Bir kavm yâni, rical topluluğu (1), ictima edip de, içlerinde hane sahibi (2), yahut vazife sahibi (3), veyahut memleket emîri ve kadı gibi, velâyeti-âmme sahibi bulunmadıkta (4), imamlığa, ulûmun hayırlısında mütebahhir olmasa bile, zâhiri fevahişten (ahlâk ve edebe mugayir hallerden), çekinir olmak şartiyle, namaz hükümlerini —hakkiyle— bilir (5) ve mesnûn olan kıraeti hâfız olan (6), ehaktır.
Memleket emîri, kadı, hane sahibi, bir yerde bulunduklarında, memleket emîri mukaddem olup, ondan sonra kadı ve ondan sonra da hane sahibi, imamete ehak olur (7). Kadı dahi, mahalle imamına takdim olunur (8).
Bunlar bulunmadığına göre, imamete, mezkûr minval üzere, namaz hükümlerini —en iyi— bilen ehak olup, ondan —yâni ilimde müsavattan— sonra, akre' olan —yâni tilâvette ve tecvitte ahsen bulunan— ehaktır (9).
Sonra evra' (en ziyade veri' ehli) olan ehaktır (10).
Ondan sonra esen (daha yaşlı) olan ehaktır (11).
Ondan sonra hulkan, yâni insanlar arasında ülfeten ahsen olan ehaktır (12).
Ondan sonra veçhen ahsen olan, yâni, en güzel yüzlüleri ehaktır. Zîra, güzel yüz —zahiren— iyi huya delildir (13). Hem de nâsın cemaate rağbetlerini, tezyid eden şeylerdendir.
Ondan sonra, neseben eşref olan ehaktır (14). Çünkü, ihtiram ve tâzim olunur.
Ondan sonra, sesi ahsen olan ehaktır. Çünkü, güzel sesi dinlemeğe — huzûa mebni — rağbet vardır (15).
Ondan sonra, elbisesi çok temiz olan ehaktır. Elbisesi nazîf olan kimse, murdarlık ve çirkeften uzak olmak cihetiyle rağbeti — cemaatin çoğalmasını — mucip olur.
Ondan sonra başı büyük olan ehaktır. (Büyük baş, büyük akla delildir).
Ondan sonra, malen ekber (16) ve ondan sonra cahen ekber (17) bulunan ehaktır.
Eğer zikrolunan sıfatlarca, hep müsavi bulunurlarsa, aralarında kur'a atılır. Kimin kur'ası çıkarsa o geçirilir. Yahut ihtiyar ve intihap, cemaate bırakılır. Eğer onlar, ihtilâf ederlerse, itibar, ekserin ihtiyarınadır (18). Ehak olmayanı ihtiyar ederse isaet etmiş olurlar, âsim olmazlar. Tecniste böyle mezkûrdur.
Mukîm ile misafirin içtimaında, ihtilâf olunmuştur: Onlar müsavidir, denildi. Mukîm evlâdır da, denildi (19).
Hidaye sahibi, tecniste demiştir ki, cemaatin istemedikleri kimsenin, onlara imameti üç vech üzeredir. Şöyle ki, eğer onların istememeleri, o kimsede olan bir fenalığa mebni ise, yahut kendilerinin imamete, ondan ziyade ehliyetlerine binaen ise, mekrûh olur (20). Ve eğer, o, onlardan ehak olup, kendinde bir fenalık dahi olmadığı halde, onlar kendisini, kerih görmekteler ise, geçip onlara namaz kıldırmak mekrûh olmaz. Çünkü, cahil ve fâsik olanlar, âlim ve salih bulunanları kerih görebilirler.
Kölenin ve azatlının ve âmânın imameti, kendilerinden efdali mevcut olduğuna göre, tenzîhen mekrûhtur. Onların efdâli yok ise, kerahet dahi yoktur (21).
