye sordu. Hz. Musa da:
-Ben! diye cevap verdi. “Allah-ü Tealâ
bunu daha iyi bilir”. demedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, âdeta onu azarlayarak
: (1)
-Ey Musa! Benim iki denizin (Faris ve Rum
denizinin) birleştiği noktada bir kulum vardır ki ismi Hızır’dır, O senden daha
âlimdir! diye bildirdi. Hz. Musa:
-Ey Rabb’im! Bu senin daha bilgili
kuluna nasıl ulaşabilirim? diye sordu ve onunla buluşmak, ondan ilim öğrenmek
arzusunda bulundu. Allah-ü Teala:
-Bir balık alır, zembile koyar ve
beraber yola çıkarsın. Balık nerede zembilden çıkar ve kaybolursa; o kimse ile
buluşacağın yer işte orasıdır, buyurdu.
Musa (A.S.) bu şekilde hazırlanıp genç yardımcısı
Yuşa Bin Nun’u da yanına alarak yola çıktı.(2)
Üç gün beraber yol aldıktan sonra bir kayanın dibinde konakladılar. Hz.
Musa’nın istirahat için uyuduğu bir sırada, zembildeki balık canlanıp denize
daldı. Bu şöyle oldu: Deniz kenarındaki kayanın dibinde ab-ı hayat vardı. Bu
hayat suyu, cansız bir şeye isabet ettiği zaman, ilâhî kudretin tecellisi
olarak; o nesne, hayata kavuşur, can bulurdu. Yuşa Bin Nun, bu ab-ı hayattan
abdest alırken; zembildeki pişmiş balığın üstüne bu sudan düştü. Balık da bu
hayat suyunun tesiri ile, canlanıp denize fırladı ve denizde bir yol tutup
gitti.
Hz. Musa uykudan uyandığı zaman; genç arkadaşı balık
hadisesini kendisine bildirmeyi unutmuştu. Musa (A.S.)’da ona sormayı unuttu.
Tekrar gündüz ve gecelerin kalan kısmında yollarına devam ettiler. Ertesi günü kuşluk zamanı olunca; Musa (A.S.)
yorulup oturdu ve Yuşa’ya:
- Yemeğimizi getir de yiyelim. Çünkü bu yolculuk
bizi epey yordu’ dedi. Allah-ü Tealâ’nın gitmelerini emrettiği yeri geçtikten
sonra, ancak yorgunluk duymaya başladılar. Bunun üzerine genç hizmetçisi:
- Gördünüz mü? Kayaya sığındığımız zaman, ben balık
hadisesini gördüğümü söylemeyi unuttum.
Bunu hatırlatmayı şeytandan başkası unutturmadı bana. Balık canlanıp şaşılacak
şekilde denizde yol aldı.(3) Girdap gibi bir yol
meydana geldi diye olanları anlattı.
Musa
(A.S.) bunu dinleyince genç arkadaşına:
-İşte aradığımız bu idi. Dedi.
Geldikleri izi takip edip hemen geriye döndüler.
Kayaya vardıkları zaman orada elbisesine bürünerek
yatan bir adamla karşılaştılar. Bu zat Hızır (A.S.)’dan başkası değildi. Hz.
Musa, ona selâm verdi. Hz. Hızır:
-Memleketinden bana selâmla (
Memleketinde selâm nerede? Selâm burada. Çünkü burada insan yok.) diyerek
karşıladı. O da:
-Ben Musa’yım, diye cevap verdi. Hızır
(A.S.):
-İsrailoğulları’nın Musa’sı mı? diye
sordu. Hz. Musa:
- Evet. Sana doğru olarak bildirilen
ilimlerden bir şeyler öğretesin diye sana geldim. Sana tabi olabilir miyim?
dedi.
-Hızır (a.s)ın ismi:Belya,babasının
adı:Milkan,künyesi:Eb’ul-Abbas dır.Nuh (a.s)’ın neslinden olup babası, dünyadan
el etek çeken hükümdarlardan bir hükümdar idi. Oturduğu kuru topraklar hemen
yeşerdiği için bu mucize ve manayı ifade eden “Hızır” lakabı ile anıla
gelmiştir.
Hızır (A.S.) Hz. Musa’ya:
- Fakat ey Musa! Sen asla benimle
sabretmeye güç yetiremezsin. Ben de, Allah-ü Tealâ’nın bana verip te senin
bilmediğin bir ilim vardır. Sende de, sana öğretip te benim bilmediğim bir ilim
mevcuttur, diye karşılıkta bulundu.
65. Ayet-i Kerimede geçen: “Katımızdan bir rahmet verdik.”
Kavl-i şerifinin manası: “Kendisine velâyet nimeti verdik” demektir. Bir görüşe
göre ise; vahiy ve peygamberlik manası anlaşılır. (4) Yine
aynı ayet-i kerimede geçen; “tarafımızdan bir ilim verdik” kavl-i şerifi
ise; “bâtın ilmi, bize mahsus olan ve ancak bizim tevfikımız ile bilinebilen
gayb ilmi” demektir. Hızır (A.S.)’ın bu ilmi bilmesi, ilham yolu iledir. Çünkü
ilim ehlinin ekserisine göre Hz. Hızır; velidir. Peygamber değildir.(Allah-ü
Âlem)
Kendisine kitap indirilen, şeriat sahibi bir peygamber olan Musa
(A.S.)’ın dînî bir tarafı bulunmayan ilmi başkasından öğrenmesi, onun şanına
bir noksanlık vermez. Peygamberlerin dînî meseleleri herkesten iyi bilmeleri
icap eder, yoksa her şeyi değil.
Hz. Musa, burada Hızır (A.S.)’a: “Bildiklerini bana öğretmek üzere sana
tâbi olabilir miyim? diyerek büyük bir
tevazu örneği sergilemiştir.
Hz. Hızır: “İlim olarak Tevrat, meşguliyet olarak da İsrailoğulları
yeter.” diyerek karşılık vermiş. Ayrıca:
-Fakat Ey Musa! Sen asla benimle sabretmeye güç yetiremezsin,( iç
yüzünü ) kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredersin? Hz. Musa:
-İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın. Sana hiçbir hususta itiraz
ve itaatsizlik etmeyeceğim dedi. Hızır (A.S.):
-Eğer bana tabi olacaksan; ben sana anlatıncaya kadar herhangi bir
şeyden sormayacaksın dedi. Böylece Hz. Musa’dan bu hususta söz aldı. Çünkü
Hızır (A.S.)’ın yaptığı işler arasında, “görünüşte güzel olmayan , dine uymuyor
zannedilen işler” vardı. Fakat içyüzü anlaşıldığında, neticesi görüldüğünde
,bunlar hayırlı işlerdi. Bir peygamber olan Musa (A.S)’ın şeriata uymayan
şeylere razı olması mümkün değildi.
