KURTULUŞ
Hakk’a ulaştıran tek yol; İbâdet
“İhlâsla edâ
edilen ibâdetler belâlara mânîdir, sâhibini korur.” İbâdet ve itâat kurtuluş
yoludur. (Erenlerden)
Hayâtın
Gâyesi: Allah’a
ibâdet, emirlerine itâat ve nîmetlerine şükür ile iki âlemde saâdet bulmaktır.
A.C.: “Ben,
cinleri ve insanları ancak beni tanısınlar ve bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (S. Zâriyât:56) İnsan oğlunun ilk işi bu
âleme geliş sebebini, yaratılış hikmetini bilmektir.
İbâdetsiz hayatın hayrı yok, hüznü çoktur. Uyuşturucu
arayan batılılar ve benzerleri buna misâldir. Allah’ın ihsanı olan vücûdu, ruh,
akıl ve âzâları ilâhî hudutlar içinde kullanmak, kurtuluş yolu ondan ötesi hayal
mahsulüdür.
A.C.: “Zikrimizden
yüz çevirenlere maîşet darlığı vardır.” (S. Tâhâ:124) Varlıkta darlık, gönül sıkıntısı, rûhî
huzursuzluklar buna dâhil edilmiş. Hakka ibâdet, büyük saâdettir...
Şeriat Üç
Kısımdır: İlim,
amel, ihlas. Kurtuluşa sebep olan, îmandan sonra hâlis niyetle kılınan ve her
gün bin şehid sevâbı verilen beş vakit namazdır. Vaktinde kılınan namazda,
Cemâl-i Îlâhî, rızâ-ı ilâhî ve mağfiret-i ilâhî
vardır. Geç kılınan namazda yalnız mağfiret kalır. Hiç kılmayanlara
musîbet ve ilâhî gazap hazırlanır...
H.Ş.:
Abdest’te başa kaplama mesh yapılan vücûda Allahü Teâlâ Cehennemi haram kılar. Sünnetler: dünyada
musîbet ve hastalıklara, âhirette cehenneme karşı kaledir...
H.Ş.: Misvaklı
abdest’le kılınan namaz, misvaksız namazdan yetmiş defa efdaldir (İbni Âbidîn C:1S:150)
Niyet:
Namaza niyet
kalple yapılır. Dille niyet bid’attır. (M.İ.R.C:1-M:186)
Ahzâb
Duâsı:
Musîbet zamanında, sabah namazı sünnetinin
ikinci rekâtında, zammı sûreden sonra, kunut yapıp “Ahzâb Duâsı” okumak, belânın def’ine sebeptir...
Gafleti def
için: Sabah
namazının sünneti ile farzı arasında şu duâ en az üç kerre okunur: “Yâ Hayyü yâ Kayyûm, yâ zel celâli vel
ikrâm. Es’elüke en tuhyiye kalbî binûri mâ’rifetike ebeden yâ allah yâ Allah
yâ Allah yâ bedîassemavâti vel erdı.” (Emâli Şerhi)
Şu tesbihi her gün yüz defa okuyan, sonsuz
mükâfâta erer: “sübhânallâhi ve bi
hamdihî sübhânellâhil azîm, ve bihamdihî estağfirul-lah.” (M.İ.R .C:1. M:307)
Sabah
namazını,
âile ferdleriyle de olsa cemâatle kılıp kerâhat vaktinden sonra, Allah rızâsı
için iki rekât namaz kılan, ihram giymiş ve kurban kesmiş gibi, tam Hac ve Umre
sevâbına nâil olur.
(Nîmet-i İslâm S. 133)
Sarık:
Sarıkla farz ve nâfile namaz, sarıksız kılınan yetmiş rekat
namazdan üstündür. (Râmûz:
291/11) Akıllı
kımse bu sünneti işler, kat kat kazanır, ahmaklar mahrum kalır...
Sabah ve
akşam namazlarından sonra onbir defa:
“Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehül mülkü velehül hamdü yuhyî ve
yümît, ve hüve hayyün lâ yemût biyedihil hayri ve hüve alâ külli şey’in kadîr” tehlilini
okuyanın maddî ve mânevî derecesi yükselir ve o gün günah işlemekten korunur. (Nîmet-i İslâm S: 133)
HÜVALLAHÜLLEZÎ:
H.Ş.: “Sabah ve akşam namazlarından sonra,
Hüvallahüllezî... okuyan kişiye yetmiş bin melek istiğfar eder. O gün vefat
etse şehid olarak gider.” (Râmûz 438)
Akıllı bu nimeti kaçırmaz.
ÂMENERRASÛLÜ:
H.Ş.: “Yatsı namazından sonra,
Âmenerrasûlü... okuyanın malı, canı, her şeyi gelecek yatsıya kadar himâye
altında olur ve o kişiye bütün gece ibâdet etmiş sevâbı verilir.” (Râmûz: 187/3) İnanmışlar istifâde eder,
inanmayan eli boş gider...
Salât-i Münciye
Vitir namazında kunut duâlarından sonra
okuyanın namazları Mevlâ’ya tereddütsüz
arzedilir ve kabûle sebep olur. Namazın kabûlü, kazancın büyüğüdür.
İstiğfar: Farz namazlardan sonra
yetmiş istiğfar okumak, gelen musîbeti kaldırır, geleceğe mânî olur ve rızık
genişliğine sebeptir. (M.İ.R.C:2.M:80)
Âyetül
kürsî, İhlas, Felak ve Nâs:
Tesbihlerden önce, bu sûreleri okuyanları
Cenâb-ı Hak iç ve dış hastalıklardan ve belâlardan korur. (Nîmet-i İslâm S:246)
H.Ş.: “Duhâ
Namazı’na devam eden kimsenin günâhı deniz köpüğü kadar olsa da affolunur.”
(Râmûz: 416/13)
Duhâ namazı kılan, dünya sıkıntısı çekmez. Bu
namazın yüzde yetmiş beş mükâfâtı dünyada verilir.
Evvâbîn
Namazı kılanın elli yıllık günahı silinir
ve ona bir sene nâfile namaz sevâbı verilir. (Nîmet-i İslâm. S:368) (Şir’a’da on iki yıl
denilmiş.)
Teheccüd
namazı
H.Ş.: “Farz namazlardan sonra en fazîletli, Teheccüd namazıdır.” (Ebû Dâvûd. İhyâ C:1.S:1019)
Bu namazı
kılanların duâsı kabul, derecesi yüksek olur. Teheccüd vakti; gece, öğle namazına
tekâbül eden vakitten imsak bitimine kadardır. Geç yatanlar, 12 den sonra kılıp
yatarlar.
H.Ş.: Evden Çıkan kimse: “Bismillahi tevekkel-tü alellahi lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil
aliyyil azîm” der, üç, beş veya yedi Âyetül Kürsî okur, altı tarafa, “Hû”
der, yedinciyi içe çekerse, ilâhî kaleye girer, belâlardan emin olur. (Râmûz: 420/2)
Eve
girerken
Besmele-i Şerîfe okumak, Şeytanı kovar. Selâm vermek de bereketlere sebep olur.
Namazdan
Sonra,”LEKAD
CÂEKÜM...” (S.
Tevbe:128-129) okuyan,
belâlardan korunur. Ona o gün ölüm
gelmez. Bir zât devam etmiş; “Okumayı bırak, bize gel” denilmiş.
A.C.: “Sabırla
(oruçla) ve namazla (Allahü Te[Ms1]âlâ’dan) yardım dileyin.” (S.Bakara:45) İşte boş dönülmeyen hâcet kapısı... Kuru
yalvarmadan önce yapılacak iş; oruç tut, tesbih namazı kıl, hâcetin hâsıl olur,
Mevlâ’dan inâyet gelir.
Sabah Namazı
H.K.: Ey
Âdemoğlu! Günün evvelinde bana kulluk et ki, günün sonuna kadar seni
korktuklarından emin edip, umduklarına ulaştırayım.
Rızıkların taksimi ve berekâtın inme zamânı olan
sabah namazı vaktini uykuda geçirenlerin rızkı noksanlaşır. Günün en şerefli
zamanıdır. Vücûdun en zayıf vakti olduğundan, Verem hastalığı o zaman başlar.
Sabah uykusu rızkı noksanlaştırır. Koyun, köpek, çoban, vezir hikâyeleri meşhurdur.
Koyun o saatte uyanık; rızkı bol, nesli çok. Köpek uykuda; rızkı kıt, nesli
azdır. Çoban da o saati boş geçirmeyip erenlerden olmuştur.
H.Ş.: Bir kısım
melekler gece, bir kısmı da gündüz size gelirler. Sabah ve ikindi namazını
sizinle kıldıktan sonra melekler semâya çekilir. Mevlâ meleklerine: “Kullarımı
ne halde bıraktınız?” diye sorar. Onlar: “Yâ Rabbi. Onları namaz kılarken
bulduk, namaz kılarken bıraktık” derler.
(Müslim C
1 S. 260 Hadis No: 210)
H.Ş.: Ayın on dördüydü.
Resûlüllah S.A.V. aya baktı ve: “Şu ayı gördüğünüz gibi Rabb’inizi
göreceksiniz. Güneşin doğması ve batmasından evvelki (Sabah ve ikindi) namazları(nı)
edâ etmekte Mü'min kardeşlerinize elinizden geldiği kadar yardımcı olun ve bunu
terk etmeyin” buyurdu. (Müslim C 1 S. 260 Hadis No: 216)
H.Ş.: Kim yatsı
namazını cemâatle kılarsa, gecenin yarısını, sabah namazını da cemâatle
kılarsa, gecenin tamamını namazla geçirmiş gibi mükâfâta mazhar olur. (Müslim C 1 S. 260 No: 287)
Sabah Namazını Cemâatle kılmayan kişinin
nefsi aslâ kemâl bulmaz. (M.İ.R.C.1 M 52)
Sabah namazını, cemâatle kılmak bir gece nâfile namaz
kılmaktan birkaç mertebe üstündür. (Mektûbat)
H.Ş.: Kim sabah namazını kılarsa, Allah'ın
zimmetinde (himâyesinde)dir. Allahü Teâlâ zimmetinde olmayanı yüz üstü
cehenneme atar. (Müslim
C 1 S. 260 Hadis No: 288)
Ebû Hüreyre R.A.: “Biz Peygamberimiz
zamanında erkenden sabah namazına gelmeyi, Resûlüllah ile savaşta bulunmuş
kadar şerefli sayardık” demiştir.
