Üst yüzü temiz ve alt yüzü necaseti mânia ile necis olan keçe (1) üzerinde namaz kılmak câiz yâni, sahih olur. Çünkü, keçe kalınlığı cihetiyle iki elbise gibidir. Kalın tahta dahi böyledir ki, onu da yarıp iki yapmak mümkün olmakla, alt yüzü necis olduğu halde, temiz olan yüzünde namaz kılmak - indet-tarafeyn - câiz olur. Çünkü, o, biri diğeri üzerine konulmuş iki şey hükmündedir (2).
Kendisi temiz ve astarı necis olan elbise üzerinde, namaz kılmak, astar yüze eklenmiş (yâni her taraftan dikişli ve yapışık) olmamak şartiyle iki elbise gibidir. Kalın tahta dahi böyledir (3).
Yaygının yahut hasırın temiz olan tarafında namaz kılmak o tarafının tahrik olunmasiyle necis olan tarafı hareket eder derecede küçük dahi olsa kavli sahihte, sahih olur. Çünkü, musâllî onu giyinmiş değildir.
(Hem de yaygı gibi yerde olan şey, yer hükmünde olmakla, onda şart olan ancak, musâllînin bulunduğu mekânın temiz olmasıdır).
(Başına sardığı) sarığın yahut (bürünüp namaz kıldığı) örtü veya bürgünün bir ucu tecennüs etmekle, onu başından ve (bedeninden) ilka ve teb'id ederek, temiz olan tarafını kendisinde ibka eylese, eğer o, sarık veya örtü, bir tarafı tahrik olunmasiyle, diğer tarafı hareket etmez derecede ise, namaz câiz olur. Çünkü, bu halde necis olan tarafı, musâllî giymemiş demektir. Eğer bir tarafını tahrik ile, diğer tarafı dahi hareket ederse namaz câiz olmaz. Çünkü, o halde musâllî hükmen, hamili necaset demektir.
Bundan zaruret hali müstesnadır ki, zarurette, sevbi müteneccis ile, setri avret edilerek namaz kılınır.
Sıhhati salâta mâni bir necaseti izale edecek şeyi bulamayan kimse, namazı öylece kılar. Ve bulduğu vakit iade etmez. Çünkü, mükellefiyet imkâna göredir (4).
İzalei necaset, kendisine nazarı helâl olmayan kimsenin yanında, keşfi avretsiz, mümkün olamamak sureti dahi böyledir. Zira izharı avret nehyedilmiştir. İzalei necaset ise emredilmiştir. Emr ile nehy içtima ettikte, nehy evlâdır.
Setri avret etmek için, velev ipekten, yahut ottan olsun, bir şey bulamayan kimse, o halde kıldığı namazı iâde etmez.
Gerçi ipek giymek (yahut kullanmak) erkeğe helâl değildir. Ve lâkin, farîzai setir, ipek giymekten evlâ olmakla, ipekten başka setri avret edecek şey bulamayan kimse, onunla tesettür ederek namazı kılmak lâzımdır (5). O var iken, avret yeri açık olarak namaz kılmak câiz olmadığı gibi, haşiş ile (ki ottur) örtünme mümkün iken, onu veyahut yaprak ile tesettürü, terk ederek namaz kılmak dahi câiz olmaz.
Çamur ve bulanık su (6) dahi, bilcümle, örter olmakla, onların içinde namazı îmâ ile kılmak mümkün iken (7), açıkta kılmak câiz olmaz.
Altı görünen, cam ve ince elbise ile, tesettüre itibar olmadığı setri zulmete dahi, itibar yoktur. Nitekim, bâbı şurutta zikrolunmuştur.
(Setri avret, hem halikın hakkı ve hem mahlûkun hakkıdır. Binaenaleyh, halvette yâni, kendinden başka kimse bulunmadığı yerde dahi, örtünmeme, ciddî bir sebep (8) olmadıkça, - sahih olan - örtünme vâciptir (9).
Setri avret edecek şeyi, velev birinin ibahası ve âriyeti ile olsun (10), bulan kimse için - onun sadece dörtte biri temiz olduğu halde - namazı çıplak kılmak, sahih olmaz. Müteyemmime hibe olunan su gibi ki, onun istimali müteayyen olur.
