Meali:O gün ,ne mal
fayda verir, ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i selim (temiz bir
kalp) ile gelenler fayda bulur (Eş-Şuara- 88,89)
Geçen derslerden öğrendiğin gibi kalp katılığı ve
azaların isyan etmesi karada ve denizde fesadın ortaya çıkmasına sebep olur.
Denildi ki :Karada meydana gelen ilk fesat, Kabil ‘in kardeşi
Habil’i öldürmesidir.
Ayet Meali : Onlara, Hz Adem’in iki
oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de,
birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti.(Kurbanı kabul
edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden ), “And olsun seni öldüreceğim” dedi.
Diğeri de “Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder” dedi.(ve ekledi): “And olsun ki, sen öldürmek için bana elini uzatsan (bile),
ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, Âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım.” (El-Maide- 27,28)
HABİL-KABİL KISSASI
Hz Havva cennette yasak buğdayı yemezden önce, Kabil
ve kız kardeşi İklimya’ya hamile kalmış, yer yüzüne indirilince de Habil ve kız
kardeşi Lebuda’ya hamile kalmıştı. (1)
Âdem (A.S) ‘ın, Allah-ü Teala’nın emri gereğince
kızlarını, ikizi hariç istediği kardeşi ile evermesi caizdi.Kabil ve Habil
büyüyünce, Kabil’in Habil ile doğan kız kardeşi Lebuda ile, Habil’in de Kabil ile doğan kız kardeşi İklimya ile evlendirmesini,
Allah-ü Tealâ, Âdem (A.S)’a emretti. Kabil ‘in ikizi Habil’in ikizinden daha
güzeldi. Şeytanın da verdiği vesvese ile Kabil buna rıza göstermedi. “Biz
cennet çocuğuyuz ,bunlar ise dünya çocuğu ben kardeşime daha lâyığım”. diyor,
bunun Allah-ü Tealâ’nın emri olduğunu bilemiyor, babası Hz. Âdem’in isteği
olduğunu zannediyordu.
Âdem (A.S): “Birer kurban kesin. Kimin kurbanı kabul
edilirse Lebuda ile o evlenir” dedi. Çobanlık yapan ve takva sahibi bir genç
olan Habil, çok güzel bir koç getirdi. Çiftçilik yapan, katı tabiatlı olan Kabil
ise, bir deste biçilmiş kötü bir buğday getirdi. Bunları bir dağın üzerine
koydular, Âdem(A.S) dua etti, semadan bir ateş inip Habil’in kurbanını yedi,
Kabil’in kurbanını yemedi. Bununla Habil’in kurbanının kabul, Kabil’inkinin ise
reddedildiği anlaşıldı. Şeytan’ın da vesvesesi ile kardeşine olan kin ve hasedi
arttı. Gözünü kan bürüyen Kabil:
-“Seni öldüreceğim”dedi.
(2) Habil:
-“Niçin beni öldüreceksin?” Kabil:
-Benim kurbanım reddedildi, seninki ise kabul
edildi. Sonra sen benim güzel kardeşimle evleneceksin, ben ise senin çirkin
kardeşin ile evleneceğim. İnsanlar senin benden daha hayırlı olduğunu
zannederler, hem senin çocukların benimkilere karşı övünürler, onları küçük
görürler. Habil.:
-“Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder” dedi.
Ayet Meali : Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü.:Bu yüzden-de
kaybedenlerden oldu .(El- Maide- 30)
Hâlbuki haksız yere insan öldürmek, hususuyla kardeş katli çok çirkin bir şeydi.
Nihayet haset ve fesadın esiri haline gelen Kabil,babası
Hz. Adem hacda olduğu bir sırada, kardeşi Habil’i, kırda koyunlarını otlatırken
yakaladı. Habil koyunların arsında uyuyordu. Koyunlar da etrafında otluyordu.
Şeytan ona insan suretinde görünüp, bir
taşın üstüne bir yılan, yahut bir kuşu koyup, sonrada diğer taşla ona vurarak
öldürmesini öğretti.Kabil de şeytanın yaptığı gibi, kardeşini şehit etti .Habil, hiç karşılık
vermedi. (3) (Osman İbni Affan ( R.A).’ da böyle
yaptı.)
Bu öldürme işi Salı günü meydana geldi (4). Habil, henüz yirmi bir yaşında bir gençti.
Âlimler, öldürme işinin nerede vuku bulduğu hususunda ihtilaf ettiler.Bazıları,
“Hıra Dağı’nın en tepesinde” dediler.Bazıları, “Sevr Dağı’nda” dediler.
Bazıları, “Basra’da, bu gün büyük mescidin olduğu yerde” dediler.
Kabil kardeşi Habil’i öldürmekle, dünya ve ahirette
hüsrana uğramış, zarar ve ziyan içinde kalmıştı. Dünyada anne ve babasını
kızdırmış ve kıyamete kadar kötülenen bir insan olmuştu; ahirette ise büyük bir
azap kendisini bekliyordu.
Cahillikle işlediği bu cinayetten sonra kin ve ihtirası
dinen zalim Kabil , maktul kardeşinin ortada kalan cesedini sırtına aldı.Ne
yapacağını bilemeden günlerce sırtında taşıdı.Allah-ü Teala iki kara karga
gönderdi. Bunlar birbiriyle boğuştular. Nihayet biri diğerini öldürdü. Gagası ve ayakları ile bir çukur kazıp
diğer kargayı gömdü.