H.Ş.: İki rekat sabah namazı, dünyadan ve
içindekilerden hayırlıdır.
H.Ş.: Yatsı ve sabah namazı münâfıklara
ağır gelir. İnsanlar bu namazlarda olan
füyüzât-ı ilâhîyi bilseler, emekleyerek de olsa (gelip) kılarlardı. (Ruhulbeyan C. 5 S. 444)
H.Ş.: Güneş doğuncaya kadar yapılan zikir ve
tesbih İsmâil oğullarından seksen köle âzat etmekten efdaldir. (Ruhulbeyan C. 5 S. 444)
“Güneşin doğuş ve batışından evvel Rabb’ini hamd ile tesbih et (sabah ve ikindi
namazlarını kıl.) (S.
Taha 130)
Denilmiş ki: Kim beş vakit namazı devamlı cemâatle kılarsa, Allahü
Teâlâ ona geçim darlığı ve kabir azabı vermez; kitabı sağından verilir, sıratı
şimşek gibi geçer ve hesapsız olarak cennete girer.
Kim beş Vakit namazda ve cemâate gitmekte
tembellik ederse, Allahü Teâlâ onun rızkından ve kazancından bereketi kaldırır,
yüzünden sâlihler sîması silinir, sâir ibâdetleri de kabul olunmaz. İnsanlar
ona kalben buğzeder; ruhu aç ve susuz olarak kabzolunur, Münker ve Nekir şiddetle sual sorar; kabri
dar ve karanlık olur, hesâbı zor verir ve Allahü Teâlâ ona cehennemde azap
eder. (Ruhulbeyan
C. 5 S. 444)
İRŞAD ve HAKKA DAVET
A.C.: Asr’a yemin olsun ki, insan (ömrünü dünya için
sarf etmekle) dalâlette ve ziyandadır. Ancak iman edip iyi amel işleyenler ve
sabırla (günahtan uzak kalıp) ibâdete gayret etmeyi tavsiye edenler kurtulmuştur. (S. Asr)
A.C.: Kim
iyiliğe önderlik ederse o iyiliğin sevabından hisse alır. Kim kötülüğe vâsıta
olursa ona kötülükten hisse vardır. (S.Nisa 85)
H.Ş.: En cömert kimdir size haber vereyim mi? En cömert Allahü Teâlâ’dır,
ben de Âdemoğullarının cömerdiyim. Benden sonra en cömerdiniz o kimse ki ilim
öğrendi ve ilmini insanlara yaydı... (Mektûbât- c:1 S. 79)
H.Ş.:
"İlimden bir mes'ele öğrendiğin zaman, o senin için kabul olunmuş bin
rek'at nâfile namaz kılmandan hayırlıdır. Bunu, insanlara öğrettiğinde, amel
edilsin veya edilmesin, yine senin için kabul olunmuş bin rek'at nâfile namaz
kılmandan hayırlıdır." (Râmûz: 39/8)
H.Ş.: Sizden
biri, kendisinde kardeşine verebileceği bir nasîhat bulursa, ona hemen söylesin.
(Râmûz:65/8)
H.Ş.: Emr-i bil mâruf ve nehy-i
anil münker'i bırakan kişi, Kur'an'a ve bana inanmış olmaz. (Râmûz:69/8)
Meşhur Yahûdi
sözü “Her koyun kendi bacağından asılır.” “Beni sokmayan yılan bin yaşasın.”
“İlim, iman ve ibâdet yolunu keser.” “İbâdet etme mi diyoruz, Camiye kilit mi
vurduk” der.
Süleyman Paşa: Edirne’yi fethedince Hıristiyanlar kendisine
müracaatla okul yapmak için izin istediler. Müsâade etmedi. Başka bir zaman
“Kilise yapacağız” dediler, izin verdi. Muhteşem bir kilise yaptılar.
Halk gelip
Paşaya: “Bu ne iştir? Sabi sıbyanı okutmak için mektep inşasına izin
vermemişken, şehrin ortasında şu kara kubbeli kilisenin inşasına müsaade
ettiniz?”
Süleyman
Paşa’nın tarihlere geçen cevabı:
“Bunda ne var, oraya toy giren toy çıkar; ya
okul öyle mi?.. Orada erkan-ı harp yetiştirir sonra da başına belâ kesilir...”
demiştir.
H.Ş.: Sadakanın
faziletçe en üstünü Müslüman bir kimsenin ilim öğrenip onu Müslüman kardeşine
öğretmesidir. (İbn-i
Mâce C. 1 S. 98
H.Ş.: Kim halka
öğretmek için ilimden bir kapı açarsa kendisine yetmiş sıddıkın sevabı verilir.
(Tergıb C.1 S.
98)
H.Ş.: Hediye ve
ihsanın en üstünü hikmetli bir sözü öğrenip onu başkasına öğretmektir ki bu bir
sene nâfile ibâdetten hayırlıdır. (İhya c.1 s 101)
H.Ş. Kim iki
hadis dahi öğrenip istifâde eder ve başkasına da öğretirse, bu kendisi için 60
yıllık (nâfile) ibâdetten hayırlıdır. (Ramuz 413/4)
H.Ş. Kim hayra
dâvet ederse kendisine o hayrı işleyenlerin sevabı kadar sevap yazılır. (Muhtarul Ehadis s. 167)
H.Ş. Kim
hidâyete dâvet ederse o hidâyete tâbî olanların ecirleri kadar kendisine sevap
yazılır. Onların ecirlerinden de bir şey eksilmez (Muhtarul Ehadis 167)
H.Ş. Varlığım
kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki. Ya iyiliği emredip kötülükten men
edersiniz ya da Cenâb-ı Hakk üzerinize azabını gönderir de, o azabın
kaldırılması için Allah’a duâ edersiniz, lâkin duâlarınız kabul olunmaz. (Muhtarul Ehadis S. 156)
H.Ş.: Mü’min
mü’minin kardeşidir. Hiç bir halde ona nasihati terk etmez. (M.E. S. 150)
H.Ş.: Hak söz
ne güzel hediyedir ki onu duyar sonra Müslüman kardeşine taşıyarak öğretirsin. (Muhtarul Ehadis S. 152)
H.Ş.: İlim
öğrenmek husûsunda yarışınız. Doğru sözlü kişiden öğrenilen ilim dünyadan ve
içindeki altın ve gümüşten hayırlıdır. (Muhtarul Ehadis s.84)
H.Ş.: İlim
talep etmek her Müslüman’a farzdır. İlim öğrenen için her şey, hatta denizdeki
balıklar da istiğfar ederler. (Muhtarul Ehadis s.93)
H.Ş.: İlim
talebi Allah indinde nâfile namaz kılmaktan, oruç tutmaktan, haccetmekten ve
Allah yolunda cihaddan efdaldir.
H.Ş.: İlim
İslâm’ın hayatı ve imanın istinatgâhıdır. Kim ilim öğrenirse Allah onun ecir ve
mükâfâtını tamamlar ve bilmediklerini öğretir. (Muhtarul Ehadis s. 100)
H.Ş.:
Müslüman’ın din kardeşine hikmetli sözden üstün hediyesi olamaz. Çünkü bununla
hâli değişir, hayra istîdât gelir, selâmet bulur. (Cami ussağır)
H.Ş.: Allahü
Teâlâ’nın ziyâde rağbet ettiği kişi insanlara nasihat edendir.
H.Ş.: Nasihatle
Allah’ı kullarına sevdiriniz ki, Allah’ta sizi sevsin.
H.Ş.: O insanı
Allah sevsin ve nurlan-dırsın ki, sözlerimi işitti, ezberledi ve aynen
başkalarına ulaştırdı. (İhya c. 3 s. 380)
H.Ş.: Yâ Râfî!
Senin maddî ve mânevî sebebinle bir kimsenin hidâyet bulması, sana, üzerine
güneş doğan bütün eşyadan hayırlıdır. (Tirmizî)
H.Ş.: Kim hakla
batılı, hidâyetle delâleti ayırmak için ilimden bir mesele söylerse bir âbidin
40 yıllık ibâdeti gibi ecir alır. (Ramuz 418/5)
H.Ş.: Kıyâmet
gününe şu beş şeyle gelen Cennetten men olunmaz. Bunlar: Allah ve Rasûlü için,
din ve kitap için ve bütün Müslümanların menfaati için nasihat ve hakka dâvet etmektir.
(Ramuz 415/6)
H.Ş.: İslâm’ı
ihyâ için ilim öğrenirken kendisine ecel gelen kimseden, peygamberler ancak bir
derece üstündür. (Ramuz
415/9)
H.Ş.: Kişinin
ilim meclisinde bir saat oturması, bir köle âzât etmesinden hayırlıdır. (Ramuz 343/5)
H.Ş.: İyiliği
emir ve tavsiye eden, onu işlemiş gibi ecir alır. (Ramuz 207/5)
İslâm’ın zaafa
düştüğü zaman dinden bir kelime
öğretmek, hazineler harcayarak Allah için yemek yedirmekten kat kat
üstündür.
(Mektûbat)
İnsan irşat
olunca gönlü genişler, gafletten kurtulur, doğruyu bulur iyiyi görür, kendisine
teslimiyet gelir, birlik ruhuna bürünür, dirliği düzelir, isyandan sakınır,
âleme şefkatle bakar, zulüm düşünmez, itâatkâr olur... Hulâsa: umûmî ahlâka hizmet
eder.
Cemiyet
güçlenir, her saâdete yol bulur. Milletçe istenen de budur.
İmam-ı Muhammed
Rah. A. padişahla Rey şehrine geldi ve orada vefat etti. Son deminde “Rabb’im
bana: “Buraya din hizmeti için mi, yoksa padişahla safa için mi geldin?” derse
ne cevap veririm diye telaşlandı.
Dikkat etmeli! İnsanların çoğu sözü ilk işitince beğenmez
de izah edilince memnun olur. Sakın işittiği sözü beğenmeyip, sahibini insanlar
arasında kötüleyenlerden olma!
Zamanın
değişmesinden, yârânın cefâsından şikâyet etme! Zira cümlesi işlemiş olduğun
günahların karşılığıdır. Hatta merkebin aksilik etmesi, fârenin ziyan vermesi
de günahlarındandır. Cemâatı kaçıran kişiyi, o ilâhî sofradan mahrum eden de
günahlarıdır. (İhyâ
- Hallürruyub)
* *
*
Rasûlüllah S.A.V. Efendimizin Ruhlara Hayat Veren
BİR
HUTBESİ
Ey İnsanlar!
