Her namazımdan sonra bana ilim öğreten bütün hocalarıma dua ederim diyen hocamız ve mezhep imamımız İmamı Azam Hazretlerine ne kadar dua ediyoruz.
Peki hayatını ve bunca ilmi nasıl tedris ettiğini hiç merak ettik mi?
Hayratu'l Hisan, 265) Numân gençliğini ticaretle geçirdikten sonra İmam Sa'bî (20/104)'nin tavsiye ve desteğiyle öğrenimine devam etti. Arapça, edebiyat, sarf ve nahiv, şiir öğrendi. Yetistigi Kûfe şehri ve bütün Irak bölgesi Müslim-gayrimüslim birçok düşüncenin, itikâdı fırkaların bulunduğu, itikadla ilgili ateşli tartışmaların yapıldığı rey ehlinin yerleştiği bir şehirdi. Dindar bir ailede yetişen Ebû Hanife'nin de bu itikâdı tartışmalara zaman zaman katıldığı kuvvetle muhtemeldir. Ebû Hanife, Sa'bî'nin kendisini ilme teşvikini söyle anlatmaktadır: "Günün birinde Sa'bî'nin yanından geçiyordum. Beni çağırdı ve bana, 'Nereye devam ediyorsun?' dedi. Ben de, 'Çarşı pazara' dedim. O, 'Maksadım o değil, ulemâdan kimin dersine devam ediyorsun?' dedi. Ben, 'Hiçbirinin' diye cevap verince Sa'bî, 'Ilmi ve ulemâ ile görüşmeyi sakin ihmal etme. Ben senin uyanık ve aktif bir genç olduğunu görüyorum' dedi. Onun bu sözü benim içimde iyi bir etki yaptı. Ticareti bıraktım, ilim yolunu tuttum. Allah'ın inâyetiyle Sa'bî'nin sözünün bana çok faydası oldu." Kendisinin de belirttiği gibi Sa'bî'nin bu tavsiyesi onun için bir dönüm noktasi olmuştur. Bundan böyle ticaret isini ortağı Hafs b. Abdurrahman'a devredecek, ara-sira dükkânına uğrayacak, asil isi ilim meclislerine devam etmek olacaktır. O zaman Numan henüz yirmi iki yaşındadır
Ebû Hanife'nin yaşadığı yer ve çağda itikâdı fırkalar çoğalmış, bir sürü sapık fırkalar ortaya çıkmış, Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt'e zulmü devam etmiştir. Mantığı çok kuvvetli olan Numân b. Sâbit hiçbir fırkaya bağlanmadan ilim tahsilini ilerletti ve kelâm ilmine yöneldi. Tartismak (cedel) için sik sik Basra'ya gitti, ancak kelâm ve cedel'in din dişi olduğunu görerek fıkh'a yöneldi. "Arkadaşını tekfir etmek isteyen ondan önce küfre düşer" diyordu. Kendisi bunu söyle anlatır: "Sahâbi ve tâbiin, bize gelen konuları bizden iyi anladılar. Aralarında sert münâkasa ve mücâdele olmadı ve onlar fıkıh meclisleri ile halkı fikha teşvik ettiler; fetvâ verdiler, birbirinden fetvâ sordular. Bunu anlayınca ben de münakâsa, cedel ve kelâmı bıraktım; selefin yoluna döndüm. Kelâmcıların selefin yolunda olmadigini; cebelcilerin kalpleri kati, ruhları kaba, nasslara muhâlefetten çekinmeyen, verâ ve takvâdan uzak kimseler olduklarını gördüm" Numân, babasiyla onaltı yaşında hacca gittiğinde ortada tâbiînden Atâ b. Ebî Rebâh, Abdullah Ibn Ömer ile tanisarak onlardan hadis dinlediği, rivâyet edilir.
