A.C.: "Ey Âdemoğulları! Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez".  (S. Âraf 31).

H.Ş.: "Yaslanarak yemem; ben ancak bir kulum. Köleler nasıl yerse öyle yerim, onlar nasıl oturursa öyle otururum". 

Yaslanarak su içmek dînen mekruh, tıbben zararlıdır.

Yemeğe başlamadan elleri yıkamak sünnettir.

"Yemekten evvel el yıkamak hastalığa, yemekten sonra yıkamak fakirliğe kalkandır"  denilmiş...

Yemek, yere serilen yaygı veya sofra üzerinde ya da masada yenir.

Doyasıya yemek, şehvet ve bedende hastalığa sebep olduğundan men edilmiş ve bid'attır. Sünnete uymaz.

Yemeği, ibâdet etmeye ve dînî vazifeleri yerine getirmeye kuvvet olsun niyetiyle yemek ibâdettir. Zevk için veya şehvete kuvvet olsun diye yemek, ilâhî lânete sebeptir. İbâdete kuvvet olsun diye yenilen yemek de az olmalıdır.

Böylece: İnsanda israfı terk ve kanâat hâsıl olur...

H.Ş.: "Âdemoğlunun doldurduğu kapların en kötüsü, tıka basa doldurduğu midesidir". 

İbâdet kastıyla yemekte iyice acıkmadan el sürmemek lâzım... Böylesi, hekime muhtaç olmaz...

Yemeğe Besmele ile başlayıp, Hamd ile bitirmeli... Her lokmayı alırken "Bismillah" demek daha güzeldir.

Yemek sağ el ile yenir. Tuz ile başlanıp, tuz ile bitirmek sünnettir.

Bereket  yemeğin ortasında olduğundan dâimâ kenârından yemelidir.

Sıcak buharı kesilmeden yemek mekruhtur; bereketi olmaz.

* Rasûlüllah S.A.V. zarûret miktarı ve bedenin kıvamına yetecek kadar yedi ve hiç bir zaman doyasıya yemedi. Ehl-i ayâlinden yemek sormaz; hazırlarlarsa kabul buyurur, içmek için ne verirlerse içerdi. Cemâatla beraber yemeği severdi. (M.İ.M. C-2 M-51).

H.Ş.:  "İnsan, yemesini azalttığı zaman içi nur dolar."  (Râmûz 33/13).

H.Ş.: “Çok yemekten sakının! Şüphesiz kul şehvetini âhiretine tercih etmedikçe helâk olmaz" (Râmûz 177/2).

H. K.:  "Benim nazarımda kullarım az yemekten daha şümullü (geniş) perde ile örtünmediler".

  * * *

Sıddık-ı Ekber Hazretlerinden Tavsiye:  "Yemeği azalt, hastalıklardan emin ol." 

   * * *

* Riyâzet ve güçlüklerden kurtulmak, sünnete tâbî olmaktan ibâret ve mübârektir.

Yemek ve uykuyu, tâatı te'hire tesiri olmayacak, dimağı bozmayacak, hayâlleri fesâda vermeyecek şekilde azaltınız... (İmam-ı .Masûm K.S.  C-1)

   * * *

Said bin Müseyyeb K.S. :  "Çok yemek bütün âfetlerin başıdır" .  (Seçilmiş Mektuplar 14).

H.Ş.: "Geğirmeni kısalt. Zira dünyada çok doyan, âhirette çok açlık çeker."  (Râmûz 79/10).

H.Ş.: "Oburca yemek içmek suretiyle kalplerinizi öldürmeyin. Kalp bir fidan gibidir. Fidana fazla su verince nasıl zarar görürse, kalp de fazla yemekle ölür, sâlim düşünce ve insânî huyları kaybolur".

Lokman Hekim Hz. oğluna:  "Çok uyuma, çok yeme! Kim çok uyur, çok yerse kıyâmet günü iflâs etmiş olarak gelir"  buyurdu.

Sıddık-ı Ekeber R.A.: "Müslüman olduğumdan beri Rabb'ime ibâdet zevkini bulmak için doyasıya yemedim ve Rabb'ime kavuşmak iştiyakıyla da kanasıya su içmedim"  buyurmuştur.

  * * *

"Çok yiyen, çok ibâdet edemez. İnsan oburca yerse, vücuduna ağırlık, gözlerine uyku gelir, âzâları âvâreleşir; ibâdet etmeye çalışsa da muvaffak olamaz...