Ölüm sanki bize değil de başkalarına yazılmış, Hakk’a tâbi olmak bize değil de
başkalarına farz kılınmış, uğurladığımız ölüler sanki bir müddet sonra bize dönecekler; onlara mezar hazırlıyoruz;
sanki biz onlardan sonra ebediyen yaşayacakmışız gibi öğüt veren her şeyi
unutuyoruz; kendimizi belâlardan emniyette sanıyoruz... Ne mutlu başkalarının
ayıbına bakmayıp kendi kusurlarıyla uğraşan kimseye! Ne mutlu günâha dalmadan
kazandığı malı infak eden, fukaha ve ulemâ ile sohbet eden, fakirlerle düşüp
kalkan kimselere!...
Ne mutlu o
kimseye ki, huyunu güzelleştirip kalbini temizler, insanlara zarar vermez,
malının fazlasını infak eder, çok konuşmaz, bid’atlara düşmeden sünnet-i
seniyeyi hakkıyla îfâ eder. (Cevhere C.1 S. 158)
***
H.Ş.:
Âileleriniz, evlâtlarınız, mallarınız ve amelleriniz üç kardeşi olan kimseye
benzer. O kimse ölümü yaklaşınca birinci kardeşine:
- Başıma gelenleri görüyorsun.
Bana ne yapabilirsin? der, O:
-Doktor çağırırım, hizmet ederim, ölürsen lâzım gelenleri yaparım ve iyiliğini söylerim” der. İşte âilenizin durumu böyledir.
İkinciye, “Bana ne yapabilirsin?
dediğinde, o:
-Hayattayken benden istifâde edersin;
ölünce yollarımız ayrılır; sen öbür âleme hesap vermeye, ben de işimin başına
dönerim” der Mallarınızın durumu budur.
Üçüncüsü:
-Ben senin mezârında eş, mîzanında
terâzinin hayır tarafında ağırlık yaparım” der. İşte amellerinizin durumu da
budur.
* * *
SAHABE-İ GÜZİN’DEN
İBN-İ RENDEKA’R.A.’IN HUTBESİ
Ey İnsan! Sözlerime kulak ver, aklını başına
topla! Eğer ölümün ne zaman geleceğinden haberdar değilsen, iyi bil ki, sen de
ebediyen yaşayacak değilsin...
* Vaktiyle yaşayanların ve bundan sonra yaşayacakların
babası olan Âdem A.S. nerede?
* Allahü Teâlâ’nın dostu İbrahim A.S. nerede?
* Hani geçen ümmetler?
* Vaktiyle yer yüzünde hüküm süren krallar nerede?
* Nerede taç giyen, kuvvet ve îtibar sahibi sultanlar?
* Nerede başlarında sancaklar dalgalananlar, ordulara
kumanda edenler, sarayda, kâşânelerde yaşayanlar, harp meydanlarında zaferden
zafere koşanlar, tehlike ve belâları hiçe sayanlar, doğu ile batıyı birbirine
yaklaştıranlar nerede? Şimdi onlardan bir işâret var mı?
Allahü Teâlâ’ya
yemin ederim ki, bütün kavimleri yok eden onları da yok etti. Çürümüş kemikleri
dağıtan, onları da dağıttı. Onları geniş saraylardan çıkarıp dar kabirlere
yerleştirdi. Taş yığınları altına soktu, meskenleri oralar oldu. Kurtlar
vücutlarını kemirdi, bedenleri delik deşik oldu; gözleri aktı, ağızlarına böcekler
doldu, âzâları düştü, derileri çürüdü. Biriktirdikleri ve kazandıkları
dünyalıkları kendilerine fayda vermedi...
Orada dostların
seni toprağa teslim edip sana vedâ edecekler. Kardeşlerin yanından ayrılacak,
yakınların seni unutacaklar...
İşte bunlardır
insana lâzım olan,
Bu sözlerden ibret al sen de uyan!
* *
*
Hz.
ALİ R.A.’IN OĞLU HZ. HASAN EFENDİMİZ’E
CİHAN DURDUKÇA NUR SAÇAN HİKMET DOLU VASİYETLERİ.
Gözümün nuru
oğlum; Hasan’ım! Sen benim hayırlı vekilim ve şerefli temsilcimsin. Şu
vasiyetimi can kulağıyla dinle ve ona göre hareket eyle. Bu sana babandan
hayırlı bir nasihattir.
Dünya bâzen
seni arar gibi iltifat gösterir. Onun bu sahte görünüşüne aldanma! Bâzen de
senden kaçar gibi yüz çevirir; döner dolaşır. Ona da ehemmiyet verme! Zira
dünya bin erden arda kalan avrat gibidir; kimseye yar olmaz. Onun gelişi,
aceleci ve korkak adamın hâli gibi şüpheli ve şikâyetlidir.
Hayrı az,
dirliği kısa, alâka ve karşılaması hudutlu, arka çevirmesi felâket ve
fecâattir. Elde edilen nimetleri geçici, günâh ve vebâli kalıcıdır...
Öyle ise ömür
bitmeden, kudret elden gitmeden, can sağ iken; âhiret perdesi açılmadan, müsâit
zamanı fırsat, eldeki imkânı ganîmet bil de, âhiretin için hayırlı ameller hazırla.
Kişi dünyada âhireti için ne yaparsa, şüphesiz orada onu bulur. Dünya âhiretin
zirâat mahallidir; ne ekilirse o biçilir.
Vefâsız
dünyanın hîlesi çok, bir hal üzere kaldığı yoktur. Bir tarafı düzeltir, ıslâh
ederse, diğer tarafı bozar, ifsat eder. Birini sevdirse, diğerini kalbinden
yaralar. Öteden beri meşrebi (gidişi) budur.
Dünyaya
meyledip bağlanmak, sonra aldanıp pişmanlık duymağa sebep olur. Bu fenâ
âleminde dâimî kalmak yoktur. Öyle ise ona bel bağlamak aldanmaktır.
Oğlum!
İnsanların
hatırına itibar et!; hal ve sözünden kimse incinmesin. Dünya işi için çekişip uğraşmaktan
sakın, ihtiyaç olmadıkça bir şeyin arkasına düşme. Yumuşak huylu ol, insanlara
kolaylık ve yakınlık göster!...
Oğlum!
Sen zamanın
eşsiz hikmetlisi ve büyük efendisisin. Kıymet ve vakarını güzel muhâfaza et.
Ömrünü eğlencede geçirme, malını günâha sarf etme ki, dünyadan amelsiz çıkıp da
huzûr-u izzete eli boş varmış olmayasın!
Güzel sözünü,
güzel amellerinle birleştir ki, iyi meziyetleri, lütuf ve ihsan meyvelerini
zâtında toplamış olasın. Bir de yapmayacağın şeyden bahsetme; laftan ziyâde iş
görmelisin.
Şurasını da
gözden uzak tutma: Her fenâlığın başı zenginliğe muhabbet, hırs ve tamâdır. Bu
iki kötü huy, sâlim olan kalbine yol bulmasın!...
Allahü
Teâlâ’dan kork ki; tevâzu ehli olasın. Dünya gönlünden silinip uzak bulunsun
ki, fazîlet bulup, felâha eresin.
Oğlum!
İyi düşün,
ihtiyatlı bulun. Nefsânî arzûlar ve dünyanın görünüşü seni aldatmasın. Dünyada
her şey geçicidir. Gizli, kapalı olan şey aranır. Her şey fânî ve yok olucudur;
er geç biter, tükenir. Âdemoğlunda ise yalnız kazanmış olduğu iyilikler ve
günâhı kalır.
Dünya kâbuslu
bir rüyâ gibidir; kendine sarılanı rûhî azapla bezdirir, huzursuz eder. Zâhirde
bal gibi tatlı görünür: fakat içi zehir doludur. Zevk ve sefâsı varsa da, gam
ve kederle yoğrulmuştur.
Hâsılı dünya;
Sonunda nimetleri yok eden, sıkıntıları toplayan, aldatıcı, gaddar adam misâli,
verir fakat verdiğini geri alır; alâka gösterir lâkin o hâlinde de bin çeşit
hîle gizlidir. Görünen süslerine aldanan harap ve helâk olur.
Oğlum!
Sen başkalarına
benzemezsin. Sen Hânedân-ı Nübüvvet (Peygamber torunu) kalp meyvesi, ümmetin
göz nûru ve Seyitlikte baş tâcı olduğun gibi, güzel hal ve huyla da mümtaz
olmalısın.
Bunun için
hükmü ile amel ettiğin takdirde, yüksek kıymetini bir kat daha yükseltecek olan
şu vasiyetim hafızanda bulunsun.
***
LOKMAN HEKİM
HAZRETLERİNİN HİKMET DOLU VASİYETİ
Ey Oğlum!
Gökte, yerde
veya bir kaya içinde gizlenip, hayırdan, şerden hardal tanesi kadar bir şey işlesen
hesap günü karşına çıkarılır.
Namaz kıl,
nefsin kemal bulsun, İnsanlara iyiliği tavsiye
ve onları kötülükten men et ve bu hususta gelecek sıkıntıya sabret.
Bunlar Allahü Teâlâ’nın sevdiği ve vâcip olan işlerdir.
Kibirlenip
insanlardan yüz çevirme. Yer yüzünde azametle yürüme; Allahü Teâlâ kibirle
sallanıp yürüyenleri sevmez.
Yürürken acele
ve hafiflik etme. Kibir edâsında ağırlık da etme. Mütevazı ve orta halli ol!
Yüksek sesle
konuşma; seslerin en çirkini merkep sesidir.
Ey Oğul!
Dünya derin
denizdir, çokları o denizde boğulmuştur. Gemin takvâ, yükün îman, hâlin tevekkül
olsun, Umulur ki kurtulursun.
Oruç tut,
şehvetini kırar. Lâkin, namazına engel olacak orucu tutma; zirâ Allah katında namaz
oruçtan üstündür.
İnsanlara karşı
övünme, akılsızlarla inatlaşma, meclislerde gösteriş yapmak için ilim öğrenme.
Cahilliğe de râzı olma; kendini aldatıp ilmi terk etme.
Allah'ı
zikreden insanlarla otur; âlim olsan da fayda görürsün; ehilsen sana
öğretirler, ilmin artar. Allah’tan gâfil olanlarla oturma; âlimsen ilminden
faydalanmazlar, câhilsen cahilliğin artar; Allah onlara cezâ verir, sen de
zarar görürsün.
Seçilmiş
kullara köle ol, kötülerle dost olma! Güvenilir kişi ol, zengin olursun.