Göçebe ve yerleşik, cahilin (22) ve ilim ve takvası olmayan, babası meçhulün (23) dahi, imametleri mekrûhtur.
Bunların imamlıklarının mekrûhiyyeti, hep cehalet kaydiyle mukayyettir ki, kerahet nekaise binaendir. Hattâ bedevi (göçebe) nazarîden (yerleşikten), ve köle hür olandan, ve veledi-zinâ (babası meçhul) veledi-rüşdden (doğru yoldan doğandan), ve âmâ basîrden, efdâl olursa, hüküm berakis (olarak kerahet, cahil olan hazariyi ve hür olanı ve veledi-rüşdü ve basîri, takdim etmekte) olur.
Fâsıkın ilmi dahi olsa, imameti mekrûhtur. Çünkü, dine ihtimamı olmadığı için, şer'an ihaneti, vâciptir. İmamete takdim sûretiyle tazim olunamaz (24).
Men'i müteazzir olduğu takdirde, cuma ve sâir namaz için, başka camiye gidilir. Eğer ondan başka cuma kıldıran yok ise, onunla kılınır.
Mübtedî' — ki, Hazreti Resûlullahtan (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) telâkki olunan hakkın hilâfına, bir nevi şüphe veya istihsana mebni (25), ilim (26) veya amele (27) ve yahut hale (28) müteallik şey ihdasını irtikâp etmek (29) sebebiyle, bid'at ehli olandır. Onun dahi imameti mekrûhtur (30).
(İmam Muhammed hazretleri, Şeyhaynden bid'at ehlinin arkasında, namaz kılmak câiz olmadığını rivayet etmiştir. Müşârün-ileyhimâdan menkul olanın sahibi budur ki, bid'at!, kendisini ikfare sebep olmayanın (31) arkasında namaz kılmak maal-kerahe sahih olur. Şu kavli şerifi nebeviye mebni ki, «Her facirin ve her iyinin arkasında namaz lalın. Her facirin ve her iyinin namazını lalın. Her facir ve her iyi ile beraber savaşın.» buyurulmuştur. Ve mecmeür-rivâyâtta demiştir ki, fasıkın yahut, «bid'atı, küfrü mucip olmayan» mübtediin arkasında namaz kılan, cemaat sevabını ihraz etmiş olur (32). Ve lâkin, mütteki imamın, arkasında namaz kılanın sevabına nâil olamaz).
Emredin (33), sefihin (34), meflûcun (inmelinin), barası yâyı olan abraşın «abraş, teni lekeli», mürâinin, mütesanî'in (35), meczumun «mis-» kinin», arkasında namaz kılmak mekrûh olur (36). Ücret ile imamet edenin arkasında namaz kılmak, müteehhirînin üftaları üzere, mekrûh olmaz.
İmamın namazı uzatması (yâni, kıraet ve tesbih ile veya bunların gayri ile uzatmak) mekrûhtur (37).
------------------
(1) Kavm lâfzının, ricale tahsisi, Hucurat sûresindeki (lâ yeshar kavmün, minkavmin ) kavli keriminden nümayandır.
(2) Muhaşşinin ifadesine göre, hane sahibinden maksut, hanede sakin olandır.İster kiracı, ister muvakkaten oturan olsun. Hanede bulunulduğuna göre, ev sahibi, camide bulunduğuna göre, vazife sahibi, mutlaka takdim olunur. Zikr oluna-cak fezail, onlarda gerek bulunsun, gerek bulunmasın. Hane sahibi, meclis sahibi,mescidin imamı başkası ondan, efkah, akre, evra, efdâl olsa da, imamete sairindenehaktır. Ya kendi geçer, yahut birini geçirir. Geçirdiği kimse sairlerine nisbetle, fazilette dahi olsa, böyledir. Ona müstahap olan, efdâli mezun kılmaktır.
(3) O mahallin imamı demektir. Zira vazife sahibi, vâkıf sahibinin tâyin ettiğidir. Diğeri takdim olunmakla, vâkıfın maksadı fevt olur. Onun şartı ise, şariinnassı gibidir.