Ayet Meali : Derken Allah-ü Tealâ, kardeşinin cesedini
nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. ( Katil kardeş ): “ Yazıklar olsun
bana ! Şu karga kadar da olamadım mı ki , kardeşimin cesedini gömeyim?” dedi ve
yaptığından pişmanlık duyanlardan oldu. (El- Maide- 31 )
Pişmanlığının sebebi: “Kardeşini öldürmesi, bir sene
veya daha çok sırtında taşıması, nasıl gömeceğini kara bir kargadan öğrenmesi,
cesedinin renginin kararması, maksadına ulaşamaması , anne ve babasının
kendisinden yüz çevirmesidir. Yoksa, Allah-ü Teala ‘dan korktuğu ve ahirette
azaba duçar olacağı için değil. Onun için bu nedameti tövbe değildir.
Rivayet : Kabil kardeşi Habil’i
öldürünce yeryüzü, üzerindekilerle beraber yedi gün boyunca sallandı. Sonra
arz, Habil’in kanını, suyu içine çeker gibi içine çekti. Allah-ü Teala,
Kabil’e:
-Kardeşin Habil nerede? diye seslendi. O,
-“Bilmiyorum. Ben onun üzerinde gözcü değilim.” diye
cevap verdi.Allah-ü Teala:
-Kardeşinin kanı yerin altından bana sesleniyor.Onu
niçin öldürdün? Buyurdu. O:
-Eğer öldürdüysem kanı nerede? diye karşılık
verdi.Allah-ü Tealâ o günden sonra yeryüzüne kanı içine çekmeyi yasakladı.
Mukatil dedi ki: Kabil, Habil’i öldürmezden önce
yırtıcı canavarlar, kuşlar, yabani hayvanlar hepsi evcildi, birbiri ile iyi
geçinirlerdi. Arslan sığıra, kurt koyuna saldırmazdı.Yeryüzü yeşil ve parlak
idi. İnsanoğlu yanına vardığı her ağacın üzerinde meyva bulurdu.Denizin suyu
tatlı idi. Habil öldürülünce ,hayvanlar dağıldılar.Kuşlar havaya çıktı.Yabani
hayvanlar karaya dağıldı.Yırtıcı canavarlar ormana kaçtı.Ağaçlar dikenlendi.
Yemeklerin tadı değişti. Meyvalar ekşi olmaya başladı. Su acılaştı. Yeryüzü
toz, toprak oldu.
Âdem (A.S): “Yeryüzünde büyük bir hâdise oldu ki, bu
değişiklikler oluyor” dedi.Hacdan Hindistan’a döndü. Habil’i kardeşi Kabil’in öldürdüğünü, Kabil’in beyaz olan
cesedinin karardığını öğrendi. “Kardeşin nerede” diye sordu. Kabil: “Ben onun
üzerinde muhafız değilim.” dedi. Hz. Âdem : “Onu sen öldürdün; bu sebeple yüzün
karardı dedi. Hz. Âdem (A.S), Habil’in şehadetinden çok kederlenerek perişan
vaziyette kalmış, yüz sene yüzü hiç
gülmemiştir. Habil için Süryani lisanı üzere söylediği mersiyesinde; “bütün
beldeler ve üzerinde bulunan nesnelerin değiştiğini, yeryüzünün toz duman
içinde çirkinleştiğini, her şeyin tat ve renginin bozulduğunu ve gülen güzel
yüzlerin neşesinin kaybolduğunu” dile getirmiştir.
Habil ‘in şehit edilişinden beş sene sonra ,Hz. Adem
130 yaşında iken Hz. Şit (A.S), Âdem (A.S)’ın şehit oğlu Habil ‘e bedel olarak
dünyaya geldi. İsmi Süryani olup Hibetullah (Allah-ü Tealâ’nın bağışı)
manasınadır. Allah-ü Teala ona, gece ve gündüz saatlerini ve her saatteki
yapılacak ibadetleri öğretti. Ona 50 suhuf indirdi. Âdem (A.S)’ın halifesi idi.
Vefat etmek üzere iken yaptığı vasiyetlerde, bir çok ilâhi sırları öğretip
emanet bırakmıştır.
Kabil ise,kendisine: “Kovulmuş olarak, ürkerek,
korkarak ve gördüğün kişilerden emin olmadan defol git” denildi. Kız kardeşi
İklimya’nın elinden tutup Yemen tarafına kaçtı. Yemen’in Aden beldesine
yerleşti. İblis ona gelip; “Kardeşin Habil ateşe tapıyordu, onun için ateş onun
kurbanını yedi, sen de ateşe tap” diye vesvese verdi. O da kanarak ateşperest
oldu.
Yanına vardığı herkes onu taşlardı. Bir gün kendi
evladından kör bir şahısla onun (körün) gören oğlu beraberken gören, kör olana:
Şu baban Kabil’dir dedi. Kör olan, yerden bir taş alıp babasına attı ve onu
öldürdü. Körün oğlu: “Babanı öldürdün” deyince kör ona bir tokat attı; onu da
öldürdü. Sonra şöyle hayıflandı: “Yazıklar olsun bana. Babamı taşla, oğlumu
tokatla öldürdüm.”
Mücahid dedi
ki:Kabil ‘in ayaklarından biri oyluğuna ve topuğuna bağlı vaziyette ve yüzü de
güneşe olduğu halde askıya alındı. Güneş
ne tarafta ise yüzü o tarafa döner; yazın etrafında ateşten bir ağıl, kışın
ise; kardan bir ağıl vardır. Yeryüzünde Allah-ü Teala’ya ilk isyan eden
Kabil’dir.
Cehennem’e ilk sevk edilecek olan Kabil’dir. (5) Kıyamet günü: “Kabil nerede?
Nerede haksız yere adam öldürenler? Nerede haset edenler” diye nida olunur.
