İçinde yaşadığı cemiyete faydalı bir insan olmanın temel şartı, güzel ahlâka sahip olmaktır.

İslâm alimleri, güzel ahlâkı, "Güler yüzlü, kalp kırmaz, kimseyle münâkaşa etmez, Müslümanlara kötü zanda bulunmaz, cömert, din hizmetinde bulunur" diye tarif ettiler.

Güzel ahlâka sahip kişi, kendisiyle hoş geçinilen ve başkalarıyla hoş geçinen insandır.

Güzel ahlâka: "Ahlâk-ı Hamîde", "Ahlâk-ı Muhammediye", "Ahlâk-ı Cemîle" ve "Mekârim-i Ahlâk"diye isimler verilmiş.

Cenâb-ı Hak güzel ahlâkı ahiret saadetine lâyık kimselere ihsan eder.

Resûl-ü Zişan Efendimiz, güzel ahlâkın sonsuz hazinesi ve ahlâk-ı ilâhînin muazzam nümûnesidir. Şânında "HABİBİM, SEN EN GÜZEL AHLÂK ÜZERE YARATILDIN (S. Kalem 4) buyuruldu.

H.Ş’de: "Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim" buyuruldu.

* * *

 

 

GÜZEL AHLÂK HAKKINDA

HADİS-İ ŞERİFLER

- Muhakkak mü'min kul güzel ahlâkı sebebiyle ahiretin yüksek derecelerine kavuşur, halbuki ibadeti zayıftır.

- Kul kötü huyu sebebiyle cehennemin alt tabakalarına iner. (Taberânî).

- Güzel ahlâk dünya ve ahiretin iyiliğini beraber götürür.

- İbadetlerin en kolay ve en faydalısı, az konuşmak ve iyi huylu olmaktır.

- İmanı kâmil olan, ahlâkı güzel olandır.

- Sizin en hayırlınız, ahlâkı en güzel olandır.

- Kişinin görünen şekil ve ahlâkı güzelse, o kimse cehennem ateşine girmez.

- Aslı kerim, doğuşu temiz olan kimse ile bulunmak güzel olur. (Çünkü baba ve dedeleri, anne ve büyükanneleri kötülüklerden uzak bulunan kimsenin sohbetinde samimiyet, ciddiyet, merhamet ve hamiyet vardır, lisanından hikmetli sözler dökülür. Meclisinde zem, gıybet, hakâret ve alay gibi şeyler olmaz... Cahillerse: halkın kusurlarını araştırır, zemden zevk alır, mâye-i aslîlerini isbat ederler).

Rasûlüllah Efendimize, bir Ârâbî, karşısından gelerek,

 - Din nedir yâ Rasûlüllah?" dedi.

Rasûlüllah:

-"Güzel ahlâktır" buyurdu.

Aynı kişi sağ taraftan geldi aynı suali sordu ve aynı cevap verildi. Ârâbî sol taraftan gelip aynı suali tekrar etti. Server-i Kâinât Efendimiz aynı cevap ile mukâbele buyurdu.

Ârâbî dördüncü defa Fahr-i Risâlet'in arka tarafından gelip "Din nedir, yâ Resûlallah?" deyince,

Rasûlüllah (S.A.V.):

- "Anlamadın mı? Din hiddetlenmemektir" buyurdular.

***

GÜZEL AHLÂKIN ASILLARI ONDUR

Bunlar, babada bulunur, evlâtta bulunmaz; evlâtta bulunur, ana-babada bulunmaz; kölede bulunur, efendisinde bulunmaz...

Cenab-ı Hak bunları dünya ve ahiret saadetine erdirmek istediği kimselere ihsan eder:

1- Doğru sözlü olmak: Doğru söylemek imandandır. Mü'minde yalan olmaz. Çünkü yalan imanın zıddıdır.

2- Harpte sebat: Düşman karşısında galip gelinceye kadar, ilâhî yardımı umarak sebat etmek...

3- İhsan ve infak etmek: Yetim, dul, miskin, muhacir ve fukara, hasılı ihtiyaç sahiplerine imkân nispetinde yardımcı olmak...

4- Mûcitlere yardım: Makbul sanatları icat edenleri takdir ve muvaffakiyetlerini temin ve teşvik niyetiyle yardım etmek...

5- Emaneti muhafaza: İnsanlar, ırz ve namusundan emin olmak... Bu rızk genişliğine, hıyânet de, fakirliğe sebeptir.

6- Sıla-i rahim: Nikâh düşmeyen akrabayı ziyaret... Ömrü uzar, rızkı genişler, birlik, beraberlik, rahat ve huzura sebeptir.

7- Zimmet-i câr: Komşuya zarar ve keder vermeyip, hakkına riayetle, her hususta yardımcı olmak...

8- Zimmet-i yârân: Dostlara rağbet; mal, can ve namuslarını muhafaza edip, sıkıntılarını gidermek...

9- Misafire ikram: Güler yüz ve tatlı sözle misafiri ağırlamak.

10- Hayâ: Cümle güzel ahlâkın başı hayâdır. Bütün iyiliklerin kaynağı olan hayâ, imanın kemâlinden ve nebîlerin hallerindendir. Hayâsızlık ise küfür alâmeti...

