وَمَا أَنْزَلْنَا عَلَى قَوْمِهِ مِنْ بَعْدِهِ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِلِينَ

 {٢٨}

28) Onun (şehid edilmesinin) arkasından, kavminin üzerine (onları helak etmek için) gökten hiç bir ordu indirmedik. İndirecek de değildik.

Onları helak etmek çok kolaydı. Onların helaki için gökten bir ordu indirilmesine ihtiyaç yoktu denilmek istenmektedir. Allah (c.c.) bundan sonra, onların helak edilme şeklini şöyle beyan buyuruyor:

 إِنْ كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ   

 {٢٩}

29) (Onların cezası) ancak bir naradan (şiddetli bir sesten, haykırmadan) ibaret oldu. Hemen sönüverdiler.

Allah, (c. c. ) Habib-i Neccar'ı şehid edenlere gadablandı. Onların azabını fazla geciktirmedi. Cebrail Aleyhisselam'a, helak edilmeleri için emir verdi. Cebrail Aleyhisselam şehrin kapısına geldi. Kapının iki kanadını tuttu. Şehri önce bir salladı; arkasından şiddetli bir nara attı; öyle şiddetli bir şekilde bağırdı ki, o sesle hepsi ölüp gittiler.

Bu, onların sadece dünyadaki cezalarıdır.

  يَاحَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ

 {٣٠}

30) Yazıklar olsun o kullara ki, ne zaman kendilerine Peygamber gelse, muhakkak onunla alay ediyorlardı.

İkrime diyor ki, "Hasret, şiddetli şekilde pişmanlık" duymaktır.

Bu hususta iki görüş vardır.

Birincisine göre, Allahü Teala, "O gönderilen resullere inanmamaları sebebiyle, kıyamet gününde başlarına gelecek olanlardan dolayı çok yazık o kullara" buyuruyor.

İkinci görüşe göre ise, bu pişmanlık sözleri helak olanlara aittir.

Ebü’l-Aliye de şöyle diyor: Resullere iman etmemelerinden dolayı, o şehir halkı hakkında helak karan çıkınca, resuller, "Çok yazık bu kullara" dediler.

Araplar, mübalağa manası kasdettikleri zaman, "Ya hasreta ya aceba" derler. Nedamet, onların dilinde tenbih manasındadır.

Hz. Allah, bu hasret ve pişmanlığın sebebini beyan buyurmak sadedinde ayette şöyle buyuruyor:

Kendilerine gelen peygamberlerin hiç birine iman etmediler. Üstelik onlarla alay ediyorlardı. Kıyamet günü pişman olacaklar ama o pişmanlığın onlara hiç bir faydası olmayacak.

 أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ  

{٣١} 

31) Görmediler mi ki, biz onlardan önce nice kuşakları helak etmişiz. Hiç biri dönüp onlara gelmiyor.

Mekkelilerin bundan haberleri yok mu, bunu bilmiyorlar mı?

Ayette geçen "Kurûn" kelimesi ile her asırda yaşayan insan toplulukları, kavimler kastediliyor.

Mekkeliler, o helak edilen kavimlerin dünyaya geri dönmemelerinden ibret almıyorlar mı?

 وَإِنْ كُلٌّ لَمَّا جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ

{٣٢} 

32) Ve muhakkak hepsi toplanıp huzurumuza getirileceklerdir.

Arapça gramer kaidesi:

Ayetteki "in" lafzı "ma-i nafiye" manasına, "lemma" lafzı ise istisna yani "illa" manasınadır. "Lemma" lafzı, şeddesiz olarak “Lema” şeklinde okunduğu takdirde "in" lafzı "Kad" manasına gelir. Bu takdirde ayetin manası şöyle olur:

"Her yaratılan, (insan ve cin) kıyamet gününde muhakkak bizim hurumuzda toplanır. Ahirette herkese amellerine göre karşılık verir. Amelleri iyiyse görecekleri karşılık hayır, amelleri kötüyse görecekleri karşılık kötü olacaktır."

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:

"Kıyamet günü, herkes Hz. Allah ile tercümansız olarak konuşacaktır. O gün kul, sağına soluna bakacak, dünyada yaptıklarından başka bir şey göremeyecek. Önüne bakacak, sadece cehennemi görecek. İşte o zaman, insanlar 5 şeyden hesaba çekilecekler. Birincisi ömrünü nerede geçirdiği, ikincisi gençliğini nasıl yaşadığı, üçüncüsü malını nasıl kazandığı, dördüncüsü kazancını nerede harcadığı, beşincisi bildikleriyle nasıl amel ettiğidir."

Diğer bir hadis’i şerifte şöyle buyuruluyor:

"Kıyamet günü kul ilk önce kendisine verilen nimetlerden hesaba, çekilecektir. Denilecek ki, sana sıhhatli bir vücut vermedik mi? Sana soğuk sulardan kana kana içirmedik mi?"

* * *

Rivayet ediliyor ki, Şeyh Ebül Hasan bir gün insanlara va'z ediyordu. Va'zda, "Allah kıyamet gününde kullara muhakkak bir çok şeyden hesap soracak" diyordu. O sırada mescidin kapısından geçmekte olan İmam Şibli, Şeyh'in bu va'zını duydu. Mescidin kapısında  durup, Şeyh'e,

-İnsanları çok korkutma. Allah insanlara çok şey sormayacak; sadece iki şey soracak. Ey kulum, ben seninle beraberdim, sen kiminle beraberdin? diyecek, dedi.