Hepsi toplanılır ve Kabil önlerinde olduğu halde cehenneme götürülürler
Hadis-i Şerif : Yeryüzünde haksız yere
öldürülen her kişinin kanından Hz Âdem’in ilk çocuğu olan (Kabil)’e nasip vardır.
Açıklama: Çünkü ,öldürme yolunu ilk açan O’dur. Semada ilk
haset eden İblis olduğu gibi; yerde ilk haset eden de, Kabil’dir. O, Ye’cüc ve
Me’cüc’ün de babasıdır. Onlar, Âdemoğlunun en şerli evladıdır, en şerli babadan
dünyaya gelmişlerdir.
Kabil’in evladı; kamış düdükler, davul, kaval...
gibi çalgı aletleri ile eğlence ve kutlamalara daldılar. Şarap içme, ateşe
tapma, zina ve diğer günahları irtikâp eder oldular. Nuh Tufanı’nda bunlar
helâk oldu. Şit (A.S.)’ın evladı hayatta
kaldı.
Bilmiş ol ki; dünyada üzüntü ve keder kıyamete kadar
hiç eksik olmayacaktır.Yangın ve su baskınları hep var olacaktır.Dünya hayatı
böyle devam edecek, sabredip razı olanlara ne mutlu! (6)
Buraya kadar yazılanlardan anlaşıldı ki; yeryüzünde
işlenen ma’siyetler, belâların umumileşmesine, bereketin kalkmasına, nimetlerin değişmesine ve
bitkilerin azalmasına sebeptir.
Vehb İbni Münebbih şöyle anlatmıştır:
Allah-ü Tealâ, Âdem (A.S.)’ı yeryüzüne indirince;
Mikail(A.S.) kendisine bir buğday tanesi getirip: “Bu senin ve evladının
rızkıdır.(7) Tarlayı sür, tohumu ek” buyurdu. Âdem (A.S.)’dan İdris (A.S.) zamanına kadar ki
O; (Adem (A.S.)’ın beşinci göbekten torunudur.) Tohum deve kuşu yumurtası
büyüklüğünde idi. İnsanlar küfre düşünce, tavuk yumurtası kadar küçüldü, sonra
güvercin yumurtası kadar, sonra fındık kadar küçüldü.Üzeyr (A.S.) zamanında
ise, nohut tanesi kadardı. Günahlar çoğaldıkça, yaygınlaştıkça, bereket
kalktığı için bugünkü haline geldi.
DUA
Ey nida ve seslenişleri duyan, ölülerin kemiklerine
et giydiren Allahım! İsmi A’zam ve bildiğimiz bilmediğimiz güzel isimlerin
hürmetine; bizi itaatına muvaffak kılmanı, sana isyandan uzaklaştırmanı bütün
iş ve sözlerimizde muhafaza etmeni, geçen günahlarımızı bağışlamanı, açığa
çıkan kusurlarımızı örtmeni istiyoruz.
Binalar yıkılmadan, aydınlıklar bulanmadan, hayattan
ümid ipi kesilmeden, gündüz geceye dönüşmeden, alemlere ölüm gelmeden geri
kalan ömrümüzde sen bizi koru. O gün yaşlı ihtiyar ah gençliğim der. Hatırı
sayılan orta yaşlı ah! Mahcubiyetim der. Günahkâr ah mahrumiyetim der. Genç
yazıklar olsun bana der.
Allahım, kabirdekilere merhamet et. Müslüman
mevtalara şefkatle muamele eyle, Sultanımıza mücahidlere ve islâm akserlerine
yardım et.
KARADA
FESADIN İLK ÇIKIŞI-II
Hadis-i Şerif : Ebu Hureyre (R.A)’a hitaben:Yarın arşın
gölgesi altında benimle musâfaha etmek istersen; her gün benim üzerime 100
salâvat oku.
Hadis-i Şerif : Ebu Hureyre (R.A)’a hitaben
:Ey Ebu Hureyre! İlk şefaatim bana çok salâvat okuyanlara olacaktır.
Velhasıl, Cennetin bahası: “Lâ ilâhe illallah”
olduğu gibi, şefaatin bahası da; Hz. Muhammed ( (A.S) üzerine salâvat
okumaktır. Bugün bahayı ödeyenlerin; yarın karşılığını almaları ümit edilir.
Allahümme salli ala seyyidina muhammedin müferrikı,
firekıl küfri vet-tuğyani ve müşettiti cüyüşi buğatil cinni veşşeytani ve alâ
âlihi vesahbihi vesellim.
Manası : Allah’ım! Küfür ve azgınlık fırkalarını
(iman ve itaat fırkalarından )ayıran, insan ve cinlerin azgın ordularını
dağıtan efendimiz Hz. Muhammed ve onun âl ve ashabı üzerine salât ve selam
olsun.
ÂDEM (A.S.) VE HAVVA(R.A.)’IN CENNETTEN ÇIKARILIP
DÜNYAYA GÖNDERİLMELERİNDE; BİR ÇOK HİKMETLER VARDIR.
“Allah-ü Tealâ’nın, her insanı önce Cennet’te
yaratmamasının hikmeti nedir?Ayrıca Âdem babamızın dolayısıyla insanoğlunun
Cennet’ten dünyaya gönderilmesindeki hikmet nedir?”dersen:
Biz deriz ki: “Kulların nimetleri tazim etmesi,
saygı göstermesi, kadr-ü kıymetini bilmesi vaciptir.Dünyada yaratılmayıp,
doğrudan Cennete gitselerdi; Cennetin kıymetini bilmezlerdi.
Bazıları: Cennete girişleri iman ve amellerinin
mükafatı olsun. Hem de kaybetmekten emin olmaları için indirildiler
demişlerdir.