Şeyin dörtte biri, bir takım yerlerde, bütünü makamına kaim olur. Cümleden biri, bu mevzidir (11). Necis olan üç kısmının, kül makamına kaim olmaması, setrin lüzumuna ve rub'un tahareti sebebiyle necaset hükmünün sükûtuna mebnidir.
Rub'undan az kısmı temiz olan elbiseyi bulan kimse, onunla tesettür ederek kılmakla, çıplak kılmak arasında, muhayyer olup, o sevb ile ve hattâ tamamı necis olan elbise ile kılmak, uryan kılmaktan evlâdır. İki beliyyeye müptelâ olan kimse onların eşitliği halinde, tahyir olunur. Ehveni var ise, onu ihtiyar eder (12).
Çıplak olan kimse, namazı ayakta dahi kılabilirse de, hakkında efdâl olan, ileride anlatılacağı şekilde oturarak kılmak ve rükû ile sücudu îmâ ile yapmaktır.
Gayri tahir ile, örtünerek namazı edada, taharet şartı, gerçi bizzarûre, ihlâl edilmiş olur, ve lâkin hem setri avret şartı yerine gelmiş ve hem de namazın kıyamı, rükû ve sücudü hakkiyle ifâ edilmiş olmakla, elbette çıplak olarak kılmaktan efdâl ve ona müraccahtır.
Bazı avret yerini yâni, avret mevziinin birazını, örtecek şeyi, elde eden kimse için, onu alıp kullanmak lâzımdır (13). Hiç olmazsa, avreti galizasını örter (14).
Tamamen çıplak olan kimse namazı, ayaklarını kıbleye uzatarak, oturduğu (15) halde, îma ile kılmak mendup olur. Çünkü, bu halde oldukça örtülü bulunur.
Kaimen dahi, îma edebilir (16).
Kaimen rükû ve sücud ederek kılarsa, salâtın erkânını îfa ettiği için, o da sahih olur (17).
Bu iki sûretten hangisini dilerse, ona meyleder. Evvelkisi efdâldir.
Setri avret edecek şeyi - var iken - unutarak, namazı çıplak kılanın, namazının sıhhatine ihtilâf olunmuştur.
Gerek hür olsun, gerek kendisinde esaret ve memlûkiyyet bulunsun erkek kısmının (18) avret yeri (19), göbek ile diz kapağı müntehası arasındakidir. (Bunlara her taraftan, bir hizada bulunan mahaller, avrettir) (20).
Cariyede zikrolunan mahalli avrete, zahr ile batin dahi ziyade edilir (21). Gerek memluke-i mahza olsun, gerek ümmü-veled veya müdebbire veyahut mükatebe bulunsun ve (hattâ )indel-imam müstesiat dahi olsun (22).
Bunlar başlarını örtmeyerek ve hattâ göğüslerini dahi açık olarak namaz kılabilirler.
Hurre olan kadının bütün vücudü avrettir. Yüzü, elleri vs ayakları müstesnadır ki, bunlar avret olmamakla namazda yüzü açık bulunduğu gibi. eli ve ayağı dahi umumî zarurete mebni altı ve üstü, müsavi olmak üzere açık bulunabilir. Ve lâkin, el başka, kol başkadır. Hurrenin kolu zâhiri rivâyette avrettir (23).
(Ayak dahi başka, bacak ta başkadır. Bacak avrettir ki, namazda bir rubunun bile, bir rükün edâ edecek müddet, münkeşif olması namazı ifsat eder.)
Hurrenin saçı ve kavli esahta (24) saçlarının sarkıkları bile avrettir. Fetva dahi bu kavl üzerinedir (25).
Gerek erkek, gerek kadının galîz ve hafif (26) avret âzasından bir uzvun örtüsü var iken (27) ruhunun (28) açılması namazın sıhhatini manîdir (29). Rub'un madunu, menetmez.
Rükbe fuhz ile (yâni uyluk ile beraber diz), aslında bir uzuvdur (30).
Açılan yerler müteferrik olup ta, mecmuu, âzâyi avretten en küçüğünün rub'una müsavi olur ve açık kaldığı müddet, bir rüknü eda edecek miktar sürmüş bulunursa, namazın sıhhatına mâni olur. Ve illâ, (31) mâni olmaz. Ve bunda fakîr ve zengin müsavidir.