İmam Şibli'den bunu duyan Şeyh Ebül Hasan, minderinin üzerinde hareketsiz kalakaldı. Aklı başından gitti; bayıldı, düştü. Ayıldığında dedi ki,

-Ey Şibli, Allah muhakkak ki kullarını bundan daha kolay hesaba çeker. Ve, "Ey kulum! O kerem sahibi rabbine karşı seni ne aldatıda Rabbine isyan ettin?" der.

* * *

Rivayet ediliyor ki, bu ayet okunduğunda Hazreti Ali, "Beni Rabbime karşı, başka şey değil cahilliğim aldattı" dedi.

***

Fudayl bin Iyaz şöyle diyor: “Rabbim bana “Ey Kulum seni ne aldattı?” diye sorarsa, senin günahları örtmen aldattı derim.”

Ebubekir Varrak rahmetüllahi aleyh de şöyle diyor: "Rabbim bana seni ne aldattı derse, senin kerem sahibi olman aldattı derim."

Sözün başına dönelim ve bundan sonraki ayete bakalım.

Kafirler, Allah'ın birliğini kabul etmiyorlar. Onların inkarlarına  karşı buyuruluyor ki,

 وَءَايَةٌ لَهُمُ الْأَرْضُ الْمَيْتَةُ أَحْيَيْنَاهَا وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ

{٣٣}

33) Onlara, ölü yer de bir alamettir. Biz onu dirilttik de ondan taneler çıkardık. Ondan yeyip duruyorlar.

Yağmur sebebiyle topraktan buğday, arpa ve diğer hububatı (tahıl) çıkardık; onlar hububatın bazısından yiyorlar.

Allah, ölü topraktan hububatı çıkarıyor. Bu ayet, Allah'ın kıyamet gününde kabirlerden de ölüleri çıkarmaya kadir olduğuna delildir. O birdir, mülkünde ortağı yoktur.

 وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَأَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا فِيهَا مِنَ الْعُيُونِ

{٣٤}

34) Orada hurmalıklardan, üzümlerden bağlar yaptık. İçlerinden kaynaklar fışkırttık.

Yani, su sebebiyle meydana gelen meyveler bitirdik..

 لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِهِ وَمَا عَمِلَتْهُ أَيْدِيهِمْ أَفَلَا يَشْكُرُونَ 

 {٣٥}

35) Bunu, her birinin mahsulünden ve kendi ellerinin yetiştirdiklerinden yesinler diye yaptık. Hala şükretmeyecekler mi?

"Hala şükretmeyecekler mi?" ifadesi, "Allah'ın bunca nimetine şükretmeyecekler mi?" demektir ki, bu nimetler Allah'ın birliğine ve kıyametin meydana geleceğine delalet eder. Nasıl delalet ettiğine gelince:

Sonbaharda toprak cansız ve kupkuru iken, Allah, ilkbaharda yağmurlarla suladığı ölü topraktan buğday, mısır, arpa, çavdar gibi hububatı ve diğer ziraat mahsullerini bitiriyor. Bunlar, Allah'ın birliğine ve onun yaptıklarına hiç bir şeyin engel olamayacağına, istediğini yapıp istediğini hükmedeceğine, bir ve kahretme gücüne sahip olduğuna, her şeyde onun varlığına bir delil bulunduğuna delalet eder.

O bir olan Allah, her şeye kadirdir. Ölü toprağı ilkbaharda diriltmeye, canlandırmaya O'ndan başka kimin gücü yeter? Allah’ın, ahirette ölüleri diriltmeye kadir olduğunda şüphe yoktur.

Peygamberimiz, (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) "İlkbaharı gördüğünüz zaman öldükten sonra dirilmeyi hatır1ayınız" buyurduğu hadisi şeriflerinde, ilkbaharı öldükten sonra dirilmeye benzetmektedir.

Hadis-i şerifin şerhinde, ilkbaharın 10 cihetten öldükten sonra dirilmeye benzediği şöyle beyan edilmektedir.

1) Hububat ve nebatlar (bitki ve tahıllar) ilkbaharda topraktan yeryüzüne çıktığı gibi, kıyamet günü de toprak altında bulunan defineler ve ölüler dışarı çıkar. Nitekim, Allah’ü Teala buyuruyor ki, “Yeryüzü (toprak) ağırlığını (içinde olanları) çıkarır.” (Zilzal Suresi, Ayet 2)

2) İlkbahar bazı kimseler için sevinç ve rahatlık, bazıları için de acı, gam, keder ve hastalık zamanı olduğu gibi, yeniden dirilme günü de bazıları için sevinç, bazıları için ise gam ve keder zamanıdır.

3) Bir kimse kışın kuru gıdaları dikkatsizce yerse, ilkbahardaki kan deveranından dolayı, vücudunda yara ve sivilceler meydana gelir. Aynen bunun gibi, bir kimse dünyada nefsinin istediğine uyar da haram yerse, yeniden dirilme günü onun için azap, zelillik ve perişanlık olur.