  Bazıları mideyi, kalbin altında kaynayıp buharını kalbe doğru üfleyen tencereye benzetmişler. Buharın, çokluğu nispetinde çarptığı yeri karartıp rahatsız ettiği gibi, mide de ne kadar dolu olursa, kalbi o nispette karartır ve incitir, demişler.

H.Ş.: Çok yiyen kıt anlayışlı olur, çünkü devamlı tok olmak (oburluk), zekâyı geriletir" (Seçme Hadisler S-14 Mükâşefetü'l-kulûb).

  * * *

Mü'min için üç şey lâzımdır:

1- Dâimâ abdestli olmak

2- Nispeti sıkı muhafaza etmek

3- Yeme içmede ihtiyat etmek...

İnsana düşen mükellefiyet, mahlûkattan hiç birine düşmedi. İbâdetle iş bitmiyor. Kulluğa sıkı sarılıp, konuşurken, etrafa bakarken ve  yemek yerken fevkalâde ihtiyat lâzımdır. Çok yemek, çok uyumak beden sultanının kuvvetini işgal eder.

Mideyi doldurmak, insanı cümle fazîletlerden, dünyevî ve uhrevî menfaatlerden mahrum bırakıp, çeşitli hastalık ve ağrıları dâvet eder.

Günde bir öğün yemek sünnet, ziyâdesi israftır...

İslâm’da ilk zuhur  eden bid'at, yemek israfı olmuştur.

Her defasında 120 dirhem ve bir cins yemek sünnet ise de, yaş, bünye ve işin değişmesine göre muhtelif olduğundan, Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefes alıp zikretmeye tahsis edilmesini tavsiye buyurmuştur.

Yemek ve nikâh gibi nefsânî isteklere ehemmiyet vermek, malın ve mevkiin çoğalmasını ve diğer dünyevî arzûları artırır...

H.Ş.:  "Allah'a, açlık ve susuzluktan daha sevimli bir şey yoktur".

Mâruf-u Kerhî Hz.: "Neden yemeğe ehemmiyet vermezsin, iyi yemekler yemiyorsun?" sûaline,  "Ben bu âlemde misâfirim. Konuk ne verilirse onu yer"  buyurdu.

Hz. Ali R.A.: “Kalbin pası, çok yemektir.”

Ebu Süleyman Dârânî K.S. buyuruyor:

- "Çok yiyende altı illet hâsıl olur:

1- Namazdan zevk duymaz.

2- Unutkan olur.

3- Şefkati azalır.

4- Tâatında gevşeklik hasıl olur.

5- Şehevânî istekleri gâlip gelir.

6- İnsanlar mescide vardığında o helâya varır".

Çok yemek içmekten kendisine ağırlık basıp da kalbin sefâsını kaybeden, iyi amellerden uzak kalan ve Cenâb-ı Hakk'ın gazabına sebep olan, uykuya devam etmekle sağır hâle gelenler Hadis-i Şerif ile zem olunmuştur.

Kadına şehvet hissi, neslin devamı için; Ateşin elem vermesi, cehennemden çekinmek için; birleşmenin zevki de, âhiretin dâimî zevklerini arzu etmek içindir.

Allah rızâsı veya Allah korkusu için değil de, başka sebeple şehvetini terk eden, sevâp alamaz. Zira nefsin bir arzûsunu bırakıp, diğerini yerine getirmiştir.

Mevlâna Sâdeddin-i Kaşgarî Hz.: "İlaç diye öteberi yemektense perhiz etmek daha iyidir"  buyurmuş...

Çok yiyen, çok hasta olur; ilaç alır, sıhhat gelir, yine yemek, yine ilaç, yine yemek; sonra ilaç da fayda vermez, derdi artar...

Günahla tevbe de böyle: Günah, tevbe, yine günah, yine tevbe... Neticede böyle  tevbe de bir günah olur.

Allah dostları daimâ uyanık olup, bir gaflet ânında öbür âleme göçmekten korkar da dikkatli bulunurlar.

* * *

   İHYA C-3 S-184:

"İnsan için en büyük tehlike mide şehvetidir: Âdem A.S. ile Havva Vâlidemiz'in sefâ yeri olan cennetten cefâ yeri olan dünyaya inmelerine sebep olmuştur.

