Vergisini toplamak, düşmanlarıyla cihad etmek, halkına sulh ve selâmet
getirmek ve memleketi îmar etmek üzere
Mâlik Bin hâris El- Eşter’i Mısır’a vâli tâyin ettiğim zaman Allah’ın kulu Müminlerin
Emîri Ali’nin kendisine emri şudur:
Kulun vazifesi; Allahü Teâlâ’dan korkmak, ibâdete gayret etmek ve
Kitabında emrolunan farzlara ve sünnetlere ehemmiyet vermektir.
O farz ve sünnetler ki, onlara uymayan, saâdet yüzü görmez; uyanlar da
felâkete düşmez.
Bir de eliyle, diliyle, kalbiyle Cenâb-ı Hakk’a yardımda bulunmayı
emreder. Çünkü Allahü Teâlâ kendisine yardım edene yardım etmeyi, kendisini ağırlayana
izzet vermeyi kefâlet etmiştir.
Sonra ona şehvetler saldırdıkça nefsini kırmayı, azgınlık ettikçe
dizginlemeyi emreder. Zirâ nefis, insanı dâima fenâlığa çeker ve yeryüzündeki
kötülüklerin kaynağı odur. meğer ki, Cenâb-ı Hak kulunu keremiyle himâye
buyursun!
Şimdi bilmiş ol ey Mâlik! Ben seni öyle memleketlere gönderiyorum ki,
nice hükümetler senden evvel oralarda adâlet sürdü veya zulmetti. Sen vaktiyle
nasıl senden evvelki vâlilerin icrâatını gözden kaçırmadın, şimdi de halk senin
yaptıklarını gözetecek. Kimlerin sâlih olduğu ancak Allahü Teâlâ’nın kulları
lisânından söylettiği sözlerle anlaşılır. Bu itibarla; hazırlayacağın en hayırlı
azık, sâlih amel olsun!
Heveslerine hâkim ve helâl olmayan şeylerde nefsine karşı bahil ol!
Zirâ arzu ettiği şeylerde nefse karşı bahil olmak, onun hakkında âdâlet
etmektir.
İdâresiyle vazifeli olduğun halka muhabbet et, lütuf ve merhamet besle,
iyilikten geri kalma ve çaresizlerin başına kendilerini yutmayı ganîmet bilen
yırtıcı canavar kesilme!.. Çünkü onlar, ya dinde kardeşin, ya yaratılışta bir
eşindir. Kendilerden hata ve kusur vukû bulduğunda bilerek veya bilmeyerek
işledikleri suçlar olsa da, ellerinden tutup doğru yola getirmen mümkündür. Kendin
için Allahü Teâlâ’nın affını nasıl dilersen, onlara da af ve merhametle muâmele
et.
Sen onların üzerinde bulunuyorsun, Allahü Teâlâ ise vâliliği sana
verenin üzerinde bulunuyor ve sana bu vâliliği veren de senin üzerinde bulunuyor;
kulların işlerini hakkıyla görmeni isteyip seni onlarla imtihan ediyor.
Sakın büyüklük sevdasına düşüp de, Allah’ın gazabına hedef olma! Zirâ
O’nun intikamına dayanacak kudretin olmadığı gibi, af ve merhametinden de uzak
değilsin. Affettiğinden dolayı aslâ pişman olma, cezalandırdığından dolayı da
sevinme! Def etme imkânı oldukça belâlı işlere girme ve “Ben kudret sâhibiyim,
emrederim, itâat ederler,” deme. Zirâ bu hal, kalbi fesada verir, dîni zaafa
uğratır ve insanı felâkete yaklaştırır.
Eğer elindeki kuvvet sana büyüklük hissi verirse, göklerin büyüklüğüne
bak da kendi nefsine karşı kudretsiz kaldığın şeylerde Allah’ın Kaadir ve
Kahredici olduğunu düşün. İşte bu düşünce, senin yükseklerde uçan gözlerini
yere indirir, şiddetini giderir, seni bırakan aklını başına getirir.
Sakın Allahü Teâlâ ile azamet yarışına kalkma! Büyüklük ve kudrette
kendisine benzemeye özenme! Muhakkak Allahü Zülcelâl Her azamet göstereni
zelîl, her büyüklük taslayanı hakîr eder.
Nefsine, sana husûsiyeti olanlara, insanlar arasında kendilerine meyil
beslediğin kimselere, Allahü Zülcelâl’e ve kullarına karşı katiyen adâletten
ayrılma! Böyle yapmazsan zulmetmiş olursun. Zirâ Allahü Teâlâ’nın kullarına
zulmedenin, onlar tarafından dâvacısı Hazreti Allah’tır. Kaadir-i Zülcelâl,
birinin hasmı oldu mu, o kimsenin tutabileceği bütün deliller bâtıldır.