* Üç hal kâmil imana delildir:

a. Hâlık'tan hayâ,

b. Mahlûktan hayâ,

c. Nefsinden hayâ (Câmi-üs-Sağır)

KÖTÜ VE GÜZEL AHLÂK'I TAM ANLATAN Hadis-i Şerif:

I. Felâkete Götüren Huylar:

- Hak Teâlâ'nın ve halkın haklarını ödemeye mânî olan BUHL (cimrilik)

- Nefsin her istediğini yapmak.

- Kendi işini ve fikrini herkesten üstün görmek (UCB)

II. Sahibini Azaptan Kurtaran Güzel Huylar:

- Gazab ve rıza halinde adaletten ayrılmamak

- Fakirlik ve zenginlikte orta hâli tercih etmek,

- Gizlide, açıkta ve her halde Cenab-ı Hak'tan korkar halde bulunmak.

III. Günahları örten iyi Haller:

- Bir namazı kılınca, diğer vaktin edâsını gönülde tutmak,

- Namaza vaktin evvelinde hazırlanmak,

- Soğuk günlerde, abdest alıp, mescide gitmek.

IV. Mânevî Dereceyi artıran ve Mevlâ'nın Rızasına Sebep Olan Haller:

- Misafire ve muhtaç olanlara yemek yedirmek,

- Herkes uykuda iken, gece namaz ve niyaza devam etmek,

- Bildiği bilmediği bütün Müslümanlara selâm vermek.

* * *

GÜZEL AHLÂKIN TEMELLERİ

1- SABIR: Belâ, mihnet, hastalık ve musîbetlere katlanmak, şikâyette bulunmamak...

Sabır üç türlüdür:

a. İbâdet ve tâate devam etmekte sabır,

b. Günâhları terk hususunda kararlı ve sabırlı olmak,

c. Dünya musibetlerine katlanıp, insanlara şikâyetçi olmamak.

2- TEFVİZ: Bütün işlerini Allahü Teâlâ'ya ısmarlamak. Duâ ederken "Yâ Rabbî, şunu bana ver" demeyip, "Hayırlı ise nasib et" demeli.

3- ŞÜKÜR: Allahü Teâlâ'nın ihsan ettiği ilim, iman, salih amel, güzel ahlâk, sıhhat, âfiyet, mal, evlât ve diğer nimetleri bilip, karşılığında dille, bedenle ve mâlla kulluk vazifesini yapmaktır.

4- HAVF: Gizli, âşikâr ve her halde Allahü Teâlâ'dan korkmak.

5- KANAAT: Dünya sevgisinden uzak, kalbi Allah’a bağlayıp aza kanaat etmektir.

6- CÖMERTLİK: Sâhip olduğu servetten, orta halde infak etmek.

7- İHLÂS: Niyete nefsânî ve dünyevî istek karıştırmayıp, işi Allah için yapmaktır.

8- TEVEKKÜL: Kâinâtı yaratan ve te'sir eden, hakikatte Allahü Teâlâ olduğuna inanmak. Sebeplere değil Allahü Teâlâ'ya güvenmektir.

9- TEVAZU: Kendini herkesten aşağı görmek.

10- NASİHAT: (Hasedin zıddı): Başkasının iyiliğini istemek.

11- HÜSN-Ü ZAN: İnsanlar hakkında iyi fikir ve güzel düşünce beslemek.

12- TAKVÂ: Lügatte "Korunmak" demek.

Takvâ üç mertebedir:

a) İman ile küfürden,

b) İtâatle isyandan,

c) Nûr-u ilâhî, füzüyât-ı Muhammedî ile gafletten kurtulmaktır.  (Birgivî Vasiyetnâmesi)

H.K.: İSA Aleyhisselam’dan:

"Yâ İsa! Eğer mukarrep meleklerle Âlem-i Melekût'ta (Melekler Âlemi'nde) uçmak istersen:

- Yaratılmışlara şefkat ve merhamette GÜNEŞ gibi ol!

- Herkesin ayıbını örtmekte GECE gibi,

- Tevâzûda TOPRAK gibi,

- Hilim (Yumuşak huylulukta) ÖLÜ gibi,

- Cömertlikte AKAN SU gibi ol!.."

Müslüman kardeşinin hakkına riayet etmek de "Güzel Ahlâk"tandır

Bu husustaki hadis-i şerifler:

- Hakikî Müslüman, Müslümanlar elinden ve dilinden sâlim olandır.

- Biriniz kendi nefsi için arzu ettiğini kardeşi için de arzu etmedikçe, kendisi için kötü gördüğünü kardeşi için de kötü görmedikçe kâmil imana sahip olamaz.

- Müslümanların senin üzerinde dört hakkı var:

1- İyilere yardım etmek,

2- Günahkârlar için af dilemek,

3- Bahtı kötü olanlar için dua etmek,

4- Tevbe edenleri sevmek...

A.C.: Affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir (S. Ârâf 199)

Âyet-i Celîle’yi Rasûlüllah: "Sana dargın olup ziyâret etmeyen akrabanı ziyâret et, seni hediye ile yâd etmeyen akrabana sen hediye ver, sana zulmeden kimseyi affet" diye tefsir etmiş ve umûmî güzellikleri bir arada bildirmiştir.

H.Ş: Birbirinize karşı kin gütmeyin, haset etmeyin, dargın bulunmayın! Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun. Bir Müslüman’a, din kardeşiyle üç günden fazla dargın durmak, helâl değildir. (Enes R.A.)

H.Ş: Dul ve fakir(in ihtiyaçların)a koşan, Allah yolunda mücâhede eden gibidir. (Buharî-Müslim)

Kulların iyi amellerine azim ecir ve ihsan-ı ilâhî!..

