Farz olan vakit namazlarının, evkatı cevaz ve istihbabı olduğu gibi, mektup ve gayri mektup, cinsi-salât için, evkatı mekruhe dahi vardır. Ve onlar iki nevidir. Birinci nevi: Tulû, istivâ, gurup zamanlarıdır. İkinci nevi: Fecrin tulûu ile, güneşin tulûu arası ve ikindi namazından sonra güneşin sararması esnasıdır. Bunlardan evvelki nevide güneşe tapanlara teşebbühten ihtirazen, şer'i enver bizi, cinsî salâttan nehy etmiş olduğu gibi, ikinci nevide, ve aşağıda sayılacak, daha bir takım vakitlerde dahi, bilhassa nâfile namazlardan ve onların beyan olunacak lâhikalarından bize şer'an nehy varit olmuştur.
(Evkatı mekruhe) unvanı, bu iki nevi evkatı cami ve kerahet, - Tahtâvînin tasrihi veçhile - lûgat mânâsına mahmul olmakla, mekruhtan müfside dahi şâmil, bir mânâ, maksûttur (2). Çünkü, birinci nevi hakkındaki nehyi-şer'î, cenaze namazının dahi, şâmil olmak üzere, farz ve vâcip namazlar, sehiv ve tilâvet secdeleri hakkında bir mâni teşkil etmekle, onların sebebi vücubü, evkatı mezkûre içinde hâdis oldukça, ne edâ, ve ne de kazâsı sahih olmamakta ve mâdâsının sıhhati, ikinci nevide olduğu gibi, kerahetle olmaktadır.
Malûmdur ki, geniş mânâsıyla namaz adı verilen şey: Farz, veya vâcip, yahut nâfiledir.
Farz: Ya ayn, veya kifâyedir.
Farzı ayn: Edâsı gibi kazası da farz olan, beş vakit namaz ile salâti cum'a ve secde-i sulbiyedir.
Farzı kifâye: Salâtı cenazedir.
Vâcip dahi, ya li-aynihî veya li-gayrihî'dir.
Vâcip li-aynihî ki, icabı hak ile vâcip olan, ve tabiri diğerle, vücûbü, kulun fiiline mütevakkıf olmayandır: Vitir, her iki bayram namazı, secde-i tilâvettir.
Vâcip li-gayrihî ki, icabı abid ile vâcip olan ve tâbiri diğerle vücubü, kulun fiiline mütevakkıf bulunandır: Sehiv secdesi, tavaf namazı, ifsad edilen nâfilenin kazâsı ve nezir (adak) namazıdır.
(Nâfile; revatip ve regaip diye, nevafil babında sayacağımız nevilere şâmildir).
İmdi, birinci nevi olan vakti kerahette ifa ve şürû olunduğuna göre zikrolunan, salât, envaının hiç biri mün'akit olamadığı gibi (3), evvelce başlanılmış olduğuna göre dahi, o vakitler çıkmakla, onları iptal eyler. Yalnız o vakitte hazırlanan cenazenin, namazı ve o vakitte okunan âyetin secdesi ve o günün ikindisi ve nâfile namaz ve o vakit ile mukayyed olan nezir namazı ve o vakitte başladıktan sonra ifsad olunan nâfilenin kazâsı, müstesnadır ki, bu altı namazın birincisi, - İbni Âbidînin tâyini veçhile - bilâ-kerâhe, ve ikincisi, tenzihi kerahetle ve üçüncüsü, ve ondan sonrası tahrîmi kerahetle mün'akid olur. Ve tenzîhen mekruh olan tehir olunup, tahrîmen mekruh olanların, günün asrinden mâdâsı, vücuben yarıda bırakılıp vakti gayri-mekrûhta kazâ edilir.
(Günün ikindisinin, yarıda kesilmesi câiz olamaz. Çünkü, kerahet onun fiilinde değil, o zamana kadar, tehirindedir.)