Ölünceye yahut tevbe edinceye kadar Allah’la harp içinde olur. dünyada zulüm
kadar Allah’ın lütfünü değiştiren, kahrını çeken bir şey yoktur. Zirâ Cenâb-ı
Hak zulüm altında inleyenlerin gönül kırıklığına sebep olan zâlimleri gözetlemektedir.
İşlerin içinden öylesini seçmelisin ki, hak hususunda en orta, adâlet
cihetiyle en geniş ve halkın rızâsını en çok çeken olsun. Zirâ halkın
hoşnutsuzluğu, şahısların rızasını hükümsüz kılar. Şahısların gazabı ise,
umûmun rızâsı içinde kaynar gider.
Vâli için husûsiyeti olanlar kadar, iyi günlerde yükü ağır, kara
günlerde yardımı az, adâletten hoşlanmaz, istemekten utanmaz, verilse şükretmez,
verilmese kolay savulmaz, felâkete sabırsız olmayan tek bir adam yoktur.
Halbuki İslâm’ın esası, Müslüman’ların birliğidir. Düşmana karşı koyacak bir
silâh varsa, o da budur. Onun için samimiyet ve muhabbetin dâimâ bunlara müteveccih
olsun.
İdâren altında bulunanlar arasında, yanına yaklaştırmayıp en çok nefret
edeceğin insanlar, halkın ayıplarını en fazla araştıran kimseler olsun. Zirâ
insanların öyle ayıpları var ki, örtülmesi herkesten ziyâde vâliye düşer. Bu
ayıpların sana gizli kalanlarını eşmekten sakın. Senin vazifen, gördüklerini
ıslah etmektir. Bilmediklerin hakkındaki hükmü Allahü Teâlâ verir. Sen halkın
ayıbını mümkün olduğu kadar ört ki, Allahü Teâlâ da senin halktan gizlemek
istediğin hallerini örtsün.
İnsanlar hakkında bütün kin düğümlerini çöz, intikama sevk edecek olan
ipleri kes, açıklık kazanmayan şeylerin hepsi hakkında onları anlamış görün.
Gammazın sözüne çabucak inanma! Çünkü lâf taşıyan ne kadar saf görünse de yine oyunbazdır.
Ne seni zarûret ihtimaliyle korkutarak kereminden çeviren cimriyi, ne
büyük işlere karşı azmini gevşetecek korkağı, ne de zulme saparak sana ihtirası
hoş gösterecek harîsi müşâvere meclisine sokma! Çünkü cimrilik, korkaklık ve
hırs, ayrı ayrı tabiatlardır ki, bunları Allahü Teâlâ’ya karşı sû-i zan bir
araya getirir.
Müşâvirlerin en kötüsü, senden evvel şerlilerle beraber olan ve onların
cürümlerine iştirak eden kimselerdir. Böyleleri katiyen gizli sırlarını
bilmesin! Çünkü onlar, cânîlerin yardımcısı, zâlimlerin dostudur.
Müşâvirlerin, hiçbir zâlime zulmünde, hiçbir günahkâra cürmünde
yardımcı olmasın! Öylelerini bul ki, diğerlerinin tedbirine tamamen sâhip,
fakat onların vebalinden uzak olsun!
İşte böyleleri yükü hafif, yardımı çok, sana şefkati herkesten fazla,
senden başkasına muhabbeti o nispette az olur. bu gibileri, husûsî ve umûmî
meclislerinde kendine yakın tut ve bunlar içinde sana acı hakîkatleri herkesten
ziyâde söyleyenler bulunsun.
Şâyet Allahü Teâlâ’ya isyan edilmesini istemezsen, müşâvirlerin sana
karşı, hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünmeden, müdârayı terk edip mertçe hareket
etsinler.
Bir de, ehil kimseleri kendine sırdaş edin! Seni alkışlamalarına,
yapmadığın işleri yapmış gösterip sana keyif vermelerine müsaade etme! Zirâ alkışın
çoğu insanı gaflete düşürüp azamete sevk eder, kibre ve gurura yaklaştırır.
Sakın adamın iyisiyle kötüsü, yanında bir olmasın. Zirâ bu eşitlik,
iyileri iyiliğinden soğutur, kötülerin de fenâlığa meylini artırır.