Mide dolunca; şehvetin tahrikiyle kadın arzusu, mal, mevki ve bol yiyecek elde etme arzûsu doğar. Mal ve servet çoğaltma arzûsu da; cehâlet, ahmaklık, haset, böbürlenme ve sâir hastalıklara yol açar.

Bunlar da kin: Çekemezlik husûmet, taşkınlık, haksızlık ve azgınlık gibi açık günah işlemeye sürükler. (İhyâ C.3, S.184)

Şu halde insan, midesine hâkim olmak için açlıkla şeytanın yollarını daraltıp nefsine galip gelmekle. Böylece Allah'a bağlanır, gösterişle azıp sapmaz, dünyayı sevip de âhireti unutmaz...

Bu tehlikelere düşmeden âfetleri önlemek, mide ile mücâdelenin faziletini anlamak ve mide şehvetine bağlı olan kadın şehvetini anlatmak icab eder. Allah'ın izniyle bunları bir kaç fasılda beyan edeceğiz.

* * *

 AÇLIĞIN ÜSTÜNLÜĞÜ VE ÇOK YEMENİN ZARARLARI

H.Ş.: Açlık ve susuzlukla nefsinize karşı cihad açın. Bunun mükâfâtı Allah yolunda cihad edenin mükâfâtı gibidir. Allah indinde açlık ve susuzluktan daha sevimli bir amel yoktur.

H.Ş.: Midesini dolduran kimse Melekût (Melekler) Ålemine yükselemez.

H.Ş.: İnsanların en üstünü, yemesi ve gülmesi az olan, avret yerini örtmekle iktifâ eden mütavâzî giyinen) kimsedir.

H.Ş.: Amellerin en üstünü açlık, nefsin zilleti de sôf (elde örülen yük elbise) giymektir.

H.Ş.: Giyininiz, yiyiniz, içiniz; fakat, mideyi yarıya kadar doldurunuz. Zira az yemek, nübüvvetten bir cüzdür.

H.Ş.: Tefekkür, ibâdetin yarısı; az yemek, ibâdetin kendisidir.

H.Ş.: Kıyâmet günü Allah indinde en üstün mevkie sahip olan, en çok aç kalan ve Allahü Teâlâ'nın azametini tefekkür edendir.

H.Ş.: Allah indinde en sevimsiz olan, çok yiyip, çok içen, çok uyuyandır.

H.Ş.: Allahü Teâlâ dünyada az yiyip içen kullarına îtibar eder de meleklerine: "Şu kuluma bakın! Onu dünyada yemek içmekle ibtilâ ettim; o sabretti; yiyip içmeyi terk etti. Şahit olun! Onun terk ettiği her lokma için cennette ona bir derece ihsan ederim".

H.Ş.: Kıyâmet günü insanların Allahü Teâlâ'ya en yakın olanları, dünyada uzun müddet aç, susuz ve mahzun kalanlardır. Hakîkî âlim ve müttekîler halk arasında bilinmez. Kaybolduklarında aranmaz. Lâkin yerin genişliği onları bilir. Ve göklerin melekleri onların etrafını çevirir.

İnsanlar dünya nimetleriyle zevklenirken, onlar Allah'a ibâdet ve tâatten zevk alırlar.

İnsanlar yumuşak yataklarda yatarken, onlar tâatle meşgul olurlar. Alınları ve dizleri üzerinde dururlar.

İnsanlar sünnetleri bırakıp bid'atlara saptığında, onlar ahlâk-ı Nebî ile yaşarlar.

Onlardan biri ölünce yeryüzü onlara ağlar. Bunlardan biri bulunmayan belde halkına Allah gazap eder. Köpeklerin leşe hücûmu gibi, onlar dünyaya dalmazlar.

Yemeğin azını yer, elbisenin eskisini giyerler. Üst başları tozlu, saç ve sakalları karışıktır. Bunları gören hasta sanır. Halbuki onlar hasta değildir.

Onlar kalp gözleriyle Allah'ın emirlerine bakıp dünya sevgisini içlerinden attılar.

Dünya adamları nazarında onlar akılsız görünseler de, insanlar hayretten akıllarını kaybettiği günde onların şaşkınlığı olmaz. Âhiret devleti onlar içindir.