Kalbin fâcir
olduğu halde, insanlara Allah’tan korkar görünme.
Âlimlerle otur,
onlarla münâkaşa etme, onlara lütufkâr sual sor.
Evlâdım!
Yolculukta kılıcın, pabucun, sarığın, kilimin, senin ve yanındakilerin ihtiyâcını
görecek kadar su kabın, iğnen, ipliğin, ve bizin yanında bulunsun.
Günâhkârlar
hâriç, arkadaşlarına uy!
İnsanlara
nasîhat ederken kendini unutma, Mum gibi olma; mum insanları aydınlatırken
kendini yakar...
Küçük şeylere
küçümseyerek bakma; yarın büyük olur.
Yalandan sakın;
çünkü yalan, dîni bozar, insanların yanında mürüvvetini kalmaz, hayânı,
değerini ve makamını kaybetmene sebep olur, sözün îtibar görmez, insanlar sana
inanmaz. Öyle bir hayatta ise hayır olmaz.
Kötü huydan,
gönül darlığından sakın, sabırsız olma, arkadaş bulamazsın.
İşini severek
yap, acılara katlan. Bütün insanlara iyi davran; güler yüzlü, iyi huylu
kimseler sevilir.
Hep üzüntülü
olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olanlara tama etmekten sakın.
Kazâya râzı ol. Allahü Teâlâ’nın verdiği rızka kanâat et.
Dünya
zenginliğine kavuşmak istersen, insanların elinde olandan ümidini kes; çünkü, Peygamberlerin,
sıddıkların eriştikleri dereceler hep insanların elinden bir şey beklemediklerindendir.
Dünya azdır,
senin ömrün de azın azıdır. Onun da çoğu geçmiş, azdan azı kalmıştır.
Ey Oğul!
Ehil kişiye
iyilik et, ehil olmayana iyilik edersen, dünyada üzülür, âhirette sevaptan
mahrum kalırsın.
İkramın orta
halli olsun, sakın israf etmeyesin!...
Mevakip
Tefsiri
* * *
Dünya yıkılmağa yüz tutmuş virânedir... Onda amelleri çoğalt, emelleri
(arzûları) kısalt! (İmam-ı Şafiî Rh.A.)
* * *
İMAM- ÂZAM HAZRETLERİ’NDEN
Talebesi Yusuf
bin Semtî’ye Cihan
değerinde
VASİYET
Bilmiş ol ki,
insanlarla hoş geçinmezsen sana düşman olurlar. Anan-baban bile olsa senden
hoşlanmazlar. Güzel geçinirsen, akraban olmayan cemâat dahî sana ana-baba gibi
olurlar.
Şimdi gözümün önünden şöyle geçiyor; Basra’ya gidiyorsun,
onlara muhâlefete başlıyorsun, aralarına karışmıyorsun. Sen onları terk
ediyorsun, onlar da seni terk ediyorlar, Sen onlara darılıyorsun, onlar da
sana. Sen onlara sapıklık isnat ediyorsun, onlar da seni dalâlette sayıyorlar.
Böyle yaparsan;
hem sana, hem bize leke olur. Onlardan kaçmak istersin... Bu akıl işi değildir.
Zira geçinmek lâzımken, müdârâ yapmayan, akıllı sayılmaz...
Basra’ya
girdiğin zaman, insanlar seni karşılar, ve ziyâret ederler; senin kadrini bilirler.
Herkesin mertebesine göre îtibar et, şeref ehline ikramda bulun, ilim ehlini
büyük tanı, üstazlara hürmet göster, avamla yakından görüş, gençlerle az olmak
üzere lâtife yap!...
Sultana
lâkaytlık gösterme, hayırlı kimselerle
arkadaşlık et, fâcirlere müdârâ göster, kimseyi hakir görme!...
Mürüvvette
kusur etme, sırrını kimseye söyleme, denemedikçe kimsenin dostluğuna güvenme,
alçak ve hasis kimselerle dost olma, sefihlerle düşüp kalkma, hoşa gitmeyen
şeylere alışma!...
Herkesle hoş
geçin, sabır ve tahammül göster. Güzel ahlâklı, geniş yürekli, deryâ gönüllü
ol!...
Elbisen temiz
ve yeni, binek atın iyi olsun, güzel kokular kullan!...
Seni ziyâret
edenleri sen de ziyâret et!...
Halkın
hallerinden haber veren adamların olsun. Bir fitne işitirsen ıslâhına gayret
et. İşittiğin iyi şeylerin artmasına çalış!...
Yemek
yedirmekte cömert ol, açları doyur; bahil kimseler başa geçip efendi olamaz.
Sana iyilik
veya fenâlık yapan herkese iyilikte bulun, affet, bâzı şeylere göz yum!... Sana
eziyet veren şeyi terk et, hakkı yerine getirmeye çalış!...
Arkadaşlarından
hasta olanları ziyâret et; görünmeyenleri araştır, sana gelmeyenlerle sen alâkadar
ol!...
Elinden geldiği
kadar insanlara sevgi göster. Herkese selâm ver. Aşağı kimseler olsa da,
onlarla berâber bulunduğun bir mecliste senin bildiğine muhâlif bir şey
söylerlerse, onlara muhâlefet gösterme! Şâyet sana da sorarlarsa, onların
bildiği gibi haber ver. Sonra “Bu hususta başka bir kavil de var, delili şudur”
diyerek kendi bildiğini söyle. Seni de dinlerler ve ilimdeki dereceni
anlarlar... “Bu kimin kavli?! Diye sorarlarsa “Bazı fukahânın kavli” de. Böyle
yaparsan alışırlar, senin kadrini bilirler ve mevkiin yükselir...
Sana gelenlerin
hepsine bir nevi ilim göster. Her biri senden bir şey öğrenmiş olsun. Onlara
kıymetli bilgiler ver, ehemmiyetsiz şeyler söyleme. Samîmiyet göster. Az ve
lâtif lâtife yap. Zira dostluk ilme devâmı sağlar...
Bâzen onlara
yemek yedir ve hâcetlerini gör, kadirlerini bil, kusurlarına göz yum, yumuşak
davran, hoş muâmele et. Hiçbir zaman bezginlik gösterme; kendini onlardan biri
gibi tut!...
İnsanlara
alışık olmadıkları bir şeyi teklif etme, beğendikleri şeyi sen de beğen. Onlara
dâimâ iyi niyet göster.... Dürüst ve mütevâzi ol, kibri at!... Sana haksızlık
etseler de sen etme. Sana hıyânet etseler de, sen emâneti yerine getir. Vefâdan
ayrılma! Takvâya sarıl!... Her îman sâhibiyle, âdetlerine göre görüş!... (Ebû Hanife, Muhammed Ebû
Zehra S. 217)
Ömer bin Abdülaziz Hazretlerinin
Gönülleri eriten
GÜZEL HUTBE’si
Ey insanlar!
Muhakkak biliniz k, boş yere yaratılmadığınız
gibi, sualsiz de kalacak değilsiniz. Hiç kimse unutulup ihmal olmaz...
Evveli ve sonu toplayan ve muhakkak gidilecek
bir âlem vardır. Orada kurulacak adâlet makamının tek hâkimi Cenâb-ı Hak’tır.
Asıl hayat
âhiret hayatıdır. Hesâbı ve azabı yamandır. Celâl-i ilâhînin zuhur ettiği o günün
şiddetinden bütün Peygamberler ve melekler korku içindedir. Celâl-i İlâhî’ye karşı kimde tâkat kalır
ki?... Bununla berâber nihâyeti olmayan Rahmet-i İlâhî’den ümit kesip de dalâlet ve helâke düşmeyiniz.
Ey İnsanlar!
Muhakkak biliniz ki,, mahşer gününde kurtuluş,
Allah’tan korkan, küfürden ve günâhlardan sakınan, bâki olan âhireti fânî olan
dünyadan üstün tutan kimseler içindir. Bunun aksini yapanlar aldanır, ömür
sermâyesini bitirir, eli boş kalır.
Şimdi
geçmişlerin yerine siz geldiniz. Sizlerin yerine de başkaları gelecek.
Görüyorsunuz; gelenler gidiyor; gidenler geri dönmüyor. Bu arzû dışı gidiş,
herkesin varacağı yer olan Cenâb-ı Hakk’adır.
Âhiret evine gidenleri her gün uğurlayıp
duruyoruz. Onları ebedî istirahatgâhına götürüyor, kara toprak altına yataksız,
yastıksız bırakıp dönüyoruz da ibret almıyoruz.
Ölüm evine giden o fânîlerin hâli ne
kadar düşündürücüdür. Bilmedikleri bir
âleme sefer etmişler, sevdiklerinden ayrılmışlar, gafletten uyanmışlar ve işi
anlamışlar; lâkin fırsat elden gitmiştir. (Nitekim kıyâmet başlayınca top yekün
mahlûkât zikre başlar. Melekler de onlara: “Zikrin yeri dünya idi, o geçti” derler.)
Lezzetli nimetlerle beslenmişken, yatak ve yastıkları
kuru toprak olmuş... Terk ettikleri fâni dünya mallarından uzak, gönderdikleri
hayır amellere muhtaç, o dar ve korkunç yerde işledikleri amellerin karşılığını
gördükleri halde, haşır günü olan kıyâmetin gelmesini beklerler.
Bu haller uyarıcı şeylerdir. İbret almaz
mısınız?!...
Zannetmeyin ki, kendimde fazilet gördüğüm
için size nasihat ediyorum. Belki hepinizden fazla istiğfara muhtaç olan benim.
Kendim için de, sizin için de Allahü Teâlâ’dan af diliyorum.
Resûlüllah’ın sünneti hepimiz için tutulması lâzım
gelen yolu pek güzel gösteriyor. Allah'ın tâatına devam etmek ve günâhlardan
uzak kalmak her hareketin esâsıdır.
***
Halife hazretleri bu sözleri ağlayarak bitirip, akan
göz yaşlarının kollarına silerek minberden inmiş ve bu son hutbesi olmuştur. (Rh.A.)
GÜZEL
NASİHAT
H.Ş.: Sana vaaz olarak ölüm yeter.
H.Ş.: Allahü Teâlâ’nın hidâyet ettiği kimseye vaaz
olarak ölüm yeter.
H.Ş.: Halkın akıllısı, ölümü çok hatırlayan ve
ona hazırlanandır.
Ey Birâder!
Ölüm denilen hakîkat, nice ruhları evinden etmiş, cesetleri toprak altına
indirmiştir. Sâkin ve neşeli gözlerden yaşlar akıtmış, hâneler harap etmiştir.