Ey Mâlik! Bilmiş ol ki, vâlinin şahsına halkın hüsn-ü zannını dâvet
eden şey, onlara iyilikte bulunması ve yüklerini hafifletmesidir. Hüsnü zan
etmekle sen de uzun uzun meşgul olup yorulmaktan kurtulursun.
Hüsn-ü zanna en çok lâyık olan insan; senin o kimse hakkındaki
tecrübelerin iyi çıkandır. Sû-i zanna lâyık olan da tecrübelerin fenâ çıkandır.
Milletin
büyükleri tarafından işlenip, halkın güzel tatbik ettiği bir sünneti katiyen
kaldırma. Geçmiş sünnetlere uymayan yeni bir sünnet (âdet) icâdına da kalkışma!
Çünkü onun ecri ve o sünneti ortaya koyanın, vebali de kaldıranındır.
Memleket işlerine uygun olanı tespit etmek ve senden önceki insanlara
doğruluk temin eden tedbirleri bulup ortaya koymak husûsunda, sık sık âlimlerle
müzâkere ve hükemâ ile bahislerde bulun.
Bilmiş ol ki, halk tabaka tabakadır. Her birinin selâmeti, diğerinin
selâmetine bağlı ve biri diğerinden daha az muhtaç değildir. Bu tabakalardan
bir kısmı Allah C.C yolundaki askerler, bir kısmı umûmî ve husûsî yazı işlerini
gören kâtipler, bir kısmı adâletle hükmeden hâkimler, bir kısmı merhamet ve
insafla vergileri toplayan tahsildarlar, bir kısmı cizye vergi ödeyen zimmîler
(gayri müslim tebea) ile, zekât veren Müslümanlardır. Bunların bazısı ticâret
ve sanat sahibi, bazısı fakr u zarûret içindedir.
Cenâb-ı Ekremü’l-Ekremîn bunların hissesini bildirmiş, her birine âit
hudut ve farzları kitap ve sünnet ile gösterdikten sonra, mer’î ve mahfuz (riâyet
ve muhafaza edilen) bir ahit olarak bize bildirilmiştir.
Askerler izn-i ilâhî ile memleketin kaleleri, vâlilerin şerefi, Dîn-i
İslâm’ın izzeti, huzurun sebebidir. Millet bunlar sayesinde ayakta durur.
Bununla beraber askerin intizamı,
Allah’ın kendilerine ayırdığı vergilerle ayakta durur. Düşmana karşı
onunla cihad edilir, işlerin uygun gitmesinde ona güvenilir, bütün ihtiyaçların
temini onunla olur.
Bu iki sınıfın mevcûdiyeti hâkimlerin, vergi memurlarının ve kâtiplerin
varlığı iledir. Zirâ bağlantıları ve sözleri îcâbına göre başaran ve menfaatleri
toplayanlar, husûsî umûmî bütün işleri emniyete alan bunlardır.
Hepsinin devamı için ticâret ve sanat sâhiplerinin bulunması şarttır.
Zirâ ticârî sebepleri, menfaatleri, başkalarının meydana getirmediği sanat
eserini bunlar elde ederler.
Son olarak, fakirlerden ve ihtiyaç sâhiplerinden ihsan ve yardıma lâyık
bu son tabakadan her bir ferdin Allahü Teâlâ’nın taksim ve bu ihsanların
ihtiyacı kadar vâli üzerinde hakları vardır. Vallahi vâli: Allahü Teâlâ’nın
verdiği bu vazife altından ancak kemâl-i gayretle, Allahü Teâlâ’dan yardım
isteyerek ve ağır- hafif bütün işlerde nefsini hakka, sabır ve tahammüle alıştırmakla
kalkar.
Kezâ, mürüvvet ve şerefiyle güzel ahlâk sâhibi, sevilen ve tanınmış
âilelere, daha sonra cesur ve olgunluk
sâhiplerine iltifat et. Çünkü bunlar kerem halkı, lütuf ve ihsan cemaatidir.
Sonra askerlerin başına öylesini geçir ki, Allah’a, Resûlü’ne ve imamına karşı hepsinden daha samîmi
bulunup kalbi hepsinden temiz ve aklı başında olmak itibariyle hepsinden üstün
olsun. Gazap anında ağır davransın; mâzeret beyan edenleri sükûnetle dinlesin;
zayıflara merhamet edip kavîlerden uzak olsun; şiddetle kalkıp acizle oturan
takımdan olmasın!..