Hastalığa, yahut bir tahta üzerinde kalıp, gark ve telef korkusuna, (veyahut yönelmede, zararı şedid husulünde), yahut - farzlara göre - (32) hayvan üzerinde bulunup da ya ihtiyarlığından yahut hayvanın serkeşliğinden nâşi kendi kendine inip binmeğe kaadir olmamağa (ve inmekte yalnız kalmak tehlikesi yahut yerin çamurlu olmak mahzuru bulunmağa) yahut insandan veya hayvandan kendi nefsini veya bineğini yahut mal ve emaneti hakkında düşman korkusu veyahut kital için şiddetli bir korkuya veya düşmandan râkiben firara (33) mebni, istikbali kıbleden bi-nefsihî âciz olanın kıblesi, zarûrete binaen kendisinin kaadir olduğu ve emin bulunduğu cihettir (34). Namazı kaiden kılmak sûretinde, düşmanın onu görmesinden korkarsa, emin olduğu cihete yan üstü yatarak îma ile kılar.
Gayrin kudretiyle kaadir olan kimse indel-imam kaadir sayılmaz (35). İmameyn buna muhaliftirler ki, onlarca o kimse kaadir sayılır (36).
Yardımcısı olmayan âcizin, kaadir olduğu cihete yönelerek kıldığı namazın sihhatinde ihtilâf yoktur.
Kıble tarafı kendisince şüpheli olup ta (37) yanında (38) o mahal halkından veya ilmi olandan (39) haber veren olmadığı ve yahut sorup ta cevap alamadığı (40) ve mihrap bulunmadığı sûrette maksudu, tilâvet secdesi dahi olsa, taharri eder, yâni kıbleye isabet için gayret sarfederek en sonunda reyi galibiyle amel eyler (41).
(Yanında yerli halktan ve kıbleyi bilenden, soracak kimse varken ona sormayıp ta, kendisi araştırmak; ayrıca sormak hem soranı, hem de diğerini mülzim olup, taharri ise ancak, müteharriyi mülzim olduğundan dolayı, taharrinin fevkinde bulunduğu için, câiz olmadığı gibi, Zeyleî) mihraplar mevcut iken (dahi) taharri câiz olmaz, çünkü onların fil-asıl vaz'i, bihakkındır (42). Yerli halktan ve ilim ehlinden olmayanın kavline iltifat etmez. Her ne kadar muhbir iki dahi olsa ki, onlar dahi kendisi gibi vukufsuz yolculardır, içtihaden ihbar ederler. Diğerinin içtihadı için, kendi içtihadını terk eylemez.
Kapıları çalıp kıbleyi sormak ve mihraptan başka bir tâk bulunmak ihtimaline mebni, duvarları yoklayarak kıble araştırmak lâzım değildir.
Meselâ: Âmâ kimse, kıbleden gayriye durarak bir rekât kıldıktan sonra, biri gelip onu kıbleye doğrultsa, eğer namaza durduğu vakit, kıbleyi soracak kimse bulamadı ise, namazı sahih, ve eğer soracak kimse bulup ta, sormayarak durmuş ise, namazı gayri sahihtir. Her iki sûrette, kendisini kıbleye doğrultmuş olan kimsenin ona iktidası sahih olmaz (43).
Kıble kendisine şüpheli olan kimse, taharri üzerine kıldığı namazın kıbleye isabet etmediği, tebeyyün ettiği takdirde, namazı iade etmez (44).
Kıble aramak, abdest almak için temiz su ve namazda setri avret için temiz elbise, aramak gibi değildir ki, suyun ve libasın temiz olmadığı tebeyyün-ederse, namaz iade olunur. Çünkü, namazda taharet, intikal ve tebeddüle ihtimal olmayan bir şeydir. Kıble ise öyle değil, intikal ve tahavvülü muhtemeldir. Nitekim, beyti makdisten Kâbe-i Mükerremeye tahavvül eylemiştir.
Eğer araştıran namaz içinde hatasını anlar veya içtihadı tebeddül eylerse istidare ve bina eder. Yâni sevap gördüğü cihete dönerek namazına devam eder (45).
İçtihadın tebeddülü, nesh gibidir (ki, önceki ameli iptâl etmez. Belki ondan sonra eski ictihatla amel etmek menedilmiş olur). Ehli Kubâ, kıblenin neshi haberi, kendilerine ulaştıkta, namaz içinde Kâbe cihetine döndüler. Nebi aleyhis-selâm dahi onların bu fiilerini hüsün gördüler.
