Mizâh: İnsanların birbirleri ile lisân ve kalemle yaptıkları latîfedir ki fazlası zarâfeti giderir, terki ise çevresindekileri nefret ettirir.
Tâlim ve terbiyede mizâhın yeri büyüktür. İnsanlar, çatık kaşlı, hiç gülümsemeyen kimseleri sevmez.
Mizâh bir telkin ve ders vâsıtasıdır. Tebessüm ettirici olduğu kadar düşündürücüdür de. Mizâhlı ifâdeler, sevilerek dinlendiği için tesîrleri daha fazla olur. Hatırda da daha uzun müddet kalır.
Mizâh dinleyicilerin zihinlerini tahrik edip, dinleme arzusunu arttırır, bıkkınlığı giderir. Mizâhın gâyesi yorgunluk ve durgunluğu izâle ederek, dikkatleri toplayıp, şevki artırmaktır. Mizâh hiçbir zaman gâye değildir. Ancak gâyeye ulaşmak için kullanılan vâsıtalardandır. Vâsıtayı gâye yapmanın, kuru kuruya gülmeyi hedef almanın hiçbir faydası yoktur.
Ayrıca mizâhın istihzâ (alay) tarzında olması doğru değildir. Çünkü istihzâda başkalarını küçük görme ve kendisini üstün tutma temâyülü (arzusu) vardır.
En büyük mürebbî olarak Peygamberimiz (s.a.v.) de mizâh yapmıştır. Ama onun nükte ve mizâhları kırıcı değildir. Zarîf konuşması ve samîmî tavrıyla her zaman güvenilen bir şahsiyet olmuştur. Yine onun mizâhında yalan, insanları korkutmak ve ciddiyetsizlik yoktur.
Ebû Hüreyre’den (r.a.) naklolunduğuna göre:
“(Bir kısım Ashab) Ey Allah’ın Rasûlü, sen bize şaka yapıyorsun!”, demişlerdi. Peygamberimiz de: “Şurası muhakkak ki (şaka bile olsa) ben sadece hakkı söylerim.” (Tirmizi 4-357/1990)
Mizâh yaparken ifrâta gitmemeli, lüzûmundan fazlasına yer vermemelidir. Zîrâ mizâhı çoğaltıp sınırı aşmak, lüzûmundan fazla şaklabanlığa yer vermek kalpleri öldürür. Düşmanlık tohumları eker, küçüklerin, büyüklere karşı gelmesini kolaylaştırıp onlara cesâret verir. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) bu mevzûda şöyle buyurmuştur:
“Çok gülenin heybeti azalır, şakacı küçümsenir, çok konuşan çok sürçer, çok yanılır. Çok yanılanın da hayası azalır, hâyâsı azalanın da veraı (Allah korkusu) azalır, verâı azalanın da kalbi ölür.”