Ana-baba, âile işlerini nasıl araştırırsa, sen de askerlerin işini öyle
gözet. Kendilerine kuvvet için verdiğin
şeyi, çok da olsa gözünde büyütme! Haklarında söz verdiğin ikram az da olsa,
gözüne hakir görünmesin! Zirâ bunlar sana karşı ihlâs ve hüsnü zan
beslemelerine sebep olur.
O tâifeye âit işlerin büyüğünü görüp de, küçüğünü tâkipten geri durma!
Zirâ küçük ihsanından faydalanacakları mahal olduğu gibi, büyük ihsanından uzak
kalmayacakları yerler de vardır.
Kumandanların sana göre en makbulü; iyilikte bulunan, hem askerlerin
şahıslarını, hem geride kalan âilelerini sıkıntıdan kurtaracak kadar kendi
servetinden fedâkârlık eden olsun ki, bu sayede düşmana karşı geldikçe hepsinin
düşüncesi bir noktada birleşsin.
Vâliler için, memlekette
adâletin devamı ile halkın kendilerine
muhabbet göstermesinden büyük kazanç olmaz. Zîrâ, yürekler rahat olmadan
muhabbet gösteremez.
Kezâ, askerin sana karşı samimiyeti ancak âmirlerinden memnun olması ve
onlardan usanıp def’ini istememesiyle mümkündür. Sen kendilerine ümit sahaları
aç, övülmeye müstahak olanları medh et, büyük vakalar geçirenlerin
mârifetlerini saymakta kusur etme!.. Zirâ bunları sık sık anmak, Allah’ın
izniyle şecâat sâhiplerini galeyâna ve harp istemeyenleri gayrete getirir.
Bunlardan her birinin fedâkârlığını iyice bil. Katiyen birinin hizmetini
başkasınınki ile beraber anma; kimseye, gösterdiği şecâatle mütenâsip olmayan
küçük bir pâye verme!..
Bir de, ne mevkiinin büyüklüğü, adamın küçük hizmetini büyük
göstermeye, ne de mevkiinin küçüklüğü, bir kimsenin fedâkârlığını küçültmeye
sebep olmasın!
Altından kalkamadığın işleri, kestirip atamadığın meseleyi Allah ve
Resûlüne havâle et!
Cenâb-ı Hak, irşadını dilediği kavme: “Ey îman edenler! Allah’a, Peygambere ve sizden olan emir sâhiplerine
itâat edin! Şâyet bir işde ihtilâfa düşerseniz, onu Allah’ın Kitab’ı ve Peygamber’in
(S.A.V.) sünneti ile hallederek ayrılığa meydan bırakmayın!” (Nisa, 59) buyurmuştur.
İnsanlar arasında hüküm vermek için öyle hâkim seç ki, halkın en
değerlisi olsun; işinde sıkılmayan, mürâfaada sinirlenip inada kalkışmayan,
hatasında ısrar etmeyen, hakkı gördüğünde döneceği yerde dili tutulup kalmayan,
hiçbir zaman tamâ’ ile menfaat endişesine düşmeyen, meselenin tamamını
anlamadan acele hasıl ettiği kanâati kâfi görmeyen, şüpheler üzerinde ziyade duran,
delillere sıkıca sarılan, hasmın mürâcaatından en az usanan, işlerin açıklığını
fazlasıyla bekleyen, hükmün infazında kat’’î davranan, övülmekle şımarmayan,
heyecanla eğilip bükülmeyen kabiliyet ve ahlâka sâhip olsun. Vâkıa böyleleri
azdan azdır...
Bu kimselerin vereceği hükümleri de sık sık tahkik et, halktan
ihtiyaçlarını kesecek kadar. İkramda bulun. Onlara, yanında öyle bir mevki ver
ki, yakınlarından kimse göz dikmesin ve onlar başkalarının sana gelip de
kendileri aleyhine ihânet edemeyeceğinden emin olsunlar.
Bu hususta gâyet dikkatli olmalısın. Çünkü bu din, kötü kimselerin
elinde esir oldu. Din nâmına çok yanlışlar yapıldı ve onunla dünya menfaati
elde etmeye çalışanlar çoğaldı.
Memurlarını da dikkatle inceledikten sonra iş başına getir. Taraf
tutarak ve hissî davranarak kimseye vazife verme.
Çünkü bu iki sebep insanı zulme ve hıyânete götürür. Bu işler için asîl
âilelerden yetişmiş, tecrübe ehli, hayâ sâhibi, İslâm’a hizmeti geçmiş
kimseleri araştır. Zirâ ahlâkı dürüst, nâmus ve şerefi sağlam olan insan
tama’ın câzibesine en az kapılır ve işlerin sonunu en doğru görür.