Kıble kendisine şüpheli olan kimse, bilâ taharri namaza başlarsa onun fiili mevkuf olur. Şöyle ki, kıblede isabet etmiş olduğunu, eğer namazdan ferağından sonra anlarsa, o namaz sahih olur. Zira kendi zanniyle olan hüküm (46), sevabın tebeyyünüyle bâtıl, ve namazın evvelinden beri cevazı sabit, olmuş olur. Ve eğer isabetini, namazın içinde anlarsa, velevki, zannı galip ile olsun, o namaz fâsit olur. Zira onun hali, o bilgi ile kuvvet bulmuş olmakla, kaviyi zaîfe, bina eylemiş olur.
Nitekim, isabetini hiç bilmemek suretinde dahi, namaz fâsittir, zira, fesat, istishabı hal ile sabittir (ki, o da, şüpheli olduğu halde, taharriyi terke mebni olan, fesattır). (47).
Taharrisi, bir cihete vâki olup ta, kendisi diğer cihete durarak kılsa, isabet etse dahi, kâfi olmaz, zira hakkında hükmen Kâbe olan ciheti ki, taharrisinin vâki olduğu cihettir, terk eylemiştir.
Nitekim, necis bildiği elbise içinde olduğu, yahut kendini abdestsiz sandığı veyahut vaktin girmemiş olduğunu mutekit bulunduğu halde, namaz kılıp ta, bildiğinin aksi, meydana çıkmak sûretinde, kıldığı namaz her ne kadar, gereken şartları haiz ise de, kifayet etmez. Zira diğer şart mevcut değildir ki, o da, kendisinin iptidaen olan fiilinin fesadına hükmetmiş olmasıdır.
Bir cemaatin karanlıkta, her biri bir cihete —bit-taharrî— durup, imamlarının halini —kıble cihetlerini— bilmeyerek (48), kıldıkları namaz, kendilerine kâfidir. Yalnız içlerinde imama tekaddüm etmiş var ise, onun namazı Kâbe dahilinde olduğu gibi— gayri sahihtir.
------------------
(1) Keçe demekten maksat, iki kısma yarılmağa müsait olan, her kalın şeydir;tahta, taş, kerpiç, gibi.
(2) Muhaşşî der ki, içinin dolgusu necis olup ta, iki yüzü temiz olan şey dahi,zikrolunan gibidir. Yününde necaseti fâhişe bulunan koyun veya keçi derisi dahiöyledir.
(3) Kuhistânîde demiştir ki, içi yâni astan müteneccis olan kaftan gibi şeyin, dış yüzünde yakası üzerinde durup eteğine secde etmek üzere, namaz kılmak gerektir.
(4) Gerek vakit bâki olsun, gerek olmasın. Ve necaset gerek libasta, gerek mekânda bulunsun. İzale edici şeyi bulamamak dahi gerek hakikî olsun, gerek hükmî olsun: bulup ta, aduv ve haps gibi bir mânia mebni, istimale kaadir olamamak,nükmen bulamamaktır.
(5) İpek libas ile kılınan namaz sahihtir. Ve zaruret halinde ise, günah dahiyoktur. Başka şeye kudreti var iken, onunla kılarsa günahkâr olur.
(6) Bulanık kaydı, duru su setre salih olmadığındandır.
(7) Bu bapta, cenaze namazı ile, diğer namazların farkı da yoktur.
(8) Reddi Muhtârda, büyük, küçük su dökmekle, temsil olunduktan sonra:Halvette münferiden yıkanmak için, soyunmak hakkında, mekruh olur, inşaallahmâzur olur, onda beis yoktur, az vakit için caiz olur, küçük bir hamamda (gusülhanede) caiz olur, denilmiştir.
(9) Kendinden, setir vâcip olmaz, denilmiş ve bu kavl de tashih olunmuştur.
(10) Verenin minneti altında kalmak ta olmaz ki, ibaha temlik gibi, minnetimucip değildir. Muhaşşî der ki, ibaha etmezse onun üzerine kudreti sabit olmamışdemek olmakla, o halde namazı çıplak kılar. Zira gayrin mâli ile intifaa, mesağışer'î olmadıkça câiz olmaz. Gayeden naklen Halebîde mezkûrdur ki, örten libasvaad olunmakla, ona kudret sabit olmuş olmaz, ve lâkin, namaz kazâya kalmaktankorkulmadıkça tehir olunmak, Şeyhayn indinde vacip olur. İmam Muhammed indinde, mutlaka intizar vacip olur.