Yâ Üsâme! Onları hangi memlekette görürsen bil ki, onlar, o belde halkının emânıdır. Onların bulunduğu beldeye Allahü Teâlâ gazap etmez. Yeryüzü onlarla ferahlanır. Cebbâr olan Cenab-ı Hak onlardan râzıdır.

Onları kardeş edinin ki, onlar sâyesinde kurtulasınız.

Eğer gücün yeterse aç ve susuz ölmeye çalış. Açlık ve susuzluk sâyesinde şerefli mevkîlere ulaşır, peygamberlerle birleşirsin. Bedeninden ayrılan ruhunla (ölümünle) melekler sevinir ve Cebbâr olan Allahü Teâlâ sana rahmet eder.

H.Ş.: Yün elbise giyiniz, paçaları sıvayınız, midenizi yarıya kadar doldurunuz ki, göklerin esrârına vâkıf olasınız.

İsâ A.S. Havârîlerine: "Ey Havârîlerim! Midelerinizi acıktırınız, süslü elbiselerden soyununuz. Bu sâyede size Allahü Teâlâ'yı müşâhede müyesser olur", buyurmuştur.

H.Ş.: Şeytan, âdemoğlunda, kanın damarda dolaştığı gibi dolaşır. Onun giriş yollarını açlık ve susuzlukla daraltınız.

H.Ş.: Karnı tokken yemek yemek, alalık hastalığı yapar.

H.Ş.: Mü'min, bir kaptan yer, karnını doyurur. Münâfık yedi kaptan yer. (Yani yemek şehvetinde münâfık yedi misli fazladır).

H.Ş.: Açlık ve susuzlukla cennetin kapısını çalmaya devam ediniz ki, kapı size açılsın.

H.Ş.: Âişe R. Anhâ Vâlidemiz'den:

- Rasûlüllah S.A.V., bir kere olsun karnını tam doyurmamıştır. Onun açlığına dayanamayıp, ağlardım. Elimle midesini sığar; "Anam babam sana fedâ olsun, ihtiyâcınız kadar dünyalık te'min etseniz ne olur?!" dediğimde:

-Yâ Âişe! Benden önce geçen kardeşlerim (Peygamberler) daha büyük meşakkatlere katlandılar, derecelerini artırdılar. Onlardan noksan kalmak istemem. Şu sayılı günlerde sabretmek, yarın âhiret nasibimin noksan olmasından daha iyidir", buyurdu.

Hz. Âişe Vâlidemiz "Rasûlüllah S.A.V., bu konuşmamızdan sonra bir hafta yaşamamıştır" buyurdu.

Hz. Fatıma Vâlidemiz, pişirdiği tâze ekmekten bir parça verip, "Size getirmeden içim rahat etmedi" diye takdim ettiğinde, Efendimiz: "Kızım dikkat et, üç günden beri babanın ağzına giren ilk lokma bu senin getirdiğin ekmektir" buyurdular...

Müslim'in Ebû Hureyre R.A.'den rivâyet ettiğine göre Efendimiz ebediyete göçünceye kadar Ehl-i Beyt'ini üç gün peşi peşine buğday ekmeği ile doyurmamıştır...

* * *

  BÜYÜKLERİN YEMEKLE 

ALÂKALI SÖZLERİ

Lokman A.S. Oğluna: Oğulcuğum! Mide dolunca tefekkür ölür, hikmet lâl olur ve âzâlar ibâdetten tembelleşir.

Hz. Ömer R.A: Oburluktan sakının. Zira çok yemek hayatta hamallık, ölümden sonra da pis kokudur.

Şakik-i Belhî K.S.: İbâdet bir sanattır. Dükkânı halvet, âleti de açlıktır.

Fudayl bin İyaz K.S., nefsine hitâben şöyle der:

"Aç kalmaktan mı korkuyorsun? Sen nesin ki? Hz. Fahr-i Âlem ve Eshâb'ı bile aç kalmışlardır!"

Hasan-ı Basrî Hz.'nin dostlarından Kehmes: "Allah'ım beni aç bıraktın, susuz bıraktın, gece ışıksız bıraktın. Halbuki bunları velîlerine, dostlarına yaparsın. Bu âciz kulunu hangi sebepten bu mevkie ulaştırdın?" diye niyazda bulunmuştur...