Kendisi, tâbiînden sayılır ve etbau 't-tâbiînin büyüklerindendir. Onun, gençliğinde çağının bütün düşünce akımlarını izlediği, ihtilâfları çok iyi tespit ettiği zikredilmektedir. Fıkıhta karar kılıp selefin yolunu izlemeye başladıktan sonra gelenege uyarak kendisine bir üstad âlim seçti. On sekiz yıl Irak'in büyük fakihi Hammâd b. Ebî Süleyman ( ö.120/737)'in derslerine devam etti. Onun vekîli oldu ve on yıllık öğrencilikten sonra kendi kürsüsünü açmak istediyse de, altmış kadar fetvasının kırkının Hammâd tarafından tasvib edildiği ve yirmisinin düzeltildiğini görünce bundan vazgeçerek onun ölümüne kadar vekâletinde bulundu. Özellikle o sirada varolan su dört fikhi ögrendi: Istinbat, Hz. Ömer fıkhı, Abdullah b. Mes'ud fikhi, Abdullah b. Abbâs fıkhı. Birincisi ser'i hakikatleri araştırıp ortaya koymaya, ikincisi maslahata, üçüncüsü tahribe, dördüncüsü Kur'ân ilmine dayanan okuldu Hocasi Hammâd b. Ebî Süleyman, İbrahim en-Nehaî ve Sa'bî gibi iki büyük âlimden fikih okudu. Abdullah b. Mes'ud ve Hz. Ali'nin fıkhına sahip Kadi Sureyh, Alkame b. Kays, Mesruk b. el-Ecda'in fıkhından faydalandı. Ebû Hanife'nin fıkhında daha ziyâde Ibrahim en-Nehaî okulunun tesiri görülür. . Ayrıca Ebû Hanife, "istihsan" kullanmada tartışılmaz bir ilim elde etmistir. Onun tâcir olarak halkın günlük hayatıyla iç içe olusu ve sik sik ilim merkezlerine seyahat edip birçok âlim ile düşünce alışverişinde bulunması, bu alanda saygınlığına sebep olmuştur. Hac seyahatlerinde tâbiîn âlimlerinin ileri gelenleriyle görüşmüş, ilmî sohbetlerde bulunmuş, onlardan hadis dinlemiştir. Atâ b. Ebî Rebâh, Atiyye el-Avfi, Abdurrahman b. Hürmüz el-A'rec, Ikrime, Nâfi', Katâde bunlardan bazılarıdır
Kendisi söyle der: "Hz. Ömer'in fikhini, Hz. Ali'nin fikhini, Abdullah b. Mes'ud'un ve Abdullah Ibn Abbâs'in fikhini onlarin ashâbindan aldim"
Ebû Hanife ilimle uğraşırken ticareti de bütünüyle bırakmadı. Bu, onun helâl rızk kazanmasını sağladığı gibi, ticarî kazancını ve talebelerinin ihtiyaçlarının karşılanmasını, bağımsız bir ilim meclisi kurmasını da sağladı. Ebû Yûsuf'un parasının bittiğini söylemesine ihtiyaç bırakmadan o Ebû Yusuf'u murâkabe eder, yardimda bulunurdu. Gücü yetmeyen talebelerinin de evlenmesini saglardi (Zehebî, a.g.e, 39). Birçokları ticarette Ebû Hanife'yi Ebû Bekir'e benzetirdi; çünkü o bir mali satın alırken, sattığı zamanki gibi emânet kâidesine uyar, kötü mali üste, iyisini alta koyardı, muhtaç satıcıyı sömürmezdi. Bir defasinda bir kadin, satmak üzere ona bir ipek elbise getirdi. O, fiyatını sordu. Kadın yüz dirhem istedi. Ebû Hanife, değerinin yüz dirhemden fazla ettiğini söyledi. Kadın yüzer yüzer artırarak dört yüze çıktığında Ebû Hanife, daha fazla edeceğini söyleyince kadın, "Benimle eğleniyor musun?" demişti. Ebû Hanife de, "Ne münasebet, bir adam getirin de fiyat takdir ettirelim" dedi. Adam çağrıldı ve fiyatı takdir etti: Ebu Hanife o mali bes yüz dirheme satın aldı. Bu olay o zamandan beri halk arasında günümüze kadar anlatılarak, ticarette dürüstlüğe dâir bir darb-i mesel haline gelmiştir.Ebû Hanife vakar sahibi bir insandı. Tefekkürü çok, konuşması az, Allah'in hudûdunu olabildiğince gözeten, dünya ehlinden uzak duran, faydasız ve bos sözlerden hoşlanmayan, sorulara az ve öz cevap veren çok zeki bir müctehiddi. Fikhi sistematik hale getirip bütün dünyevî meselelerin leh ve aleyhteki biçimlerini ortaya koyarak ve sağlam bir akîde esasi çıkararak doktrinini meydana getirmiştir. Ebû Hanife'nin binlerce talebesi olmuş, bunların kırk kadarı müctehid mertebesine ulaşmıştır
