Her vaktin namazı, o vaktin girmesinden evvel, câiz olmayıp, vakit ile vâcip olduğuna göre, vakitler, namaz için esbaptır. Vaktin geçmesinden sonra, edâ sahih olmayıp, kılınan namazın, kazâ oluşuna nazaran vakitler, birer şart olur. Bir vakit içerisinde, hem o vaktin farzı, hem de daha başka namaz kılınabileceğine göre, vakitler, salâta zuruftur (3).

Salâta nazaran vakit, zarf olmakla beraber, sebep dahi olabilmek, zarfiyet maiyyeti ve sebebiyyet tekaddümü, iktiza ettirdiği halde, şöyle mülâhaza olunur ki, vaktin salâta sebebiyyeti, edânın alel-itlâk ittisâl ettiği cüz ile kaim olup (4) ân beân, son cüz'e kadar intikal eder. Edâ, vaktin cüz'ü evveline ittisal etmiş ise, sebep cüz'ü evveldir. Ve illâ, cüz'ü sâni ve cüz'ü sâlisdir. Bunların birinde edâ edememek takdirinde, vaktin son cüz'ü, nâkıs dahi olsa, sebebiyyet için, teayyün etmiş olur. O anda ayılan mecnuna ve baygına, hayiz ve nifastan pâkliğe eren kadına ve baliğa veya irtidattan sonra müslim olana, o vaktin namazı borç olur. Yalınız vaktin en son cüzü, namazı edâya kâfi gelemeyeceğinden o namaz kaza olunur (5). Ve bilâkis bir vaktin cüz'ü âhirinde, - Allah korusun bir kimse mürted veya mecnun olan o kimseye ve hayiz ve nifas haline uğrayan kadına, o namaz lâzım olmamakla, maniin zevalinden sonra, onlar o namazı kazâ etmezler.

Her vaktin namazı, vaktinin evvelinde kılınmak, vücubü müvessa ile vâcip yâni, kulun zimmetine, fevri olmayarak, terettüp eder. Vücupta tavsi olmakla, meselâ birinci, ikinci, üçüncü cüzülerden, salâtın tehiri ile vakti daraltarak (kendine gel) hitâbı müteveccih oluncaya kadar, namazı geciktirmek, büsbütün namazı, kazâya bırakmak kadar, günah değil ise de, ondan sonraya bırakmak, bir günahtır ki, kazâ dahi o günahı gideremez. Onunla zâil olan suç, terktir.

Farz olan namazlar için, muayyen olan vakitler beştir (6). Bu, hâdîsi şerifle sabittir. Hadis-i şerif:

«Sabah namazının vakti, güneşin doğmasından az öncesine kadardır. Öğle namazının vakti, güneş göğün karnının ortasından kaymaya başladığı andan ikindi vaktinin az öncesine kadar. İkindi namazının vakti, güneşin sararıp batmaya başladığı âna kadardır. Akşam namazının vakti, güneşin batmasından kırmızılığın son bulmasına kadardır. Yatsı namazının vakti de gece yansına kadardır.»

Bu hadis-i şerîf, sabah namazının başlangıcından bahsetmemektedir. Onu Hazreti Cibrilin imâmeti hadisi anlatmaktadır. İşte her iki hadîsin ışığı altında sabah namazının vakti; fecrin tulûundan başlayıp güneşin doğmasından az evveline kadar olan zamandır.

Sabah Namazının vakti:

Fecrin tulûu ki, maksut fecri sâdıkın (7) tulûudur, sabaha karşı aydınlığın, ufku şarkîden yayılmağa başlamasıdır (8).

Öğle namazının vakti, güneşin zevâlinden itibaren, her dikili şeyin gölgesi, kendinin iki misli ve bir kavle nazaran, bir misli olmak, zamanına kadar olan müddettir.

Öğle namazı vaktinin başlangıcı, müttefekun aleyhtir ki, icma ile, zeval zamanıdır. Son vaktinde, hazreti imamdan iki rivayet vardır. Birincisi gölgenin iki misline baliğ olması, ikincisi ise gölgenin bir misline baliğ olmasıdır. İkincisi kavli imameyn olmuştur. (İmam Zufer ve eimmei selâsenin dahi kavilleridir).

Her iki rivayette de, zeval vakti tâbir olunan (zilli istivâ) müstesnadır (9).

İkinci kavl; Tahtâvînin ihtiyar ettiği ise de, evvelkisi daha yaygın ve ekseri meşayihi fukâhâca gölgenin iki misline baliğ olması müşterektir.