Ebû Süleyman Dârânî K.S.: "Akşamleyin bir lokma az yemek, benim için bir gece ibâdetten daha sevimlidir. Açlık Allahü Teâlâ'nın hazinelerindendir. Onu sevdiği kimselere verir" buyurmuştur.

Abdullah-ı Tüsterî K.S. buyurdu:

- Helâli terk ederek arzularına muhalefet etmekten daha makbul ibâdet olmaz. Fazla yiyenler kendi sevaplarından yemiş olurlar...

- Abdallar[1] aç susuz kalmak, sükût etmek ve yalnız kalmak sâyesinde abdal oldular...

- Gökten yere inen her iyiliğin başı açlıktır; her kötülüğün başı da tokluk...

- Nefsini aç bırakan, vesveseden kurtulur...

- Öyle bir zamandayız ki, kimse necat bulamaz. Ancak açlıkla, uykusuzlukla bütün güçleriyle uğraşanlar kurtulurlar.

Abdullah ibni Müzenî K.S. buyurdu: "Allahü Teâlâ üç kimseyi sever: Az yiyen, az uyuyan, az istirahat eden"...

* * *

  AÇLIĞIN FAYDALARI VE TOKLUĞUN ZARARLARI

H.Ş.: Açlık ve susuzlukla nefsinizle mücâdele ediniz. Mükâfat oradadır.

H.Ş.: Kalplerinizi az yemek ve az gülmekle ihyâ edin ve açlıkla temizleyin ki, yumuşayıp, parlasın...

Büyükler: "Açlık, gök gürlemesi; kanâat, bulut; hikmet, yağmur gibidir" demişler...

H.Ş.: Midesini aç bırakanın düşüncesi terakkî eder, zekâsı açılır.

 

H.Ş.: Karnını doyurup uykuya yatan kimsenin kalbi katılaşır. Her şeyin bir zekâtı var, bedenin zekâtı da açlıktır.

Şiblî K.S. buyurdu:

- "Hakîkat şudur: İbâdetten maksat mârifete (Allah’ı bilmeye) ulaşmak ve basîret (kalp) gözüyle eşyanın hakîkatini görmektir. Tokluk bu kapıyı kapar, açlık açar.

Mârifetse cennet kapılarından bir kapıdır".

H.Ş.: Dünyanın hazineleri arz edildiği halde ben, bir gün aç bir gün tok yatmaya razıyım. Açlığımda sabrederim; Allah'a sığınırım. Doyduğumda Allah'a şükrederim.

Hz. Aişe Vâlidemiz: "Rasûlüllah'ın irtiha-linden sonra ilk çıkan bid'at doyasıya yemektir. İnsanların karınları doyunca nefisleri dünyaya meyleder".. buyurdular.

Açlık, yeryüzünde Allah'ın hazinelerindendir. En küçük faydaları, kadın ve söz şehvetini önler. Tok karınla uykuya yatan bekârlar ihtilâm olur, telâşa düşer; bu hal onların ibâdetini zedeler. Çok yemek uzun müddet abdest tutmaya da mânîdir.

H.Ş.: Çok yemek hastalığın anası, diyet (az yemek) tedâvînin esâsıdır.

H.Ş.: Oruç tutun, sıhhatli olursunuz.

Oruçta az yemek, aç durmakta bedenin sıhhati, kalbin aşırılıktan kurtulması vardır.

 İnsanın yiyip içtiği, helâya gider; lâkin, tasadduk ettiği, fazl-ı ilâhîde saklı kalır.

 Zamanın zenginleri servetleriyle evlerini genişlettiler, kabirlerini daralttılar, binitlerini semizleştirdiler ve dinlerini zayıflattılar.

Bunlar, mîdesi dolup, karnı ağırlaşıp, sıkıştığında hizmetçisinden hazım için ilaç isterler...

Ey Ahmak! Sen yemeği değil, dinini hazmediyorsun. Fazla yiyip hazım için çâre arayarak günah kazanmaktan sakınıp, muhtaçlara dağıtmak büyük kazançtır...

Göbekli birisine Rasûlüllah S.A.V.  "Bu fazlalık buradan başka yerde olsa (tasadduk edilse) senin için daha hayırlıdır" buyurdu.

Büyükler: "Açlık âhiretin anahtarı, zühd'ün kapısıdır"  dediler.

* * *

  MİDE ŞEHVETİNİ KIRMAK İÇİN 

RİYÅZET YOLU

Hz. Ömer R.A. yedi veya dokuz lokma yerdi.