Bazıları da demişlerdir ki: “Bizim dünyada
yaratılmamızın sebebi: Allah-ü Tealâ’nın kâfiri müminden, isyan edeni itaat
edenden (kimsenin itiraz edemeyeceği şekilde) ayırması içindir.Yahut insanda
isyanı ortaya çıkarıp, neticede rahmet ve mağfiretini onlara göstermek içindir.
Eğer Hz. Âdem Cennette bırakılsa idi kemalinin yarısı noksan olurdu.
Ayrıca Allah-ü Tealâ, Âdem (A.S.)’ın sulbünden Hz. Muhammed (A.S.)’ın, diğer
peygamberlerin ve müminlerin gelmesini takdir buyurmuştur.Yine onun neslinden,
Cennet’ten nasibi olmayanların gelmesini de takdir buyurmuştur.Âdem babamız
Cennet’te bırakılsa idi,ahiret inancı olmayanların, günahkârların, kafirlerin
de Cennet’te kalması lâzım gelirdi. İlâhi gayret, onların Cennet’ten çıkmasını
icap ettirdi.
Ebu Medyen(R.A.)’a, Âdem(A.S.)’ın yasaklandığı
halde, Cennet ağacından yiyip dünyaya gönderilmesindeki hikmeti sordular. O:
-“Eğer Âdem babamız sulbünden Muhammed (A.S.) gibi
bir zatın geleceğini bilseydi; değil Cennet ağacının meyvelerini, köklerini
bile yerdi”dedi.(Mefatih)
HİKAYE:
Rum hükümdarı Kayser, İbn-i Abbas (R.A.)’a bir mektup göndererek; “Ev
sahibinin misafirlerini (Hz Adem ve Havva’yı) evinden çıkarması yakışır mı?”
Diye sordu.O:
-“Ev sahibi misafirlerini evinden çıkarmadı, bilakis (dış) elbiselerinizi bırakın, ihtiyacınızı giderin, sonra da geri dönün.” diye gönderdi.Dünyada da böyle olur; misafir elbisesini çıkarır, ihtiyacını görür ve sofraya geri döner”.dedi.(Nevadir-i Kalyubi’den)
(1)
Rivayet :
Hz Âdem ve Havva’nın yirmi defa, biri erkek biri kız olmak üzere ikiz çocukları
dünyaya geldi Ancak Şit (A.S.) yalnız olarak doğdu.İlk çocukları Kabil ve son çocukları Abdül Muğis’tir. Adem
(A.S.) çocukları ve torunlarının sayısı kırk bine ulaşıncaya kadar
yaşamıştır.(Tefsir-i Hazin)
Adem (A.S.) zamanında, kurbanlar kendisine verilecek
bir fakir bulunmadığından, gökten bir ateş gelir onu yakardı. Eğer kurban kabul
olunmazsa; ateş gelmez, kurbanı yırtıcı hayvanlar yerdi.
Said İbn-i Cübeyr’den :Gökten bir ateş geldi.
Habil‘in koçunu semaya kaldırıp Cennete götürdü.İsmail (A.S.)’a fidye olarak
gelinceye kadar Cennet’te gezip otlardı.(Mealim)
TARİH BOYUNCA HAKLI İLE HAKSIZIN AYIRT EDİLMESİ.
İbrahim (A.S.) zamanında da haklı ile haksızı ayırt
etmek için, ikisi de ellerini ateşe sokarlar, haklının eli yanmaz, haksızın eli
yanardı.
Musa (A.S.) zamanında ise, haklı ile haksız, Musa
(A.S.)’ın asası ile ayırt edilirdi. Asa haklının yanında sakince durur,
haksızın yanında deprenirdi. Süleyman (A.S.) zamanında ise rüzgâr ile ayırt
edilir di. Rüzgâr, haklının yanında sakince durur, haksızı göğe kaldırıp yere
düşürürdü.
Zülkarneyn (A.S.) zamanında su ile ayırt edilirdi.
Haklı suyun üzerine oturduğu zaman su donar , haksız oturduğu zaman erirdi.
Davut (A.S.) zamanında ise, asılmış bir zincir
vardı. Haklı elini zincire değdirebilir, haksız değdiremezdi. Şöyle ki:
Davut (A.S.) hüküm vereceği zaman gökten bir zincir
inerdi. Haklı olan öne çıktığında;
zincir aşağı iner ve ona elini sürebilirdi. Haksız olan öne çıktığında; zincir
yukarı kalkar haksız elini süremezdi. Böylelikle haklı ve haksız belli
olurdu.Sonra; bir gün, bir adam diğerine altın paralar emanet olarak bıraktı.
Emanet bırakılan şahıs sonradan bunu inkar edince, Davut (A.S.)’ın huzuruna
gelerek davalı oldular.Paraların emanet bırakıldığını inkar eden, yaşlı bir
adamdı.Elinde de asası vardı.Asayı delip paraları içine koydu.Dava başlayınca,
emanet bırakan zincire yaklaştı ve elini sürdü. Diğeri, davacıya: “Şu asamı
tutar mısın?” deyip asayı ona verdi. Dolayısı ile paraları da vermiş oldu.
Zincire de elini sürdü. O da haklı çıktı. Davut (A.S.) çok şaşırdı. Durumdan
haberi olunca; zincir semaya kaldırıldı. Bunun üzerine Hz. Davud’a muhakeme ve
davalarda, yemin ve şahitlere müracaat etmesi vahyolundu. (Mühit).
Hadis-i Şerif : İddia eden şahit gösterir, inkâr eden yemin
eder.