(4) Bunların biri bulunursa, o ehaktır. Nitekim, âtiyen tasrih olunur. Muhaşşinin beyanına göre, âmme sahibi olan, hepsinden ehaktır. Ev sahibine, vazife sahibinebile, mukaddemdir.
(5) Maksut, sıhhat, fesat ve sair hususça, salât ahkâmına - hakkiyle - âlimolmaktır. «Fıkha ve şeriat hükümlerine â'lem olan, elhaktır» diyenin de maksudubudur.
(6) Mesnun olan kıraeti hâfız olmak, namazda kıraeti, mesnun olan miktaronun hıfzında bulunmaktır. Farz olan miktarın hıfzı, malûm olduğu üzere, sıhhatinşartlarındandır. Bunlar ise, kemalin şartlanndandır. İmam Ebû Yusuf, akre hakkındaki, hadîs-i şerife mebni, onu takdim etmiştir. Bu hususta mutemet olan, tarafeynin sözüdür. Çünkü, kıraete ihtiyaç ancak, bir rüknü ikame içindir. Fıkıha ise,bütün erkân, vacibat, sünen, müstahabat için, ihtiyaç vardır.
Hem de, akre o zamanın ıstılahınca, â'lem demektir. Çünkü, onlar Kur'ânı hükümleriyle beraber, telâkki ederlerdi. Ashabın uleması dahi (akre) tâbir olunurdu.
(7) Hanede kiracı olarak oturan, misafir bulunan ev sahibine takdim olunur.
(8) Hadîs-i şerîfte: «Kişi kendi velâyetinde olan mahalde memun olamaz, meğer ki kendi izniyle olan. Ve hanesi dahilinde, kendine mahsus mevkide, onun izniolmadıkça oturulamaz» buyurulmuştur.
(9) Akre: Ahkâmına ilimsiz olarak, mücerred ezberde, ekser olan, demek değil, belki vakf, ibtida, vasl, harfleri eda keyfiyetleri gibi, kıraet hükümlerine - hakkiyle - vâkıf olan kimse demektir. Bunları bilmediği halde, edayı ihkâm edenbilen... hükmündedir.
(10) Vera': Şüpheli şeylerden sakınmak demek olmakla, takvadan âlâdır. Çünkü,takva haramlardan sakınmaktır.
(11) Hadis-i şerifte, iki zata hitaben: (Ve liyüemmükümâ ekberükümâ) buyurulmuştur ki, size büyüğünüz imamet etsin demektir. Diğer hadîste: (fein kânû filhicreti sivaen feakdemehüm islâmen) buyurulmuş olduğuna mebni, Nihirde, Esenden, islâmen akdem olmak mânâsı kasd olunarak: sonradan müslim olan ihtiyar,islâm üzere neşet eden gence takdim olunamaz, denilmiştir. Bunda şu var ki, esenin mertebesi zikrolunmamış olur olur. Bunun için, bâzılar islâmen akdem olmak rütbesini esenin rütbesine takdim ederek, onları, başka başka iki mertebe itibar etmiştirki, bu güzeldir.
(12) Muhaşşî der ki, güzel hûlku, güzel ülfet ile tefsir, tefsiri-billâzımdır. Çünkü,hûlku güzel olana, insanlar ülfet-gir olur da, cemaat çoğalır. Müellif, güzel huyu,güzel yüze takdim etmektedir. Hülâsa sahibi ve molla Hüsrev ise bunu tercihetmişlerdir. Zira, kemal sıfatından ilk idrak olunan: zahir olandır. Yahut güzelyüz, güzel huya delil gibi olduğundandır. Çünkü, zahir bâtının unvanıdır.
(13) Kâfide, vechen ahseni, gece namazını - ki, teheccüt namazıdır . çok kılıcıolmakla tefsir etmiştir.