* * *

LOKMAN HAKİM HZ.’NE SORDULAR:

- Hangi haslet (güzel huy) daha iyidir?

- Halis din...

- Eğer iki haslet olursa?

- Din ve mal...

- Üç haslet olursa?

- Din, mal ve hayâ..

- Dört haslet olursa?

- Din, mal, hayâ ve güzel ahlâk...

- Beş haslet olursa?

- Din, mal, hayâ, güzel ahlâk ve cömertlik... Allahü Teâlâ kime bu beş güzel hasleti ihsan ederse, o kimse, mü'min, müttakî, velî ve sevgilidir. O kimse Şeytandan uzaktır...

- İnsanda en kötü huy, nedir? Suâline,

- Allahü Teâlâ'ya küfürdür.

- İki olursa?

- Küfür ve kibir...

- Üç olursa?

- Küfür, kibir, ve şükürsüzlük...

- Dört olursa?

- Küfür, kibir, şükür azlığı ve cimrilik...

- Beş olursa?

- Küfür, kibir, şükürsüzlük, bahillik ve kötü ahlâktır...

Bu beş kötü huy bulunan kimse münafıktır, âsîdir, Hak Teâlâ'dan uzak, şeytana yakındır.  (Riyâzün-Nâsihşn)

* * *

GÜZEL AHLAK ONDUR:

1- Dinen ve ahlâken güzel olan işte halka uyup muhalefet etmemek, onlarla uygun yaşamak,

2- İnsaf ve merhamet sahibi olmak,

3- Kimsenin ayıbını araştırmamak, kendini kusurlu görmek,

4- Kusur gördüğünde güzel te'vil edip iyiliğe yormak,

5- Özür dileyenin özrünü kabul etmek,

6- Muhtaçların hâcetini görmek,

7- Kendi kusurlarıyla meşgul olmak,

8- Halktan gördüğü eziyete sabır ve tahammül etmek,

9- İnsanlara karşı güler yüzlü olmak, asık çehreli olmamak,

10- Tatlı dilli olmak, kırıcı olmamak... (Rişte-i Cevâhir S. 28)

 

VERA ON ŞEYLE TAMAMLANIR:

1- Gıybetten,

2- Su-i zandan,

3- Alay etmekten,

4- Harama bakmaktan,

5- Yalan söylemekten,

6- Ucubdan (Amelini beğenmekten),

7- Haram yere mal harcamaktan ve

8- Kibirden uzak olmakla,

9- Namazı vaktinde kılmakla,

10-İtikadını ehl-i sünnet vel-cemaat müctehidlerinin görüşlerine göre düzeltmekle... (M.İ.R. C.2 M.66)

* * *

GÜZEL AHLÂKIN ESASI 17'DİR:

1- SIDK: Niyette, amelde, sözde ve halde doğruluk.

2- İşlediği kötü şeylere tevbe ve nedâmet,

3- Belâya sabır,

4- Kazaya rıza ve teslimiyet,

5- Nimete şükür,

6- Havf ve recâda (Korku ve ümit halinde) orta halli olmak,

 7- Neş'e ve keder halinde, kalben Mevlâ'ya bağlı bulunup tevekkül etmek,

8- Nikâh düşmeyen yakınlıkta akrabayı ziyâret ve alâkayı muhafaza etmek  (Sıla-i rahim),

9- Dînen hayâ lâzım gelen yerde, hayâ etmek,

10- Hürmet farz olan şeylere tazim; Kâbe ve mescitlere, âlim, ârif ve evliyâlara ve imanın altı şartında dâhil olanlara hürmet,

11- İnsanlarla hoş geçinmek (Adaletli, merhametli ve yumuşak huylu olmak),

12- Haramdan sakınmak, az da olsa helâle kanaat etmek,

13- Devamlı farz ve vacip olanlara devamlı, muvakkat farz ve vacip olanlara muvakkat devam etmek,

14- Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, 

15- İcabında Allah için gazab etmek, nefsi için değil...

16- Her türlü günâhlardan sakınıp, verâ üzere olmak,

17- Allahü Teâlâ'yı sevmek ve O’ndan korkmak. 

Farz ve vacipten olan güzel ahlâkın cümlesi bu 17'nin içindedir. (Tahrir-ül-Ferâiz)

Bilhassa TAKVÂ, bütün makamları kendisinde toplamıştır.

- "İlim ve güzel ahlâkın sahibi, iki âlemde bahtiyardır. Zira: Allah'ın Resûlü "Yâ Rabbî, ahlâkımı güzelleştir, ilmimi ziyade eyle" diye niyazda bulundu...

Şu halde takvâ yoluyla kalb temizliği yapan, gönül mumunu ateşler, hakkı batılı seçer.

Şu beş güzel huy kimde bulunursa evliyâdandır:

1- Takvâ,

2- Dünya tamâından sakınmak,

3- Belâya sabır,

4- Kazâ-i ilâhîye rıza,

5- Mevlâ'y gönülden sevmek...[1]

RIZA

H.Ş: "Din işlerine uymak ve emânete riâyet azalıp da, meşrû işler bâtıl âdetlere karıştığında, bu hususta insanlar da birbirine uyduğu zaman, halktan uzaklaş, evinde otur. Dilini kendi ihtiyacın dışında kullanma, sükûta devam et.