Hz. Ebû Zer R.A.: "Arpa ununu elerdik de elekten geçmezdi. Kepeğini üstünden üfler, altını alırdık... Siz sünneti bozdunuz; şimdi yufka yapar, sofrada iki çeşit yemek bulundurursunuz. Çeşitli yemekler yer, çeşitli elbiseler giyersiniz. Halbuki bunların hiç biri Rasûlül-lah'ın zamanında yoktu..." demiştir...

Eshab-ı Suffe'nin yediği, günde bir Müdd[2] hurma idi. (Çekirdek dahil...)

Hasan-ı Basrî Hz.: "Mü'min, bir koyun veya oğlak gibidir. Bir avuç hurma kırıntısı, bir miktar çorba, bir bardak dibindeki iki yudum su ona yeter. Münâfık, yırtıcı hayvan gibidir. Midesini şişirir, komşusunu düşünmez. Bu bolluktan, gelecek günleriniz için ayırınız" derdi...

Ebû Bekri's-Sıddık R.A.'ın 6 gün, Abdullah ibni Zübeyr'in 7 gün, İbni Abbas Hz.'nin arkadaşı Ebü'l-Cevzâ'nın 7 gün yemedikleri olurdu. Bu büyüklerin hepsi âhiret yolunu kolaylaştırmak istemiştir.

Yemeklerin âlâsı, elenmiş buğday unu; ortası elenmiş arpa unu, aşağısı elenmemiş arpa unudur.

Katıkların en iyisi et ve en aşağısı da tuz ve sirkedir. Ortası da nebâtî yağlardan yapılan yemekler...

Ahiret yolcuları devamlı katık yemekten sakınırlar.

Nefsin isteklerine uyan kimseye dünya cennet, âhiret cehennem gibidir. Açlıkla nefsin yollarını kapatınca dünya cehennem, âhiret cennet gibi gelmeye başlar.

H.Ş.: Ümmetimin kötüleri, çeşitli yemekler yiyip süslü elbiseler giyerek zevk ve sefâda bulunan, çeşitli nimetlerle beslenip şişmanlayan, ağızlarını doldurarak gururla konuşan kimselerdir.

Allahü Teâlâ Mûsa A.S.'a:  "Kabre gideceğini hatırla, o seni bir çok şehevî arzûlardan men eder"  buyurdu.

Büyükler, zevkli yemeklere alışkanlığı şekâvet alâmeti, bundan uzaklaşmayı da saâdet sebebi bilmişler...

Veheb bin Münebbeh rivâyet ediyor: "Dördüncü kat semâda iki melek buluştu. Biri diğerinin suâli üzerine:

«Falan mel'un Yahûdi’nin son deminde canı balık istedi, onların ırmağına balık sürdüm» dedi. Diğeri: «Ben de falan âbidin canı zeytinyağı istedi; onun yağ şişesini kırmakla emr olundum» dedi".

Anlaşılan, şehvete sebep olan şeyin kolayca elde edilmesi hayra alâmet değildir.

Hz. Ömer R.A. bal şerbetini içmedi:  "Ben bunun hesâbını veremem! Lezzeti gider, hesabı kalır... Alın siz için"  dedi.

Yapılan ibâdetler içinde zevk ve şehvetleri terk ederek, nefse muhâlefet etmekten üstünü yoktur.

 

Nafî Hz.’den:

- İbni Ömer R.A. rahatsızlığında balık arzu etti. Medine'de bulunamadı, uzaktan tedârik edildi. Pişirip ekmek üzerinde önüne konuldu, bir dilenci gelmişti.

İbni Ömer Hz. "Bunu dilenciye verin" dedi. Hanımı, "Sen iştihânı kesme; ben ona para veririm" dedi. Kölesi de "Allah sana hayırlar versin! Balık istiyordun, güçlükle bulduk, çok da para verdik... Şimdi sar ekmeğe, ver dilenciye... Bu nasıl iş!" demişse de, "Uhud'da Musab bin Umeyr’e kefen bulamadılar da ayakları otla örtüldü. Ben de bu yemekten yemem" dedi ve yemeği dilenciye verdi...

Sonra:

- Ben Resûlüllah'tan işittim:  "Kim arzû ettiği şeyi başkasına verip de, kendi nefsi üzerine takdim ederse, Allahü Teâlâ onu mağfiret eder"  diye rivâyet etmiştir.