Bu kimselerin ihtiyaçlarını geniş bir şekilde temin et. çünkü bu,
onların nefislerini salâha sevk etmekte bir kuvvet olacağı gibi, onlar elleri
altındaki şeylere el uzatmaktan o sâyede vazgeçerler.
Şayet emrine karşı gelir, emâneti saklarsa, senin için haklarında
kullanacak bir delil olur.
Bunların icraatını tâkip et, peşlerine saygı ve sadâkat sâhibi gözcüler
gönder. Zirâ işleri nasıl gördüklerini gizlice öğrenmek, onların emâneti
muhafaza ve halka merhametle muâmele etmelerine sebep olur.
Memurlarına karşı ihtiyatlı ol. İşlerinde hıyânete el uzatan olur da,
gözcülerinin raporu bu hıyaneti tasdik ederse, ona lâyık olduğu cezayı tatbik
edip topladığı paraları alır, kendini zelil eder, alnına hıyanet lekesi vurur,
boynuna ar töhmeti geçirirsin.
Vergi işini de memurların salâhıyla birlikte tâkip et. Çünkü vergi
işini islâhda, memurların salâhında, başkalarının selâmeti de vardır. Zâten
halkın selâmeti bunların ehliyetine bağlıdır. Çünkü halkın hepsi vergiye ve
vergi verene muhtaçtır. O halde memleket imârına sarf edeceğin vakit, vergi
toplama gayretin de fazla olsun! Zirâ vergi imar için toplanır. Îmarsız vergi
isteyen, beldeleri harabeye çevirir; halkı helâk eder ve kısa zamanda işi
yürümez hâle gelir.
Şâyet yükün ağırlığından, âfet, yağmur ve suların kesilmesinden,
toprakların su altında kalmasından, kuraklık istîlâsından şikâyet olursa,
tesirini umduğun bütün vâsıtalara mürâcaatla dertlerini hafifletmeye çalış! Bu
hususta sana hiçbir fedâkârlık ağır gelmesin. Zirâ o bir sermâyedir ki, beldelerini
îmara ve vilâyetin güzelliğine sarf için sana yardım ederler, senâlarını da
kazanmış olursun. Zâten bu sermâyeyi fazlasıyla vereceklerine, adâletli ve
merhametli muâmelen sebebiyle senden emin bulunduklarına inanmıştın.
Bir gün yardımlarına muhtaç olduğun bi hâdise zuhur ederse, hatır
hoşluğu ile ağırlığı üzerlerine alırlar ve ne yüklersen götürürler.
Memleketin harap olması, halkın sefâletinden doğar. Halkın sefaletine
sebep ise, vâlilerin servet hırsları, uzun müddet mevkilerinde kalabilecekleri
zannı, bir de, geçmiş hâdiselerden ibret almamalarındandır.
Kâtiplerin hâline de dikkat et! iş başına en iyilerini getir. Husûsiyle
teşkilât ve sırlarını teslim edeceğin mektuplarını, soyu temiz kimselere yazdır,
ahlâkı güzel olsun, gördükleri itibar ile şımarıp başkalarının yanında sana
karşı gelmeye cüret etmesinler!
Memurların sana yazılan mektupları getirip göstermekte ve senin
yazdığın cevapları doğru yazıp göndermekte, senin hesabına alıp vereceği şeylerde
gaflet edip kusur etmesinler; lehinde bulunan bağlantıları muhkem tutsunlar,
aleyhinde olanları da çözmekte zaaf göstermesinler, memuriyetinin mevkiinden
habersiz olmasınlar. Kendi kıymetini bilmeyen, başkasını bilemez.
Bunları seçmekte yalnız sîmalarını tetkik ve hüsnü zannın kâfi
gelmesin. Çünkü öyle insanlar var ki, dâima hulûs ve güzel hizmet gösterip görünüşe
göre hükmeden vâlilerin gözüne girebilirler. Halbuki, ihlâstan nasipleri
yoktur.
Bu itibarla senden evvelki iyi hal sâhibi vâlilerin hizmetinde
bulunanları araştır! İnsanlar arasında itibarlı olan, emâneti yerine getiren
kimseleri seç. Bu hareket senin Allahü Teâlâ’ya ve kendisinden emir aldığın
kimseye karşı ihlâsını gösterir. İşlerini tertipleyerek her birine bu
kâtiplerden birini tâyin et ki, işin ağırlığı altında ezip de âciz kalmasın.