(11) İhramdan çıkmak ve ihrama niyyet edilmiş olmak, meselelerince, başınrub'unun tıraş ve taksiri dahi o cümledendir.
(12) Nitekim, bir kadın namazı kıyamen kılmak takdirinde, ondan bir uzvunrub'u münkeşif ve kuuden kılmak takdirinde örtülü olur ise, kuuden kılar. Çünkü,kıyamın terki ehvendir. Necis libasla kılmak dahi böyledir.
(13) Müellif, evvela vücup ile kayd edip, badehû onu, lüzum ile tefsir eylemiştir.Terceme kuvveti cihetiyle, lüzuma kasr edilmiştir.
(14) Yalnız o kadarı örterse, onunla önünü ve arkasını örter. Eğer onlardanancak, birini örtebilecekse: Haleti rükû ve sücudda fazla açılacağı için, arkayı örter,denilmiş olduğu gibi: Kıbleye karşı bulunduğu için ön tarafı örter, dahi denilmiştir.
(15) Zahirede mezkûr olan budur; Mûnyetül-musâllîde: Namazın teşehhüdühâlinde oturduğu gibi oturur, demiştir ki, buna göre, kadının ve erkeğin hali, muhtelifolmuş olur. Hilâf, evleviyyettedir.
(16) Sahibi Hidayenin, zâhiri ifadesi, bu sûretin men'idir.
(17) Dördüncü bir sûret kalmıştır ki, onu da, sahibi bahr ve nehr, Mültekalebhurdan naklen zikreylemişlerdir: Oturarak rükû ve sücut ile kılmaktır. Zeyleî merhum, çıplağın rükû ve sücut ile, yahut bunları îma ederek namazı kaimen veya kaiden kılması caiz olduğunu, ayni eserden naklen bildirmiştir ki, dört sûreteşâmildir.
(18) Erkek tabirinde, Sabînin böyle olmadığına işaret vardır. Siracde demiştirki, pek küçük çocuk için (ki dört yaşına kadar demektir) avret yoktur. Ve onanazar ve messeylemekte dahi beis yoktur.
(19) Avret lûgatte ayb ve naks mânâsına olan avr'den mehuz olarak, zuhurukabîh olan her şeydir. Kubh zuhuruna ve kendisinden (gaddi-basar) olunduğuna mebni, (sev'ete) avret denilmiştir. (Sev'et) od yeri demektir. İnsanın, istinkâfyahut istihya cihetiyle, her setr ettiği şey dahi, avrettir. Nisâ dahi avrettir. Nitekim,lügat kitaplarında mezkûrdur.
(20) Sürre veya menbitten başlar. Zahiri rivayet, rükbenin tamamen avret olduğudur. Şeriatte avret, setri farz olan yerdir ki, Şari aleyhis-selâm onu «Erkeğinavret mahalli göbeği ile dizi arasıdır. Diz de avrettendir.» kavli şerifleriyle beyanbuyurmuştur. Avretin galîza ve hafîfeye taksimi, Muhaşşînin âtiyen olan tasrîhiveçhile, namaz hakkında değil, nazar hakkındadır. Bahirde mezkûrdur ki dizhakkındaki avret hükmü, kalça hakkındaki, hükmü avretten ehaftır. Semeresi debudur ki, dizi açılmış gördüğü kimseye insan rıfk ile nazar edip, eğer o kimse,ısrar ederse onunla niza' etmez. Fakat kalçası açılmış gördüğü kimseyi nefretleayıplar, ve o kimseye setri emreder ve ısrar eylerse onu tedip eder. Göbeğindenkasığına kadar açık gördüğü kimseye rıfk ile inkâr üzere olur, ısrar ederse, niza'eyler ve onu tedip etmez. Zira müçtehidün-fihtir. Kavli Fazlîye binaen ki, - her nekadar zaif ise de: «Orası amelede açık olmak üzere, teamül olduğuna mebni avretdeğildir» demiştir.
(21) Yanlarından, batna yakın yerler batna, ve zahra yakın yerler zahra tâbidir.