Ey şu
müreffeh hayata aldanıp hayra sırt çeviren insan! İstesen de, istemesen de ölüm
gelecek, bu hayattan ayrılacaksın.
Belâlar insanı
yurdundan, kuşları yuvasından ediyor.
Doğudan batıya
hükmedip ferman yazan krallar nerede? Şehirler kuran, bahçeler, kâşâneler
yapan, arzûlarına son olmayan, küheylanlara (ve lüks arabalara) binen dünya
nimetlerine güvenen, mağrûrâne yürüyen yiğitler nerede?
Beklenmeyen bir
ses onları evinden çıkardı, huzur ve eğlencelerini bozdu. Yıldırımlar ve
şimşekler onları ürküttü, kocalık saçlarını ağarttı, Yanlarından ayrılmayan
sevgililer onları yüz üstü bıraktı. Dostları ve ahbapları kendilerini terk
etti. Her biri yaratılmışları bırakıp Yaratan'’n huzûruna göçtü; herkes gibi
ölümü tattı; izzet ve ikramdan sonra zillete düştü; kaba minderleri, süslü
koltukları toprakla değişti.
Kabirde
haşereler kefenini deldi, etlerini yedi; sıkıntı dolu bir hayata sürüklendi.
Sanki berâber
bulunmamışlar gibi dostlarından uzak kaldı.
Yemin olsun ki,
hiç biri ona faydalı olmadı, servet ve altınları işe yaramadı. Aksine azıksız
kalıp, gelip-geçene ibret oldu. Yalınayak çöllere geçerek, kurtulup
kurtulmayacağını bilmeden amelinin rehini, esiri oldu.
Bir zaman sonra
sen de böyle olacaksın, yaşadığın şu hayat hayal olacak. Dünyan bir şeye
yaramayacak. Şimdi işittiklerini yarın gözünle göreceksin. Ben de, sen de bu
hâli yaşayacağız...
(Akıllılar
başkasının ölümünden ibret alır da, hakîki hayat ve nimetlerin mahalli olan
âhiret için hazırlanır.)
Dünyaya dalmış
ve gönlü dolu olan insanlara, ölüm gelip de âhirete gideceğini, ev, akar, emlâk
ve evlâd ü iyâli terk ederek, türlü kumaşlar giyen, lezzetli yemekler yiyen
vücûdu dar kabre konup, yılanlara yem olacağını düşünmek tesirli derstir.
Zavallı insan
bunları düşünmediğinden nefsine hoş gelen geçici şehvet ve lezzetlerle
eğlenirken ansızın ölüm yakalar da, sonu gelmeyen hayatta büyük nedâmet başlar.
Bu sözler uyarıcı şeylerdir, ders almaz mısınız?!.. (Hafız Zehebî – Kitabu’l
Kebâir’den)
* * *
H.Ş.: İnsanlar uykudadır; ölünce uyanırlar.
(İnsan olana ölümden büyük ders yoktur.)
Ölümü unutmak
kalbin pasındandır. (Hz. Ali R.A.)
Dünya hüznü
gönülde karanlık, âhiret hüznü ise kalpte nurdur. (Hz. Osman R.A.)
* * *
İlâhi hudutsuz
rahmetinle bizlere inâyet, kereminle hidâyet eyle! Bihürmeti Seyyidi’l
Mürselîn. (Âmin)
* * *
Dertlere Devâ. Ruhlara Safâ
olan
EVLİYÂ
SÖZLERİ
Feridüddîn-i Attâr Hazretleri’nden:
Kur’an-ı Kerim
ve hadis-i şeriflerden sonra Evliyâullah K.S. Hazerâtının sözleri kalpten gelen
İlm-i Ledünnî olup, okuma sûretiyle öğrenilmiş değil, inâyet-i rabbânî ile
olduğundan onlara: “Verese-i Enbiyâ,
Yakîn-i Dergâh-ı Hüdâ” denilmiştir.
Sözlerini
dinleyenler, hidâyet ve hikmete erer, arzûsuna ulaşır, murâdına nâil olur...
Onların sözleri
gönülleri aydınlatır, şeytânî vesveseyi defeder. Dünya hırsını, Allah’dan gayrinin
sevgisini gönülden siler. Doğru ve yanlışı ayırır. Zira Evliyâullah’ın bâzısı
Hz. Âdem A.S. sıfatlı, bâzıları Hz. İbrahim Hz. Musa ve Hz. İsa
(Aleyhimüsselâm) sıfatlı ve niceleri de Hz. Fahr-i Âlem S.A.V. sıfatlıdır.
Bu îtibarla
Evliyâullah’ın sözleri sâde hikmet olduğundan Hak Teâlâ’nın feyiz ve inâyetiyle
şeytânî düşünceleri defeder ve gönüller nurlanır.
A.C.: Peygamberlerin
haberlerinden, kalbine kuvvet vereceğimiz her şeyin haberini sana anlatıyoruz.
Bu (sûre-i celîlede)
sana hak, mü'minlere öğüt (vaaz-u nesîhat) ve muhtıra (îkâz) geldi.
(S. Hud 120)
H.Ş.: “Sâlihlerden söz
edilen meclise rahmet iner, fazl-ı ilâhî ve mağfiret-i rabbânî yağar”
İnsan onlardan olmasa da,
onlara benzemeğe çalışmalı... Zira bu zamanda erler kaybolmuş, gönül ehli
azalmış ve yalancı dâvâ sâhipleri baş kaldırmıştır.
Cüneyd-i
Bağdâdî K.S., Şiblî Hz. lerine vasiyetinde: “Bir kişiyi hak üzere bulursan eteğine
sıkı sarıl!...” demiştir. (Hak yolcularını arayan bulur ve kurtulur.)
Erenlerin
sohbetiyle, dünya ehli âhiret ehlini unutmaz ve onlara rağbet eder. Erenlerin
sohbeti, insanların kalbini dünyadan soğutup, âhirete meyilli kılar ve gönülde
Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetini ve âhiret azığını çoğaltmağa sebep olur.
Kur’an-ı Kerim
ve hadis-i şeriflerin şerhi olan hikmetli sözleri toplayıp halkın istifâdesine sunmak vâcipler
cümlesindendir.
Onlar; hâlis
olanları er, erleri aslan eder...
“Allah dostları
bir şahsı kabul etmesinden büyük saâdet olmaz. Onlar, öyle kimseler ki, onlarla
berâber olan şakî (kötü kimse) olmaz.”
hadis-i şerifi Evliyâullah hakkında vârit olmuştur. (Mektûbat-ı İmam-ı Rabbânî
C.1 M.87)
Fırsat azdır,
onu en lâzım işlere sarf etmeli... Bu da kalp dirliği olanların sohbetiyle
mümkündür. Hiçbir şey bu sohbetin yerini tutamaz. Eshab-ı Rasûlüllah buna
misaldir. (Mektûbat-ı
İmam-ı Rabbânî C.1 M.120)
Tarik-i
Nakşıbendî büyüklerinin sözleri kalp hastalıklarına devâ, mübârek nazarları
mânevî marazlara şifâdır. Bir teveccühleri kırk erbaîne bedeldir ki, tâlipleri
yersiz işlerden korur. Yüce himmetleri dünya batağından alıp, mânen yükseltir. (Mektûbat-ı İmam-ı Rabbânî
C.1 M.168)
* * *
EMİRE İTAAT
Ey Mü'minler, Allahü Teâlâ'ya ve Resûlüne
ve sizden olan emir sahiplerine (halife,
kadı, âlim ve diğer hak ve adâlet üzere hükmedenlere) itâat ediniz. Eğer (din işlerinden) bir şeyde ihtilâf ederseniz, -Allah'a ve âhiret gününe îman
ediyorsanız- Allah'(ın kitâbın)a ve
Resûlü'(nün sünneti)ne mürâcaat ediniz. Bu (sizin için) daha hayırlı ve neticesi daha güzeldir. (S. Nisa 59)
H.Ş.: Neşede,
kederde, zorlukta, kolaylıkta ve başkaları kendi arzûlarını senin haklı durumundan
üstün gördüğünde, her hal ve kârda, emîre itâat etmek vâciptir. (Müslim 6/1856)
H.Ş.: Emire
itâat, bana itâat; ona isyan bana isyandır. (Râmuz 405/5)
H.Ş.: Emîre
itâatin mükâfâtı harp meydanında alınan sevaba müsâvîdir. (Birlik ruhunu
korumak, muvaffakiyetin sırrıdır. İdâreci halkın itâatiyle muvaffak olur.
Tefrika yıkılmaya yol açar.)
H.Ş.: Emîre
isyan eden kimsenin ecri tamâmen yok olur. (Râmuz 431/2)
H.Ş.:
Üzerinize, sizi Allah'ın kitabına göre sevk ve idâre edecek burnu kesik bir
siyah köle tâyin edilmiş olsa da, itâat ediniz. (Müslim 6/1838)
H.Ş.: Kim
emîrinin bir hareketini beğenmezse, sabretsin. (Ona karşı isyankâr tavır takınmasın).
İsyankâr tavırla itâatten bir karış dışarı çıkan, muhakkak câhiliyet ölümüyle (küfür
üzere) ölür. (Müslim
6/1849)
H.Ş.: Emîre
itâat etmeyene cennet helâl olmaz. (Bu hadis-i şerif Hayber Günü, harbin
kesilmesi îlan edildiği halde kıtâle devam edip de sonunda öldürülen kişi
hakkında vâkî olmuştur.
H.Ş.: Âdil olan
imama isyandan ve yer yüzünde fesat çıkarmaktan sakın! Emir, halife, vâli...
hâsılı sultan, baba; sen evlâtsın Sultan hata etse de itâat şarttır. (İhya C.2 S.843)
H.Ş.: Ulül’emre
itâatten elini çeken, kıyâmet günü Allah'ın huzûruna hiçbir hucceti bulunmadığı
halde çıkar. Ulül’emre bîat etmeden (tâbi olmadan) ölen, cahiliyet (küfür)
üzere ölür. (Riyazü’s-Sâlihîn
C. 2 S.83)
(Onu bulamayan,
ruhuna bir Fâtiha üç İhlas hediye edip medet dilesin, denilmiş.)