(14) Bâzılar, buna haseben ekser olanı, takdim etmişlerdir. Hasep: Sülâle büyüklerinin şerefi, mal şerefi, din şerefidir. Hasep ile kerem, şerefli babalan olmayanlarda dahi olabilir ki, akl ve zekâya ve salih işlere haml olunur. Amma, şerefile mecd, onlarsız olamaz. Dürrü Muhtâr Hâşiyyesinde, Muhaşşî merhum, Abbâsi, Hasenî, Hüseynî ve Zubeyrî gibi, neseb sahipleri, bir araya geldiklerinde, kim takdimolunur? bak demiştir.
(15) Zira huzû', güzel sesi işitmek indinde olur. Demek ki güzel ses Kur'ânın:güzelliğini arttıran şeylerdendir.
(16) Zira nefsi afîf olup, gayrin maline bakmaz ve namaz içinde iştigali az olur.Bunun itibarı, veri gibi, tekaddüm eden evsafın itibarından sonra, olmasından anlaşılır ki, maksut, helâl maldır. Ve illâ, onunla fâsik olmuş olur.
(17) Onu hoşnut olunacak hususa, sarf ederse demektir. Ve illâ, onunla fasikolmuş olur.
(18) Mişkât şerhinde denmiştir ki, bu ihtimal ki, bulunduklarına göre ulemâdan olan, eksere mahmuldür. Ve illâ cahiliyetin kesretine itibar yoktur. Kaale teâlâ«ve lâkin ekserühüm lâ yâlemûn.»
(19) Dürrü Muhtâra, ikinci kavl, ihtiyar olunarak «Badehû mukîm misâfireve badehû aslî hür azatlıya, ve badehû hadesten müteyemmim olan Cünüplükten müteyemmim olana takdim olunur,denilmiştir.
(20) Halebî dedi ki, Ebû Dâvûdun haberine mebni kerahet, tahrimiyye olmakgerektir ki, (üç sınıf vardır, onların namazlarını Cenab-ı Hak, kabul etmez,) buyurulup, kendini kerih görenlere geçip imamet eden, onlardan sayılmıştır.
(21) Köle ve kezâ, azatlı olanlarda, kerahetin vechi onların efendileri hizmetiyle iştigallerinden, ilim tahsili için boş vakitleri kalmayarak, kendilerinde cehlingalip olmasıdır. Âmânın imametinin dahi kerâheti veçhi, kıbleye doğrulamamak veelbisesini siyanet edememektir. Bu sebebe göre, tahsil görmüş kölenin imametindekerahet olmadığı gibi, fetanet ve nezafet sahibi olan âmânın imametinde de kerahet olamaz. (İnne ekremeküm indellâhı etkaaküm) olduğu gibi Hazreti Resûlü ekremsallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz dahi Hazreti İbni Mektûmu, defalarca veHazreti İtban bin Müâliki, Tebük gazvesine çıkışlarında, Medine'de kendi makamlarınabırakmışlardır. Halbuki, müşarünileyhima âmâ idiler. Radiyallahü teâlâ anhümâ.
(22) Müellifin kelâmındaki, ârâb: Badiyede oturan, demektir ki, Muhaşşinin tasrihi veçhile, göçebe halindeki Türkmenlere ve aynı durumda bulunan Kürdlere deşâmildir. İlim meclislerinden uzak bulundukları için bunlarda cehil galiptir. Müellifnazari olarak cahili de onlarla bir tutmuştur.
(23) Muhaşşi, onun imametinin kerahetini tâlilde: Çünkü, babasızlığı cihetiyleonda cehil galip olur. İlim ise, kerahette olmaz, dedikten sonra, onun kerahetininveçhini, kendisi müttehem olduğu için, nâsın ondan nefret eder olmalariyle beyanetmiş ve Nihir sahibi dahi, onu mukarrer kılmıştır. Buna göre, kerahet mutlaka- yâni câhil olmasa da - sabit olmak gerektir, dedi. Dür haşiyesinde, Bahirden naklen,köle hakkında dahi, böyle bir sebep söyledi.