İkinci kavli, öğle vakti için müntehâ, ve evvelki kavli, ikindi vakti için mebde kılarak, ikisi arasındakini, vakti mühmel itibar edenler dahi olmuştur.

Bu halde, ihtiyat, öğleyi o müntehadan sonraya bırakmamak ve ikindiyi o mebde'den önce kılmamaktır. Tâ ki, namazını ittifakı fukâhâ üzere kılmış olsun.

İkindi namazının vakti, kavleynin ihtilâfına göre - öğle vaktinin son. nundan güneşin gurubuna kadardır. - Her iki kavil nazara alınarak, her şeyin gölgesinin bir misli olduğu zamandan itibaren (asri evvel), iki misli olduğundan itibaren (asri sani) girmiş ve bu zamanlar, bu sûretle mütearef bulunmuştur (10).

Akşam namazının vakti, güneşin gurubundan itibaren, garp taraftaki şafağın gaybubeti evvelindeki ânâ kadar olan müddettir.

Şafak: Gurubu takip eden kızıllık, yahut ondan sonraki aklıktır (11).

Yatsının vakti, ihtilâfı kavleyn üzere olan, şafak aydınlığının gaybubetinden başlayıp, müntehayı leyl demek olan, fecrin tulûundan evvelceye kadar uzayan zamandır. Geçen hadîsi şerifte, vakti istihbabın müntehası beyan buyurulmuştur ki, o, gece yarısıdır. Diğer hâdis ve âtîdeki hadîs-i şerife mebni, yatsı ve vitrin en son vaktinin fecrin tulûu olduğu icmâ ile sabittir.

Salâtı vitrin vakti: Cenâb-ı Hak size bir namaz ziyade etmiştir ki, o da vitirdir. Onu yatsı sonundan, tulûu fecre kadar kılınız hadîsi şerîfince yatsı vaktidir.

Bu hadîsi şerîf, salâtı vitirin vaktini tâyin etmekte, sarih olmakla, onun yatsı vaktinden evvel kılınması sahih olmadığı gibi, yatsının girmesinden sonra, yatsının kılınmasından evvel kılınması dahi sahih değildir. Çünkü, bâbında mübeyyen olduğu üzere, salâtı vitir, indel-imam vâcip ve İndel-imameyn sünnettir. Yatsının vakti olmakla, indel-imam vitirin dahi vakti olmuş olup ancak, vakti vahidde ictimâ eden, farzı kat'i ile farzı gayri kat'i arasındaki tertibe riayet lâzım geldiğinden, ve sünnetliğine kail olan imameynce dahi, vitir yatsının sünnetinden olmakla ona tâbi bulunup, yatsı namazı kılınmadıkça, vitrin vakti olmamış olacağından, salâtı vitir, yatsı vaktinde, yatsının farzından önce kılınamaz.

Yılın en kısa gecelerinde şafak zâil olmadan, fecrin tulû ettiği beldelerde bulunanlar (12) gibi, yatsının ve vitirin vaktini bulamayanlara o namazlar lâzım olmaz (13).

Her namazın vakti muayyen, ve her vaktin namazı, vaktinde kılınmak «Muhakkak ki namaz müminlere vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.» Kavli Kerîmi (14), mantukunca farzı ayn olmakla, sefer ve yağmur gibi, bir özür sebebiyle, iki farzın bir vakitte cemi, caiz olamaz. Çünkü Cem'in tariki, ya takdimdir ki, bir namazı vakti girmeden, diğer namazın vaktinde kılmaktır. Veyahut tehirdir ki, vaktinden sonraya bırakmaktır. Bunların ikisi de caiz olmayan şeylerdir. Zira, takdim tarikiyle cemide, bir farzı vaktinden evvel kılmak olur ki, sahih değildir. Tehir tarikiyle cemide, bir farzı, vaktinden sonraya bırakmak demektir ki helâl değildir.

Cem'in cevâzına delîl olmak üzere, rivayet olunan şey, birinci namaz, vaktinin sonlarına yakın anlara kadar, tehir edilmiş olmağa mahsustur ki, bir namazdan ferağı müteakip, diğer namazın dahi vakti girmiş olmakla, o dahi kılınmış demektir.