Beraber deniz kenarında
yürüyerek yola çıkan iki Allah dostu, insan ve eşya dolu bir gemiye
rastladılar. Gemiye binmek için sahipleri ile konuştular. Gemiciler Hızır
(A.S.)’ı tanıyınca; ikisini de ücretsiz olarak gemiye aldılar. Yolculuk sırasında Hz. Hızır, bir keser
ile geminin suya yakın kısmından bir veya iki tahta sökerek delik açmaya
başladı. Bunu gören Hz. Musa, kendisine:
-Sen ne yapıyorsun? Bu adamlar, bizi gemilerine ücretsiz olarak
aldılar, iyilik yaptılar. Sen ise
gemilerine hasar veriyor, insanlar boğulsun diye delik açıyorsun. Muhakkak ki
fena bir iş yaptın dedi. Rivayete göre Hızır (A.S.) delik açmış, fakat delikten
gemiye su girmemişti. Musa (A.S.) deliği görünce; elbisesini çıkarıp deliği
kapatmaya çalışmıştı. Hızır (A.S.):
-Ben sana benimle sabredemezsin demedim mi? diye cevap verdi. Hz. Musa:
-Unuttum. Beni suçlama da, seninle olan arkadaşlığımızda bana zorluk
gösterme! diye özür beyan edip affını istedi.
Bir şehre vardıklarında gemiden indiler ve sahilde yürümeye başladılar.
Hızır (A.S.), orada arkadaşlarıyla oynayan güzel bir çocuğu gördü. Çocuğun
ismi, Meysûûl veya Hansûûr olup akıllı bir çocuktu. Başını duvara vurarak,
diğer bir rivayete göre yere yatırıp boğazlayarak öldürdü. Musa (A.S.)
sabredemeyerek:
-Bir can karşılığı olmaksızın tertemiz bir canı katlettin ha! Gerçekten
sen fena bir şey yaptın! diye kızdı. (5) Hızır
(A.S.):
-Ben sana demedim mi, benim işlerime sabır gösteremezsin diye ?
Karşılığını verdi. Hz. Musa, yanıldığını söyledi ve:
-Artık bundan sonra bir itirazda bulunacak olursam, beni arkadaşlıktan
uzaklaştır. Zira iki defa özrümü kabul ettin diye teminat verdi.
Hadis-i Şerif : Allah-ü
Teala kardeşim Musa’ya merhamet etsin. O, hayâ etti de bu sözü söyledi. Eğer
sabredip arkadaşlığa devam etseydi; daha acayip şeyler görecekti.
Yine yollarına devam edip bir kasabaya geldiler. Bu kasaba İbn-i Abbas
(R.A)’a göre Antakya’dır. Diğer bir görüşe göre; “Eyle,” yahut Endülüs’te bir
beldedir. Halktan yiyecek birşeyler istediler. Kasaba halkı ise, onlara bir
ikramda bulunmaktan ve misafir kabul etmekten kaçındılar. Bu sırada kasaba
içerisinde yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Hızır (A.S.) eli ile bu
duvarı doğrulttu ve tamir edip düzeltti. (Yıkıp yeniden inşa etti) şeklinde de
rivayet vardır. Yine dayanamayan Musa (A.S.) :
-Görüyorsun ki, bu kasaba halkı, Allah-ü Tealâ’nın misafirlerini kabul
etmediler. Kendilerinden yiyecek istediğimiz halde, bir şeyler vermediler.Sen
ise bu insanlara yardım olsun diye, yıkılmak üzere olan duvarlarını tamir ettin
isteseydin bunun karşılığını onlardan alabilirdin, dedi. Hz. Hızır, bu üçüncü
itiraz üzerine şöyle dedi:
-Bu artık ayrılış vaktimizin geldiğini gösterir. Ama sabredemediğin
hâdiselerin, hakikat ve hikmetlerini sana bildireceğim.
Hadis-i Şerif : Musa (A.S.)’ın sabredip te, Allah-ü Tealâ’nın onlar vasıtası ile daha çok şeyler
anlatmasını arzu ederdik.
Rivayete göre Musa (A.S.), Hz. Hızır’ın elbisesinden yapışarak: -Ne
olur ayrılmadan önce bana yaptıklarının iç yüzünü anlatıver dedi.
HÂDİSELERİN HİKMETİ
Evvelâ; bindiğimiz gemi çaresiz kalmış on kardeşe aittir. Bunların
beşi; kötürüm, hasta yatar, beşi de taşımacılık yaparak rızklarını temin ederler.
Onların bize iyiliklerine karşılık. gemilerine kusur yapmamın, delik açmamın
sebebi de iyiliktir (6).Çünkü ileride
varacakları bir şehrin hükümdarı olan Cülendey Bin Gerger, sağlam ve güzel her
gemiyi,sahiplerinin elinden zorla alıyordu. Gemilerine bir kusur yapmam; o
hükümdarın beğenmeyerek buna dokunmaması içindir. Böylece onların gemisini
gasptan kurtarmakla, bir nevi iyilik yaptım. Bunu yaparken de iki şerden, ehven olanını seçmek
mecburiyetinde kaldım.
Hızır (A.S.) gemi sahiplerine de gemiyi delme sebebini böylece beyan
etti. Cülendey Bin Gerger nam hükümdarın yapmış olduğu bu gasp denizde meydana
gelen ilk zulüm ve fesattır. Sonra fesat dünyayı saracak kadar çoğaldı ve
yaygın hale geldi.
İkincisi: O öldürdüğüm oğlan; masum ve güzel görünüşüne rağmen ileride,
azgın bir kâfir olacaktı. O vakit azgınlığı ile müslüman olan anne ve babasını
da küfre sokmak ihtimali de bulunuyordu. (7)
Böylece onu bu hale gelmeden öldürdük ki, ana babasının imanına zarar vermesin
ve ona karşılık olarak da, Cenab-ı Hak ikisine hayırlı bir evlât ihsan etsin. Çünkü böyle bir tehlikeden
kurtulmaları ve hayırlı bir evlâda kavuşmaları; o güzel görünüşlü kafir
oğullarının ölümüne bağlı idi.
Hızır (A.S.) tarafından öldürülen o kafir çocuğun anne ve babasına
Allah-ü Teala, hayırlı bir kız çocuğu ihsan buyurmuştu. Bu kız, bir peygamber
hanımı olmuş ve bir de peygamber dünyaya getirmişti ki; Cenab-ı Hak onun sebebi
ile bir kavmi hidayete kavuşturmuştu. Neslinden 70 peygamberin geldiği de
rivayet olunmuştur.