(24) Bu sözün açık mânası, kerahetin tahrimiyye olmasıdır. Fâsık müptedî, hâmişinde târif olunur.
(25) Yâni inaden değil ve illâ küfür.
(26) Rüyetullahı inkâr etmek gibi.
(27) «Hayyi âlâ hayril-amel» diye ezan vermek gibi.
(28) Mutlak sükût, taattır, diye itikat ile sükût eylemek gibi.
(29) Ve onu, din gibi sırat-ı müstekim kılmak.
(30) Müptediin başkaca zikrolunması karînesiyle ondan önce mezkûr fasiktan,efaliyle fisk işleyen maksut olup akiydesiyle fasik olan maksut değildir.
Fısk, lûgatte doğru yoldan çıkmaktır. Şeriatte, kebîreyi irtikâp veya sagîrede israr ederek, hakka taatten huruçtur. Nemime, riyâ, şarap içme gibi.
(31) Bu kayda binaen Nebiy aleyhis-selâmın şefaatini, yahut kirâmen-kâtibiyni,veya ruyetullahı, inkâr edenin arkasında namaz kılmak caiz olmaz. Çünkü, o küfürüzeredir. Eğer: Cenab-ı Hak, celâl ve azameti eclinden, ruyet olunmaz, derse omüptedîdir. Müşebbih ki, —Cenâb-ı Hakkın eli ve yahut ayağı vardır, diye hâlikımahlûka teşbih edendir— kâfirdir. Eğer: Cenâb-ı Hak, ecsamı gibi olmayan, bircisimdir, derse o müptedîdir. Hazreti Sıddîkın sahabeliğini inkâr eden, israyı inkâr eyleyen gibi, kâfir olur. Fethul-kadîrde Hazreti Ömer'i dahi, bu hükümde HazretiSıddıka ilhak etmiştir. Burhanda, Hazreti Osman dahi, onlara ilhak olunmuştur.Mest üzerine meshi inkâr edenin, yahut Hazreti Ebû Bekirle Hazreti Ömere, sebbeyleyenin ve yahut Hazreti Sıddîkayı kazf edenin, arkasında namaz kılmak caiz olmaz.Binden olduğu, zaruretten malûm bulunan bâzı şeyleri inkâr eyleyen kimsenin dahi,küfrüne mebni arkasında namaz kılmak caiz olmaz. Ve kendinin tevîl ve içtihadınanamaz iltifat olunmaz. Hazreti Aliyi, sairine tafdil edenin arkasında namaz kılmakcaiz olur. Bundan Şiilere iktidanın cevazı anlaşılmasın ki, onlar müfaddıla değil, mükeffiri sahabedirler.
(32) Başkaları ile beraber ise maal-kerahe, ve illâ bilâ kerahe.
(33) Zâhiri bu ki, velev gayri sabîh olsun. Bitme çağına varıp ta, sakalı henüzçıkmayan, emred değildir. Onun imametinde kerahet yoktur.
(34) Sefih, reşidin zıddıdır. Her sefîh, fıska müstelzim değildir.
(35) Mütesanni Müraiden ehastır ki, taatı, tahsin tekellüfünde olandır.
(36) Bunların mekruh olmasının illeti, kiminde mefsedet, noksanlık, kimindefısk, kiminde de nefret olmasıdır.
(37) Cemaat, gerek razı olsun, gerek olmasın. Çünkü, salâtın tahfifi hakkındakiemir mutlaktır. Namazı uzatmakta, cemaatin tenfiri vardır. Hadîs-i şerifte ise, imamet eden, tahfîf etsin, mealde olmak üzere: İmam olan hafifletsin. buyurulmuştur.Namazın sünnetlerinin, 16 ncısında bu hususa dâir malûmat vardır.