Din işlerinde kendine lâzım olanı al. İnsanların Şeriate uymayan hallerine müda-hale etme. Hususiyle şahsınla alâkalı Şer'î amelleri güzel muhafazaya itina et!.." (Câmi-i Sağîr, İbni Ömer Hz.'den)

Rasûlüllah S.A.V.: "İlâhî emirlere teslim, kaza ve kadere rıza ve işleri Cenab-ı Hakk'a havâle ettikten sonra, bütün işlerin sebeplerine sarılıp, Hak Teâlâ'nın kudret ve lütfuna tevekkül ve itimat etmek ve belâ ilk geldiğinde sabretmek, ehl-i imanın güzel hallerindendir. Bunlardan biri noksan olan kişide iman kâmil değil." buyurmuştur. (Meşârık-ı Şerif)

UCUB

H.Ş.: "Yâ Ebâ Sâ'lebe! Herkesin kendi yaptığını beğenip hevâsı peşinde gittiğini ve zekât vermemek gibi buhle bağlı kaldıklarını gördüğün zaman, artık o kimselere veya kavme va'z u nasihat, (iyiliği emir ve kötülüklerden men) etmenin faydası kalmamıştır. Kendi nefsinin selâmetine bak!"

Helâkin bu üç rezil sıfattan (Ucub, hevâ ve buhl) ibaret bulunduğunu ve ümmetin son hali böyle helâk yolunda olacağını beyan buyurdular. Öyleyse ey iman edenler! Nefsinizin islâhı üzerinize lâzımdır. Ma'rufa uyup hidâyette oldukça, sapkınların dalâleti size zarar vermez.

 

HALL-ÜR-RÜYUB S. 32'den:

Cümle âlim ve âriflerin beyanına göre: İnsan için iki cihan selâmetine sebep olan şey, güzel ahlâka sahip olmak, nefsini kötülüklerden temizlemektir. Ve hakîkatte korkulacak olan şey, ölüm değil, kötü huylardan hasıl olan hallerdir.

Şu malûmattan habersiz olan, cahil sayılır ve insanoğlunu iki âlemde huzursuz eden de ahlâk-ı rezîlesi (kötü ahlâkı)dır.

Süleyman A.S.'a "Dünyada en alçak şey nedir ki, ondan daha zararlı ve aşağısı olmasın?", diye sual edildiğinde "Âdemoğlunun nefis ve istekleridir. Ondan alçak ve ondan zararlı şey yoktur" buyurdu. Zira cümle fenâlıkların kaynağı hevâ (nefsin arzularına uymak)dır.

KİM RABB'İNİN AZAMETİNDEN KORKUP DA, KENDİNİ NEFSİNİN ARZULARINDAN ALIKOYMUŞSA, VARACAĞI YER ŞÜPHESİZ CENNETTİR (S. Nâziât 40-41) âyet-i celilesi kendisinin hesaba çekileceğini bilip, Rabb'inden korkarak nefsini hevâ ve şehvetlerden men eden kimsenin yerinin cennet olduğu beyan buyurulduğu gibi:

AZIP DA DÜNYA HAYATINI TERCİH EDEN KİŞİNİN VARACAĞI YER CEHENNEMDİR (S. Nâziât 37-38-39) ayet-i kerimeleri, nefsinin isteklerine uyarak azıp sapıtanların ve dünya hayatını ahirete tercih edenlerin yerinin de cehennem olduğu beyan buyurmuştur.

RİYÂZÜS-SÂLİHÎN S. 369'dan:

Şu var ki, ümitsizliğe düşmemek lâzım... Çünkü güzel ahlâkın en güzellerinden biri de tevbe etmek, işlediği suçlardan uzaklaşmak, Allahü Teâlâ'dan affını dilemektir.

Buharî ve Müslim'de beyan buyurulan şu hadis-i şerif, tevbe etmenin kerâmetini ne güzel bildirir:

H.Ş: "Çöl yolculuğundan istirahat ederken yiyip içeceği ve bütün eşyası yüklü olan devesini kaybetmiş kimse, onu tâkatı bitinceye kadar arar, çaresiz kalır, ümit keser de bir gölgede ecelini beklemek üzere uykuya dalar. Bir müddet sonra gözünü açtığında devesini baş ucunda, yemek içmek için yüklediği bütün eşyasıyla birlikte görür. İşte bu kimse nasıl  sevinirse, yemin ederim ki, Allahü Teâlâ, mü'min kulunun tevbesinden, bundan ziyâde razı ve memnun olur."

H.Ş: "Her zaman Allahü Teâlâ indinde en çok sevilenler, tevbe eden gençlerdir".

H.Ş: "Tevbe eden gencin cenâzesi kabristana getirildiğinde, Allahü Teâlâ meleklerine (BU KABRİSTAN MEVTÂLARINDAN AZABI KALDIRINIZ) diye nidâ eder ve o mevtâlar 40 gün azaptan kurtulmuş olurlar.

H.Ş: "Ömrünü israf etmiş boşa geçirmiş, ihtiyarlayınca tevbe eden kişiye melekler "Utanmaz mısın! Kötülüğe gücün yetmez olunca tevbe ettin" derler. Allahü Teâlâ, meleklerine "O KULUM YÜZ SENE SONRA NEDÂMET ETMİŞ OLSA, CELÂLİM HAKKI İÇİN MAĞ-FİRET EDERDİM. SİZ ŞAHİT OLUN, O, KULUMU AFFETTİM, CENNET VE CEMÂ-LİMLE MÜŞERREF KILDIM" buyurur.