Üçüncüsü: Kasabada yıkılmaya yüz tutmuş duvar; iyi bir zatın iki yetim
oğluna aitti. Duvarın altında da kendileri için saklanmış bir define, sandık
içinde hazine vardı. Onun için Rabb’in murat etti ki; “bu yetimlerin ikisi de
olgunluk çağlarına (18 yaşlarına) ersinler ve hazinelerini çıkarıp istifade
etsinler.” Bunlar büyümeden duvar yıkılsaydı; o zaman, o defineyi başkaları
bulacak ve zayi olacaktı.
Bütün bunlar, Rabb’inin birer muradı ve birer rahmeti olarak
yapılmıştır. Ben onu, o yaptıklarımı, kendi irademle yapmadım. Bunlar vazifem
idi. İşte senin sabretmeye dayanamadığın hadiselerin hakikatı budur.
Yıkılmak üzere olan duvarları tamir edilen ve hazineleri muhafaza
edilen iki yetimin isimlerinin; Sarim ve Esram olduğu, babalarının da Kâşih
adında salih ve mütteki bir zat olduğu bildirilmiştir.
Duvarın altında ne vardı?
Ebudderda (R.A.)’dan yapılan rivayete göre; altın ve gümüş dolu bir
sandık vardı.
Sait bin Cübeyr (R.A.)’dan yapılan rivayete göre; ilim kitapları vardı.
İbn-i Abbas (R.A.)’dan yapılan rivayete göre; altından bir levha vardı
ki, bir tarafında şöyle yazıyordu:
Şu kimselere şaşarım:
Kadere inandığı halde üzülen, (8)
Rızka inandığı halde yorulan, (9)
Ölüme inandığı halde sevinen.,
Hesaba inandığı halde gafil olan,
Dünyanın değişikliklerine inandığı halde dünya ile mutmain olan.
LÂ İLÂHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RASÜLULLAH.
Diğer tarafında ise;
Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Yalnız ben varım, benim ortağım
yoktur. Mahlûkat için hayır ve şerri ben yarattım. Hayır için yaratıp
kendilerini hayra vesile kıldıklarıma müjdeler olsun. Şer için yaratıp kendilerini şerre vesile kıldıklarıma
yazıklar olsun.
Musa (A.S.) Hz. Hızır ile vedalaşırken nasihat
istemişti. O :
-İlmi insanlara konuşmak için değil; onunla amel etmek için iste.
demiştir. Dua isteyince de :
“Allah kendisine itaat etmeyi sana kolay kılsın.” diye dua
edivermiştir.
Bu kıssanın anlatılmasından maksat; Ümmet-i Muhammed’in bundan ibret
alması içindir. Bu ibretlerden birisi de; kişinin ilmini beğenmemesi, (10) güzel görmediği bir şeyi hemen inkâr etmeyip
belki bunda benim bilmediğim bir sır vardır diyerek işi ehline havale
etmesidir.
Ayrıca kişi hocasına karşı alçak gönüllü olarak ilim öğrenmeye devam
etmeli, edebini muhafaza etmelidir ve bir suçlu görünce uyarmalı, sonra
onu affetmelidir.
DUA
Ey kendisine dönenlerin dönüşünü kabul eden Allahım. Güzel edeb sahibi
olmaya bizi muvaffak kıl, toprağa gömülüp akraba ve ahbabımıza veda ettiğimizde
bize merhamet eyle. Göz açıp kapayıncaya kadar bizi nefsimize bırakma. Dünya ve
ahirette bizim gizli hallerimizi ört. Hayırlı evliyana bizide katıver ve bizi
Cennete yerleştir. Dünya ve ahirette bize güzellik ver. Bizi Cehennem ateşinden
koru.
DENİZDE FESADIN İLK ÇIKIŞI -II
Hadisi Şerif : Kıyamet günü insanların bana en yakın olanı;
üzerime en çok salâvat okuyanıdır.
Açıklama: Şefaatimi en çok hak edenler, üzerime en çok
salâvat okuyanlardır. Peygamber efendimiz bu sözleri ile; üzerine salâvat
getirenlere şefaat etmeyi, kendisine vacip kılmış oluyorlar. Çünkü salâvat okumak; şefaatin,
dünyada ödenmiş parası gibidir.
Allahümme salli efdale salâtin alâ es’adi mahlûkatike seyyidina
Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim adede mâlûmatike ve midade
kelimatike küllema zekerühû ve zekerake-zzakiruune. Ve küllema gafele an
zikrihi ve zikrikel gafilûne.
Manası: Ya Allah! Yarattıklarının en mesudu efendimiz Muhammed (S.A.V.)
onun âl ve eshabına, salâtü (selâm)’ın en üstünü ile malûmatı ilâhin sayısınca,
kelimâtının mürekkep (damlalar)’ı sayısınca, zikir ehlinin onu ve zatını her
anışında ve gafillerin onu ve zatını anmakta gafletince salât eyle.
Geride geçen iki kıssada olduğu gibi dinleyenlere fayda verecek üçüncü
bir kıssaya başlanmış oldu. Musa (A.S.) ilmi çok olduğu ve Hz. Hızır’dan
derecesi yüksek olduğu halde, ilim öğrenmek için ona tevazu gösterip tâbi oldu.
Mal ve yardımcıları çok olan kâfirlerin, kendilerini fakir Müslümanlardan üstün
görmelerinin, onlara karşı iftihar etmelerinin hiçbir kıymeti yoktur. Zira
müminlerde bulunan iman cevheri; dünya
ve dünyada olan her şeyden daha değerlidir.
Zorbaları ve kibirlileri kahretmek için ölüm yeter.
Rivayet: Allah-ü Tealâ’nın ilk
yarattığı şey; beyaz bir incidir. Hz. Allah ona, heybet nazarı ile bir
bakınca eridi ve suya dönüştü, dalgaları ve köpükleri yükseldi. Rabb’imiz ondan
arzı yarattı da arz:
“-Kim benim gibi üstün olabilir?” diye böbürlendi. Allah-ü Tealâ
dağları yaratıp onları kazık olarak arza çaktı. Dağlar kibirlenip:
-“Benden daha kuvvetli kim var?” dedi. Allah-ü Tealâ demiri yarattı ki;
onunla dağlar ağaçlar kesildi. Bu sefer demir kibirlendi, ateşi yarattı. Ateşle
demiri eritti. Bu defa ateş kibirlendi. Rabb’imiz suyu yarattı. Su ile ateşi
söndürdü. Su kibirlenince de; bulutu yaratıp suyu dünyadan ayırdı. Bu defa
bulut böbürlenip kendisini üstün gördü. Allah’ü Tealâ rüzgârı yaratıp
bulutların kibrini kırdı. Rüzgâr kibirlenmeye başlayınca da; Ademoğlunu
yarattı. İnsanoğlu kendisini sıcaktan, soğuktan ve rüzgardan koruyacak barınak
ve sığınak evler yaptı. Ademoğlu kibirlenince de; uykuyu yaratıp insanı mağlup
etti. Uyku kibirlenince de; hastalığı yarattı. Hastalık kibirlenince de; ölümü
yarattı ve ölümlede hastalığı aciz bıraktı. Allah-ü Tealâ mahlûkatı öldürür;
kendisi diridir; asla ölmez.