H.Ş.: Kafası
kuru üzüm gibi küçük (siyah) bir Habeşî köle dahî üzerinize âmir olsa, onu
dinleyin ve itâat edin. (Riyazü’s-Sâlihîn C. 2 S.83)
H.Ş.: Bir kimse
imama (emire) bîat eder, (elini tutar) ve ona uyarsa, elinden geldiği kadar ona
itâat etsin. Sonra birisi çıkıp ondan idâreyi almak isterse sonuncunun boynunu
vurun. (Riyazü’s-Sâlihîn
C. 2 S.85)
Birliği
bozmanın maddî ve mânevî zararlarını izaha hâcet yoktur. Tevâzu ve teslimiyetin
kerâmeti de cümleye mâlum...
Hak dostları
isimlerini dahî ortaya koymamışlar. Misal: “İmam-ı Rabbânî Yolu – İmam-ı
Rabbânî Evlâtları – İmam-ı Rabbânî Kerâmeti” diyerek kendilerini gizlemişler. Ancak
ağaç meyveyi gövdesinden değil kolundan verir... Süleyman A.S.’ın veziri Asıf
İbn-i Berhayâ Hz. Belkıs’ın tahtını bir anda getirmesi üzerine, “Bu Rabb’imin
fazlındandır” diyerek hamd etti. Çünkü tahtı getiren vezirse de o, Süleyman
A.S.’ın mûcizesidir.
Benzeri
bulunmayan eserlerle hizmet eden Hak dostlarına iftira etmek, küfre yardım
olur; Müslüman’a yakışmaz... Bunun şuuru içinde fitneden vazgeçmeli, bilmiyorsa
araştırıp öğrenmelidir. Bilir bilmez konuşmak, dirlik ve düzeni bozmak, hadis-i
şeriflerle sâbit olduğu üzere, Müslüman işi değil, nifak alâmetidir.
* * *
BELÂ VE MUSÎBETLER:
A.C.: “Helâk ettiğimiz bütün milletleri günahları sebebiyle yakaladık. Kimine taşlar savuran rüzgâr gönderdik; kimini korkunç
bir ses yok etti; kimini yerin dibine geçirdik; kimini de suya gark ettik...
Allah onlara zulmetmedi. Onlar günahları sebebiyle kendilerine zulmettiler.” (S.Ankebût 40)
Günâhlar belâları dâvet eder ve nimetin
kesilmesine sebep olur. Ancak her ısyan sonunda mutlakâ cezâ verilmeyip tevbeye
zaman bırakıldığı, bazılarının da merhameti ilâhî ile afv edildiği şu âyet-i
kerîmelerle beyan buyuruluyor:
A.C.: “Allah insanları, işledikleri (günahları
sebebi)yle hemen yakalasaydı, yeryüzünde
canlı bırakmazdı. Ancak onlara mühlet vermiştir.” (S.Fâtır 45)
A.C.: “Başınıza gelen musîbetler (belâ ve
sıkıntılar), ellerinizle
işlediklerinizden dolayıdır. O, yine de çoğunu affeder.” (S. Şûrâ 30)
A.C.: “(Ey
insan!) Sana gelen (sıhhat, servet saâdet gibi hayır ve bütün ni’metler)
Allah’ın lütfü, sıkıntı ve musîbetler de
nefsin(in amelin)den (işlediğin günâhlardan)dır.” (S. Nisâ 79)
Bu âyet-i
kerîme için Ebulfârûk K.S.: “Maarifin kökü, islâm i’tikadının özü ve hulâsası
burada...” buyurmuştur.
H.Ş.: “Ümmetim şu onbeş şeyi işlediklerinde
onlara îlâhî cezâ isâbet eder:
Ganîmet ve
Kazanç (dünyalıklar) belirli kimseler arasında devrederse,
Emânet yağma gibi kabul edilirse (Allah korkusu düşünmeden
kendi malı gibi kullanırsa.)
Zekât vermek haraç vermek gibi güç gelirse, (Zekâtın farz ve berekât-ı
ilâhî’ye sebeb olduğuna inanmazsa...)
Kişi hanımının emrine girerse. (Söz ohndan kesilirse...)
Analara eziyet edilirse. (Geç ziyâret edilip, hal
hatır sormaktan başlar da hoş olmayan en küçük hal ve sözlere kadar sayısız
sebeplerle eziyet edilirse...)
Arkadaşlara iyilik edilip babalara cefâ
edilirse, (Ahbablara meşrû ve gayri meşrû iyilik ve ikram edilir de ana
babaunutulursa cefanın en bayağısı buradan başlar...)
Mescidlerde yüksek sesle dünya kelâmı
konuşulursa. Bilhassa girip çıkarken köy odasıyla fark edilmez hal alırsa...)
Rezil kimseler topluma baş olursa. (Din, iman, Allah, Peygamber
tanımaz yalnız politika ve menfaat düşüncesine bağlı kalırsa...)
Şerrinden korkulduğu için insanlara ikram
edilirse. (Allah’tan korkan kimsenin şerrinden korkmaz ve ondan kimseye zarar gelmez.
Allah’tan korkmayandan her zarar gelir. Çünkü o şeytanla nefsin emrindedir.)
Şarap içilirse.
İpek elbise giyilirse.
Şarkıcı kadınlar yetiştirilirse.
Oyun âletlerini kullanmak yaygınlaşırsa.
15. Sonra gelenler evvel
gelenlere söverlerse; (Bu kısımların izahı sâlim vicdan sâhipleri için açıktır. O zaman yere batma, şekil değişikliği ve
kızıl rüzgârı (komünizmi) bekleyin!”
(Nihâye 1/33,
Tirmizî 4/77)
Bunlar bugün
düşündüren şeylerdir. Hastalığı bilen, ilâç alır, tedâvî olur...
***
H.Ş.: “Ey Muhâcirler Topluluğu! Şu beş şeyle
ibtilâ edilmekten Allah’a sığının:
1- Fuhuş açıktan işlenirse, toplumda, tâun ve daha
önce görülmemiş hastalıklar zuhur eder. (Kanser, AİDS ve deli dana hastalıkları gibi...)
2- Ölçü ve tartıda noksanlık yapılırsa, Allahü Teâlâ
bereketi kaldırır, o millete geçim sıkıntısı verir ve başlarına zâlim bir
sultan musallat eder.
3- Zenginleri zekât vermeyen millete, Allahü Teâlâ
yağmur vermez.
(Hayvânât olmasa hiç vermez.)
4- Allah ve Rasûlü’ne verdikleri sözü bozan iman ve islâm hudutlarını
tanımayan) millete başka milletlerden
düşmanlar musallat eder, çeşitli sebeblerle mallarını telef ettirir. (Düşünen
bu hakîkatı görür.)
5- Başkanları Allah’ın kitabı’yla hükmetmeyen
millette kargaşa çıkar.” (Nihâye 1/33)
Hadîs-i
Şeriften açıkça anlaşılan şu: Hakk’ın hüküm ve hudutlarından ayrılanlar, yâ
hizâya gelirler, ya da başlarından belâ eksik olmaz... Bunlar açıkça görülmüyor
mu? Belâ bulutları dünya semâsında eksik oluyor mu?
İmam-ı
Rabbânî K.S. buyurdu: Dertlerin ve belâların gelmesine sebep, günâh işlemektir. Belâ ve sıkıntılar
da günâhların affına sebeptir.
“Günahlar
karşılığında cehennemde görülecek azâbın, dünyadayken belâ ve musîbetler
sebebiyle giderilmesi büyük nimet ve rahmettir! En doğrusu, hudûdu aşmadan kulluğa
devam etmektir.”
Ömer İbni
Abdülaziz Hz.’nin hutbesinden:
“Ey insanlar!
Kim bir günah işlerse Allahü Teâlâ’dan af dilesin ve tevbe etsin. Eğer tekrar
işlerse yine af dileyip tevbe etsin. Çünkü insan her zaman hata işleyebilir.
Asıl helâk oluş, günâh işlemekte ısrar edenler içindir.”
* * *
BELÂLARIN SEBEBİ GÜNÂHLARDIR
Â. C.: Biz
insana (mal ve sıhhatten) rahmetimizi tattırdığımızda, ona ferahlanır.
Elleriyle işledikleri günâhlar sebebiyle bir musîbet gelse, verilen nimetlerin
hepsini hafife alır. (S. Şûrâ 48)
Â. C.:
(Şiddet, hastalık ve ölüm gibi) musîbetler, ancak Allahü Teâlâ’nın izni (hükmü
ve irâdesi)yle gelir. Kim, (musîbetin) Allah(ü Teâlâ’nın
dilemesiyle olduğun)’a inanırsa, Allah
onun kalbine hidâyet (sabır ve sebat) ihsan eder. Allah her şeyi (sabredeni
de şükredeni de) hakkıyla bilir. (S. Tegabün 11)
H. K.: Ey
kullarım! Bütün yaptıklarınız (amelleriniz) yazılmıştır. Sonra karşılığını veririm.
Bir kimse iyi amel işlemişse Allah’a hamd etsin. Kötülük vâkî olduysa
kendisinden başkasını suçlamasın. (O kendi cezâsıdır.) (40 Kudsî Hadis H.No:15)
H.Ş.:
Âdemoğluna gelen devamlı kaşıntı (uyuz illeti) ayak kayması ve damar
seyirmesi gibi musîbetler, günâhları sebebiyledir. Halbuki Allahü Teâlâ
günâhların çoğunu da affeder. (Tuhfetüttefâsir
C.3 S.30)
H.Ş.: Kul
kusur yapar, hüzün ve kedere uğratılır.
Belâ itâat
hâlinde gelir de hâli değişmezse, rütbe ve derece; gaflette iken gelirse, îkaz
ve affa sebep; isyan hâlinde gelir de o hâle devam ederse cezâ; o halden
dönerse affa sebeptir. Devamlı isyan hâlinde olup da belâdan berî olan da
Firavun gibi cehennemle terbiye edilir. Günâhta ısrar eden bir gün ayağı kayıp
da kötülüğe alıştı mı hocaya, hacıya nûra düşman kesilir. (Ebülfaruk
K.S.)
Mü'min kişiye
belâ dünyada gelir de hayır ve affa sebeb olur. Kâfir ve asiye mühlet verilir
cehennem de ebedî cezâ görür. (Hallürruyub)
Musibetin
mükâfâtı mihnetinden büyüktür. (Süfyan Sevri K.S.)