H.Ş: "Mü'min güzel ahlâkı ile, gündüzü oruçla, geceyi ibadetle geçiren kimsenin derecesine ulaşır".

Hz. ALİ R.A.'IN MEKÂRİM-İ AHLÂK İSİMLİ ESERİNDEN:

Eshab-ı Resûlülah'tan bazıları, Hz. İmam'a "Kur'an-ı Kerim'de medhedilen zatların sıfatlarından ve, KENDİNİZE AZIK EDİNİNİZ. ŞÜPHE YOK Kİ AZIĞIN EN HAYIRLISI TAKVÂDIR (S. Bakara 197) nazm-ı celîlinin sırrından, bize haber ver" dediler.

Diğer rivayete göre "Sizi seven şia'nızı bize beyan et" dediler.

Hz. Ali (R.A.) Cenab-ı Hakk'a hamd ve senâ, Resûlüne salât ve selâmdan sonra buyurdu:

"Cenab-ı Hak, mahlûkatı yoktan yarattı, ömürlerini takdir buyurdu. Onların ibadetine ihtiyacı olmadığı gibi, isyanları da Zât-ı İlâhî'ye zarar ve noksan vermez.

Allahü Teâlâ ezelde takdir edip, mahlûkatın rızklarını dünyada sebeplerle tevzî eyledi.

Mahlûkat arasında faziletler, takvâ nuru ile mümtaz olan kişilerdir ki, onların sözleri salavât, hayır dua ve teslîmiyettir.

Elbiseleri israftan uzak, yürüyüşleri vakarlı, mütevâzî ve temkinlidir. Harama göz kaparlar. Kulakları ilim dinlemeye mahsustur.

Nefisleri belâya sabırlıdır.

Eğer Allahü Teâlâ ezelde ecel müddetini yazmamış olsaydı, azap korkusu ve sevap şevkiyle göz kırpacak kadar ruhlarının, cesetlerinde kalmasını istemezlerdi.

Allahü Teâlâ'nın emirleri onların nazarında büyük, Hak'tan gayri hep şey pek küçüktür.

Onlar cenneti ve nimetlerini görür gibi mânevî lezzetlerden zevk alır, cehennemi ve şiddetini görür gibi azaptan korkar, günâhtan kaçarlar. Kalbleri hüzünlü, şerlerinden herkes emindir.

Cesetleri ince, zayıf, insanlara ihtiyacı hafif, nefisleri rezâletten berî, Din-i İslâm'a yardımları büyüktür.

Dünyada kaldıkları müddetçe sabreder, nice günler huzura, büyük ecre ulaşır, bu sebeble Mevlâ'ya mülâkî, cennet ve nimetlerine nâil olurlar.

Dünya onları arayıp tâ ki eder, onlar dünya sevgisini gönülden siler. Dünya kendisini süsler, onları ister, onlar dünyayı nefretle tahkir eder. Dünya onları satın almak ister, onlar dünyayı hemen salıverirler.

Geceleri namazla, ayakta Kur'an okur, nefislerinde huzur ve hüzün hasıl olur. Müjde âyetlerinde şevkleri artar, meyil ve muhabbet ederler. Korku ayetlerinde cehennemin dehşetini düşünür, başlarını eğer, zilletle Cenab-ı Hakk'a, yalvarırlar; dizleri üzerine yere düşüp, nefislerinin kurtulması için niyazda bulunurlar.

Gündüzleri takvâ ve yumuşaklıkla sâfîlerden olup, gurbet âleminde tek ve tenhâ kalırlar.

Onları gören, hasta sanır; halbuki onlar hakîkî hayat sahibidir.

Amellerin azına razı olmaz, çoğunu görmezler.

Nefislerini hakir görürler. Amellerindeki kusurlardan korkarlar.

Korku içinde «Ben nefsimi daha iyi bilirim. Rabb’im de beni benden iyi bilir» derler. Ve «Rabb’im! Hakkımda söylenenlerle beni suçlu sayma. Zannettiklerinden âlâsını bana ihsan buyur. Onların bilmediği günâhlarımı da affeyle» diye dua ederler.

Bu sıfatlara sahip olan takvâ sahiplerini şöyle görürsün:

Dinde kavî, Şen ve yumuşak huylu, iman ve tasdikte yakîn sahibi, halim sıfatlı, ilme haris, mevcuda kanâatkâr, ibadetinde korkulu, fakirliğe tahammüllü, belâya sabırlı, helâle talib, hidâyete gayretli, meşakkati çok olan iyi amellerle meşgul bulursun.

Nimetlere şükreder, haşyetle zikrederek sabahlar, gaflet ve zilletten korkar, gecelerde ilâhî rahmetle ferahlar, nefsi kötülük istese, kabul etmez. Kendisiyle kabre giren güzel işleri gönülden sever, bâtıl ve fânî şeylerden nefret eder, yumuşak huyu ile karıştırır, sözü amelle birleştirirler.

Onların emeli ve arzusu az, kalbi korkuludur. Aza kanâat eder, az yerler, işleri külfetsizdir. şehvetleri ölü, gazap ve hiddetleri kırılmış, birleşme, yeme, içme gibi cismânî lezzetleri, hayvânî arzuları azalmış, zikir ve fikri çok, sözü, işi dürüst, ameline hâkim, hallerinden hayır umulur.