Bir akâid kitabı olan Emaliden: Allah, üstünlük ve galibiyetle
mahlûkatı öldürür. Sonra onları diriltip amellerine göre, kendilerine mükafat
veya ceza verir.
Denildi ki: Her şeyin sonu ölümdür. Ne mülk, ne şan, şöhret, ne kale ve
binalar ölümü engelleyemez.
(1)
llmi çok da olsa; hiçbir kimsenin kendisini beğenmesi ve ilmi ile
gururlanması doğru olmaz. Musa (A.S.)
ilmini beğendiği için,( Cenab-ı Hak kendisine kelim(zatı ile vasıtasız konuşan)
ittihaz edip insanlar üzerine üstün kıldığı halde), Hızır (A.S.)’a tabi olmaya
ve yolculuk meşakkatine katlanmaya mecbur bırakmıştır. Çünkü iyilerin
iyilikleri; Allah’a yakın olanlar için günahtır. Âlimlerin ilimlerini beğenip
onunla övünmeleri, gururlanmaları, kendilerine yakışmaz. Çünkü:
Ayet Meali : “Zira,
her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.” (Yusuf- 76)
HİKAYE
H.Z. HÜSEYİN VE VAİZ.
Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin bir gün camide iken; kürsüde bir hoca
efendinin: “Yerden, gökten, arş-ı âlâya kadar her şeyden bana sorun, cevap vereyim” dediğini işitince:
-Ey falan! Sakalının kılları tek midir, çift midir? diye soru sordu.
Adam,
şaşırıp sustu.- Siz söyleyin ey Rasülüllah’ın torunu! dedi. Hz.
Hüseyin:
-Çifttir. Çünkü Allah-ü Teala şöyle buyurur:
Ayet Meali : Her şeyi çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt
alasınız. (Ez-Zariyat- 49) (Nevadiri Kalyubi’den)
(2)
Yani yolculuk boyunca Musa (A.S.)’ın ilim öğrenmek için kendisini
meşakkatlere alıştırmasında; ilim öğrenmek isteyenlerin bir tek meseleyi
öğrenmek için bile doğudan batıya kadar yolculuk yapsalar, binbir zorluklara
katlansalar, emeklerinin boşa gitmeyeceğine, bu hareketlerinin doğru olacağına
delil vardır.
Hadisi Şerif : İlim Çin’de de olsa ilmi talep ediniz.
Hadisi Şerif : Beşikten mezara kadar ilim talep ediniz.
Rivayet: Kıyamet günü Ümmet-i Muhammed’den
bir âlim getirilip Allah’ın huzurunda durdurulur. Hz. Allah Cebrail (A.S.)’a:
-Ey Cebrail! Bu alimin elinden tut! Onu Hz. Muhammed’e götür! buyurur. Cebrail
(A.S.) onu alır, Kevser Havuzu’nun başında bardaklar ile ümmetine su verirken,
Efendimizin huzuruna getirir. Peygamberimiz mübarek avuçları ile âlime Kevser
Havuzu’ndan içirir. İnsanlar:
-Ey
Allah’ın Rasül’ü! Diğer insanlara bardaklar ile su verirken; niye bu zata mübarek avuçlarınızla su verdiniz? derler.
Efendimiz:
-İnsanlar
dünyada ticaret ve benzeri işlerle meşgul olurken bu zat; ilimle meşgul
oluyordu buyurur. (Kalyubi)
Hadis-i
Şerif : Übey İbn Kâb’dan rivayete göre Efendimiz
şöyle buyurdular: Balığın takip ettiği yoldan su kesildi. Orası bir menfez
haline geldi. Hz. Musa balığı takip ederek menfeze girdi. Hızır (A.S.) ile
karşılaştı.
Hadis-i
Şerif : Balığın denizde dokunduğu her şey kurudu;
nihayet taş oldu.
Kelbi dedi ki: Yuşa (A.S.) ab-ı hayattan
abdest alırken; zembildeki tuzlu balığa su damlacıkları isabet edince balık canlandı. Sonra sıçrayıp suya daldı.
Suda giderken kuyruğu ile vurduğu her şey kurudu. (Mealim)
Bu
kıssa ile alâkalı bir rivayet daha vardır:
Musa
(A.S.) Cenab-ı Hakka şöyle sordu:
-Allah’ım!
En sevdiğin kul kimdir? Allah-ü Tealâ:
-Beni
zikredip hiç unutmayandır. Hz. Musa:
-En
doğru hüküm veren kulun kimdir? Hz. Allah:
-Hak
ile hükmedip nefsinin arzularına uymayandır. Musa (A.S.)
-Hangi
kulun daha âlimdir? Allah-ü Tealâ:
-İnsanların
ilmini kendi ilmine katmak isteyendir. Umulur ki bir kelimeye denk gelir
de, o kelime ona hidayeti gösterir ve
benim reddetmemden onu alıkoyar. Hz.
Musa:
-Eğer
kulların arasında benden daha âlim birisi varsa, onu bana bildir. Allah-ü
Teala:
-Hızır
senden daha âlimdir. Musa (A.S.):
-Onu
nerede bulabirim? Allah-ü Tealâ:
-Sahilde
kayalıkta. Hz. Musa:
-Nasıl
bulabilirim. Hz. Allah:
-Bir
balık alıp zembile koyarsın. Balığı kaybettiğin yerde Hızır’ı bulursun. Musa
(A.S.) genç yardımcısı Hz. Yuşa bin Nun’a:
-Balık
kaybolunca bana haber ver, dedi.
Hz.
Musa ile Hz. Hızır tanıştıklarında Hz. Hızır; Bende senin bilmediğin, fakat
benim bildiğim bir ilim vardır, dedi.
Hz.
Musa (A.S), Hızır (A.S.) ile geminin güvertesinde duruyordu. O sırada bir serçe
kuşu gelip, geminin ucuna kondu ve küçük gagası ile koca denizden bir damlacık
su aldı.Bunun üzerine Hz. Hızır,yanındaki Musa (A.S.)’a :
-“Allah’ın
ilmine göre benim ilmimle senin ilmin; şu serçenin gagası ile denizden aldığı
damlacık gibidir.(İmam-ı Razi’nin tefsirinden.)