İkinci nevi olan vakti kerahette, zikrolunan namazların cümlesi, bilâkerâhe mûn'akid olur. Yalnız nâfile namaz ile vâcip li-gayrihî kısmı müstesnadır ki, bunlar, kerahetle mün'akid olmakla, bunun dahi, sehiv secdesinden mâdâsı (4), kat' olunarak, mekruh olmayan bir vakitte kazâ edilmek lâzım gelir.
Bu icmâlin tafsili, müellifin ilerideki beyanlarıdır: Üç vakit vardır ki onların girmesinden evvel, zimmete terettüp etmiş olan ferâiz ve vâcibatı (5) hiç biri ,onlarda ne edâ ile ve ne de kazâ ile sahih olmaz: Birincisi, güneşin doğmasından irtifaına kadar olan zaman, ikincisi, güneşin istivâ ettiği yâni, orta yere gelip, henüz zevâl bulmadığı zaman, üçüncüsü, güneşin sararıp gurup etmek üzere bulunduğu zamandır.
Zikrolunan zamanlarda, farzlar yâni, geçmiş namazlar kılınmadığı gibi, salâtı vitir, ve nezri-mutlak misilli vâcipler dahi kılınmaz (6). Vakti gayri-mekrûhta hazırlanan cenazenin namazı ve tilâvet olunan âyetin secdesi dahi edâ ve ifa olunmaz. Namazın eczasından olduğu için, sehiv secdesi dahi edilmez. Ukbe bin Âmir (Radiyellâhü teâlâ anhü) hazretlerinin hadîsine mebni ki, hazreti müşârün-ileyh : «Rasûlullâh sallâllâhü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri, bizi üç vakitte, namaz kılmaktan ve ölülerimizi gömmekten nehy buyurdu» diye zikrolunan üç vakti tâdâd etmiştir. Hadîsi mezkûru, imam Müslim rivayet etmiştir. Mevta gömmek, cenâze namazı kılmak demektir. Çünkü, o vakitlerde, ölüyü gömmek mekrûh değildir. Aralarındaki mülazemete mebni, defin, salâtten kinâye olmuştur. Tefsiri mezkûr, nefsi sünnette dahi varit olmuştur ki, râvii müşarünileyh: «Ve innâ nakberü mevtânâ» bedelinde «Ve innâ nüsâlli alâ mevtânâ» dahi demiştir. Sabah namazını kılarken, güneş doğmakla, namaz bâtıl (fâsid) olacağından, musallînin ondan sonraki kahkahası, abdestini bozmaz. O namazın, nâfileye inkılâb edeceğine dair dahi, bir haber rivayet edilmekle, o takdirde abdesti, kahkahasiyle bozulur. Avamı nasın, tenbellerini sabah namazını, tulûu vaktinde dahi, kılmaktan nehy etmeyiz. Çünkü, onlar, büsbütün onu terk edebilirler. Bir müctehidin kavline göre, sıhhat temamen terkten evlâdır (7).
İşte bu üç vakitte, vâcip yâni, zimmetine terettüp edeni, edâ, kerahetle sahih olur: Onların birinde hazırlanan cenazenin namazı, ve okunan âyetin secdesi, ve başlamış bulunan nâfile, ve onlarda kılınması nezr olunan namaz, gibi ki, bunlar o günün güneş batarken, kılınan ikindisi gibi, kerahetle sahihtir. Kerahet, tahrîmiyye olduğundan şürû' edilmiş bulunan nâfile ve nezir namazları, vücuben kesilip vakti-kâmilde kazâ olunur. Okunan âyetin secdesi, gayrimekruh vakte tehir olunur. Secde, tehir olunmayıp, edilse zimmete terettüp ettiği veçhile, ödenmiş olacağından, iâde olunmaz. (Bunun keraheti, İbni Âbidinin tâyini veçhile, tahrîme değildir.)