4) İnsanların birçoğu toprağa bir şeyler eker; uzun gayret, koşuşturma ve zorluklardan sonra ektikleri tohum mahsul vermeye yüz tutar. Bir de bakarsınız ki aşırı sıcaktan (kuraklıktan) veya soğuk vurmasından dolayı hepsi mahvolup gitmiş. Böyle olunca, sahibi her şeyden mahrum kalır ve ümitsizliğe düşer.

Diriliş günü de böyledir. O gün, insanların bazılarının ibadetleri, günah sıcaklığı veya küfür yahut riya (gösteriş) soğukluğu sebebiyle duman olur; yani yok olup gider.

5) İnsanlar ilkbaharda, dost ve arkadaşlarıyla beraber nehir kenarında, bahçe ve bostanlarda otururlar. Diriliş gününde de, ihlaslı mü’minler salihlerle beraber olurlar.

6) İlkbaharda esen kuzey ve saba rüzgarları, bazılarına faydalı olduğu gibi bazılarına da zarar verir. Yeniden dirilme günü de böyledir. O gün esen saadet ve şekavet rüzgarları da kimisi için saadet, kimisi için felaket olur.

7) Kışın ağaçlar kurudur; yaprakları yoktur. İlkbaharda ise adeta süslenirler. Bu hayatta çok ibadet edip dünyaya itibar etmeyenler de diriliş gününde ibadet, taat, izzet ve şeref elbisesi giyerler. Kendilerine keramet tacı giydirilir. Amelleri, isyan kışının rüzgarlarında kurumuş olanlarsa, ibadet meyvelerinden mahrum, iman elbisesinden soyulmuş ve mahlukat karşısında rezil olacaklardır.

8) Ekinlerin ilkbaharda bitmesiyle bu ekinlerin sahipleri sevinirler. Ekin ekmemiş olanlarsa, biten bu ekinleri görünce pişman olurlar.

Yeniden diriliş gününde de böyle olacaktır. İbadet ehline, ibadet ve tatlarının mükafatları verilince, dünyadayken ibadet ve taat tohumu ekmeyenler pişman olacaklardır.

9) Sonbaharda ekin ekenler, ilkbaharda bunun bittiğini göreceklerdir. Yeniden diriliş günü de böyledir. Eğer dünyadayken hayır ekmişsen, orada iyilik, dünyada şer ekmişsen kötülük bulursun. Çünkü, dünya ahiretin tarlasıdır.

10) İlkbahar geldiği zaman yeryüzünde kırmızı, sarı, beyaz, siyah…renk renk, çeşit çeşit çiçekler açar. Yeniden dirilme gününde de böyle olacaktır. Orada da ihlas, tevekkül, neşe, korku, küfür ve nifak gibi haller ortaya dökülecektir.

İlkbahar işte bu 10 sebepten dolayı yeniden dirilme gününe benzemektedir.

* * *

Bu ayete ait gramer kaidesi:

"Ma" lafzı, "Ellezı" manasınadır. "Elleriyle yaptıkları yani ektikleri ekin, diktikleri ağaç, bunların dışında yine elleriyle yaptıkları hurma şırası ve pekmez gibi şeylerden yerler" demektir. “Amilethü" deki zamir, "Ma"ya aiddir.

Alimlerden Kisai ve Ebubekir, zamirsiz olarak "Ve ma amilet" şeklinde okudular. Ve, "Ma" yı nefiy manasına alıp şu manayı verdiler:

“Mamul olmayan, elleriyle de yapmadıkları yani kendilerinin yaptıkları şeylerden yesinler için ... "

Bu mana aynı zamanda Dahhak ve Katade'nin verdiği manadır.

Bazı rivayetler de şu şekildedir: Allah (c. c. ) bu ayette, insanların elleriyle yapmadıkları kaynakları ve Dicle, Fırat ve Nil gibi nehirlerleri kasdetmiştir.

 سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ

{٣٦}

36) Yerin bitirdiği mahsullerden, kendilerinden ve daha bilmedikleri şeylerden çiftler yaratan (Allah) her kusurdan münezzehtir.

Ayette geçen bazı kelimelere açıklık getirelim.

Ayetteki "yerin bitirdiği mahsuller" ifadesiyle hububat yani daneli mahsul ve meyveler, "kendilerinden" ifadesiyle kadın ve erkekler, "bilmedikleri şeylerden" ifadesiyle kara ve denizde yaşayan canlılar, "çiftler" kelimesiyle de her nevi ve her cins kastedilmektedir.

Başka bir rivayette geçtiğine göre, "Bilmedikleri şeyler" ifadesiyle kastedilen, Allah'ın yerde, gökte, dağlarda ve denizlerde yaratıklarıdır.

* * *

Şeyh Vahıdı, tefsirinde şu bilgileri veriyor:

Allah (c. c.) 1000 çeşit mahluk yarattı. Bunlardan 600 çeşidi denizde, 400 çeşidi de karadadır. Hiç birinin şekli diğerine benzemediği gibi dilleri de ayrı ayrıdır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Rum Suresi 22. ayette şöyle buyuruluyor:

"Onun ayetlerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin başka başka olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır. "

Allah mahlukatı tek olarak değil çift olarak yaratmıştır.