(22) Kısmen âzâdlı olandır ki, indel-imam onda rikk mevcuttur. İndel-imameyn o borçlu hurredir. Merhune olan cariyeyi (rahini muassır) azat etmiş olursao ittifaka hurre olur.
(23) İmam Ebû Hanîfe Hazretlerinden kolun avret olmadığı dahi rivayettir.Hidmet için, kolun keşfine hacet olmadığına mebni, Kitâbül-ihtiyarda, bu rivayetihtiyar olunmuştur. Kemal demiştir ki: Bazılar, kolun namazda avret olup, namazdışında avret olmadığını tashih etmişlerdir. Avret olmamakla ona nazar caiz olmaklâzım gelmez. Çünkü, nazarın hal ve cevâzı avret olmamakla beraber hissi diğerkorkusu olmamak şartına bağlıdır. Bunun için veçhi-emirde nazar dahi, mezkûrkorku halinde haramdır. Halbuki o avret değildir.
(24) Müellif böyle demekle onun avret olmadığına dair olan rivayetten ihtiraz etmiştir. Abdullahi-belhî dahi ona kaildir. Nihr de demiştir ki, elhâsıl onun hakkında iki itibar vardır: Biri avret hususunda onun bedenden olmak itibarı, diğeri örtülü olduğuna göre, gasl hakkında, onun bedenden olmamak itibarıdır.
(25) Bundan dolayı, hurrenin sarkan saçının bir rub'u dahi namazda açık bulunmak namazın sıhhatine mânidir.
(26) Avretin, galîza ve hafîfeye taksimi, nazar hakkında olup, namaz hakkındahepsi birdir.
(27) Çünkü, eğer örtüsü yok ise, namazı çıplak dahi kılar.
(28) Rubu kaydı salâta göredir, Keşf ve nazarın hürmeti, rub'u uzuv ile mukayyet değildir. Onun azı, çoğu birdir.
(29) İmam Ebû Yusufça, bir rükün eda edecek müddet olur ise, ve imam Muhammetçe, bil-fiil edai rükün edersedir. Muhtâr olan Ebû Yusuf'un kavlidir. Münyede, rükün sünnetle edasi itibar olunmuştur ki, üç tesbih miktarı demektir.Rub'un itibarı indet-tarafeyndir. İmam Ebû Yusuf ekserin inkişafına itibar etmiştir. Nısıfta ondan iki rivayet vardır. Rubudan ziyadesi evleviyyetle rubu hükmünde olup kısa müddetli çok açılma, uzun müddetli az açılma (rub'un azı) gibisıhhate mani değildir. Fakat uzun süreli çok açılma ittifakla manidir.
(30) Hakikatte diz müstakil bir uzuv olmayıp, uyluk kemiğiyle bacak kemiğinin iltikagâhıdır. Dirsek dahi bazuya ve bilek kola tâbi olmak gerektir. Kadınıntopuğu dahi bacağıyle beraber bir uzuvdur. Kulağı başından ayrı bir uzuvdur. Sarkık olan memesi dahi bir uzuvdur. Eğer meme sarkık değilse körpe ise, sadreynetâbîdir. Tenasül uzvu, husyeteynden ayrı bir uzuvdur. Göbekten kasığa kadar, cevanibi bedenle beraber, bir uzvu Kâmildir. Her kaynak, başka uzuvdur. Mak'ad onların üçüncüleridir ki, o dahi müstakil bir avret uzvudur.
(31) Yâni, on küçük avret âzâsının rub'una bâliğ olmaz, yahut olsa da inkişafmüddeti o miktar uzamazsa.
(32) Çünkü, nevafilin, şehir dışında binek üzerinde edası, acz ile meşrut değildir.
(33) Râkiben kaydi, maşiyen firarda, salât caiz olmadığındandır.
(34) Kaadir olursa (hayvan durur olduğu) ve kaadir değilse (hayvan yürür bulunduğu) halde, ima eder ve kaadir ise kıbleye müteveccih olur. Değilse olmaz. Vebunlar farz olan namazlar hakkındadır.
(35) Meselâ âmânın yedeni olsa da, cumaya çıkmak ona vâcip olmaz. Yardımcının müteberri yahut ücretli veya köle olması arasında indel-imam fark dahi yoktur.Burası Muhaşşinin ifadesine göre, geçen meselede istikbal ve nüzülden aczin, binefsihi olmak kaydiyle mukayyet olmasının illeti menzilesindendir.