Hazırlanan cenazenin namazı, tehir olunmayıp kılınır. Ve onda tâcil gerektiği için, tehir olunmamak efdâl olur (8).
günün ikindisi, müstesnadır ki, o kesilerek kazâya bırakılmaz, edâve itmam olunur. Onun keraheti, fiilinde değil, o vakte tehirindedir. Sıhhat, sebebin bekasına mebnidir ki, o da, vakitten edânın ittisal ettiği cüzü'dür. Müsebbib ise, sebebin sübûtüne göre, sabit olup, kâmil ise kâmil,nâkıs ise nâkıs olur. Geçmiş bir ikindi namazını, o vakit kılmak, (yânikazâ etmek) gibi değildir ki, işte bu, sahih olamaz. Zira vaktinin çıkması sebebiyle, zimmete kâmil olarak geçmiştir. Şu halde, nâkıs olaraködenemez.
Bu üç vakitte, nevafil kılmak dahi, keraheti tahrîmiyye ile, mekrûhtür. Binaenaleyh, şürû olunduysa kesilip, vakti kâmilde (gayri mekrûh vakitte) edâ olunmak vâcip olur (9): Abdestin şükrü, tahiyyei mescid, ve sair sünnetler gibi (10). İmam Ebu Yûsufun müftâ-bih olan kavline göre, cuma günü istivâ zamanında, nâfile kılmak mekrûh değildir (11). Zira, zikrolunan, hadîsi Ukbe'nin bazı rivayet tariklerinde Cuma günü istisna edilmiştir.
Zikrolunan üç vakitte, Salâvatı şerife okumak, duâ ve tesbih etmek, kıraeti Kur'ândan efdâldir.
Mezkûr üç vakitten mâdâ, aşağıda sayılacak vakitlerde bilhassa. nâfile kılmak (12) mekrûhtur. Farz yâni, kazâ kılmakta kerahet yoktur:
1 — Fecrin tulûundan sonra, sabah namazının sünnetinden başka,
2 — Sabahın farzını kıldıktan sonra,
3 — İkindinin farzından sonra, güneşin rengi sararmamış olsa dahi,
4 — Akşam namazının farzından evvel,
5 — Bayram namazından evvel (Ne evde, ne câmide),
6 — Bayram namazlarından sonra, câmide ve namazgâhta, (Bayram namazını edâdan sonra, eve gelip nâfile kılabilir. Aleyhi-s-sâlâtu ves-selâm efendimiz hazretleri, nevafile haris oldukları halde, bayram namazından evvel, nâfile kıldıkları, hiç olmamış ve bayram namazından sonra hane-i saadet âşiyanelerinde, iki rekât namaz kıldıkları olmuştur.)
7 — Arafatta ve Müzdelifedeki, cem'iler arasında (13),
8 — Vakit farzının, pek dar zamana kalmış olması sûretinde, Çünkü bunda, farz olmayan şey için, farzı vaktinden fevt etmek vardır,
9 — Farza ikamet olunurken,
(Bundan sabah namazının sünneti müstesnadır. Nitekim, babı nevafilde zikri gelecektir.)
10— Cuma günü, Hatibin çıkmasından itibaren namazdan fâriğoluncaya kadar (Bu hükmü, müellif bütün hutbelere şâmil kılmıştır),
Hatibin çıkması minbere çıkış demek olmayıp, minbere çıkmak üzere bulunduğu yerden ayağa kalkmasıdır. O andan itibaren, ne hutbeden evvel, ne hutbe esnasında, ne de hutbenin sonunda, nâfile kılmak ve hattâ cumanın sünneti müekkidesine durmak yoktur, (mekrûhtur). Eğer hatibin kalkmasından evvel, cumanın sünnetine başlamışsa, kesmeyip, hafifçe yâni kıraeti uzatmayarak itmam eder.
Sahibi tertibe göre, o esnada, fevt olmuş namazı kazâ etmekte, kerahet yoktur. Belki, cumasının sahih olması için, o anda hatırladığı geçmiş namazını kazâ eylemesi vâciptir. Nitekim, babında beyan olunmuştur.