(2)
HİKAYE
İLÂHİ KAZA VE KADERE RAZI
OLMAMANIN FENALIĞI
Bir adamın bağı ve ağaçları vardı. Soğuk vurması
sebebiyle meyveleri kurudu. Şeytanın da vesvesesi ile adam öfkelenerek,
elindeki anahtarı semaya doğru atıp:
“Meyvelerimi mahvettin, anahtarı al.” demek küstahlığında bulundu. Anahtar
gökte uçup geri döndü. Adamın boğazına bir buğday tanesi takıldı, kırk gün
boğazından çıkaramadı. Nihayet bu sebeple öldü. (Nevadiri kaylubi)
Ayet Meali : Derken Allah, kardeşinin cesedini
nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi.(
Katil kardeş ): “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki
kardeşimin cesedini gömeyim?” dedi.Yaptığından pişmanlık duyanlardan oldu.(El-Maide-
31)
Ruh-ul Beyan’da İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri buyurur ki: “Bu Ayet-i kerimede birçok
hususlara işaret vardır:”
(1)Allah-ü Tealâ, insanlara bilmedikleri şeyleri
öğretmek için; peygamberler, peygamberlerede
melek gönderdiği gibi yine bilmediklerini öğretmek için insanlara bir karga veya başka hayvanları da
gönderebilir.
(2)Melekler ve peygamberler: “Halka bilmediklerini
öğretiyoruz ve onları hakka irşad ediyoruz .Bu vazife bize verildi” düşüncesi
ile kendilerini beğenmesinler. Zira, Allah-ü Teala bu işi bir karga ile de
yapabilir.
(3)İnsanoğlu bazı şeyleri öğrenmekte, bir kargaya
bile muhtaç olabilir; bazen bir karga kadar bile olamaz.1
(4)Her hayvanda, hatta her zerrede, Allah’ın
birliğine delalet eden bir ayet; insanlar için bir menfaat vardır. Hiçbir şey
batıl olarak, boş yere yaratılmamıştır.Dolayısı ile kul Allah’ın yarattıklarına
itirazdan sakınmalıdır.
HİKAYE
ALLAH’IN YARATTIKLARINI HOR GÖRMEMELİ.
Bir adam, dokuzlan böceğini gördü.2 –“Bunun yaratılışı çirkin,
kendisinde hiçbir güzellik yok, kokusu
da fena. Allah-ü Teala bunu niye yarattı acaba?” dedi.Hz. Allah kendisine bir
hastalık verdi.Her tarafı yara içinde kaldı.Doktorlar bir türlü tedavi edemediler.
Tam ümidini kesmişti ki; sokakta bağırarak giden tarikat ehli birinin sesini
işitti. “Onu bana getirin, hastalığıma bir baksın” dedi.Etrafındakiler:- “Ne
yapacaksın onu? Nice işinde maharetli büyük doktorlar yaranı tedavi edemedi. Bu
adam mı seni iyileştirecek? dediler.-
“Hayır, onu mutlaka bana getirmelisiniz”. Ehl-i tarik olan o zatı getirdiler. Yarayı görünce:-
“Bana bir dokuzlan böceği getirin” dedi. Orada bulunan adamlar, güldüler. Fakat
hasta ağzından çıkan sözü hatırlamış, hatasını anlamıştı.- “Derhal bu zatın
istediği böceği getirin. Çünkü o benim durumumu anladı, yaramı iyileştirecek”
dedi. Böceği getirdiler. Ehl-i tarik olan o zat, böceği yakıp küllerini yara
üzerine serpince hasta iyileşti ve:- “Biliniz ki; Allah-ü Tealâ, o en değersiz
varlıkta, en kıymetli bir ilacın olacağını bana öğretti. O hikmet sahibidir ve
her şeyden haberdardır” deyip hatasından dolayı tövbe etti (Nevadiri Kalyubi).
(3)
Habil, Kabil’den daha kuvvetli
olduğu halde; o gün müdafa-i nefis (nefis müdafası, Kendini savunma) mubah
olmadığından, Kabil’e karşılık vermedi. Allah-ü Tealâ’dan korktu. Bağavi der
ki: Öldürüleceğini anlayan kişinin Allah’tan ecir bekleyerek katillere karşılık
vermemesi caizdir. Hz. Osman da böyle yapmıştır (Ruh-ul Beyan).
(4)
Hadis-i Şerif : Hz. Enes (R.A.) ‘dan: Peygamber Efendimiz’e Salı
gününden soruldu. O: Salı günü kan günüdür. Hz. Havva o günde adet gördü, o
günde Hz. Âdem’in oğlu kardeşini öldürdü buyurdu.
Rivayet:
Kabil Habil’i öldürünce; düz
ve çıplak bir araziye bıraktı. Fakat vahşi hayvanların ve yırtıcı kuşların
yemesinden de korkuyordu. Bir dağarcığa koydu. 40 gün, diğer bir rivayette bir sene sırtında
taşıdı. Sonra Hz. Allah bir karga gönderdi...
Rivayet: İhlasın ehemmiyeti.
Hz. Âdem
(A.S.) yeryüzüne indirildiğinde; sahrada bulunan yabani hayvanlar gelip
kendisini ziyaret ediyorlardı. O da, onların cinsine göre dua ediveriyordu. Bir
bölük geyik geldi. Âdem (A.S.) onlara da dua etti ve sırtlarını sıvazladı. Onlarda güzel bir koku peyda oldu.
Diğer geyiklerin yanına gelince, onlar: “Bu kokuyu nereden buldunuz?” dediler.