Şâyet kâtiplerin hatasını gördüğün halde aldırmazsan, onun nâmına
kendin ceza görürsün.
Sonra ticâret ve sanat sahipleri: Bunların bir kısmı oturduğu yerde
çalışır, bir kısmı beldelere mal götürür, bir kısmı el emeği ile geçinir. Hepsine
iyi muâmele et ve başkaları tarafından da iyi muâmele edilmesini tavsiye et.
Çünkü bunlar memleket için sâde hayır ve menfaate vesîledir.
Hayır ve faydası, senin toprağından, denizinden, ovalarından ve dağlarından, başkaların cesaret edip
gidemediği uzak yerlerden getirirler. Bunlar bir memlekete sulh ve selâmet
getirenlerdir. Ne karışıklık çıkarmalarından korkulur, ne de fesatlarından
endişe edilir. Bunların yanında olan ve diğer beldelerde bulunan işleri tâkip
et!
Şurasını da unutma: bunların çoğunda kötü tamâ, çirkin bir hırsla
beraber, menfaatte ihtikâr, alış-verişte hile olur. Bu ise halkın için zarar,
vâli için ayıp ve ardır.
İhtikâra da yol verme! Fahr-i Âlem S.A.V. ihtikârı men etmiştir.
Alım-satım doğru tartılarla olup, alıp satanı ezmeyecek, mûtedil bir
sûrette yapılmalı.
Koyduğun yasaktan sonra ihtikâra tevessül edenleri, ileri gitmemek
şartıyla cezalandır.
Alt tabakada her imkândan mahrum fukara, çâresiz, felâketzede ve
kötürümler hakkında Allahü Teâlâ’dan kork; hem de çok korkmalısın! Bunlar içinde
hâlini söyleyenler olduğu gibi, anlatamayanlar da olur. Allahü Teâlâ’nın
bunlara dâir sana tevdî ettiği hakkı koru! Fakir Müslümanlara mahsus olan mal
ve paradan onlara hisse ver. Zirâ en uzaktakiler de en yakındakiler gibi hakka
sâhiptir. Cümlesinin hukukunu gözetmek de sana düşer.
Sakın büyüklük hâli seni onlarla uğraşmaktan alıkoymasın. Ehemmiyetli
işleri görüp ehemmiyetsizleri bırakman seni mazur göstermez. Bu sebepten kendilerini
düşünmekten geri durma ve zavallılara ekşi çehreyle ve bozuk yüzle bakma!
Yine bunlardan aşağı görülerek âmirlerin hafife alması sebebiyle sana
kadar gelemeyenleri araştır. Sırf bunlar için müttekî, mütavâzi ve emin bir
kimse vazifelendir! arada işlerini sana bildirsin.
Hâsılı, öyle çalış ki, Huzur-u Bârî’de “Gücümü sarf ettim” diyebilesin.
Halkın bu tabakası, adâlet ve infaka başkalarından ziyade muhtaçtır.
Hulâsa, herkesin hakkını vermeye son derece dikkat et! sonra, yetim,
yaşlı ve çâresizleri üzerine al. Vâkıa bu işler vâliye ağır gelir. Zâten ne
kadar hak varsa hepsi ağırdır. Bunu, Allahü Teâlâ, dünyadan çok âhireti
düşünerek nefsini tahammüle alıştıran ve kendi hakkında ahd-i ilâhinin
doğruluğuna inanılmış olan kimselere kolaylaştırır. Yani ilâhî hükümleri dâima
gönlünde tutup onları yerine getirmeye gayret eden kimseye ilâhî yardım ulaşır.
İhtiyaç sâhipleriyle meşgul olacağın bir zaman ve yer ayır da, hepsiyle
bir arada oturarak, seni yaratan Allah’ın rızasını kazanmak için onlara son
derece tevâzu göster. Bir de askerleri, yardımcılarını, muhâfız ve zâbıta
memurlarını yanında bulunma ki, görüşmek isteyenler sana dert dökebilsin.
Ben Resûlüllah S.A.V.’den kaç defa işittim: “İçinizdeki zayıfın hakkı kuvvetliden kolayca alınmayan ümmet, hiçbir
zaman kuvvet bulamaz,” buyurdu.
Bunların münâsip olmayan sözlerini ve meramlarını anlatmadaki
acizliklerini de hoş gör. Hırçınlık ederek azamet gösterme! Bu yüzden Cenâb-ı
Erhamurrahimîn sana rahmet kapısını açar, tâatine mukabil mükâfat ihsan eder.
Verdiğini güler yüzle ve gönül hoşluğuyla ver; vermediğini de kabul edilebilir
özürde bulun.