(Müdafaai ahbeseyn) yâni sidik ve gait sıkıntısı halinde, her çeşit namaz kılmak mekrûh olduğu gibi, arzusu var iken yemeğin hazır olması halinde, namazda hatırı işgal ve huşûu ihlâl edecek şeyden, zevk ve hazzını almadan, namaza durmak dahi mekrûhtur.
(Lâkin bunun keraheti, vaktin daralmamasındandır. Ve illâ, namaz takdim olunur ve kerahet dahi olmaz.)
Tahtâvî der ki, fecrin tulûundan sonra, sabah namazını kılıp bitirinceye kadar, - hayır olan söz, müstesna olmak üzere - kelâm etmenin keraheti dahi, mekrûhata eklenecek şeylerdendir (14). Sabah namazının sünneti ile farzı arasını, kelâm ile ayırmanın mubtili sünnet olup olmaması, söz yeridir. Namazdan sonra işine gitmekte beis yoktur (15).
------------------
(2) Her caiz olmayan şey dahi mekruhtur.
(3) Bunun gelecekte mübeyyen, altı müstesnası vardır. Dürrü Muhtârda, demiştir ki, vakti mezkûrde, farz ve vâcip, başlama ile mün'akid olmaz ise de, nâfile, şürû ile mün'akid olur. Farzdaki kerahet, sıhhate mânidir. Zira, sebep, kâmilise, zimmete terettüp eden, noksan ödenmez. Vacipler de böyledir. Tetavvûdaki kerahet, mânîi sıhhat olmaz. Ve lâkin, kerahet, tahrîmidir.
(4) Üzerinde sehiv olan musalli, selâmdan sonra kerahet vakti girse, sehv içinsecde etmeyip, o secde kendisinden sâkıt olur.
(5) Vitir, nezri mutlak, tavaf namazları, ve gayri mekruh vakitte şürû edip te,ifsad eylemiş olduğu nâfile ve âyeti, gayri mekruh vakitte okunan, tilâvet secdesi gibi.
(6) Kılınsa da, sahih olmadığı için iâde olunur.
(7) Burası, mezhebi imam Şâfiiye işarettir. İmam müşârün-ileyh, bir hadiseistinaden, o namaz sahihtir dedi.
(8) Hadîsi şerîfte; üç şey tehir olunmaz, gelen cenaze, kazâ edilecek borç, küfüv ve münasibi bulunan kız buyruldugu için, onun tehiri mekruh olur.
(9) Bir kavle göre, evkatı mezkûredeki, nevafil dahi farzlar gibi gayri sahihtir. Çünkü delîl, hususan bir sınıf namazın, ademi sıhhatını değil, mutlak menini ifadeetmektedir.
(10) Tulû zamanında, sünneti fecir, mutasavver ise de, istivâ ve gurup zamanlarında, süneni revatip olmadığı için, müellifin o tabiri, Muhaşşinin ihtarı üzerine,alınmayarak kelâm, duha ve küsûfe dahi şâmil kılınmıştır.
(11) Maksût, tahiyyei mescid namazıdır ki, nâs ondan gafillerdir.
(12) Nâfile, farz ve vâcip olmayan, demek ise de, nezir ve tavaf namazı, ve ifsad ettiği nâfilenin kazâsı gibi ligayrihî vâcip olanlar dahi, bu hükümde nâfile gibidir. Amma, vâcip liaynihî-ki, iycabı hak ile vâcip olup, onun vâcip kılınmasında kulun medhali olmayandır - mekruh değildir. Gerek, maksut linefsihi olsun; secde-i tilâvet gibi ki, onda muhâlefeti küffar ve muvafakati ebrar vardır. Gerek, maksutligayrihi olsun; cenaze namazı gibi ki, onda meyyit hakkının ifası vardır.
(13) Evkatı müstehabe evveline müracaat oluna.
(14) Çünkü o öyle bir vakittir ki, o anda, hem gece, hem gündüz Melâikelerihazır olur.
(15) Bir kavle göre güneş doğmadan işe gitmek mekrûhtur. Lâkin bu kerahet,işin iktizasiyle mukayyettir.