Hz. Ömer R.A. bal şerbetini içmedi:  "Ben bunun hesâbını veremem! Lezzeti gider, hesabı kalır... Alın siz için"  dedi.

Yapılan ibâdetler içinde zevk ve şehvetleri terk ederek, nefse muhâlefet etmekten üstünü yoktur.

 

Nafî Hz.’den:

- İbni Ömer R.A. rahatsızlığında balık arzu etti. Medine'de bulunamadı, uzaktan tedârik edildi. Pişirip ekmek üzerinde önüne konuldu, bir dilenci gelmişti.

İbni Ömer Hz. "Bunu dilenciye verin" dedi. Hanımı, "Sen iştihânı kesme; ben ona para veririm" dedi. Kölesi de "Allah sana hayırlar versin! Balık istiyordun, güçlükle bulduk, çok da para verdik... Şimdi sar ekmeğe, ver dilenciye... Bu nasıl iş!" demişse de, "Uhud'da Musab bin Umeyr’e kefen bulamadılar da ayakları otla örtüldü. Ben de bu yemekten yemem" dedi ve yemeği dilenciye verdi...

Sonra:

- Ben Resûlüllah'tan işittim:  "Kim arzû ettiği şeyi başkasına verip de, kendi nefsi üzerine takdim ederse, Allahü Teâlâ onu mağfiret eder"  diye rivâyet etmiştir. Ondan sonra da katıksız ekmekten başka bir şey yemedi.

Sırr-ı Sakatî Hz.: "Otuz senedir nefsim benden kavurma ile pekmez ister. Fakat ben ona itâat etmedim, istediğini vermedim" buyurmuştur.

Rivâyete göre âbidin biri bir dostunu dâvet etti. Önüne çörek parçaları koydu. Adam çöreklerin altına bakıp iyisini seçmek isteyince, âbid:

- "Dur! Senin beğenmediğin ekmekte nice hikmetler var. Onu meydana getirmekte kaç kişinin emeği olduğunu biliyor musun?

Yağmuru taşıyan buluttan, yeri sulayan sudan, rüzgârdan, topraktan, çift ve gübre hayvanlarından hesap et de, kaç kişinin emeğinin geçtiğini düşün. Bütün bunlardan sonra şu ekmek, sana (pişmiş) hazır olarak gelmiştir. Böyle iken hâlâ ekmeği alt üst edip beğenmezlikten geliyorsun!..." sözleriyle ikaz etti.

Bir rivâyette de:

- "Ekmek pişip sofraya gelinceye kadar 360 ustanın elinden geçer. Bunların başında Allah'ın rahmetinden yağmur sevk eden Mîkâil (A.S.) gelir. Bulutları sevk eden melekler, güneş, ay, eflâk, göklerin melekleri, yerin hayvanları ve en sonuncusu  da ekmeği pişiren fırıncıdır" denilmiş...

A.C.: "Allah'ın nimetlerini saymak isterseniz sayamazsınız"  (S. İbrahim 39).

* Kâsım El-Cûî'ye(K.S.): "Zühd nedir?" dediler.

- Dikkat et! Mide kişinin dünyalığıdır ve insan midesine sahip olduğu müddetçe zâhittir. Midesine düşkün olana da dünya mâliktir", dedi.

 

 

* İmam-ı Âzam Hz.:

- "Ekmeği ele geçirdikten sonra yanına tuz istemek nefsânî bir istektir" buyurmuştur.

Yani tuzu da fazla ve fantezi saymışlar...

Ebû Süleyman Dârânî K.S.:

* Her arzû ettiğini yiyen, her istediğini yerine getiren kişi müsriftir.

Tok karnına uyumamak müstehaptır. Zira biri tokluk, diğeri uyku; iki gaflet bir araya gelirse insanı tembelliğe alıştırır, kalbi karartır. Tok olan, namaz kılmalı veya zikirle meşgul olmalı...

H.Ş.: "Yediğiniz yemeği namaz ve zikirle eritiniz. Sakın tok iken uyumayınız; kalbiniz kararır".

Süfyân-ı Sevrî K.S., karnı doyunca ibâdete devam eder ve nefsine hitâben: "Kölenin yemeği, hayvanın yemi artarsa, işi de artar" derdi.