Huccâca has olmak üzere, yalnız iki yerde, namazlar cem olunur ki, onların biri Arafattaki cem'i takdim, ve diğeri Müzdelifedeki cem'i tehirdir. Arafattaki cem'i takdimden maksat, arefe günü ikindi namazının vakti girmeden, ikindiyi, öğlenin farzını, müteakiben, iptidaî vakti zuhurda tercihan, Nemre mescidinde kılmaktır. Orada cemaati kübrâ ile kılınan, öğle ve ikindi namazları, işte bu vech üzere, ceman kılınır. Bir ezan okunup, iki ikamet alınır. İkinci ikamet, ikindinin zamanı, henüz girmemiş olduğu cihetle, cem'a, tenbih içindir. Bu iki farzın arası, nafile namaz ile ve hattâ müekkede olan öğlenin ikinci sünneti ile dahi, ayrılmaz (15).

Yâni, o gün orada öğlenin son sünneti ile, ikindinin sünneti kılınmaz.

Müzdelifedeki cem'i tehirden maksat, o günün akşam namazını, Müzdelifeye gelip, orada yatsı vaktinde, yatsı namazı ile birlikte, bir ezan ve bir ikamet ile kılmaktır. Evvelâ, akşam namazının farzı ve onu müteakip, yatsının farza kılınır. (Yatsıyı takdim etse, onları tertip üzere iâde lâzım gelir). Vakitler, gelmiş olmakla - cem'a tenbih için - bunda ikinci ikamete hacet yoktur. İki farzın arası, salâtı nafile ile ve hattâ, akşamın sünneti ile. fasl olunmaz. Şâyet, iki farz arasında, bir şey ile iştigal eder veya salâtı tetavvû' kılarsa o zaman yatsı için ayrıca kamet getirir.

Arafattaki cem'i takdim, imamı Âzama göre, dört şart ile meşruttur: Birincisi arefe olmaktır. İkincisi kılınan öğle, sahih olmaktır. Şayet, fesadı anlaşılırsa, onu ve vaktinin girmesinde ikindiyi iade etmek lâzım gelir. Üçüncüsü en büyük imam veya naibi bulunmak ve her iki namazda cemaat onunla akd olunmaktır. Muktedi, onların her ikisinde mesbukan olsun, cemaati müdrik olmak lâbüd olmakla, farzın yalnız birinde cemaate yetişmekle, cem'i' caiz olmaz. Dördüncüsü hacı ihramlı bulunmak ve ihramı hac için olmaktır. Omre için olan ihram, bu babta kâfi değildir.

İndel-imameyn, hacı münferid dahi olsa, cem'i mezkûru yapar. Burhanda, evlâ olan da budur, denmiştir.

Cem'i tehirde, mekânın müzdelife olmasından ve musâllinin ihramda bulunmasından, başka şart yoktur. Münferid dahi, bu cem'i yapar.

Huccaca göre, o gün akşam namazı yatsı ile birlikte, Müzdelifede kılınacağından, onu Arafatta, yahut, Müzdelife yolunda kılmak, câiz olmaz. Nitekim, inşâallâhü teâlâ, kitâb-ul-hacte tafsilâtlı olarak beyan edilecektir

------------------

(3) Vakit, müeddaya edâ şartı ve sebebi vücud olmakta, oruç da namaza ben»zer ve ancak, oruca zarf değil, miyar olmakta, ondan temayüz etmektedir. Niyyetiçin, salâtta tayinin lüzumu ve oruçta ademi lüzumu, işte bundan neşet etmektedir.

(4) Maksut: Şürû kendisini vely-eden cüz-ü mütekaddemdir.

(5) Vaktin çıkmasından sonra, zarfiyetin sıkışması kalmamak cihetiyle sebebiyet, cümle-i vakte izafe edileceğinden, kazânın bir vakti kâmilde olması dahi lâbüd olur.

(6) Bu beş vakit, hazreti Cibrilin imameti hakkındaki, hadîsi şerîf ile teayyünetmiştir. Kürre-i arzın her tarafında tahakkuk etmediği için, beş vakit, Kur'ânıKerîmde sarîh değildir. Sûre-i Rumun 17 ve 18 inci âyetleri olan: Fe subhanellâhi hine tümsûne kavli Kerîminde evkatı hamseye işaret olduğu hakkında, hazreti İbni Abbastan tefsirlerde bir rivayet vardır.

(7) Sadık denilmesi, enine yayılmakta olup, sabahın gerçeklenmiş olmasındandır Mukabili kâziptir ki, tulen zahir olup, sonra gaip olduğu için, yalancı aydınlıkmânâsına olarak (fecri kâzip) ismi verilmiştir.

(8) Fecrin tulûu şer'î gündüzün başlangıcı olmakla, oruç için dahi imsak vaktidir.