İlk giden geyikler de hadiseyi anlatınca; Biz de gidelim de koku alalım” dediler. Fakat kendilerinde
herhangi bir koku hasıl olmadı. Çünkü onlar Allah rızası için değil, koku almak
için ziyarete gitmişlerdi.(Ruh-ul Beyan 1.Cilt)
Ayet Meali : Hem sizin için kısasta hayat vardır. -Ey akıl sahipleri! (Çünkü
kendisinin de öldürüleceğini bilen bir kişi, başkasını öldürmekten vazgeçer.
Böylece hem kendisi yaşar, hem de öldürmek istediği kimse sağ kalır).Umulur
ki,(haksız yere adam öldürmekten) korunursunuz.(El-Bakara-179)
Bu ayet-i kerimede, insanı öldürmekten sakındırma
vardır. Çünkü, kul haklarının en büyüğü
kandır. Ahirette de kul haklarından ilk sorulacak şey; kandır.
Hadis-i Şerif : Öldürülmüş kişi (kıyamet günü) telbiye
getirerek (lebbeyk) diyerek, bir elinde başı, diğer elinde de katili (kendisini
öldüren) olduğu halde ve şah damarlarından kan akarak gelir.Allah-ü Tealâ’nın huzurunda
dururlar.Öldürülen:-“Allah’ım! Bu beni öldürdü der.”Allah-ü Tealâ katile:
“Helak oldun”. der ve Cehenneme atılır..
Hadis-i Şerif: İnsan Allah-üTealâ’nın inşa ettiği bir binadır.Allah-ü
Tealâ’nın inşa ettiği binayı yıkan melundur. İnsan öldürmek; şeytanın yanında
makbul bir iş olduğundan, Habil’i öldürme işinde Kabil’e yardımcı oldu.
(Dersin başında anlatıldığı gibi )
Ebu Musa-el-Eş’ari demiştir ki:
Her sabah İblis, ordusunu yeryüzünde insanları
azdırmak ve onlara günah işlettirmek üzere gönderirken şöyle der:
-“Kim bir müslümanı hak yoldan saptırırsa; ona taç
giydireceğim.” Dönüp gelince hepsine teker teker sorar .Birisi:
-“Ben filan adama musallat oldum ;karısını
boşayıncaya kadar yakasını bırakmadım.”der. -İblis:
Muhtemeldir ki tekrar evlenirler. Diğeri:
-“Ben filancaya musallat oldum; anne ve babasına
karşı gelinceye kadar da peşini bırakmadım.”İblis:
-Yine iyilik yapabilir. Başka birisi:
-Ben falancaya içki içirdim.İblis:
-Sen gerçekten benim razı olacağım büyük bir şey
yapmışsın.Bir başka şeytan:
-Ben de filanca zina edinceye kadar peşini
bırakmadım. İblis:
-Sen de büyük bir iş yapmışsın.
-Ben de falancaya musallat oldum; adam öldürünceye
kadar da yakasını bırakmadım.İblis:
-Sen gerçekten en büyük işi yapmışsın, benim güvenimi ve rızamı kazandın” der.
İblis’in bundan çok memnun olması; adam öldürmenin
cezası çok büyük olduğu içindir.
Ayet Meali : Her kim de bir mümini kasten
öldürürse; onun cezası; ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap
etmiş,onu lanetlemiş ve ona büyük bir azap hazırlamıştır.(En-Nisa-93)
Haber: Allah-ü Tealâ, Âdem (A.S.)’ı yaratınca; ruh
üfürmezden önce, bedeni üzerine otuz dokuz sene üzüntü yağmuru, bir sene de
sevinç yağmuru yağdırdı. Baba kök, evlatta dal mesabesinde olduğundan;
insanoğlunda üzüntü ve keder çok, sevinç az olur. Çünkü üzüntü ve keder Âdem
babamızdan bize mirastır.
Hadis-i Şerif : Belâların
en şiddetlisi; peygamberler üzerine, sonra; veliler üzerine, sonra; manevi
derecelerine göre müminler üzerinedir.
Haber: İyi kimselerin haseneleri mukarrebin (Allah-ü
Tealâ’ya) yakın olanlar için günahtır.
Hz Âdem (A.S.)’dan ibret al; bir defa canının istediği
bir şeyi (yasaklandığı halde) yaptı, iki yüz sene ağladı.
ADEM (A.S)’IN DÜNYAYA İNMESİNİN SIRRI.
Üftade (K.S.)’dan: Âdem (A.S.)’ın dünyaya inmesinin
sırrı şu dur ki; Hz. Âdem, tevhid derecelerinden bir derecenin, kendi
derecesinden daha üstün olduğunu görüp, Allah-ü Tealâ’dan, o dereceye kendisini
ulaştırmasını niyaz etti.Allah-ü Tealâ: “O yüksek dereceye ancak ağlamakla
ulaşabilirsin” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Âdem ağlamak istedi. Fakat kendisine:
“Cennet sevinç yeridir ,ağlama yeri değil” denildi. Âdem (A.S.) da, dünyaya
indirilip, orada ağlayarak yüksek mertebeye kavuşmak istedi.
Nuh (A.S.)’ın da hâlinden de ibret al .O da, kafir
olan oğlunun boğulmaktan kurtarılmasını isteyince şu ayeti kerime ile
azarlandı:
Ayet Meali : - “Ey Rabb’im! Oğlum benim ehlimdendir,
( Ailemdendir)ve (sen benim ailemi kurtaracağını vaat ettin) Şüphe
yok ki senin vaadin de haktır.Muhakkak ki sen hakimlerin en hakimisin” Diyerek
iltica etti.(Cenab-ı Hak ) :
-“Ey Nuh! O(kafir oğul), senin ehlinden değildir. O, salih olmayan
kötü iş sahibidir.(Hakikatini) bilmediğin bir şeyi benden isteme.Ben
sana bunu öğütler ve senin cahillerden olmanı men ederim” buyurdu.Bunun
üzerine Hz. Nuh :
-“Ey Rabb’im! Hakikatini bilmediğim şeyi istemekten
sana sığınırım!Yoksa sen bana mağfiret
ve merhamet etmezsen; ben ziyana uğrayanlardan olurum” dedi.(Hud- 45,46,47)
İbrahim (A.S.)’ın da hâlinden de ibret al. Zira o,
yatağında bir saat istirahat etmek istedi. Oğlunu kurban etmekle imtihan
edildi.