Küfür korkusundan emin gafiller arasında bulunsalar da zikredenlerden yazılırlar. Zikredenler arasında gafillerden ayrılırlar.

Kendine zulmedeni affeder, vermeyene verir, uzaklaşana yaklaşırlar ve her halde onları kötülükten uzak, yumuşak sözlü bulursun.

Vakûr tavırlı, kötülüğe sabırlı, şiddet halinde şükreder, kendine zulmedene yumu-şak davranır, sevgi göstereni reddetmez, hakkı olmayanı istemez, üzerine borç olan hakkı inkâr etmez, şahit gösterilmeden ikrar eder, saklanması icap edeni ifşa etmezler.

Kimseye isim takıp sevmediği sözle seslenmezler. Komşularına zarar vermez, belâya uğrayanlara sevinmezler. Beş vakit namazı vaktinde, erkânıyla kılarlar. Emaneti, hıyânet etmeden yerine getirir, bâtıl söz ve halden hâli kalır, sükût ettiğinde sıkıntı duymaz, söylerse kısa konuşur, gülerse sesini yükseltmez, israf etmez, bulunduğu hâle razı olur, nefsin istekleri akıllarına, cimrilikleri cömertliklerine galip gelmez.

Menfaatli meseleler öğrenmek için insanlar arasına girer, soranları -sözü dürüst olsun diye- sükûtla dinlerler.

Muhtaç olmamak için sanat ve ticaret eder, hayır işlerini şöhret için yapmaz, yaptığı hayrı kimseye söylemezler.

Kendilerine zulmedenden Cenab-ı Hak intikam alıncaya kadar sabreder, intikâm almaya kalkmazlar.

İnsanların rahatını ister, ihvan ve ehl-i imanın huzuru için meşakkate katlanırlar.

Halktan uzak olmaları zühd içindir. İnsanlara yaklaşmaları mülâyemet ve iyilik olup, kibir ve azamet göstermek ve hîle etmek için değildir"...

Bu beliğ ve acâib nasihatı dinleyen zât, bir sayha edip bayıldı. Ve Hz. İmam R.A., "Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz'in hal ve sözlerinden en son hülâsa ettiğim güzel faziletler bunlardan ibarettir" buyurdular.

Cenab-ı Hak, sözleriyle amel etmeyi ve şefaatlerine kavuşmayı müyesser eylesin!.. Amin...

* * *

AHLAKA DAİR ESERLERDEN

Kadı İyad'ın "Şifâ" Adlı Eserinden

Hz. Ali R.A. Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz'e, hal ve hareketlerine hâkim olan esasları sordu.

Fahr-i Kâinât S.A.V. Efendimiz şöyle cevap verdiler:

İlim (bilgi), sermâyemdir; akıl, dinimin esasıdır; arzu, binek taşımdır. Allah'ı zikir, arkadaşım; mahremiyet, hazinem; havf (Allah korkusu), refikim; ilim, silâhım; sabır, libâsım (elbisem)dir. Kanaat, ganimetim (zenginliğim); tevâzû, iftihar vesilemdir. Zevkten uzaklaşmak, mesleğim; açık sözlü olmak, gıdamdır. Doğruluk, şefaatçım; itaat, büyüklüğüm; mücâdele, alışkanlığımdır ve kalbimin nuru, namazdır.  (İslâma Giriş, M. Hamidullah s. 89)

* * *

İmam-I Gazâlî Hz.Leri'nin "Ey Oğul" İsimli Eserinden:

Ahlâk üç kısımdır:

a. Ferdş Ahlâk

b. Aile Ahlâkı

c. İctimâî Ahlâk

Ferdî Ahlâk

Ferdş ahlakta uyulması zarûrş olan hususlar: Allah korkusu, hayrı Allah rızası için işlemek, nimete şükretmek, emânete hıyânet etmemek, sabır ve kanâat ehli olmak, vazifeyi tam olarak yapmak, günah işlemekten kaçınmak, başkalarıyla hoş geçinmek, yalan, hased, riyâ, fitne ve fesattan kaçınmak...

Ulu ve aziz olmanın üç şartı vardır:

1) Mahlûkattan hiç bir şey dilememek,

2) Bir kimsenin arkasından fenâ söz söylememek,

3) Kendi eliyle koymadığı şeyi almamak.

(Hakkı olmayan şeye sahip çıkmaktan sakınmak).

Aile Ahlâkı

Anaya babaya saygı ve itaat, hattâ onlar zâlim olsalar bile onlara karşı gelmemek...

Küçükken kız ve erkek evlâdın terbiyesine itinâ göstermek; altı yaşından itibaren Kur'an okumasını, namaz, oruç gibi dşnş vazifelerini öğretmek ve yaptırmak...

Eve girip çıkarken âdâba riâyet etmek, yakınlarına iyi davranmak, kızların evlenmesinde zengin ve ştibarlı insanlardan ziyâde iyi huylu ve nâmuslu kişileri seçmek...

İçtimâş Ahlâk (Cemiyet Ahlâkı)

Alışverişte doğruluk, üstazlara ve âlimlere saygı, komşunun hakkına riâyet, halk ile iyi geçinmek, dostları iyi ve kötü günlerinde ziyâret, hastaları ziyaret, çarşı pazarda edeb ve terbiyeye dikkat etmek...