(9) Zıl, gölge demek olduğu gibi, fey dahi gölgedir. Aralarında umum ve hususvardır. Şemsin bozduğu her gölgeye zıl, şemsi nesh eyleyen gölgeye fey denir, (şey veznindedir). Şu izaha göre, kablez-zevâl olan gölgeye zıl, badez-zevâl olanına da feyitlak olunur. Şemsin istiva zamanında gölgelerin ziyade ve noksanı kalmayacağından, zeval vakti olmuş ve güneşin garbe ağmasiyle, gölgeler şarka doğru uzamağabaşlayınca da, öğle namazı vakti girmiş ve bundan sonra - rivayetlerinin ihtilâfınagöre - gölgeler bir veya iki misline bâliğ oldukta, öğle vakti sona ermiş ve ikindivakti de girmiş olur.

(10) Meşhur olan budur: Hadîsi şerifte, «güneşin gurubundan evvel, ikindininbir rekâtına yetişen, ikindiye yetişmiş olur» buyurulmuştur. Hasan bin Zeyyad hazretlerinin: Güneş sarardığı zaman, ikindi vakti çıkmış olur, demeleri, ikindininvakti muhtârına hamlolunmuştur.

(11) Güneşin doğmasından evvel şark tarafta zuhur eden aydınlığa fecir ve gurubundan sonra garp tarafta görülen aydınlığa da şafak denilmektedir. Fecrin, orucagöre imsak vaktini, ve namaza göre de, sabah vaktini tâyine yardım ettiği gibi,şafak da akşam ve yatsı namazları vakitlerinin tâyinine medar olur. Fecrin tulûu,oruçta imsakin mebdei olduğu gibi sabah namazının da başlangıcıdır. Şafakın gaybubeti ile de akşam vakti sona ermiş ve yatsı namazının vakti başlamıştır.

(12) Bunlar, arzın en şimâl yerlerinde bulunanlardır. Oralarda, yazın evvelinden kırk gün, gündüz yirmi üç, gece bir saat devam eder. Bunun aksi olan yerlerdahi vardır. Namaz vakitleri için esbap olmakla, Fukaha; evkatın tahakkuk etmediği yerlerde, namaz dahi yoktur, dediler. Onların namazları gibi, oruçları ve zekâtları dahi, mevzuu bahs olmak lâzım gelir. Maahaza, oruca göre sebep olan aylar, tahakkuk eylemekte olduğundan, ademî vücube kail olmak, mümkün olmaz.Şüphesiz meskûn olan, o gibi yerlerde, takdiri evkat gerekli ve mümkün olduğuna, vemüstehaza olarak baliğa olan kadın için, fıkıhta, hayiz, tuhur, nifas müddetleritâyin edilmiş bulunduğuna göre, ibadet nimetlerinden onların da, kendilerini behreyab etmeleri mümkün olur.

(13) Bu hususlar, ehli ilim tarafından şüphesiz, nazarı dikkatten uzak tutulmamaktadır. Edâsı için vakit mevcut olmayan, namazların kazasına lüzum gösterenler olduğu gibi, vaktinin ademi mevcudiyyeti hasebiyle, o namazların sâkıt olmasıgerektiğine kail olanlar da vardır. Nitekim, beş vakit namazdan birini iskat edenkimse, ikfar olunmaz mı? suâlini, şeyhi kebir Seyfiddin, kolları dirseklerinden, yahut ayaklan topuklarından kesilmiş bulunan kimse hakkında, abdestin farzlarıdördüncüye mahal olmadığı için, üç olduğu gibi, beşinci namaz dahi, onun vaktinibulamayan belde ehlinden sâkıttır, cevabını vermiştir. Hulvâni dahi, bunu işitince, istihsan ve bu hususta şeyhi kebire muvafakat etmiştir. Hakikat, kendi peşinde koşanları, elbet sevindirir.

(14) Kitab mevkutu, Kâdî: Bir farzı mahdudil-evkattır ki, onu vaktinden ihrac etmek, hiç bir halde câiz olamaz, diye tefsir etmiştir.

(15) Meselâ, Miskinül-allâme, Zahireye, Muhite ve kâfî'ye tebean, sünneti zuhru istisna etmiştir. Eseri hilaf, sünneti zuhrun kılınması suretinde zahir olur ki, evvelki kavle göre, o halde ikindi için ezan okumak gerekir. İkinci kavle göre okunmaz. Zahirî rivayet kavli evveldir.

   
© incemeseleler.com