Şöyle ki:

Göğe karşı yeri, cennete karşı cehennemi, güneşe karşı ayı, dünyaya karşı ahireti, geceye karşı gündüzü, ilme karşı ameli, yaza karşı kışı yani hepsini çift yarattığı gibi insanoğlunu da erkek ve kadın olarak çift yaratmıştır.

Bunların hepsini yaratan Allah, eş, çocuk ve ortak edinmekten uzaktır. Kur'an-ı Kerim'de, bu manaya uygun olarak şöyle buyuruluyor:

“O, göklerle yerin yaratanıdır. Size kendinizden çiftler (eşler) yaratmıştır. Davarlardan da (erkekli dişili) çiftler ... Sizi bu suretle üretip duruyor. Onun misli gibisi (bile) yoktur. Her şeyi işiten her şeyi gören O'dur. (Şura, 11)

* * *

Diğer bir tefsir, "bilmedikleri şeylerin yaratılması" ile ilgili şu bilgileri veriyor:

Hazreti Allah (c.c.) Kaf Dağı'nın ötesinde, Kaf Dağı gibi 70 dağ yarattı. Bu dağların ötesinde cam gibi berrak, gümüş gibi beyaz bir yer yarattı. Burada, yaratılanların bilmediği bir çeşit mahluklar yarattı. İnsanlar onları, onlar da insanları bilmezler.

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki:

Mirac yolculuğunda, Kaf Dağı'nın ötesinde insanlarla dolu bir şehir gördüm. Onlar da beni görünce, "Ya Muhammed! Senin yüzünü bize gösteren Allah'a hamd olsun" deyip bana iman ettiler. Onlar şeriatın hükümlerini öğrettim ve "Siz kimlersiniz?" dedim. Bana şunları anlattılar:

-Ya Muhammed, biz israil oğullarındanız. Musa Aleyhisselam vefat edince, israil oğulları arasında anlaşmazlık çıktı. Aramızda fitne yayıldı. Öyle ki, sadece bir defada 43 peygamberi şehid ettiler. Bir kısmımız Peygamberleri şehid edince, içimizden dünyaya gönül vermeyen ve ibadete düşkün olan 200 kişi ayrıldı. Bunlar diğerlerine, kötülük yapmamaları ve iyi şeyler yapmaları hakkında nasihat etmeye başladılar. Onlar ise bu nasihatlara bile kızıp bir gün içinde hepsini öldürdüler. Bu hadise üzerine aramızda anlaşmazlık ve fitne çıktı. Biz onlardan ayrıldık; deniz kenarına, sahile geldik. Bizi onların fesadından kurtarması için Allah'a dua ve tazarru ettik. Bunun üzerine önümüzde bir delik/ dehliz açıldı. Oraya girdik. Yer altında bu şekilde 18 ay kaldıktan sonra bu bulunduğumuz yere çıktık.

Devamla dediler ki, "Musa Aleyhisselam bize, "Ahır zaman peygamberi Muhammed Aleyhisselam'ın yüzünü gördüğünüz zaman benden ona selam söyleyiniz" diye vasiyet etmişti. Allah'a şükürler olsun ki senin yüzünü gördük. Bize Kur' an'ı öğretiniz. "

Peygamberimiz onlara Kur'an'ı, namazı, orucu, cuma namazının kılınacağını ve diğer dini meseleleri öğretti.

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onların hakkında şu bilgileri veriyor:

--Evlerinin kapısı yoktu. Bunun sebebini sordum,

- Bizim birbirimizden korkumuz yoktur; onun için evlerimize kapıya ihtiyaç olmuyor, dediler.

-- Evlerinin duvarlarıysa aynı yükseklikteydi. Bunun sebebini sordum,

- Hepimiz tek kubbe altında (gibi) yiz; onun için duvarlarımız seviyede" dediler.

- Mescidleri, evlerine uzak yerlere yapmışlardı. Bunun sebebini sordum,

- Mescide, uzak yerden gelenin sevabı, yakın yerden gelenin sevabından daha fazla olduğu için, dediler.

- Kabirleri, kapılarının önündeydi. Niçin böyle yaptıklarını sordum,

- Kabirler devamlı olarak gözümüzün önünde olsun da dünya ile meşgul olurken ölümü unutmayalım diye böyle yapıyoruz, dediler.

- Hiç gülmüyorlardı. Bunun sebebini sordum.

- Gülmek kalbi karartır. Onun için gülmüyoruz, dediler.

- Siz hasta olur musunuz? dedim.

- Hastalık, günahlara keffarettir. Biz günah işlemiyoruz, (dolayısıyla hasta olmayız) dediler.

- Bir şeyler ekip biçiyor musunuz; ziraatla meşgul oluyor musunuz? dedim.

- Ziraat yapıyoruz; ancak, toprağa tohumu atıp sonrasını Allah’a bırakır, mahsul toplama zamanına kadar meşgul olmayız.  Mahsul toplama zamanı gelince hep beraber gider, mahsulü bir yere yığarız. Herkes oradan ihtiyacı kadar alır, kalanı orada bırakır, dediler.

- Hayvanlarınız da var mı? dedim.

- Var; ama biz onları araziye bırakırız. Hayvanlara ihtiyacımız olduğunda onları toplar, ihtiyacımız kadarını alır, kalanını tekrar araziye bırakırız, dediler.