*
* *
SABRIN KARŞILIĞI
H. K.: “Ben, kullarımdan birine; bedeninde,
malında veya evlâdında bir musîbet verdiğimde «Rabb’im bununla günâhlarımı
affeder, mânen temizler, ecir ve mükâfât ihsan eder der» de ona güzel sabrederse, kıyâmet günü o kişi
için mîzan kurmaktan, hesap sormaktan hayâ ederim. (Onu rahmetimle cennete koyarım)” (İhyâ
C.4 S.136)
H.Ş.: Allahü
Teâlâ bir kulunu sevdiğinde onu (çeşitli belâlara) müptelâ kılar. (Kul)
sabrederse, onu korur. Razı olursa Allah onu seçilmiş kullardan kılar. (İhya C. 4 S. 520)
H.Ş.: Âni ölüm
Mü'min için rahmettir. (Çünkü o her zaman ölüme hazırdır) günahkâr için
üzüntüdür. (Çünkü onun hazırlığı yoktur.) (İhya C.4 S. 827)
Belâ
ve musîbetlere sabretmek ibâdettir. (Kenzül-irfan S. 229
Hadis 549)
H.Ş.: Belâya
sabır ve tahammül, ferah ve sürûrun anahtarıdır. (Kenzül-irfan S. 229 Hadis 550)
H.Ş.: Sabır,
cennet hazînelerinden bir hazînedir. (Kenzül-irfan S. 229 Hadis 551)
H.Ş.: Sabr-ı
cemil (güzel sabır) sâhibinin şikâyette bulunmadığı sabırdır. (Kenzül-irfan S. 229 Hadis
548)
H.Ş.: Şüphesiz
Allahü Teâlâ sabrı belâ ve musîbet nispetinde ihsan eder. (Kenzül-irfan S. 229 Hadis
549)
(Musîbete
uğrayan mü'min, feryat ve figanla
isyanda bulunmaz, sıkıntıya sabrederse selâmet ve saadet bulur.
Bir kadın:
“-Yâ Rasûlallah! Üç çocuğum vefat etti. Duâ et de
cennete gireyim” dedi.
Efendimiz:
“-Sen zâten cennette yerini
hazırlamışsın” buyurdu. (Evlât
acısı yürekten gelir, mükâfâtı cennettir.)
H.Ş. Müslüman (ana-baba)nın buluğa ermeden üç çocuğu
ölürse bu onlar için cehenneme karşı sağlam kaledir.
- Ya Rasûlallah, iki olursa?
- İki de olsa öyle...
- Ya bir olursa?
- Bir olsa da
değişmez. Ancak ilk anda musibete rızâ gösterip şikâyette bulunmadıysa...”
buyurdu. Hakk’ın rızâsı için sabretmek güç; lâkin bütün acıları tatlıya,
belâ ve şerleri hayra., cehennemi cennete ve fenâlıkları iyiye çeviren eşsiz
iksirdir. Atalar “Sabırla koruk helva olur” demişler...
KADER
H.K.
: Hayrı şerri halk eyledim. Saâdet hayır için halk
edip hayra vesile kıldıklarıma; helâk da şer için halk edip şerre sebep
kıldıklarımadır
H.Ş.: “Eğer sana, İsrâfîl, Mîkâîl, Cebrâîl, ve
Hamele-i Arş, (A.S.) duâ etse, aralarında ben de bulunsam, gene sen ancak senin
için yazılan kadınla evlenirdin.” (Râmûz:357/9)
Eshâb-ı Kiram’dan bir zât Peygamberimize, “Falan kadınla
evlenmek istiyorum, duâ buyurun” demesi üzerine bu hadîs-i şerif vârit olmuştur.
Rızâ-i İlâhî’yi kazanmak, Hakk’ın kazâsına râzı olmaktadır. (Şâh-i Nakşibend K.S.)
Kaderin sırrına erenler rahat ederler. Zîrâ onlar her şeyi
yokluktan ibâret bilir, her hâdisede Hakk’ın kudretini hâkim görürler. Bu
rahatlık, denize dönen dalgaların hâline benzer. (Ubeydullahi Ahrâr K.S.)
Hak Teâlâ’ya teslim olan, Onun irâde ettiğinden başka hâli
istemez. (“Bu iş, Rabb’imin ezelî irâdesidir” der.) (Hz.Hüseyin
R.A.)
Bütün hâdiseler, İlâhî irâdeyle olur. Kendi murâdını, Hak
Teâlâ’nın irâdesine tâbî kılıp olanlardan zevk almak lâzım. Kul olmak isteyen
böyle bağlanır. Aksi halde, kulluk hudûdundan çıkıp Mevlâ ile muâraza etmek
olur. Kazâya rızâ ve teslîmiyet şarttır.
H.K.: “Kazâma râzı olmayan, verdiğim
belâya sabretmeyen, semâmın altından çıkıp
Ben’den başka Rab arasın.” (M.İ.R.C:3.M:58)
“İşlerin Allahü Teâlâ’nın takdiriyle olduğuna inandığı halde
istekleri olmayınca üzülene hayret ederim.” (Hz. Osman
R.A.)
“Allahü Teâlâ’dan bir şey istediğinde, O’nun dilemesini
bekle!” (İ.Mes’ud
R.A.) (Zorla yürümez,
sabret.)
Şiddetli hastalık ve ölüm gibi musîbetler Allahü Teâlâ’nın
takdiri ve dilemesiyle olduğuna îman edenin kalbi sabır ve sebatla hidâyette
olur. İnanmak ve îtimat, kula kurtuluştur.
Allahü Teâlâ’nın rızâsına tâlip olan, başkasına boyun eğmez.
Hâlik’ın hakkı yanında mahlûkun hükmü yoktur!
Allahü Teâlâ’nın hüküm verdiği bir iş için, “Keşke öyle olmasaydı, böyle olsaydı” demekten, ateşi
ağızda söndürmek daha ehvendir. (İ. Mes’ud R.A.) (Îlâhî irâde ile vâkî olan
işe söz karışmaz.)
Hâdiseler karşısında, kula: “Hakkımda ezelî hüküm böyle...” demek yakışır. Sözü uzatmak lâzım değil!..
Tevhid ehli, Hakk’ın emrine teslim olur. Başka yol yoktur. (A.Kâdir Geylânî K.S.)
Vâlidelerimiz, Hz. Enes’ten şikâyet ettiklerinde, Efendimiz
S.A.V.: “O, kitap ve kader icabıdır”
buyurdu.
İmanlı insan
kaderin hayır ve şerrini kabul eder. Acısına tatlısına katlanır. Zira kişiye
gelen şey, tedbir ve sakınmayı terkinden veya eksik yapmasından değil, kaderin
hükmüdür. Bu îtibarla, tedbir ve tevekkülle berâber kadere rızâ lâzımdır... (Birgivî Vasiyetnâmesi)
Musîbetler Hakk’a
dâvet nûra hidâyet içindir. İbâdet ve itâat iki cihanda sebebi saâdettir. (Ebulfâruk K.S.)
* * *
Rasûlüllah S.A.V. Efendimizin Muaz
İbn-İ Cebel Hazretlerine
TAZİYE
MEKTUBU
Allahü Teâlâ
sana selâmet versin. Ey Muaz! Muhakkak bilmeliyiz ki, kendi varlığımız, mallarımız,
kadınlarımız ve çocuklarımız Allahü Teâlâ’nın sayısız nimetlerinden ve faydalı
ihsanlarındandır.
Bu nimetleri bize, sonsuz olarak
kalmak için değil, emânet olarak kullanmak ve vakti gelince almak üzere
vermiştir. Bunlardan belli bir zaman faydalanırız; vakti gelince hepsini geri
alacaktır.
Allahü Teâlâ
bize nimetlerini ihsan edip sevindirdiğinde şükretmemizi, vakti gelip aldığı
zaman da sabretmemizi emretmiştir.
Senin bu oğlun,
Allahü Teâlâ’nın sana ihsan ettiği sevgili ve faydalı nimetlerdendir. Geri
almak kaydıyla sana emânet verilmişti... Seni onunla faydalandırdı ve herkesi
imrendirecek şekilde sevindirdi. Şimdi geri alırken de sana çok sevap, mükâfât
ve iyilikler verecek ve merhametiyle doğru yolda yükselmeni ihsan edecektir.
Bu ihsana
kavuşman için sabretmeli ve O’nun hükmünü hoş görmelisin. Gücenir, darılır,
bağırır-çağırırsan, sevaptan mahrum ve pişman olursun.
İyi bil ki, sabretmeyip
sızlanmak, belâyı geri çevirmez; üzüntüyü dağıtmaz. Kaderde olan başa
gelecektir. Olan işe darılmayıp sabretmek lâzımdır. Allahü Teâlâ hepimize selâmet
versin.
* *
*
Resûlüllah S.A.V. Efendimiz vefat edince bir ses
işitildi:
“Allahü Teâlâ
her belâya gösterilen sabrın mükâfatını verir. Her helâk olanın yerini yenisini
var ederek doldurur. Her kaybedene kaybettiğini öder; yalnız Allahü Teâlâ’ya
güvenin ve O’ndan bekleyin.
Hakîkatte musîbete ve
felâkete uğrayan, çocuğu, anası, babası, yakını ya da atı ölen değil,
sabretmeyip de sevaptan mahrum kalandır, deniliyordu.
* * *
Bir Hikmet:
Gidene pek üzülme; onu kabirde
bulursun, belki sen de ona komşu olursun.
* * *
Görüşme arzûsu
ve mânîlerin bulunması beyan olunmuş. Dostları da iştiyaklı biliniz. Mülâkât
vakte bağlıdır.
Hoca Hazretlerinin vefat
haberinden kederimiz büyüktür. Lâkin hüküm Cenâb-ı Hakk’ın takdiri ve
irâdesiyledir. Sabır, rızâ ve teslimiyetten gayri çâre yoktur.