İşlerin içinde öyleleri olur ki, bizzat görmen lâzım gelir. Meselâ,
kâtiplerin acizlik gösterince, vergi memurlarına cevabı sen vereceksin. İnsanların
hâcetleri, memurların tahammül edemeyeceği dereceyi buldu mu, îcabına sen
bakacaksın.
Her günün işini o gün görmelisin. Zirâ o günün de kendine mahsus işleri
vardır.
Ey Mâlik! Vâkıa hâlis niyetle ve halkın selâmetini temin kastıyla bu
meşguliyetlerin hepsi, Allahü Teâlâ içinse de sen yine vakitlerin en hayırlısını
Allahü Teâlâ ile arandaki haller için nefsine tahsis et. Hâlisâne (Allah için)
edâ edeceğin ibâdet ve tâatin başlıcası ise, Zât-i İlâhîye mahsus olan farzları
yerine getirmek olsun.
Gecende gündüzünde bedeninden Allahü Teâlâ’ya mahsus olan kulluk
hissesini ayır. Seni Hakk’a yaklaştıran ibâdetleri muhakkak eksiksiz edâ et.
Halka imam olursan, bıktırıp bezdirecek gibi kıldırma. İnsanlar içinde
öyleleri var ki, ya illet veya iş sâhibidir. Resûlüllah S.A.V. beni yemene
gönderirken “Onlara namazı nasıl kıldırayım?” dedim, “En zayıflarının namazı
gibi” buyurdu.
Müminlere merhametli ol. Halktan uzun müddet saklı durma! Vâlinin
saklanması sıkıntı olduğu gibi, memleket işlerini de tam bilemez.
Vâlilerin perde arkasında oturmaları, perde dışında dönen işleri
bilemez de gözünde işlerin büyüğü küçülür, küçüğü büyür, güzeli çirkin, çirkini
güzel görür, iyilik kötülükle karışır. Zirâ vâli de nihâyet bir insandır.
Halkın kendi gözünden gizli kalan işlerini nasıl bilsin! Üzerlerinde hakkın
nişânı yok ki, doğru ve yanlışın her çeşidini ayırmak mümkün olsun.
Ey Mâlik! Şimdi sen halk arasında ya hak yolunda mal ve can fedâ eden
gani gönüllü bir kimsesin. Bu hâle göre neden vâcip olan bir hakkı ödemekten
yahut kerîmâne bir harekette bulunmaktan Çekinip sıkılasın? Veya cimrilik illetine müptelâ bir adamsın!
Bu ihtimâle göre de halk, ihsanından ümit kestikleri gibi, senden istemekten de
çabuk vazgeçerler. Halbuki halk tarafından sana arz edilecek hâcetlerin çoğu ya
birbirinden şikâyet veya bir muâmelede adâlet dileme gibi senin yardımını
istemekten ibarettir.
Vâlinin maiyeti ve yakınları vardır. Bunların iltimasları, iş
uzatmaları ve muâmelâtta insafsızlıkları görülür. Sen onların zararlarını yok
et ve bu gibi hallerin sebeplerini ortadan kaldır.
Etrafındakilere ve sana husûsiyeti olan akrabandan birine katiyen toprak
verme; bunlarla müşterek bir iş tutarak etrafındakilere zarar verecek ve zahmeti
başkalarına yükleyecek şekilde menfaat elde etmeye katiyen tamâ etme! Çünkü
bunun kârı değil, ârı dünya ve âhirette senindir.
Yakın uzak herkese hakkı kabule mecbur et. husûsiyet ve yakınlığı
olanlar için mutlaka bu hususta dikkat ve sebat göster. Nefsine ağır gelecek
olan bu işin sonunu bekle.
Şâyet halk senin zulmettiğini zannederse, kendilerine özür beyanıyla
zanlarını değiştir. Bu hareketinle, hem nefsini kırmış, hem halka merhametle
muâmele etmiş, hem de kendini mazur göstermiş olursun. Onların hak üzerinde
olmaları isteğin de bu sâyede hâsıl olur.
Düşman tarafından sana teklif olunan sulh, rızâ-i ilâhîye muvâfıksa,
aslâ reddetme! Zirâ sulhta, askere istirahat; sana, endişeden rahat; beldeler
için selâmet vardır.
Sulhtan sonra ziyade dikkat ve ihtimamla düşmandan sakın. Belki gâfil
avlamak için sana yaklaşmak istemiştir. Bu sebeple ihtiyata riâyet et ve hüsnü
zandan bulunma!