- Bu insanların yüzleri sapsarı idi. Biraz önce hasta olmadığınızı söylemiştiniz; peki bu yüzünüzdeki sarılık ne? diye sordum.

- Bu yüzümüzdeki sarılık ölüm korkusundandır, dediler.

- Bizdeki gibi sizde de ölüm çok oluyor mu? dedim.

- Evet, her sene bir cenaze olur, dediler ...

==== ... ====

Gayb  aleminde, böyle kavimler çoktur. Fakat onları Allah'tan başka kimse bilmez.

Şeyh Tefsiri’nde şu bilgileri veriyor:

Gayb aleminde gök, yer, dağ, deniz, arş, kürsi, güneş, ay ve bunların benzeri her şey vardır. Bu bildiğimiz alem, gayb alemine göre denizde bir damla gibidir.

* * *

Rivayet ediliyor ki, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanında bir kişi vefat etmişti. Peygamberimiz onun cenaze namazını kıldırdı. Cenazesiyle beraber kabrine kadar gitti. Defnedildikten sonra evine döndü. Eve gelince, Aişe (r. anha) Validemiz ayağa kalktı ve eliyle Peygamberimiz'in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sarığını sıvazladı. Hayretle,

- Ya Resulallah, bu ne böyle? Dışarda yağmur yağmadığı halde elbiseniz ve sarığınız yağmur taneleriyle ıslanmış, dedi.

Peygamberimiz, (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hz. Aişe Validemiz’in gayb aleminde yağan yağmurun yaşlığını gördüğünü anladı ve,

- Ya Aişe, sen başını ne ile örtmüştün? diye sordu. Validemiz,

- Sizin hırkanızla örttüm Ya Resulallah, diye cevap verdi. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki,

- Ya Aişe, onunla örtündüğün için gözlerindeki perde kalktı ve sen gayb alemini görmüş oldun. Ya Aişe, gayb aleminde yağmur " bulut da var, güneş de var, ay da var. Ancak, onları evliya ve salihlerden başkası göremez.

Ayetteki, "Ve mimmaa la ya'lemün-bilmedikleri şeylerden yaratan" ifadesiyle, işte bunlara işaret olunmaktadır.

  وَءَايَةٌ لَهُمُ اللَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُمْ مُظْلِمُونَ

 {٣٧}

37) Onlara, gece de bir delildir. Ondan gündüzü sıyırırız. Bir de bakarlar ki, karanlıklar içinde kalmışlar.

Ayetin manası , "Gündüzü giderir geceyi getiririz" demektir. Kudretimize ve birliğimize delalet etmek üzere, geceden gündüzü sıyırıp çıkarırız da insanlar karanlık içinde kalırlar. Nitekim, güneş battığı zaman, gündüzü geceden soyuyoruz ve ortalığı karanlık kaplıyor.

Aslolan gecedir; gündüz onun üzerine sonradan gelmektedir.

Eğer, "Gece mi üstün gündüz mü?" diye sorulacak olursa, “Gece gündüzden üstündür" deriz.

Çünkü:

Gece cennetten yaratılmıştır, gündüz ise cehennemden. Eserlerde geçmektedir ki, cennette hem ışık vardı hem karanlık. Allah, cennetin karanlıklarını bir araya getirdi ve ondan geceyi yarattı; bundan sonra cennette geceden eser kalmadı. Allah, cehennemin ışığını-aydınlığını da bir araya getirdi ve ondan da gündüzü yarattı; cehennemde de ışık ve aydınlıktan eser kalmadı; her tarafı karanlık oldu.

Gündüzlerde daha çok günah işlenirken, gecelerde daha çok istiğfar günahlardan özür dileme ve pişmanlık yaşanır.

Gecenin ayıp ve kusurları örtmesine mukabil, gündüz bunları açığa vurur.

Keşke bu saatler hiç bitmese diyen Allah aşıklarını gece içinde gizler, gündüzü değil.

Gündüz, gönlünü sadece dünyaya bağlamış olanların çarşısı, gece ise gönlünde ahiret düşüncesi olanların çarşısıdır.

* * *

İbrahim Aleyhisselam, hullet/ dostluk elbisesini gündüz değil gece giymiştir. Hz. İbrahim ile ilgili bu husus Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade buyrulmaktadır:

“Böylece biz, yakın sahiplerinden olsun diye, İbrahim'e göklerin ve yerin büyük (ve muhteşem) mülkünü gösteriyorduk.

Üzerine gece çökünce o (İbrahim a. s.) bir yıldız gördü. Bu benim rabbim ha! (Mümkün değil; olamaz!) dedi. Yıldız batınca, ben batanları sevmem dedi.

Bundan sonra ayın doğduğunu görünce de, bu benim rabbim ha! dedi. Ve o da batınca ( hem rabbine olan inancını izhar, onları (halkını) ikna etmek, hem de kendisinin rabbine olan ihtiyacını itiraf etmek için) dedi ki, hiç şüphe yok rabbim bana hidayet etmezse, ben de mutlaka o sapıklar güruhundan olacaktım.

Sonra güneşi doğar vaziyette görünce de, bu benim rabbim" (ha!.. Asla olamaz) Bu hepsinden de büyük!.. demiş. Fakat batınca da (şöyle) söylemişti: Ey kavmim! (Gördünüz ya, bunların hepsi fanı ve mahluktur) Ben sizin (Allah'a) eş koştuklarınız nesnelerden tamamen uzağımdır.