* * *

ÇOCUK TERBİYESİ

Ahlâkın temeli nefis terbiyesiyle başlar. Filiz küçükken aşılanmazsa, büyüdükçe aşısı güç olur veya hiç mümkün olmaz.

 

Kuvvetli nefis terbiyesi olmadan ahlâk zayıf düşer, çocuk boşlukta kalır, kararsız halde, sonu olmayan arzuların te'siriyle sarsıntı içinde çalkanır durur, huzur bulumaz. Ayet-i Celîle'de: MUHAKKAK NEFİS ŞİDDETLE KÖTÜLÜĞÜ EMREDER (S. Yûnus 53) buyurulu-yor.

Yeryüzündeki bütün kötülüklerin kaynağı nefistir. Onun te'siri altında kalan, felâh bulmaz.

Doğuştan insanın içinde bulunan, büyüdükçe tazyikini artıran nefis, küçük yaşta yakın alâka ve ciddiyetle terbiye edilip itaat altına alınmazsa, sonunda kötü isteklerinin önüne geçilmez ve o insanın frensiz arabadan farkı kalmaz.

Hadis-i şerif'te: "YERYÜZÜNDEKİ MÜCA-DELELERİN EN BÜYÜĞÜ, NEFİSLE OLAN MÜCADELEDİR" buyurulmuş olup, akıl ve iz'ânın önünde kara bir perde gibi duran, fırsat buldukça şerrini artırıp sesini duyuran nefsin tavanı yoktur ve istekleri sonsuzdur.

Kuvvetli imanla terbiye edilip, kontrol altına alınmadıkça, çocuğu kötülüklerden korumak mümkün olmaz.

Nefsi ıslâh etmeden, Hakk'ı tanımak, iyi ve güzeli anlamak hayâldir, bu mümkün olmaz. Akıl ve imanın gözünde perde olan nefis terbiye edilmeden, insan iyi ve güzeli göremez.

İmam-ı Rabbânî Hz. nefsin, yetmiş Şeytan kuvvetinde olduğunu beyanla, onun şer ve fenalığını uzun ve pek güzel beyan buyurmuşlar. Arzu edenler "Nefis" risâlemize müracaat etsinler...

Bir büyük velî: "İnsanlar, doğuşunda içinde bir kara yılan gibi yerleşen nefsin fenâlığını bilseler, korkudan helâk olurlardı" demiştir.

Hadis-i Şerif'te "NEFSİNİ BİLEN, RABBİNİ BİLİR" buyuruluyor. Nefsinin şerrini bilen, kendisinin aczini idrak eder, Rabb'ine sığınır da kurtulur. Nefsini terbiye etmeden, insanın huzur bulması mümkün değildir...

Bütün kötülükler onun istekleri içindedir. Şekere damlayan su gibi vücudun her yerine yayılmış, onu kara diken gibi sarmış olan nefsin ıslâhına, ömür boyu aralıksız çalışmak mecburiyetinde olan insan, bu mühim vazifeyi, evlâdı üzerinde küçük yaşta yerine getirmezse, hem ona, hem kendisine ihânet etmiş, suç işlemiş olduğunu zamanla görür ve cürmünün cezasını çeker...

Dünya yaratıldığından beri nefis terbiyesi, bütün mürşitlerin gâyesi olmuştur. Yaratılmışların en şereflisi olan insan, son nefese kadar nefisle mücadele edip şerrinden kurtulmak mecburiyetindedir.

Onun tazyikinden kurtulmadıkça doğruyu, iyiyi görmek, hakikate ulaşmak mümkün olamaz. Bu büyük mücâdelede kazanan, ebedî saadet kapısını açmış, huzura ermiş olur. Çünkü böylesi nefsin sesini değil, Hakk'ın emirlerini dinler, temiz vicdanıyla saadet yolunu seçer.

Nefis terbiyesinde baş ilaç: İman ve İslâm esaslarını kabul etmek ve Allah dostlarının izinden gitmektir.

Her Müslüman yaratılışının gayesi olan İslâm'ın icaplarıyla, kuşlar gibi yavrusunu devamlı beslemedikçe, körpe dimağları zehirle doldururlar da ıslâhı mümkün olmaz. Eğer insan âileye ehemmiyet verip sahip çıkar, onları ahlâken güzel yetiştirirse, nesline büyük sermâye vermiş ve değerli mîras bırakmış olur da çocukları yaşlandıkça doğruyu ve iyiyi görür, hakkın hâmîsi olur, hakkı müdâfaa eder... Millet ve cemiyet de ondan zarar değil, hayır görür...

Yaşadığımız dünya nefsin arzularına uygun olduğundan, çocuğu onun çekici renklerinden ve aldatan seslerinden korumak; ruhunda iman aşkını ve İslâm nurunu parlatmak, ana ve babanın en büyük vazifesidir...

Bu zamanda çocuk terbiyesi ve iyi insan yetiştirmenin ehemmiyeti büyük ve lüzûmu kat'îdir. Zira, iyiliği anlatmak kolay, fakat güzel ahlâkı nefsinde yaşamayanın sözü ölüdür. Ruhsuz kelâmın faydası olmaz, taşa düşen yağmur gibi, heder olur.

Çocuk daha çok, görerek ve gördüğünden örnek alarak gelişir. Bu da her şeyden önce ona helâl lokma yedirmeye bağlıdır. Lâmbaya mazot konursa şişeyi kirletir, ziyâ vermez olur. İnsan önce kendisine düzen verip, sonra yavrusunun yetişmesine gayret edip vatan ve millete armağan etmeli...