Yakup (A.S.), Yusuf (A.S.) ile bir saat oturduğu
için sevindi; kırk sene üzüntü içinde gözyaşı döktü.
Yusuf (A.S.) aynaya bakıp: “Ben bir köle olsa idim
bana değer biçilemezdi” dedi. Birkaç dirheme, çok düşük fiyata satıldı ve
yıllarca hapishanede kaldı.
YAKUP (A.S.) İLE YUSUF (A.S.) ARASINDAKİ
MEKTUPLAŞMA:
İbrahim Halilullah oğlu İshak oğlu Yakup İsrail’den
Mısır hükümdarına;
Bundan sonra, oğlum Bünyamin’i hırsızlık suçlaması
ile hapsetmişsin. Allah’a yemin ederim ki, bizim ailemizden hiçbir hırsız
dünyaya gelmemiştir. O, peygamber oğlu peygamber neslidir. Fakat biz belâlara
düçar bir aileyiz. Dedem (Hz. İbrahim) elleri ve ayakları bağlanarak yakılmak
üzere ateşe atılmış, Allah-ü Tealâ, onu kurtarıp ateşi güllük gülistan
kılmıştır. Babam (yerinde olan amcam İsmail) kurban edilmekle imtihan edilmiş
ve yerine koç fidye edilerek kurtulmuştur. Ben ise en çok sevdiğim oğlum
(Yusuf) ‘u kaybetmekle müptelayım. O’nun ayrılığına yanıyorum. Kardeşi Bünyamin
ile teselli buluyordum. O’nu da sen hapsettin. Bu mektubu okuduğun zaman onu
bana göndererek iyilik yapmış ol. Yoksa sana öyle bir beddua ederim ki,
çocuklarına bile zararı erişir. Vesselam.
Yusuf (A.S.) mektubu alınca, ağlamaktan kendini
tutamadı, sabrını zorlayarak şöyle yazdı:
“Bismillâhirrahmanirrahim. Yakup İsrail’e Rum
hükümdarından:
Bundan sonra,- Ey şeyh! Mektubun bana ulaştı, onda olanları öğrendim.
Mektubunda; salih babalarından bahsediyorsun, onların bela ve musibetlere düçar
olduklarını yazıyorsun. Onlar belalara uğradıkları zaman sabrettiler ve
kazandılar. Sen de onlar gibi sabret ve kazan.
Yakup (A.S.) mektubu okuyunca: “Vallahi bu
padişahların yazdığı bir mektup değil; peygamberlerin yazdığı bir mektup” dedi.[1]
(Şeyhzade)
Musa (A.S.) da, zamanındaki insanların en âlimi
olduğunu düşündü. Hızır (A.S.) ile imtihan edildi. Bunun kıssası 10. derste
gelecektir.
.
Süleyman (A.S.), mülkünü büyük gördü ve neticede
elinden alındı.
Zekeriya (A.S.), Allah’tan başkasına (düşmanlarından
kaçarken kendisine seslenen ağaca) sığındı. Ağaç yarılıp içine
girdi. Ağaç tekrar kapandı; fakat testere ile kesilip şehit edildi.
Yunus (A.S.), kavmine olan bir öfkesi sebebiyle; kırk gün balığın karnında
mahpus kaldı.
(5)
KIYAMET GÜNÜNDE SANCAKLAR.
Kıyamet günü her bir zalim için bir sancak dikilir.
Bir münadi: -“Nerede Firavun? Nerede kendini büyük gören zorbalar? Bunlar toplanıp ateşe atılırlar. Bu sesleniş
böyle devam eder. –“Nerede Kabil? Nerede haksız yere adam öldürenler? Bunlar da
toplanıp, önlerinde Kabil olduğu halde Cehennem’e atılırlar. Sonra: -“İblis
nerede? denilir. İblis getirilince: -“Ey adaletle hükmeden! Bana; askerlerimi,
müezzinimi, kurramı (okuyucularımı), sahifelerimi, vezirlerimi,
fakihlerimi,bekçilerimi, tüccarlarımı, davulcularımı ve ehl-i iyalimi ver” der.
Şeytanın askerleri; dünyaya karşı çok hırslı
olanlar, müezzini; kıraatta hata yapanlar, kurrası; şarkıcılar, sahifeleri;
dövmeler, fakihleri; musibete
uğrayanlarla alay edenler,bekçileri; içki sofrasına oturanlar, tüccarları;gitar
ve kaval satanlar,davulcuları; davul,darbuka ve def çalanlar, ehl-i
iyali; içki yapımı için üzüm vb. yetiştirenlerdir.
Ayet Meali : Sizden önce nice (milletler hakkında)
ilâhi kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da, (Allah’ın
ayetlerini ve peygamberlerini) yalan sayanların âkibeti ne olmuş, görün!