Müctehid öğrencilerinden en meşhurları Ebû Yusuf,, Muhammed b. Hasan es-Seybânî , Dâvûd et-Tâ; ,), Esed b. Amr , Hasan b. Ziyâd , Kasim b. Maan , Ali b. Mushir (i68), Hibban b. Ali 'dir. Ebû Hanife'nin fıkıh okulu, talebelerine verdiği dersler ile ondan fetvâ istemeye gelen halk için verdiği fetvâlardan meydana gelmiştir. Ders verme usûlü eski filozofların diyalektik akademi derslerini andırmaktadır. Bir mesele ortaya atilir; bu, talebeleri tarafından tartışılır ve herkes görüsünü söyler; en son olarak Imam, delil ve istinbat ile bir karara ulaşılmasını sağlar ve karari delillerden ayirarak veciz cümleler halinde yazdırırdı.
Bu sözleri en yakın müctehid talebeleri tarafından sonradan mezhebin fikih kaideleri haline getirilirdi. Onun ilim meclisi bir istişâre, bir diyalog merkezi, bir hür düşünce okulu idi. Ebû Hanife'nin halkın sevgi ve saygısını kazanmasında; fetvâlarının her yerde hakli olarak tutulmasında; ilmi, ihtilaflardan arındırıp halka selefin yaptığı gibi bilgi aktarması, fitnelere bulaşmaması ve takvası etkili olmuştur. Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, câhil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır: "Halka yaklaş, fâiklardan uzaklaş. İnsanlığında kusur etme, kimseyi küçük görme. Bir meselede görüsünü sorana bilinen görüsü tekrarla ve sonra o meselede su veya bu şekilde başka görüşler de bulunduğunu zikret. Halka yumuşak davran, bıkkınlık gösterme, onlardan biriymişsin gibi davran." Ebû Hanife kimseye "benim görüşüm en doğrudur" demedi; hattâ, kendisinin de bir görüsü olduğunu ama daha iyi bir görüş getirene uyacağını söylerdi.
Yine o, talebelerine kendisinden her işittiğini yazmamalarını, çünkü yarin görüsünü değiştirebileceğini ifade ederdi. Demek ki, hiç bir zaman kendisi mezhebî taassub içinde olmamıştır. Aktif bir şekilde olmasa da döneminin siyasî hareketlerine katildi. Hayatının bir bölümü Emevilerin, bir bölümü Abbâsilerin hâkimiyetinde geçti. Her iki dönemde de siyâsal iktidara karşıydı. Onun siyâsetini, haktan yana olma ve ehl-i beyt taraftarlığı belirliyordu. Ehl-i beyt'e büyük muhabbeti vardı. Derslerinde fırsat buldukça iktidarı tenkid etti. Her iki siyasal iktidar devrinde de kendisinden şüphelenilmiş, onu kendi taraflarına çekmek, halk nezrindeki itibarından yararlanmak için kendisine kadılık görevini teklif etmişlerse de o, her iki dönemde de teklifleri reddetmiş ve bu sebepten dolayı işkenceye uğramış, hapsedilmiştir. İmam, takvâsı, firâseti, ilmî dürüstlüğü ve görüşlerini iktidara karşı kullanması ile halkın büyük sevgisini kazandı. Abbâsi yönetimi ile hiçbir zaman uyuşmadı, uzlaşmadı. Ticaretten kazandığı helâl rızıkla ilmini destekledi. Hattâ o, Zeyd b. Ali'nin imamlığına zımnen bey'at etmişti.