Ben, hakka eğilerek yüzümü göklerle yeri yaratana döndüm ve ben müşriklerden değilim, dedi. (En'am 75-79)

* * *

Melekler, Yunus Aleyhisselam'ın balığın karnında yaptığı tesbihi, gündüz değil gece işittiler. Hz. Allah (c. c. ) Yunus Aleyhisselam'ın hadisesini Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber veriyor:

Zünnun'u (balık sahibi Yunus'u) da hatırla. Hani (yola gelmeyen kavmine) öfkelenerek gitmişti de kendisini hiç sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken (balığın karnında) karanlıklar içinde 'La ilahe illa ente sübhaneke innî küntü mine'z- zalimın- Senden başka ilah yoktur. Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Ben gerçekten haksızlık edenlerden oldum" diye dua etmişti. (Enbiya, 87)

* * *

Musa Aleyhisselam, rabbi ile konuştuğu Tur Dağı'nda Allah sevgisinden sarhoş bir vaziyetteyken zevkle raksetmişti. Bu hadise de gece olmuştu. Bu hadise de Kur'an'da şöyle bildiriliyor:

Biz de Musa ile otuz gece (niyazda bulunması için) sözleştik ve ona bir on daha ilave ettik. Böylece rabbinin tayin ettiği vakit kırk gece olarak tamamlandı ... (A'raf, 142)

Peygamberimiz Aleyhisselam da "kaabe kavseyn" makamına gece kavuştu. Bu meşhur gece yolculuğu isra suresinin ilk ayetinde şöyle ifade buyurulur:

(Her türlü noksanlıktan) münezzeh bulunan (Allah), kulunu (Muhammed Aleyhisselam'ı) geceleyin (Mekke'deki) Mescid-i Haram’dan  alıp, kendisine bir takım ayetler gösterelim diye, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götürdü.

Peygamberimiz Aleyhisselam şöyle buyuruyorlar:

''Gece içinde bir zaman parçası var ki, bir müslüman o anda Allah’tan bir hayır istese, Allah o kulun istediğini ona mutlaka verir.  O zaman parçası her gecede vardır."

Yine buyuruyorlar ki:

"Gecenin üçte ikisinden sonra, dünya semasına  Allah'ın izni ile bir melek iner ve " ihtiyaç sahibi olan yok mu! Bu an, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarının verildiği andır" diye nida eder."

Yine buyuruyorlar ki:

“Size, geceleri ibadet için ayakta olmanızı tavsiye ederim. Çünkü bu, sizden önce yaşayan salih kimselerin adetidir. Bu hal, Allah’a yaklaştırır ve günahlarınızın affına sebep olur."

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) geceleri o kadar ibadet ederdi ki, uzun müddet ayakta durmaktan dolayı ayakları şişerdi. Kendisine, "Ya Resullah, Allah sizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarınızı affettiği halde, ibildette kendinize niçin bu kadar meşakkat veriyorsunuz?" denildiğinde, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle cevap vermişti:

"Allah’ın bana verdiği nimetlere şükretmeyeyim mi? Allah beni yoktan var etti, bana akıl, fikir, idrak ve Peygamberlik verdi. Bunlara şükretmeyeyim mi? Kendisine ibadet etmek için imkan verdi; buna şükretmeyeyim mi?"

Ey gaflet içinde olanlar! Peygamberiniz Muhammed Aleyhisselam'ın sözlerini duydunuz mu?

Gündüzleri günah işleyip geceleri de gafletle geçirenlere yazıklar olsun ...

Rabbimiz, (c.c.) geceleri Allah korkusundan yaş döken gözlerin sahibini de, Allah yolunda hizmetteyken seherlerde uyumayan gözleri de cehennemde yakmayacak ...

 وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ

 {٣٨}

38) Güneş de kendine mahsus bir mihver etrafında akıp gidiyor. Bu, güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.

Güneş, kendisi için kararlaşmış olan bir menzile, -son noktaya- doğru yol almaktadır.

Denildi ki, güneşin bu hareketi kıyamet kopup dünyanın yok olduğu zamana kadar devam edecektir.

Ve yine denildi ki, güneşin seyri (hareketi) varacağı son noktaya ulaşana kadar gidip sonra geri dönmektir. Bu son nokta güneşin menzilidir ve güneş yörüngesinden asla dışarı çıkmaz.

Başka bir ifadeye göre, güneşin menzili yani gideceği son nokta, semada yazın yükseleceği en yüksek yer ile kışın ineceği en aşağı yerdir. Yani güneş (sene içersinde) bu son noktalara kadar gider. (Yazın yükselir, kışın alçalır.)

Biliniz ki, güneşin 180'i kışın 180'i yazın olmak üzere 360 menzili vardır. Yaz boyunca, her gün bir menzilden doğar ve yaz boyunca böyle devam eder. Ondan sonra kış menzillerine girer ve her gün oradan doğmaya başlar. Bu da kış menzilleri sona erene kadar devam eder. İşte bunların hepsi, güneşin menzilleridir.