Talebe,
ilim yolculuğundaki engellere ve sıkıntılara katlanmalıdır.Nitekim Musa (A.S.)
da, Hızır (A.S.)’dan ilmi ledünni öğrenirken yaptıkları ilim yolculuğunda, genç yardımcısı Yuşa Bin Nun’a şöyle
demiştir:
-“Öğle
yemeğimizi getir. Yolculuğumuzda güçlüklerle karşılaştık.”
Bu
söz yalnız ilim için yola çıktığı zaman kendisinden nakledilmiş olup; diğer
yolculuklarında böyle bir şey söylediği nakil olunmamıştır. Bunun sebebi ilim
yolculuğunun güçlüklerle dolu olduğunun bilinmesi içindir.Çünkü kıymetli şeyi
istemek daha meşakkatlidir.
Hadis-i
Şerif: Amellerin en hayırlısı en zahmetli olanıdır.
Hadis-i
Şerif: Sizin
ecriniz yorulduğunuz kadardır. (Talim-ül Müteallim.)
(3)
Ayet-i
Kerime’de geçen “acayip” sözü Musa
(A.S.)’a aittir.Şöyle ki: Yardımcısı Hz. Yuşa:
“Balık
denizde yolunu tutup gitmişti” deyince Hz Musa: “Acayip” dedi. Yani: “Bir
balığın öldükten sonra dirilmesi çok acayip” demek istedi.Hangi şey, bir zaman
ölüp bir kısmı yendikten sonra dirilen balıktan daha acayip olabilir? Allah’ın
gücü her şeye yeter.(Mealim-üt Tenzil)
Hızır
(A.S.)’ın halen ölü veya diri olduğu hususunda âlimler arasında görüş ayrılığı vardır.
Muteber
olan görüşe göre: Hızır ve İlyas (A.S.) dirilirler; her sene hac mevsiminde
buluşurlar.Hızır (A.S.)’ın hayatta kalma sebebi şöyle anlatılır:
Hz.
Zülkarneyn, ab-ı hayat1ın
varlığını duymuş; onu arıyordu.Karanlığa girip yolunu kaybetti.Suyu Hızır
(A.S.) buldu;ondan içip gusül abdesti aldı. Allah’a şükür için namaz kıldı.
Zülkarneyn (A.S)’ın aradığı su; Hızır (A.S.)’a nasip oldu.
(4)
Bazıları:
Hz. Hızır velidir, dediler. Fakat ekseri âlimler, O’nun peygamber olduğu
görüşündedirler.Kıyamete yakın Kur’an-ı Kerim kaldırıldığı vakit vefat
edecektir.
Her
yüz yirmi senede Cenab-ı Hak, Hızır
(A.S.)’a gençliğini iade eder.
RİVAYET:
HIZIR
(A.S)’A: “ÖMRÜN BOYUNCA GÖRDÜĞÜN EN ACAYİP ŞEY NEDİR? DİYE SORULDU. O:
-Bir
gün ıssız ve susuz bir kara parçasına uğradım.Oraya bir daha
gitmemiştim.Beş yüz sene sonra gittiğimde, evler, ağaçlar ve nehirlerle
dopdolu, imar edilmiş bir şehir olarak gördüm.Orada bulunanlara: Kaç
senedir burası böyle mamur? diye sordum.Onlar: “Biz, babalarımız, dedelerimiz,
burayı hep böyle biliriz.” dediler.Beş yüz sene daha uğramadım. Bir daha
gittiğimde; büyük bir deniz vardı.Balık avlayan birini gördüm. O’na:
“Buradaki şehre ne oldu, nerede o şehir?” dedim.Adam şaşırdı. Sübhanallah,
burada bir de şehir mi vardı? Biz , babalarımız, hatta dedelerimiz, böyle bir
şey duymadık dedi. Beş yüz sene sonra
bir daha uğradığımda; önceden olduğu gibi imar edilmiş bir şehir
haline gelmişti. Allah-ü Tealâ, her türlü noksanlıktan münezzehtir.(Kalyubi)
Faide:
İmam-ı Şarani buyurdu ki:Hızır (A.S.) ile görüşmek
isteyen; şu üç şartı kendisinde bulundurmalıdır:
1-Bütün
hallerinde Sünnet-i Seniyye’ye iyi sarılmalı.
2-Dünyalık
elde etmeye hırslı, düşkün olmamalı; ancak borcu kadar yanında para bulunmalı.
3-Ehl-i
İslam’a karşı kalbi kin , nefret ve hasetten temiz olmalı.Kişi ins ve cinnin
ibadeti kadar ibadet de etse, bu üç şartı kendisinde bulundurmazsa Hızır
(a.s)ile buluşup görüşemez.
Ayet
Meali:Hızır (A.S.), Musa (A.S.)’a “ Sen benimle sabretmeye güç yetiremezsin”.(El-Kehf-
67)
İmam-ı
Razi demiştir ki:
Talebe
iki kısımdır:
Birincisi;
Hiç bilgisi olmayıp ilk defa ilim öğrenmek üzere gelen, kıil-ü kal (dedi, denildi)ile ilgilenmeyen,
takrir ve itiraza alışmamış olandır.
İkincisi;
Birçok ilimlerle ilgilenmiş, uygulama yapmış, delil ve itirazlarla meşgul olmuş
kimsedir ki; daha iyi bir seviyeye ulaşabilmek için, kendisinden daha üstün bir
insandan ilim öğrenmeyi ister.Bu kişinin ilim öğrenmesi daha zordur.Zira
muhtemeldir ki; gördüğü veya duyduğu bir meselenin dış görünüşü hoş
olmayıp,hakikatta o, doğru ve gerçek olabilir.Bu kısım talebe kıil-ü kale,
mücadele ve çok konuşmaya alışmış
olduğundan, işin dış görünüşüne aldanabilir.İlmen ve ahlâken kâmil olmadığı için de; işin iç yüzüne vakıf
olamayabilr. Bu sebeple de; çekişme, itiraz ve mücadele başlar.Bu hâl âlim-i
mütebahhir (derin, deniz gibi âlim) olan hocasına ağır gelir böyle bir durum
iki üç defa tekrar ettiğinde hocada talebeye karşı tam bir nefret ve
hoşnutsuzluk meydana gelir ki; talebenin bu durumda istifadesi mümkün
olmaz.Hızır (A.S.)’ın yukarıda mealini
verdiğimiz Ayet-i Kerime (“Sen benimle sabretmeye güç yetiremezsin.”)
ile işaret etmek istediği husus budur.
Çünkü
Musa (A.S.), karşılaşacağı şeylerin hakikatını bilmiyordu.Devamında da :”İç
yüzünü bilmediğin bir şeye nasıl sabredersin?” demek suretiyle bu manayı
kuvvetlendirmiş oluyordu.Buna karşılık Musa (A.S.)’ın: “İnşaallah beni
sabredenlerden bulacaksın; hiçbir şeyde sana karşı gelmeyeceğim.” demesinde
ise büyük bir tevazu örneği ve tam bir tahammül ifadesi vardır.Bütün bunlardan
anlaşılan talebe, hocasına karşı son derece mütevazi olmalı.