Her olan, Hak
Teâlâ’nın dilemesi ve hükmüyledir. Başka bir şeyin tesiri yoktur. O da her ne
ederse, muhabbet ve adâletindendir. Hak Teâlâ’ya zulüm isnat edilmez, bu çirkin
bir iştir. (M.İ.M.C.3
Mektup 178)
* * *
Allahü
Teâlâ’nın kuluna Azrâil A.S. gelip de: “Korkma! Asıl vatana ve merhametlilerin
merhametlisine gidiyorsun, büyük bayrama ulaşıyorsun. Bu cihan bir konak ve
Mü'min’in zindanıdır. Sana emânet verilen bu varlık bir bahânedir, bir gün
gider, hakikat meydana çıkar. Kişi bâki olan Allahü Teâlâ’ya kavuşur” dediği
zaman, dünyada ondan daha şerefli ve güzel bir gün olmaz. (Ebûbekir Sekkak K.S. –
Nefehat)
* *
*
A.C.: (Kuraklık, kıtlık, mahsullere ve hayvanlara gelen
âfetler gibi) yeryüzünde vukû bulan ve (ölüm,
hastalık, açlık, susuzluk gibi)
nefsinize gelen musîbetler, onu yaratmamızdan önce bir kitapta (yazılmış)dır. Bu, Allah'a kolaydır. (S. Hadid 22)
* * *
A.C.: Şüphesiz Allahü Teâlâ insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. (O zulümden
münezzehtir.) Fakat insanlar (Allahü
Teâlâ'nın gazabına sebep olan günahları işlemekle) kendi nefislerine zulmederler. (Yunus 44)
A.C.: Allahü Teâlâ sana bir zarar dokundurursa, onu, yine O'ndan başka kaldıracak
yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun lütfunu geri çevirecek de yoktur. O,
bu (lütfu)nu
kullarından dilediğine verir. O, Gafûr’dür, Rahîm’dir. (Yunus
107)
A.C.: Bunların kalplerinde (küfür ve zulüm
gibi) hastalık mı var? Yoksa (Peygamber’den)
şübhe mi ediyorlar? Yoksa Allah ve
Rasulünün kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır; asıl zâlim
onlardır. (Nur 50)
Her akıllı
insan bu âlemi yaratan, yoktan var eden Allahü Teâlâ’yı tanıdıktan sonra: O’nun
meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, âhiret gününü, kaderi, hayır ve şerri
yaratan Hâlık Teâlâ olduğunu kabul etmek ve ilâhî emirlere uymakla ispatlamak
mecbûriyetindedir. Böylece dünya ve
âhiret saâdetine kavuşur.
İman
Ve İtâat:
A.C.: (Ey
Rasûlüm,) o vakti hatırlat ki: Rabbin
Teâlâ Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini (nesillerini) alıp onları kendilerine şâhit tuttu;
"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (buyurmuş). Onlar da "Evet (Rabb’imizsin,) şâhit olduk" demişlerdi. (İşte bu söz verme), kıyâmet günü "Biz bundan
habersizdik" dememeniz içindir. (Araf 172)
A.C.: (Habibim) de ki: "Ey
insanlar! Eğer dinimden şübhe ediyorsanız, (bilin ki) ben Allah'ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam. Ancak sizin
rûhunuzu alacak olan Allah'a kulluk ederim. Ben iman edenlerden olmakla
emrolundum." (Yunus 104)
A.C.: Aralarında hükmetmesi için Allah ve
Rasûlüne çağırıldıklarında mü'minlerin sözü sâdece: “İşittik ve itâat ettik”
demekten ibârettir. İşte felâha erenler bunlardır. (Nur
51)
A.C.: Kim Allah'a ve Rasûlüne itâat eder (farz
ve sünnetleri yerine getirir) ve
(işlediği günahlar sebebiyle) Allah'tan
korkar ve ona (sığınır) korunursa,
işte kurtuluşa erenler onlardır. (Nur
52)
A.C.: Ey İnsanlar! Size Rabb’inizden bir nasîhat, kalblerdeki (fâsid
îtikat ve şüphe hastalık)larına şifâ,
mü'minler için hidâyet ve rahmet (olan Kur’an) geldi. (Yunus 57)
A.C.: Bir kitab ki, onu sana, insanları, Rablerinin izniyle karanlıklardan
aydınlığa, Azîz ve Hamîd (olan Allah)’ın
yoluna çıkarman için indirdik. (İbrahim
1)
A.C.: O gün her ümmete kendilerinden, üzerlerine birer şâhit göndereceğiz. (Ey
Habibim!) Seni de onların üzerine şâhit
olarak getirdik. Sana, her şeyi açıklayıcı, hidâyet, rahmet ve Müslümanlara
müjde olan kitab (Kur'an’)ı indirdik. (Nahl 89)
A.C.: Namaz kılın, zekat verin ve peygambere
itâat edin. Umulur ki rahmete erdirilir, (saâdete kavuşur)sunuz... (Nur 56)
A.C.:
(Habibim): "Allah'a itâat edin, peygambere
itâat edin." de. Şâyet yüz çevirirseniz (itâat etmezseniz bilin ki) ona düşen, ancak üzerine yüklenen (tebliğ
vazifesi)dir. Sizin üzerinize düşen
(vazife) de yüklendiğiniz (itâat)tır. Eğer itâat ederseniz doğru yolu
bulursunuz. Peygamberin vazîfesi ancak açık tebliğ (ve hükümleri bildirmek)tir. (Secde 54)
A.C.: Biz her gönderdiğimiz peygamberi, ancak kavminin lisanıyla gönderdik
ki, onlara, (emir ve yasaklarımızı açıkça) anlatsın. Allah dilediğini (amelleri sebebiyle) saptırır, dilediğini de doğru yola
ulaştırır. O, her şeyden üstün, (yarattıklarıyla kıyaslanmaz bizâtihî yüce
ve) yaptıklarında hikmet sâhibidir. (İbrahim
4)
Günahkârların Sonu
A.C.: Kitab da (amel defteri önlerine) konulmuştur. (Açıp baktıklarında) günâhkârları içinde (yazılı) olanlardan korktuklarını görürsün:
"Vah bize! Bu kitâba ne olmuş? Küçük büyük hiç bir şey bırakmamış, hepsini
saymış." derler. Onlar bütün yaptıklarını (o kitapta) hazır buldular. Rabbin hiç kimseye haksız
muâmele de bulunmaz. (Kehf 89)
A.C.: (Yâ
Muhammed!) Sakın (bizi)
kâfirlerin yeryüzünde âciz
bırakacaklarını sanma. Onların varacakları yer ateştir. O ne kötü dönüş
yeridir! (Nur 57)
A.C.: (Ey Rasûlüm!) Günahkârları,
Rableri huzûrunda (utançlarından)
başlarını eğip: "Rabb’imiz (işin hakîkatını ve vaad ettiğin azabı) gördük ve (inkar ettiğimiz
peygamberlerin doğru söylediğini)
işittik (anladık). Bizi (dünyaya) geri gönder de iyi işler yapalım. Muhakkak
(şimdi) biz (senden başka ibâdete lâyık varlık
olmadığına ve yine senden başka Rab bulunmadığına) yakînen inandık" dediklerini bir görsen!.. (Secde 12)
A.C.: Ey Kâfirler! Bu gün özür dilemenin kârı yoktur.
Çünkü siz ancak yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz. (Tahrim 7)
A.C.: Şüphesiz Allah kâfirlere lânet etmiş ve onlar
için (büyük cezâ) ebedî
kalacakları çılgın ateş hazırlamıştır. Onlar için ne bir dost ne de bir yardımcı
yoktur. (Ahzab 64-65)
A.C.: Yüzleri ateşte (bir taraftan diğer tarafa) çevrildiği gün "Yazıklar
olsun bize! Keşke Allah'a itâat etseydik, peygambere itâat etseydik" diyecekler.
(Ahzab 66)
A.C.: (Onlara tâbî olanlar da o gün) "Ey Rabbimiz muhakkak biz başkanlarımıza ve büyüklerimize uyduk.
Onlar da bizi (doğru) yoldan (dinden,
imandan) saptırdılar(da kendimiz
gibi insanlardan medet umar hâle getirdiler.) Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük la'netle
la'netle..." diyecekler. (Ahzab 67-68) (Durup düşünmek, işin iç yüzünü
anlamak lâzım; okuyup geçmekle olmaz)
Sonraoraya (ateşe)
geldiklerinde, kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları şey hakkında
aleyhlerinde şahitlik eder. (İnsanlar yaptığı âletlerle tesbit ederler de
Mevlâ etmez mi?)
Onlar derilerine (azarlayarak, teaccüble): "Niçin aleyhimize şâhitlik edersiniz. (Halbuki biz sizi
kurtarmak istiyoruz)" derler. (Derileri de: "Bu elimizde değil), bizi, her şeyi konuşturan Allah
konuşturdu. Sizi ilk önce yaratan da O... Ve O'na döndürülüyorsunuz"
derler. (Fussilet 21) (Suçlulara en küçük kurtuluş ümidi yoktur.)
A.C.: Siz (günah işlerken halka rezil olmak korkusuyla onu
gizlerdiniz de) kulaklarınız, gözleriniz
ve derileriniz (bir gün huzûr-u ilâhî'de) aleyhinize şâhitlik edeceğinden çekinmezdiniz. Ve Allahü Teâlâ
yaptıklarınızın çoğunu bilmez sanırdınız. (Fussilet 22)
A.C.: İşte Rabbiniz
hakkında (bu yanlış) zannınız (inkâr ve küfrünüz) sizi helâk etti de hüsrâna (felâkete) uğrayanlardan oldunuz. (Fussilet 23)
Devlet kanunlarına uymayan cezâsız kalmaz da, ilâhî hükümlere uymayan
unutulur mu sanılır?
A.C.: Muhakkak biz
onlara (âhiretteki) büyük azaptan önce, yakın (dünyadaki) azaptan da tattıracağız. Belki (küfür ve isyandan tevbe edip,
îmana) dönerler. (Secde 21)
A.C.: Nuh kavmini de
peygamberlerini yalanladıkları vakit suya gark ettik ve onları insanlara ibret
kıldık. Biz zâlimlere elem veren azap hazırladık. (Fürkan 37) İnanmak, ibret
almak, utanmak, korkmak ve itâat etmek lâzımken, isyan ve tuğyanda ısrar etmek
neye?!...
A.C.: Âd ve Semûd'u da... Res Ashâbı ve bunlar arasında geçen bir çok
nesilleri de (isyanları sebebiyle helâk ettik.) (Fürkan 38)
A.C.: Kim (nefsinin arzûlarına uyar da) Rahmân'ın zikrinden gaflet edip yüz çevirirse, Biz ona bir şeytan
musallat ederiz de o, ona arkadaş olur, (kendisinden hiç ayrılmaz; devamlı
vesvese verir, saptırır. Bu zâlim ne kötü arkadaştır!) (Zuhruf 36)
A.C.: Ve o (şeytan)lar onları (doğru) yoldan çıkarır. Onlar ise kendilerini doğru yolda sanırlar, (Zuhruf 37) (küfür ve melanete
devam eder, halkı da kendi yollarına dâvet ederler, kendi beğendiklerinden başkasını
kabul etmezler.)
Şu halde şuurlu mümin düşünsün, yaşayış şeklini gözden geçirsin, hal ve
ahvâlini uygun hâle getirsin ve dünyada, âhirette mesut eden yolu seçsin!..
*
* *
[Ms1]lâ