Nitekim Kur'an-ı Kerim'de, "Doğuların ve batıların rabbine yemin olsun ki.. " buyuruluyor. (Mearic, 40)

Bunlar, 360 doğu ve 360 batıdır. Güneş, kıyamet kopana kadar senenin her gününde bu doğma ve batma yerlerinin hepsini dolanır; yani her günü ayrı bir yerden doğar ve ayrı bir yerden batar. İşte güneşin devrinin/ dolanmalarının hepsi, Aziz ve Alim olan Allah'ın takdiriyledir.

Allah her şeye kadirdir. Hiç bir şeyi yaratmaktan aciz değildir. Kullarının ve yarattıklarının her halini bilir. Nitekim, kulları bütün ihtiyaçlarını görsünler için güneş için menziller takdir etmiştir. (İnsanların işleri zamana bağlıdır. Zaman da güneşin hareketiyle meydana gelmektedir. )

Bazı alimler şu bilgiyi veriyorlar:

Güneşin son menziline varıp orada kalması kıyamette olur. Şöyle ki: Kıyamet kopar; güneş bir yerde kalır, fakat nuru gider ve nursuz vaziyete gelir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:

"Güneş dürül(üp ışığı söndürül)düğü zaman ... " (Tekvır, 1)

Bazı alimler şöyle dediler:

Güneşin duracağı yer arşın altındadır. Nitekim Ebu Zer (r. a.) den rivayet ediliyor. Buyurdu ki: Bir gün güneş battığında Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bana,

"Ya, Eba Zer, güneş nereye gitti biliyor musun?" diye sordu.

Ben,

"En iyi Allah ve resulü bilir" dedim. Buyurdu ki:

“Ey Eba Zer, güneş bir akşam batar, arşın altına gider ve secde etmek için Allah'tan izin ister. Secde etmesi için izin verilir. Arkasından, dünya üzerinde işlenen günah ve kötülükleri gördüğü için bir daha dünya üzerine doğmamak için izin ister. Güneşe, bunun için de izin verilir ve güneş doğmaz. Sonra, "Doğduğun şekilde geri dön" denilir. O zaman güneş, batıdan tekrar doğar."

Allahü Teala'nın "Güneş de kendine mahsus bir mihver etrafında akıp gidiyor" buyurması işte bu manadadır. Güneş, bu yol üzerinde yani normal yörüngesinde kıyamet gününe kadar doğup batmasına devam eder.

Kıyametin vakti yaklaştığı zaman, fısk u fücur (her türlü günah) açıktan açığa işlenmeye başlar, yeryüzünde Allah'a isyan ve günahlar çoğalır, emr-i bi'l- ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker (iyilikleri işlemeye ve kötülüklerden kaçınmaya teşvik) kalkar, şeriatın hükümleri yerine getirilmez olur. Böyle bir zaman geldiğinde, güneş battıktan sonra arşın altında bir gece uzunluğunca secde eder. Onun tekrar doğmasına izin verilmez, Ay da aynı şekilde güneşin bulunduğu yere getirilir. Ay ve güneş aynı yerde gecenin üçte biri geçecek kadar ağlarlar.

Bu zaman içinde ay ve güneş doğmadığı için, dünya karanlık içinde kalacak, ama o gecenin ne kadar uzadığını teheccüd namazına devam edenlerden başka kimse anlayamayacaktır. Teheccüde-gece ibadetlerine devam eden böyle kimseler, yeryüzünde az olmakla beraber her beldede bulunur. Bunlar, insanlar arasında hor görülen, değersiz, zenginlerin itibar etmediği kimselerdir.

Teheccüde kalkan bu zatlar, her gece yaptıkları gibi o gece de ibadet, taat, zikir ve evrad gibi. .. her zaman yapageldikleri ibadetlerini yerine getirecekler. Bekleyecekler, fakat fecir doğmayacak, yanı güneşin doğduğu yerde bir aydınlık olmayacak. Bunun üzerine yıldızlara bakacaklar, yıldızların her zamanki gibi yerli yerinde durduğunu görünce, "Fazla bir ibadet etmedik de az zaman geçti, galiba vakti şaşırdık" diye düşünecekler ve biraz daha taat, zikir ve evrad ile meşgul olurlar. Hala fecrin doğmadığını görünce tekrar yıldızlara bakarlar. Bakarlar ki yıldızlar hala yerlerinde duruyor. ..

Bu sefer korkarlar ve bu vaziyetin kıyamet alametleri olduğunu anlarlar. Meseleyi birbirlerine haber verirler. Haberleşip mescidlerde toplanır ve topluca Allah'a yalvarır ve Allah korkusundan ağlaşırlar.

Böylece üç gece geçtikten sonra Allah (c. c. ) güneşe, "Batıya dön, batıdan doğ" diye emreder. Böylece güneş batıdan doğunca anlaşılmış olur ki kıyamet kesinkes yakındır. Bunun üzerine, ay ve güneş kendilerine mahsus ağlayışlarıyla ağlar, Allah' a yalvarırlar. Yer ve gök ehli de ağlamaya başlar.

Güneş batıdan doğunca, gökten şöyle nida edilir:

Haberiniz olsuuun! Güneş batıdan doğduuu!.