Hz. Ali'nin torunlari, kendisi gibi birer birer isyan edip sehid edilirken İmam Zeyd için Ebû Hanife söyle diyordu: "Zeyd'in bu çikisi -Hisâm b. Abdülmelik'e isyanı- Rasûlullah'in Bedir günündeki çıkısına benziyor. " Ebû Hanîfe'nin ehl-i beyt imamları ile olan birlikteliği, Emevi ve Abbâsi yönetimlerine karsı tavrı dikkat çekici bir tavırdır. yılında Hz. Ali ( r.a.)'in torunlarından Muhammed en-Nefsü'z Zekiye ile kardeşi Ibrahim'in Abbâsilere isyan etmeleri ve şehîd olmaları karsısında Ebû Hanife Irak'ta, İmam Mâlik Medine'de açıkça iktidarı telkin etmişler, bu yüzden ikisi de kırbaçlatılmış, işkence görmüş ve hapsedilmişlerdir. Ebû Hanife alenen halkı ehl-i beyt'e yardıma çağırdığı için hapsedildi ve her gün kırbaçlatıldı. Bunun sonucunda yetmiş yaşında şehidler gibi öldü. Zehirletildiği de rivâyet edilir . Bagdat'ta, Hayruzan mezarlığına defnedildi, cenazesinde binlerce insan hazir bulundu. Ölümünden sonra ders halkasını Ebû Yusuf sürdürdü. Vefâtından sonra fetvâları yazılıp, doktrini sistemleştirildi. Hanefilik kanun ve asıllarıyla Islâm dünyasının dört bucağına yayılmıştır. Mezhebi sistematik hale getiren, Imam Muhammed es-Seybânî'dir. el-Asl, el-Câmi'ü's Sagir, el-Câmi'ü'l-Kebîr, ez-Ziyâdât, es-Siyerü'l-Kebû'i yazan odur.
Bu kitaplar güvenilir rivâyetler olarak zikredilerek "Zâhirü'r Rivâye" veya "Mesâilü'l-Usûl" adıyla mezhebin ana kaynakları sayılmıştır (Bk. Hanefi mezhebi). Talebelerinin toparladığı "el-Fikhu'l Ekber", kesin olarak İmam Âzam'a aittir ve ehli sünnet akidesinin temel kitabidir. Ayrica el-Fikhü'l Ebsât, Kitâbü'l Alim ve'l Müteallim, Kitâbü'r Risâle, el- Vasiyye, el-Kasîdetü'n Numâniye, Marifetü'l-Mezâhib, Müsnedü'l-Imam Ebî Hanife adli eserler de imamdan rivâyet edil mistir. Bunların yanisira kaynak ve araştırmalarda nüshaları bulunamayan baska eserlerden de söz edilmiştir.