Şayet
hoca, talebeye sert davranmakta talebe için bir fayda görürse, ona sert
davranır.Çünkü bazen talebenin hatalarını, eksiklerini söylememek, onu kibr-i
gurura ,tembelliğe düşürür. Bu da ilim öğrenmekten alıkoyar.(Tefsir-i Kebir).
Âyet
meali :(Hz. Musa, Hızır (A.S.)’a) : “Sana doğru olarak öğretilenlerden bana
öğretmen için sana tabi olabilir miyim? (El-Kehf
-66)
Tâbi
olmak:
Başkasının yaptığı bir işi , sırf o yaptığı için yapmaktır. Musa (A.S.)’ın “Ben
sana tâbi olabilir miyim?” demesi , Hızır (A.S.)’ın yaptığı işleri, sırf o
yaptığı için yapacağını ifade etmesidir ki, bunda da ilim öğrenmek isteyenlerin
hocasına teslim olmasının, ona itiraz etmemesinin ve onunla mücadeleye
girmemesinin vacip olduğuna işaret vardır.
Ayet-i
Kerime’ de birçok âdab dersleri vardır. Kısaca:
Musa
(A.S): “Bana, sana verilen ilimden bir kısmını öğret,” diyor. “Bütün
bildiklerini” demiyor. Ayrıca: “Bu yolculuktan dolayı bir mal veya makam, şan
veya şöhret istemiyorum. Tek istediğim keşif yoluyla, vasıtasız olarak, Allah
tarafından direk olarak sana verilen, “ledünni ilim”den bana öğretmeni
istiyorum, buyuruyor.
Tasavvuf
alimleri;”keşif” yoluyla elde edilen ilimlere; “ledünni ilim” diye isim
verirler.Bunun incelenmesi şöyledir:
Biz
herhangi bir şeyi idrak edip, herhangi bir hakikati düşündüğümüzde; ya onun
hakkında hüküm veririz veya vermeyiz.Bunların birincisi tasdik, ikincisi
tasavvur olur.Yine, bu iki kısımdan her biri; ya çalışma ve istek olmadan
meydana gelen nazari bir şey veya çalışarak olur.Nazari ilimler, nefis ve
akılda bir çalışma ve istek olmadan meydana gelir; acıyı, tadı, varlığı ve
yokluğu tasavvur etmemiz ve birin, ikinin yarısı olduğunu tasdik etmemiz
gibi.Kesbi ilimler ise; insanda önceden bulunmaz. Aksine onları elde etmek
için, mutlaka bir metot, bir uğraşma
lazımdır.İşte bu yol da iki türlüdür:
1-İnsanın
bedihî ve nazarî ilimleri, bilmediği şeyleri öğrenmek için, vasıta olarak
kullanmasıdır. Bu yola tefekkür ve istidlâl adı verilir.Bu yolla ilim elde
etmek; ancak çalışma ve istekle mümkün olur.
2-İnsan
çile ve perhizlerle , nefsi terbiye ile
uğraşır; his ve hayal kuvvelerini zayıflatmaya çalışır. Bunlar zayıflayınca
aklî kuvveler güçlenir, akılda ilahi nurlar parıldar, bilgiler hasıl olur,
istek ve çaba olmadan vasıtasız olarak bilgiler olgunlaşır. İşte ledünni ilim
denen ilim budur.(Tefsir-i Kebir)
(5)
Kul
haklarının en büyüğü kan (dökme)dır. İnsanın hesaba çekileceği ilk kul hakkı
da; kan dökmedir.
Ayet
Meali:”Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın...”(El-En’am-151)
Ayet
Meali:”Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi)
yaparsa (bilsin ki); O’nu ateşe koyacağız. Bu ise Allah’a çok
kolaydır.”(En-Nisa-30)
İnsanın
intihar etmesi de büyük günahlardandır. Hamile oldukları cenini düşürmek için
ilaç kullanan kadınlar da aynı durumdadırlar. Onlara bu hususta yardımcı
olanlar da büyük günah işlemiş oluyorlar. Çünkü katile yardım; büyük
günahlardandır.
Hadis-i
Şerif: Kim
bir müminin öldürülmesine yardımcı olursa; iki gözü arasında “Allah’ın rahmetinden ümit kesen”ibaresi yazılı olduğu
halde Allah’a kavuşur.
Hadis-i
Şerif:Doğuda
adam öldüren kişi ile, katline razı olan
batıdaki kişi, onun kanında (vebalinde) katile ortaktır.
Bilerek
adam öldürmenin cezası dünyada kısas, ahirette ise azaptır. Hataen öldürmenin
cezası ise; diyet ve kefarettir.(Ğaliye’den özet)
Ayet
Meali:”Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler.
Ancak köy halkı misafir etmekten kaçındı... “ (El-Kehf-77)
Açıklama
: İmam-ı
Razi diyor ki; burada bazı sorular akla gelebilir.
1- Yemek istemek şerefli
kimselerin adetlerinden değildir. Nasıl oluyor da Musa (A.S.) ve Hızır (A.S.) yemek istiyorlar?
Kaldı ki; Musa (A.S.), ihtiyacını
insanlardan talep etmezdi. Kasas Sûresi’nde ifade edildiği gibi; Firavun’un
şerrinden dolayı Mısır’dan çıkıp Medyen Suyu’nun başına vardığında şöyle
demişti:
Ayet
Meali:” Musa, Medyen Suyu’na varınca; orada hayvanlarını sulayan birçok
insan buldu. Onların gerisinde de; (hayvanlarını)engelleyen iki kadın
gördü. Onlara:”Derdiniz nedir? dedi. Şöyle cevap verdiler: “Çobanlar sulayıp
çekilmeden; biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı)sulayamayız.
Babamız da çok yaşlıdır”. Bunun üzerine Musa, onların yerine davarlarını
sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: “Rabb’im! Doğrusu bana indireceğin hayra
muhtacım (karnım aç) dedi.(El-Kasas-23,24)
Hz.
Musa, yedi gündür aç idi; ne verilse yiyecek halde idi. Yine de ihtiyacını
insanlara değil, Rabb’ine arz ediyordu.
Cevap:
Aç
kimselerin, başkalarından yemek istemesi bütün şeriatlarda mübahtır. Hatta
hayatî tehlike varsa vaciptir.
2-
Misafire yemek ikram etmek; menduptur, aksi ise mendubu terktir. Nasıl oluyor
da derecesi yüksek olan Hz. Musa, mendubu terk eden bu insanlara çok kızıyor?