Şu halde çocuğa gösterilecek ilk alâka, nefsi terbiye yoludur. Bu iş ömür boyu devam edecek ve Allah'ın muvaffak kılmasıyla sonsuz saadet nasip olacaktır. Halbuki dünyanın geçici zevklerine aldananlar, ebediyen huzur bulmazlar. Çünkü ruhun huzuru, vicdanın istirahatı, güzel ahlâka muhtaçtır.

Nefis terbiyesine muvaffak olan insan, hareket ve arzularında ölçülü, cemiyete faydalı, nefsine hâkim, affedici, mütevâzî, iyilikte örnek, merhamet sâhibi ve muhîtinde aranan olgun kişidir. Böylesi hem cemiyete hem kendisine hayırlı; varlığı aranan, dostluğu istenen, Allah'ın sevdiklerindendir...

Nefis, üstü yeşil sazlarla örtülü bataklık gibidir. Câzip görünür, lâkin içine dalan kurtulamaz. Nefse esir düşüp onun hizmetinde olanın kaybı büyüktür: Maddî, mânevî musibetlere uğrar, imanı zayıflar, ahlâkı çöker, haysiyeti itibarı kalmaz; hasılı insanlık vasıflarından uzaklaşır. İrfan sahibi büyüklerin baş gâyesi, nefsin ıslâhı ile insanlığın selâmeti olmuştur.

Nefse galip gelen insan, ihtiraslarını dizginler, isteklerinde ölçülü olur, sabretmeyi bilir, müsâmahakârdır; kâmil insan demeye lâyık sıfatlara sahiptir; insanlık şahadetnâmesine mâliktir.

Bu hususları yavrularına öğretenler, öz ailesine vatan ve milletine hizmet etmiş, istikbâlin büyükleri arasına namzet hazırlamıştır.

İnsana, insan demek kâfî değildir. Çok doğan olur amma, pek azı insan olur...

Meşrû gıda ile beslenmeyen ruh, kendisini tatmin için gayri meşrû yol arar...

"Her koyunu kendi bacağından asarlar" sözü bozuktur. Bunu kabul etmeyiniz. Sonra seni de baş aşağı asarlar.

Allahü Teâlâ Dâvud (A.S.)'a: "Yâ Dâvud! Kavminin şerlilerinden altmış bin, hayırlılarından kırk bin kişi helâk edeceğim" buyurdu. Dâvud (A.S.):

- "Yâ Rabbi, hayırlıların suçu nedir?" diye niyaz etti. Cenab-ı Hak,

"ONLAR KÖTÜLERİN KÖTÜLÜĞÜNÜ ÖNLEMEDİKLERİ GİBİ, HALLERİNDEN DE EZÂ DUYMADILAR, ONLARLA HAŞIR NEŞİR OLDULAR" buyurdu.

Komünizmle Mücadele Derneği Başkanlarından biri, ilk kuruluş senelerinde, soylu bir aileye mensup olduğu sözünden anlaşılan bir gence:

- Mehmet, hastaneden aldığın 290 lira ile nasıl geçineceksin? sualine,

- Geçinirim amma herkes anlayamaz, der.

Başkan:

- Anladığımı farz et de bir anlat, der.

Mehmet, ruhunda yerleşen derin duygu ve asâlet cevherlerini dökerek,

- Efendim! Ben vazifemi hakkıyla yaparım, hîle yolları düşünmem. Kazancım helâl olur da, bereketi bitmez..., der.

Peygamberimiz, fakirlikten şikâyet eden bir işçiye, ne kadar yevmiye aldığını sual edip, "Üç dirhem (lira)" cevabı üzerine, adama: "İki dirheme çalış. Sen ancak o kadarını hak ediyorsun, diğer kısmı haram olduğundan hepsini götürüyor" buyurdu. Çünkü herkesin dilinde olan mübârek "BEREKET" kelimesinin mânâsı, "Servet çokluğu" değil, "Huzur veren kazanç"tır.

Yine o senelerde Adana'da köftecilik yapan bir asilzâde, kendisine hitaben "Arkadaş, bize rey verirsen şu tarlaları size taksim edeceğiz" diyenlere, duvarda asılı aynayı alıp, tozunu sildikten sonra yüzlerine tuturak "Bir bakın, hiç birbirinize benzer misiniz?" diye hakîmâne söz ve sitem ettikten sonra, devamla: "Cihanı yaratan Allah, herkesin ömrünü, rızkını servetini de taksim etmiş. Ben hakkıma razıyım, kimsenin malında gözüm yok. Görmez misiniz? Beş parmak bile bir değil... Hem, mal emniyeti olmayan yerde ne din ne de can emniyeti olamaz" demiştir...

Küçük yaştan itibâren iyi yetişen insanda bulunan güzel ahlâkın vesîle olduğu saadet ve nimetler saymakla bitmez...

H.Ş.: "Her Müslüman’ın mükellef  olduğu vazifelerin en küçüğü, iman sahiplerine ezâ veren (rahatsız eden) şeyleri yollardan kaldırmaktır".

Cenâb-ı Hak cümlemize lütuf ve inâyet, yavrularımıza kâmil hidâyetler nasib ve müyesser eylesin. ÂMİN.



[1] Hakim-i Tirmizî Rh. A. "Hatm-i Velâyet" isimli eserinden

 

   
© incemeseleler.com