(Âl-i İmran- 137)
Geçmiş ümmetler; dünya ve dünyalığa karşı olan
hırsları, dünya lezzetlerine olan istekleri ve nefislerinin isteklerine
uymaları sebebiyle peygamberlerinin dediklerinin aksine davrandılar da; yıkılıp gittiler. Dünya ve dünyalıklardan
eser bile kalmadı. Geriye kalan; dünyada üzerlerine lânet, Ahirette ise
azaptır. Allah-ü Tealâ, Ümmet-i Muhammed’den tasdik edenleri, geçmiş ümmetlerin
hallerini düşünmeye teşvik ediyor. Düşünüp ibret alsınlar da, Allah’a
dönsünler, geçici lezzetlere aldanmaktan yüz çevirsinler. Çünkü, dünya mümine
de, kâfire de yar olmaz. Mümin öldüğünde; geride iyi bir isim bırakır. Ahirette
ise kendini çok sevap ve mükâfatlar beklemektedir. Kâfir ise; geride kötü bir
isim bırakır. Ahirette ise büyük bir azaba düçar olur.
Dünya tuza benzer; ondan yedikçe, insanın susuzluğu
artar.
Hadis-i Şerif : Âdem
oğlunun iki dere dolusu altını olsa; üçüncüsünü de ister. İnsanın gözünü ancak
toprak doldurur.
İskender’in hazineleri arasında kırmızı altınla
yazılmış şu kitabe bulundu;
Gök ve gök cisimlerinin hareketi kimsede nimet
bırakmaz. Kendisine mal, zenginlik, şan, şöhret, makam ve mevki verilen kişi,
bunları bir fırsat bilip değerlendirsin ve insanlara iyilikte bulunsun. Çünkü;
dünya, şan, şöhret, makam ve mevki... bir gün yok olur. Geriye uzun bir pişmanlık veya bolca övgü kalır. Öyle ise soyu temiz
olana, asaleti olana, cömertliğe adım atmış olana itibar gösteriniz ve iyilikte
bulununuz. Zamanın insanları değiştirmesi sizi aldatmasın. Çünkü zamanın
tökezletmesi vardır ki; bazen kırar döker, bazen de, kırıp döktüğünü tamir
eder. (Ruh’ul Beyan)
(6)
Bilâkis zorluklar, felaketler, gün be gün
artarak devam eder.
Hadis-i Şerif : İşler ancak zorlaşır, dünya daha geri (kötüye) gider. İnsanlar
daha da cimrileşir. Neticede kıyamet, kötü insanlar üzerine kopar.
Hasan-ı Basri (K.S.) buyurdu ki: “Bu zamanda
insanlar altı kısımdır: Arslan, kurt,hınzır,köpek,tilki,koyun.
Arslan: Dünya hükümdarlarıdır. Onlar herkese saldırır; ama
kimse onlara saldıramaz.
Kurt:Tüccarlardır.Satın alacakları zaman malı kötülerler;
satacakları zaman öve öve bitiremezler.Bütün gayretleri,çalışmaları; mirasçılarına mal
bırakmaktır.Dünyalığa olan hırslarından
dolayı geceleri de çalışmak isterler.
Hınzır: Kadınlara benzeyen erkekler ki; çağrıldıkları her
yere , her fenalığa giderler.
Köpek: Günahkar kimseler ki; halka ve yanlışa koşarak
gider, hakka sarılmazlar.
Tilki: İnsanlara dindar görünen kişi; onların elindeki
dünyalıkları almak için dindar görünüp, onları kandırır.
Koyun: Mümindir, yünü kırpılır, sütü sağılır ,eti yenir,
derisi parçalanır, kemikleri kırılır,şu eza verici (hayvanların) arasında hâli
nice olur!
Denildi ki: “Beş kısım insan bozulduğu zaman;
dünyanın nizamı da bozulur. Allah-ü Tealâ ümmeti beş kısma ayırmıştır. Bunlar:
Âlimler, zahitler(dünya ve dünyalığa değer vermeyenler), gaziler, idareciler,
tüccarlar.
Alimler; peygamberlerin vârisleridir. Zahitler;
yeryüzünün manevi hükümdarlarıdır. Gaziler; Allah’ın yardımcılarıdır.
İdareciler; halkı görüp gözeten çoban mesabesindedirler. Tüccarlar da ;Allah’ın eminleridirler.
Âlimler mal ve zenginlik sevdasına düşerse kime
uyulur?
Zahitler mürailik ederse kimin peşinden gidilir?
Gaziler manen hasta olursa zafer kiminle kazanılır?
Tüccarlar hain olursa kime itimat edilir?
Çobanlar kurtlaşırsa halk kiminle korunur?
LÂ
HAVLE VELÂ KUVVETE İLLÂ BİLLAHİL ALİYYİL AZİYM.
(Nevadir Kalyubi’den)
(7)
Kazanç yollarının en üstünü cihattır; sonra ticaret,
sonra çiftçilik, sonra zanaattır. Allah-ü Tealâ Hz. Âdem (A.S.)’a bin çeşit meslek öğretmiş ve: -“Ey Âdem!
Evlâdına söyle. Dünya kazancı elde etmek isterlerse; bu mesleklerden biriyle
kazansınlar, dini alet ederek değil”buyurmuş.
PEYGAMBERLER VE SANATLARI.
Hz. Âdem (A.S.) çiftçi idi. Nuh (A.S.) marangoz,
İdris (A.S.) terzi, Salih (A.S.) tüccar idi. Davud (A.S.) zırh imal ederdi.
Süleyman (A.S.) sepet örerdi. Musa, Şuayb, Muhammed (A.S) çoban idiler. Her
peygamberin bir mesleği vardı ve hepsi kavmine tebliğde bulunurken: “Ben sizden
bir ecir, bir karşılık, bir ücret istemiyorum; benim ecrimi, Hz. Allah
verecek.” diyorlardı. (Mefatih-it- Tefasir)