Sonra, bir gece yemek yemeyince böyle kızmak; değil Musa Kelimullah’a ,sıradan
bir insana dahi yakışmaz.
Cevap: Eğer misafir yemek yemediği
takdirde ölecek durumda ise; ona yemek ikram etmek vacip olur. Burada açlığın
çok şiddetli olduğu, fakat hayatî tehlike arz etmediği anlaşılıyor. Çünkü Hz.
Musa:”İsteseydin ücret alabilirdin” diyor.(Tefsir-i Kebir’den özetle )
HİKAYE
:
O
köy halkı, bu âyet-i kerime’nin nazil olduğunu duyunca böyle iki büyük zatı
atalarının misafir etmemesinden çok utandılar. Bir hayvan yükü altınla
peygamber efendimize gelerek; “Ya Rasülellah! dediler. “Fe ebev” kelimesindeki
“be”yi “te” yapın, bu altınları size verelim”. Çünkü o zaman mana: “O köy
halkı, derhal o ikisini misafir etmeye geldiler.” oluyordu ve “Bizim
maksadımız; kınanmaktan kurtulmaktır” diye eklediler. Rasülüllah Efendimiz buna
asla razı olmadı ve şöyle buyurdular: “Böyle bir değişiklik; Allah’ın kelâmına
yalan katmak ve O’nun ilâhlığına halel (noksanlık)getirir.”(Tefsir-i Kebir)
Übey
bin Ka’b Peygamber Efendimiz’in şöyle
buyurduğunu rivayet etti:
Hadis-i
Şerif: “Onlar,
ikisi; o kötü köy halkına gelip şöyle dolaştılar ve yemek istediler. Onlar ise;
misafir etmekten kaçındılar.
Katade
derki:
Köylerin en kötüsü misafire ikram etmeyendir(Mealim). Çünkü; aslan yırtıcı bir
hayvan iken misafirine ikram eder.
HİKAYE:
İBRAHİM
ETHEM VE ARSLAN.
İbrahim
bin Edhem Hazretleri anlatıyor: Hac niyeti ile evden çıktım. Yolculuk esnasında
şiddetli soğuktan dolayı bir dağda mağaraya sığındım. Az sonra bir arslan çıkageldi. Beni görünce :
“Seni
benim mekanıma, benden izinsiz kim koydu? diye kükredi. Ben: “Yolda kalmış bir
garibim. Bu gece sana misafir olarak
geldim, dedim. Bunun üzerine az öteye gidip yattı ve uyudu. Sabaha kadar Kur’an
okudum. Ayrılacağımda bana : “Ey İbrahim! Sakın ha! Ben arslanın yanında
uyudum, bana bir şey yapmadı diye kibirlenme. Vallahi üç gündür ağzıma bir
lokma koymadım. Eğer misafirim olmasaydın; seni yerdim” dedi. Allah’a hamd
ederek oradan ayrıldım.(Nevadir-i Kalyubi)
(6)
Burada
şunu bilmeliyiz ki; bu üç meselenin ortak olduğu bir nokta vardır. O da;
peygamberlerin hükümleri zahire göre vermeleridir. Nitekim, Peygamber (S.A.V) :
“Biz zahire göre hüküm veririz, sırları ise; Allah bilir buyurmuştur.Hızır
(A.S), verdiği hükümleri; hâdiselerin dış görünüşüne bağlamıyor onların hakiki
sebeplerine bina ediyordu.Çünkü, birinci ve ikinci meselede, yeterli ve açık
bir sebep bulunmamaktadır ve bu gibi hallerde insanların mal ve canlarına
müdahale etmek caiz değildir. Çünkü bu olaylarda gemi deliniyor. Bu; görünürde
bir sebep olmaksızın bir insanın malına zarar vermektedir. Çocuk öldürülüyor
ki; bu da, “açık bir sebep olmadığı halde suçsuz bir cana kıymak “demektir.
Üçüncü sırada anlatılan o duvarı düzeltme ise; yine sebepsiz yere zorluk ve
yorgunluğa katlanmaktır. Bu üç meselede o âlim zat, hükmünü zahiri sebeplere
göre vermemiş; gizli ve muteber sebeplere göre vermiştir. Bu da gösteriyor ki;
Allah-ü Tealâ ona aklî bir güç vermişti ve O da; o güç işlerin esasına, gizli
yönlerine muttali olabiliyordu. Musa (A.S.) hukuk ve hükümleri dış sebeplere
bağlarken bu zat; gizli sebeplere göre hüküm veriyordu. İkisinin mertebeleri,
bu ayrı iki noktada bulunuyordu.Buna göre o âlim zatın ilmî mertebesi; Musa
(A.S.)’ın ilmî mertebesinden yüksek idi. Bundan sonra şunu bilmeliyiz ki; bu üç
meselenin esası, şu cümle ile özetlenebilecek bir kuraldır. “İki zararla karşı
karşıya kalındığında büyük olandan kurtulmak için küçük olan zarara katlanmak
gerekir.”
İşte
şu üç meselede bu kural göz önünde bulundurulmuştur.(İmam-ı Razi’nin
tefsirinden özet)
(7)
İsmi geçen çocuk bulûğa
ermişti. Yol keser, çirkin işler yapardı. Anne ve babası onu, insanların
şerrinden korumaya ve yardımcı olmaya mecbur kalırlar, ona isnat edilen çirkin
işleri yalanlamak için bazen günaha da düşerlerdi, belki bu hâl, onları küfre
bile götürebilirdi.
Ayet-i
kerimede geçen “Biz korktuk” sözü korku veya galip zan manalarına gelir
ki;Allah-ü Tealâ Hızır (A.S.)’a, böyle fesat çıkarmaları hususunda galip zannı
bulunanları öldürmesini mubah kılmıştı ve bu; Allah-ü Tealâ’nın vahyi ileydi.
Hâsılı kelâm; insanların mallarına zarar vermek, kanlarını dökmek, ancak
Allah-ü Tealâ’nın vahyi ile olur. Hızır (A.S.) buna; “Ben bunları
kendiliğimden yapmadım” sözü ile işaret etmiştir.(Tefsir-i Kebir’de de
böyledir.)