Ebû Hanîfe önceleri Kelâm ilmiyle uğraşmış ve birtakım tartışmalara katılmış olmasına rağmen cebelcilerin iddi ali üslûbundan uzak kalmıştır. Ictihadlarini değerlendirirken kendisi söyle demiştir: "Bu bizim reyimizle vardığımız bir sonuçtur. Kimseyi reyimize zorlamaz, kimseye 'bunu kabul etmeniz gerekir' demeyiz. Bizim gücümüz buna yetiyor, bize göre en iyisi budur. Bundan daha iyisini bulan olursa buyursun getirsin onu kabul ederiz" (Zehebî, a.g.e., 2i). Kendisine tâbi olacak kimselere de su tavsiye ve ikazda bulunmuştur:
"Nereden söylediğimizi (verdiğimiz hükmün delil ve kaynağını) tetkik edip bilmeden bizim reyimizle fetvâ vermek hiçbir kimse için helâl olmaz." O, bir tek kişi ya da mezhebin İslâm'ı kuşatmasının mümkün olmadığını biliyordu. Ne Ebû Hanife ne başka bir İmam, kendi içtihadı hakkında böyle bir iddiada bulunmuştur. Onlar hep sahih sünnetin asil oldugunu, sahih sünnet ile sözleri çatıştığı takdirde sahih sünnet ile amel edilmesi gerektiğini öğrenci ve izleyicilerine özenle tavsiye ve ikaz etmişlerdir. Mezhepleri günümüze kâdar varlığını sürdüren Ehl-i Sünnet mezheplerinden dördü arasında ilk tedvin edilen mezhep Hanefi mezhebi olmustur. Irak'ta dogan bu mezhep hemen hemen bütün Islâm dünyasinda yayildi. Abbâsiler döneminde kadilarin çogu Hanefi idi. Selçuklularin, Harzemsahlarin mezhebi de Hanefilik idi. Osmanli döneminde de resmi mezhep Hanefilik olmustur .
Ebû Hanife yetmis yillik ömrünü fetvâ vermek, ders halkasında talebe yetiştirmek, ilmî seyahatlerde bulunmak ve ibadet etmekle geçiren, İslâm âleminin yetiştirdiği büyük müctehidlerden biridir. Elli beş defa hacca gittiği nakledilir (Izmirli, I. Hakki, a.g.e. 127). Bu duruma göre o her sene hac yapmıştır. İmâm-ı Âzam usûlünü söyle açıklamıştır: "Rasûlullah (s.a.s.)'den gelen bas üstüne; sahâbeden gelenleri seçer, birini tercih ederiz; fakat toptan terketmeyiz. Bunlardan başkalarına ait olan hüküm ve ictihadlara gelince, biz de onlar gibi ilim adamlarıyız.""Allah'ın kitabındakini alır kabul ederim. Onda bulamazsam Rasûlullah'ın güvenilir, âlimlerce mâlum ve meşhur sünnetiyle amel ederim. Onda da bulamazsam ashâbından dilediğim kimsenin re'yini alırım... Fakat is Ibrâhim, Sâ'bi, el-Hasen, Atâ... gibi zevâta gelince ben de onlar gibi ictihad ederim"
İmam Âzam (büyük İmam) lâkabıyla bilinen, Ebû Hanife künyesiyle meşhur Numân b. Sâbit b. Zevta (Zûta) mutlak müçtehid ve fıkıhta Hanefi mezhebinin imamı. Ebû Hanife, Kûfe'de hicrî 80 yılında dogdu. Numân ve ailesinin Arap olmadığı kesindir; onun Farisi veya Türk olduğu seklinde değişik görüşler vardır. Dedesi Zûta, Teym b. Sa'lebeogullari kabilesinin âzatlısı olup, Hz. Ali zamanında Kâbil'den Kûfe'ye gelerek; orada yerlesti. Zûta'nin oğlu Sâbit de Kûfe'de ipek ve yün kumaş ticaretiyle ugrasti. İslâm'ın hâkim olduğu bir ortamda yetisen Numân b. Sâbit küçük yaşta Kur'ân-i Kerîmi hıfzetti. Kirâati, yedi kurrâdan biri olarak tanınan Imam Âsim'dan aldığı rivâyet edilir (Ibn Hacer Heytemî,