“Ahterî-i Kebîr”in müellifi, büyük lugat âlimi Ahterî mahlaslı Muslihiddin Mustafa bin Şemseddin Karahisârî merhumdur. Kanuni Sultan Süleyman Hân devrinde yaşayan Ahterî (rh.), Afyonkarahisar'da doğdu. Kesin olmamakla beraber 1496 yılı, dünyaya geliş tarihi olarak gösterilmektedir. Babası, meşhur hattatlardan Şemseddin Ahmed Çelebi'dir.

Farsça “yıldız” mânâsına gelen Ahterî, onun mahlasıdır. Ahterî (rh.) ilk tahsiline doğduğu şehir olan Afyonkarahisar'da başladı. İlmini ilerletmek ve sâhasında derinleşmek için, Kütahya'daki bir medreseye kaydoldu. Bir süre sonra “tekmîl-i nüsah” ederek icâzet aldı ve müderris oldu. Onbeş akçe maaş ile adı geçen şehirdeki Halîliye Medresesi'ne tâyin edildi. Hayatının sonuna kadar müderrisliğe devam etti. Medrese hocalığı sırasında büyük bir muvaffâkiyet gösterdi, ilmiyle ve cerbezesiyle Kanuni devrinin büyük âlimleri arasında yerini aldı.

Bu muhterem zât, lugatinden başka eserler de yazdığı halde onların hiçbiri yayınlanmamıştır. Basılan ve en çok tutulan tek eseri lugatidir. Bin sayfadan fazla olan ve kırk bin kelimeyi içine alan Ahterî, Arapça–Türkçe lugatlerin en çok alâka görenlerindendir. Yıllardır medreselerde baş tâcı edilen ve hâlen elden ele dolaştırılan Ahterî, Afyon ve Kütahya havâlilerinin şîvelerinden bahsetmesi dolayısıyla da enteresan bir hususiyete sahiptir. Millî Eğitim Bakanlığı'nca yayınlanan Türk Ansiklopedisi, bu lugatten şu satırlarla söz etmektedir:

Arapça'dan Türkçe'ye alfabe sırasiyle, fakat maddeleri satırbaşına getirmeden yazılmış ve ilk defa bu şekilde 1826'da İstanbul'da basılmıştır. Ondan sonra birçok defa Türkiye'de yeniden yayınlandığı gibi, Mısır'da, Kırım'da ve Hindistan’da da basılmıştır. 1894'teki İstanbul basımında, maddeler başa getirilmiştir. Bu hâliyle, kelime köklerinin son ve ilk harflerine göre sıralanmış olan Firûzâbâdî'nin Kâmus'undan daha kolay kullanılmakta ise de, zenginlik ve doğruluk bakımından Ahmed Âsım Efendi'nin Kâmus Tercümesi ile kıyaslanamaz. [Fakat] Arapça'ya yeni başlayanlar, Ahterî lugatini [yukarıda zikrettiğimiz] bu kolaylığından dolayı, Cevherî'ye ve Kâmus'a tercih ederler.”  

Çevre halkı tarafından “büyük bir zât” olarak bilinen Ahterî (rh.), ömrünün son günlerini tamamen ibâdet ve tâate hasretti. Rahmet-i Rahmân'a kavuştuktan sonra Kütahya'daki Karadonlu Mescidi'nin karşısına defnedildi.

Kütahyalılar'ın anlattığı bir menkıbeye göre, Karadonlu Sul-tan (k.s.) hazretleri, devrinin velîlerindendir. Ve devamlı olarak tekkesinin önünde oturmaktadır. Oradan geçen biri:

“— Burada niçin oturuyorsun?” deyince,

“— Kalp kalaylıyorum” cevabını verir.

Adam bunu yanlış anlar... Onun, “Kap kalaylarım” dediğini zannederek, ertesi gün bir çuval dolusu bakır kap getirir. Kalaylaması için önüne bırakır. Karadonlu hazretleri bu kaplara hiç dokunmaz; fakat adam, kaplarını kalaylanmış olarak alıp evine götürür. Velîlik sırrının ifşâ edilmesine üzülen Karadonlu (k.s.), bir süre sonra vefât eder.

Ahterî Muslihiddin Mustafa bin Şemseddin Karahisârî merhûmun mezar kitâbesindeki yazı şöyledir:

Hüve'l-Bâkî

Ma‘mûr olsun ta‘mir eden

Mağfûr olsun ziyâret eden

Tasnîf-i Ahterî Şemseddin

Rûhu şâd olsun duâ eden.

t   t   t

Merhûm ve mağfûr

el-Muhtâc ilâ rahmeti'l-lâhi'l-gafûr

Mustafa bin Şemseddin

Musannif-i lugat-i Ahterî

Mevlid: Karahisar-ı sâhib

Rûhi içün rızâen lillâhi'l-Fâtiha.

Sene: 953


Fazilet

 

 

   
© incemeseleler.com