Mutarrıf
şöyle demiştir:
Çocuk
doğunca anne ve babası sevindiler, öldürülünce de üzüldüler. Şayet hayatta
kalmış olsaydı; onun yüzünden helâk olacaklardı. Onun için her mümin, Allah-ü
Tealâ’nın kazasına(hükmüne) razı olmalıdır. Müminin hoşlanmadığı husustaki
ilâhi hüküm, hoşlandığı yerdekinden daha hayırlıdır.(Mealim)
(8)
Caferi
Sadık (R.A.)’dan rivayet edilen sözler de bunlara münasiptir ki, O, şöyle
demiştir:” Beş şey ile müptelâ olduğu halde, beş şeyden gaflet edene
şaşarım:
1-Kendisine
bir zarar dokunup da; şu ayet-i kerimeyi vird (her gün okumak için vazife
olarak benimsenen zikir) edinmeyene ,
Ayet
Meali : “... Benim başıma (bu) dert
geldi, sen merhametlilerin merhametlisisin...(El-Enbiya-83)
Not:
Bu dua Eyüp (A.S.)’ın duasıdır ki; uzun seneler çektiği , sabrettiği
hastalıktan , sıkıntıdan bu dua ile kurtuldu.
Ayet
Meali : Biz de duasını kabul
buyurarak , başındaki o zararı hemen gidermiştik...(El-Enbiya –84)
2-Üzüntü,
gam, tasa ile müptelâ olup da; şu ayet-i kerimeyi kendisine vird edinmeyene,
Ayet
Meali : ...Senden başka ilâh
yoktur. Seni noksanlıklardan tenzih ederim...(El-Enbiya-87)
Bu
Yunus (A.S.)’ın duasıdır ki; balığın karnına düşüp de, böyle dua edip
kurtulmuştu.
Ayet
Meali : Biz de duasını kabul ile
kendisini kederden kurtardık.Böylece müminleri de kurtarırız.(El-Enbiya-88)
3-Bir
şeyden korkup da şu ayeti kerimeyi vird edinmeyene
Ayet Meali : ...Allah bize yeter; hem O, ne güzel
vekildir...
(Al-i
İmran-173)
Allah-ü
Tealâ, Onlar hakkında şöyle buyurdu:
Ayet Meali: Sonrada kendilerine hiçbir keder dokunmaksızın Allah’tan bir nimet ve ihsan ile döndüler (Al’i İmran-174)
4-Kendisine
bir hile yapılıp da şu ayeti kerimeyi
vird edinmeyene
Ayet
Meali : Ben işimi Allah!a havale ediyorum.Muhakkak
ki Allah, kulların bütün yaptıklarını görendir.(El-Mümin-44)
Allah-ü Tealâ bunlar hakkında şöyle buyurur:
Ayet
Meali: Nihayet Allah,onların kurdukları hilelerin kötülüklerinden onu korudu...(El-Mü’min-45)
5-Allah-ü
Tealâ’nın kendisine ihsan buyurduğu bir nimetin yok olmasından korktuğu hâlde;
şu ayet-i kerimeyi kendisine vird edinmeyene.
Ayet Meali:...Maşallah! Kuvvet ancak Allah’a mahsustur. (El-Kehf-39)
(Bağ hususunda birbiriyle tartışan, biri mümin, diğeri kâfir iki arkadaştan bağına zarar dokunmayandan hikayeten) Allah-ü Tealâ buyuruyor ki:
Ayet Meali:Sen bağına girdiğin vakit “Maşallah! Kuvvet ancak Allah’a mahsustur.” deseydin ya! (El-Kehf-39)
Bu beşinci madde ile alâkalı daha fazla malûmat almak isteyenler, El-Kehf Sûresi 32 ila 44. ayetlerinin meal ve tefsirine bakabilirler.
(9)
Ecelin insanı takip edip bulduğu gibi rızk da nerede olursa olsun insanı bulur.
HİKÂYE:
Karga yavrusunu yuvasından çıkardığı zaman; kırmızı et gibidir. Karga onu bu halde bırakır gider. Sivrisinekler etrafında toplanır, yavru da onları yiyerek büyür, ta kanatlanıncaya kadar bu hâl devam eder. Anne karga ondan sonra yavrusunun yanına gelir. Onun için “Karga yavrusunu yuvasında besleyen Allah noksan sıfatlardan münezzehtir” denilmiştir.
İmam-ı Razi der ki:
Allah-ü Tealâ, bir rızk kapısını kapadığı zaman; ondan daha iyisini açar.Ana rahmindeki ceninin hâlini düşün de ibret al. Onun gıdası, yalnız bir yoldan(göbekten) kan olarak gelir. Dünyaya geldiğinde bu yol kapanır ve ondan daha güzel olan süt ile beslenir ki; bu süt kan ile fışkı arasından gelir. Sütten kesildikten sonra kendisine dört yol açılır: Bunların ikisi yemek, ikisi içmek içindir. Yenilenler; nebatat ve et. İçilenler; su ve süttür. Öldüğünde ise; bütün bu kapılar kapanır; kendisine sekiz cennet kapısı açılır.(Razi)
(10)
Hezz-El-Kuhuf kitabında nakledilen çok acayip bir hâdiseyi burada zikretmek münasip olur.
Evliyadan bir zat gemi yolculuğu yaparken; şiddetli bir fırtına çıkar. Gemi batmak üzereyken O zat: -“Ey rüzgâr! dur! Ey deniz! Sen de sakin ol! Zira senin üstünde senin gibi bir deniz var.(Yani kendini kastederek, ilim denizi demek ister.) Bunun üzerine, Allah’ın izniyle rüzgâr kesilir, deniz sakinleşir. Denizden büyük bir balık çıkar ve o zata der ki: “Sen kendinin bir ilim ve marifet denizi olduğunu zannediyorsun. Sana bir mesele sorayım da, bakalım cevap verebilecek misin? O da: “Sor” der.Balık fesih bir lisanla :
-Bir adam mesîh olunduğunda,1hanımı nasıl iddet bekler? Kocası hayatta olup boşanmış kadın gibi mi? Yoksa kocası ölmüş kadın gibi mi?2
O veli zat şaşırıp kaldı, cevap veremedi. Balık;”Hani nerede senin derya gibi ilmin? Âlim: “Ben söylediklerimden, Allah-ü Tealâ’ya istiğfar ediyorum.Sen doğru cevabı bana öğret dedi.Balık:
-“Şayet adam cansız bir varlık şekline dönüştürülmüş ise; kadın, kocası ölmüş gibi iddet bekler. Eğer bir hayvan suretine dönüştürülmüş ise; o zaman boşanmış gibi iddet bekler” deyip denizde kaybolup gitti. O veli zat ta bu sözlerinden tevbe etti.Kâdir ve alîm olan Allah-ü Tealâ, noksan sıfatlardan münezzehtir.
1 İçene ebedi hayat bahşeden su.
1 İnsan şeklinden çıkarılıp başka bir varlık haline getirildiğinde, ki; bu geçmiş ümmetlerde, günahlarına ceza olarak meydana geliyordu.
2 Not: Kocası ölen kadının iddeti; dört ay on gün. Boşanmış olanın ki ise; üç adet hâli veya üç aydır. Fıkıh ve tefsir kitaplarında geniş bilgi vardır.t