Yemek veya meyve yerken ekmek yememeli. Yalnız yemek veya meyve yemeli. Bu halde yemek nafaka olur. Aksi halde zevk için yenmiştir...

Ekmeğin çeşidini aramak da şehvet peşinde olmaktır.

Hülâsa: Her hâl-ü kârda nefsin isteklerini önlemek mümkün değilse de, nefse kıyâmet günü "Sen dünyada arzûlarını yerine getirdin" denilmesinden korkulur. Şehvetleri terk ettiği nispette de kişi umduğu şeylere ulaşır.

H.Ş.: "İşlerin hayırlısı orta halli olanıdır"  Buna göre, ne fazla aç, ne fazla tok olmalı; orta hali muhafaza etmeli. (Etrafında ateş yanan karınca, ortada bulunduğu zaman selâmettedir).

Hz. Ali R.A.: "Yemeğe tuz ile başlayanı Allahü Teâlâ 70 dertten korur"  buyuruyor.

Her gün 20 adet kuru üzüm yiyenin bedeninde ârıza (hastalık) kalmaz.

H.Ş.:  Kim üç ay devamlı bal yerse, kendisine bir çok hastalıklar isâbet etmez  (Muhtar 1239).

H.Ş.:  Yâ Ömer! İşte bu bir bardak su, sorulacağın nimetlerdendir.

Resûlüllah S.A.V.'e bal karışmış süt ikram edilmişti. İçmedi ve:  "Haram demiyorum. Lâkin ben kral değilim, zevkli yiyip-içmem" buyurdu. Asıl olan az yiyip, çok şükür ve itâat etmektir.

Yemekte dört şey farzdır:

1- Helâlinden yemek,

2- O nimetin Allahü Teâlâ'dan olduğunu bilmek,

3- (Allah'ın) verdiğine râzı olmak,

4- Yediği yemeğin kuvveti bedeninde oldukça Allah'a âsî olmamak.

Dört şey sünnettir.

1- Evvelinde Besmele çekmek,

2- Sonunda Elhamdülillah demek,

3- Yemekten evvel ve sonra elleri yıkamak,

 4- Sağ ayağını büküp, sol ayağı üzerine oturmak.

Dört şey edeptendir:

1- Önünden yemek,

2- Lokmayı küçük yapmak,

3- Ağzını kapatıp, ağır ağır çiğnemek,

4- Başkasının lokmasına bakmamak.

 

İki şey şifadır:

1- Sofradan düşen kırıntıları toplayıp yemek,

2- Çanağı yalanmış gibi sıyırmak.

İki şey mekruhtur:

1- Önüne konan yemeği beğenmeyip kötülemek,

2- Yemeği soğutmak için üflemek. (Yemeği soğutup dumanı kesildikten sonra yemek lâzımdır.) (Rûhu'l-Beyan C-3 S-334)

YEMEKTE DİKKAT EDİLECEK

HUSUSLAR:

- Nimetleri Allah'tan bilmek.

- Yemeği, ibadete kuvvet bulmak için yemek.

- Helâl lokma yemek,

- Acıkmadan yememek.

- Yemekten önce elleri yıkamak.

- Sofraya ev halkıyla oturmak.

- Oturarak yemek.

- Besmele ile başlamak..

- Sağ elle yemek.

- Sofrada haram bir şey bulunmamak.

- Yeşillik bulundurmak.

- Sofrada su da bulundurmak.

- Yemeğe tuz ile başlamak..

- Lokmayı küçük almak.

- Çok soğuk ve sıcak yememek.

- Yavaş yavaş, çokça çiğneyerek yemek.

- Çiğnerken ağzı açmamak.

- Yutmadan önce lokma almamak.

- Kendi önünden yemek

- Sofrada iğrenç şeyler konuşmamak.

- Suyu üç nefeste içmek.

         - İştah varken kalkmak.

- Yemeği tuz ile bitirmek.

- Misafirden önce kalkmamak.

- Yemekten sonra dua etmek.

- Ve elleri yıkamaktır...

* * *

 

 

 

-----

1 Abdal = Ebdal: Dünyadan alakasını kesip Allah ile meşgul olan derviş...

2 Müdd:  175 dirhem

3 Fülüs: Para, pul, mangır, bakır sikke vb...



 

 

   
© incemeseleler.com