İnsanlar bunu duyunca tekrar ağlamaya ve yalvarmaya başlarlar. Bir de göğe bakarlar ki ayın da güneşin de nurları gitmiş, gökte bir tas gibi görünüyor. Ve ikisi bir araya gelmiş. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de buyuruluyor:

"Ay ve güneş bir araya getirildiği zaman ... " (Kıyame, 9)

O gün gelip güneş batıdan doğduktan sonra, artık insanların ağlaması fayda vermez. Ay ve güneş göğün ortasına geldikten sonra, Cebrail Aleyhisselam Allah'ın emriyle kanatlarıyla her ikisini de batı tarafa yönlendirir.

Uzunluğu yetmiş senelik yol olan Tevbe Kapısı da o yönde yani batıdadır. Ay ve güneş Tevbe Kapısı'ndan battıktan sonra artık tevbe ve pişmanlık kapısı kapatılmıştır. ..

Bundan sonra ay ve güneş eskiden olduğu gibi -kıyamete kadar- doğudan doğmaya devam eder. Şu kadar var ki, bundan sonra fazla sürmez kısa bir müddet sonra kıyamet kopar. ..

Hatta kıyamet o kadar yaklaşmıştır ki, bazı alimlerin söylediğin göre o sırada bir at yavrulasa, onun yavrusu binilecek vaziyete gelmeden kıyamet kopacaktır.

 وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ

{٣٩} 

39) Aya da menziller takdir ettik. Nihayet (son menziline) döner, eski hurma salkımı gibi eğri olur.

İbn-i Kesır, imam Nafi ve Basra alimleri, -37. ayetteki "Gece'' manasına gelen "El-Ieyl" kelimesi gibi- bu ayetteki "Kamer" kelimesini de "Ve'l-kameru" şeklinde ötre okumuşlardır. Diğer alimler ise mef'ul olarak üstün okumuşlardır.

Ay, menzilinin sonuna vardığı zaman incelir ve eskimiş hurma salkımı çöpü gibi olur.

Ayetteki "Urcun" kelimesi, üzeri budaklı hurma salkımı çöpü demektir. Ayetteki, "Kamer-ay" son menziline vardığında ince ve küçük olmakta, kurumuş ve zamanla eğrilmiş olan hurma salkımı çöpüne benzetiliyor.

Ayette geçen "El-kadım" kelimesi "Eski" demektir.

 لَا الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ 

{٤٠}

40) Ne güneşin aya yetişmesi yaraşır ne de gece gündüzü geçer. Her biri bir felekte yüzerler.

Gece bitmeden, bitmek üzereyken gündüz başlar. Gündüz varken de gece başlamaz. Biri asla diğerinin yerine geçmez. Ve gece ile gündüz devamlı olarak, (Allah'ın tayin ettiği) bir ölçüye bağlı olarak birbirini takip edip dururlar.

Bir gece ikinci bir geceyle birleşmez. İki gecenin arasında mutlaka bir gündüz bulunur. Gece de gündüz de hiç biri vaktinden önce gelmediği gibi, biri diğerinin yerini de almaz. Ay ile güneş, ancak kıyamete yakın aynı felekte/ yörüngede bir araya gelirler ki, o zaman da kıyamet kopar.

* * *

"Ne güneşin aya yetişmesi yaraşır ... " ifadesi, ikisi bir felekte bulunmaz, demektir. Yani, aralarında bir gündüz bulunmaksızın, iki gece birleşmez, Gündüz, her zaman iki geceyi birbirinden ayırır.. Ay ile güneşe, başka bir tabirle gece ile gündüze ait ayrı ayrı büyük mihverler/yörüngeler vardır. Her biri o mihver etrafında/üzerinde, balıkların denizde yüzdüğü gibi dolaşır durur.

Güneş, dünyadan yüz yetmiş misli daha büyüktür. (Önce böyle idi.) Ay ise (parlaklıkta) dünyanın yetmiş mislidir.

İlk yaratılışta ay ile güneşin renkleri yani parlaklıkları aynıydı. İkisinin ışığı da dünyaya vurduğu için, o zaman gece ile gündüz farkı yoktu. Allah 'ın (c. c.) emriyle Cebrail Aleyhisselam gelip ayın yüzünü meshetti ve ayın eski parlaklığı gitti.

Deniliyor ki, üzerindeki çukurluklardan dolayı ayın üzerinde görülen siyahlıklar, Cebrail Aleyhisselam'ın kanatlarının eseridir.

Bu şekilde ayın parlaklığı noksanlaşıp güneşin parlaklığı arttı. Böylece gece ve gündüz meydana geldi. Bunu beyan hususunda Kur’an-ı Kerim'de buyuruluyor ki:  

“Biz, gece ile gündüzü (kudretimize) iki alamet yaptık. Sonra gece alametini (ayın ışığnı) silip (giderip) rabbinizden (geçim için) bir lütuf aramanız ve yılların sayısını, vakitlerin hesabını bilmeniz için gündüzün alametini (güneşin ışığını) aydınlık yaptık. Biz her şeyi yerli yerince beyan ettik. (isra, 12)

 

Ay dünya semasında, güneş ise dördüncü kat semada yaratılmıştır. Yukarda da ifade ettiğimiz gibi, ay ve güneşin her biri yörüngelerinde hareket eder ve kıyamet yaklaştığı zaman bir araya gelirler.

 

   
© incemeseleler.com