(36) Bu meselece, musahhah, kavli imameyn olduğunu, Muhaşşî merhum Bâbülcumada zikretmiştir.
(37) Kıbleye şüphe, işaretlerin yokluğuna binaen olur. Amma hava açık olupta, Edille meydanda iken, kendisi onu bilmezse taharri caiz olur mu? Ve cehl ilemâzur tutulur mu ? Bâzıları: Ne taharri caiz olur, ne de bilmemekle mâzur tutulur, dediler. Zahîrid-din Marginânî: caiz olur, dedi. Sahib Cevhere: Kudûrînin haberindetaharri edip reyi gaalibiyle amel eyler.
(38) Yanında olmak, bağırırsa işitilir yerde bulunmaktır. Âdilin kıble hakkındaki kavlini kabul eder (gerek kul, gerek cariye olsun). Fâsıkın, ahvali bilinmeyeninhaberinde taharri edip reyi gaalibiyle amel eyler.
(39) Namazın şartlarının yedincisine bakınız.
(40) Ora halkından veya ehli ilimden olduğu halde demektir.
(41) Muhbiri adlin kavli, kendi rey ve içtihadına muhalif dahi olsa, onu tutmak vâcip olur. Çünkü, ihbar, taharriden âlâdır. İhbar da müstahaptır. Feyümî derki, taharri kasd mânâsındadır. Ve bir işte taharri etmek, iki emrin, daha iyisinitalep eylemektir.
(42) Eski mihraplar kıble için delildirler. Hususiyle Medinei Münevvernin mihrabı! Çünkü o, vahyen mevzudur. Bu takdirde mihraba ittiba vacip olur, o varken,taharrî caiz olmaz. Kadıhan fetvalarında, mihrapların vücudiyle beraber, taharrinin dahi cevazı mezkûrdur.
(43) Çünkü, ilk sûrette de imamının hatâsı olduğunu bilmiştir. Şu dahi, bu meseleye benzer ki, bir kimse karanlıkta bir mescide girip akşam namazını kıldıktansonra, ı§ık gelince namazı kıblenin gayriye kıldığı tebeyyün etse, eğer taharri ilekılmışsa, namazı caiz olup, iade lâzım gelmez.
(44) Sahabe hazeratı, bir karanlık gece, seferde teheccüd namazını her biribit-taharrî bir tarafa yönelerek kıldıkları sabah olunca tebeyyün ederek, Zâti hazretiRisalete arz olundukta (Fe-eynemâ Tüvellû fesemme vechullah) kavli kerîminin nâzilolduğunu, Amir bin Ukbe yahut Âmir bin Rabîa «Radiyallahü teâlâ anhu» rivayeteylemiştir.
(45) Müellif: «Sağdan sola doğru döner» demiş ise de, Muhaşşî merhum: Buâlâ veçhil-istishâb, olmak gerektir, vücubî değildir, demekle beraber: bunun damahalli, sağdan dönmek, amel-i kesir olmamak sûretindedir. Ve illâ, müstahap olanamel-i kalîl bulunan cihetten dönmektir, demiştir. Müellifin, burada bir meselesi daha var ki, döndükten sonra, secdeyi terk ettiğini hatırlarsa, namazı bâtıl olur, demektir. Onun da vechi, bir rekât için, iki kıble olmamasıdır.
(46) Halden kıble kendisince şüpheli olanın hali, maksuttur ki, onun ademitaharrî indinde hali, fesattır. Çünkü, şüpheli bulundukta, taharrîsiz durulan namaz,fâsittir.
(47) Ve (sureti sabıkada olduğu gibi) bir delîl ile mürtefî de olmamıştır. Binaenaleyh, fesat rnütekarrerdir, zira, meşrut olan şey, ne hakikaten ve ne hükmen,hâsıl olmamıştır. Hakikaten hüsul: Yakînen istikbal ile olur. Hükmen hüsul: Taharrî ile olur.
(48) Eğer imamın haline agâh idiyse, onun namazı gayri sahihtir. Çünkü, onunitikadınca imamı hatâ üzeredir. Kâbenin içindeki namazda bu, şart değildir. Ziraher taraf kıbledir.