Düşmanla bir mukavelen veya anlaşman varsa ona uy, ahdine sadık ol.
Ahde vefa için îcâbında hayatını fedâ et. zirâ arzuları başka başka,
düşünceleri değişik olmasına rağmen farzlar arasında ahde uymak kadar,
insanların üzerinde birleştiği bir şey yoktur müşrikler dahî hıyanetin vahim
neticelerini gördüklerinden Müslüman’lara olan ahitlerine vefâ ederler. Aslâ
verdiğin sözden dönme, ihânet etme, düşmanını aldatma! Zirâ hüküm giymiş, heder
olmuş akılsızlardan başka hiçbir fert Allahü Teâlâ’ya karşı cüret gösteremez.
Allahü Zülcelâl, ezelî rahmeti îcâbı, ahdi kulları için şefkatinin gölgesi,
barınacakları emniyet sahası ve saadet için civarında koşacakları huzur mahalli
kılmıştır. Bunun için, onda fesat ve hıyanette bulunmak yahut aldatmak olmaz.
Tevîlâta müsâit olan akitlerde bulunma. Te’kit ve tevsık ettiğin
(vesikaya bağladığın) akdi (sözleşmeyi) bozmak için kelimelerin gizli
mânânalarından istifadeye kalkışma!
Allah’a söz verme îcabı girmiş olduğun işin ağırlığı, seni haksızlıkla
onu genişletmeye sevk etmesin. Zirâ bu hareketle sonu iyi olacak sandığın
darlığa tahammül etmek, senin için dünya ve âhirette kurtuluş imkânı olmadığı
bilinen bir hıyânetten daha ehvendir.
Haksız yere kan dökmekten son derece sakın! Haksız yere kan dökmek gibi
felâketi çeken, onun kadar mes’ûliyeti büyük, onun kadar nimetin yok olmasına,
devletin yıkılmasına sebep olan bir şey yoktur. Allahü Teâlâ kıyâmet günü
kulları arasında hükmünü yürütürken, döktükleri kandan başlayacaktır. Haram
olan kanı dökerek, saltanatını yürütme sevdâsına kapılma! Zirâ bu hareket
saltanatı zayıflatır, yok eder, başka ellere geçmesine sebep olur.
Hele kasten yapacağın bir katil
için, ne Allah’ın katında, ne de benim yanımda, (bedenen kısas icap ettiğinden)
özrün makbul olmaz. Şâyet bir haksızlığa uğradığında cezâ verirken kırbacın,
kılıcın, yahut elin ileri gider, haddi aşarsan (zirâ zaman olur ki, yumruk
yahut fazlası ölüme sebep olur) o zaman sâhip olduğun nüfûza güvenerek ölenin
velilerine haklarını vermemezlik etme!
Sakın kendini beğenip de nefsinin sana hoş gelen taraflarına güvenme.
Yüzüne karşı medh olunmayı isteme! Zirâ iyilerin ne kadar iyiliği varsa,
hepsini mahvetmek İçin iblisin elindeki fırsatların en sağlamı budur.
Bir de halka ettiğin ihsanı başlarına kakma, yaptığın işleri mübâlağalı
gösterme. Halka olan vadinden dönme. Çünkü minnet ihsanı bitirir; mübâlâğa
hakikati söndürür, halkın Hâlik’ın nefretini çeker.
Cenâb-ı Hak “Böyle, sizin
yapmadığınızı söylemeniz Allah indinde nefret veren bir harekettir”, (Sâffât, 3) buyuruyor.
Dikkat et! işlere vaktinden evvel atılma, vakti gelince de geciktirme.
Açıklık kazanmayan işlerde inat etme, açıklık kazanınca da gevşeme.
İşlerin her birini yerli yerine koy, memurların her birini yerinde bulundur.
Herkesin birleştiği noktalarda
kendini kayırmaktan çekin. Hizmetindeki kimselerin görülmüş fenalıklarına karşı
senden beklenen hareketi göster, habersiz gibi davranma. Sonra başkası hesabına
sen ceza görürsün.
Yakın vakitte işlerin üzerindeki perdeler, gözünün önünde açılır ve
mazlumun hakkı senden alınır. Hiddet ve gazabına, el ve diline hâkim ol! Bunların
hepsinden sâlim kalabilmek için şiddetini te’hir et ki, öfken geçsin de
ihtiyârına mâlik olasın.
Hâlik’a döneceğini düşünüp endişeye düşmedikçe, nefsine hâkim olma
imkânını bulamazsın. Şimdi üzerine vâcip olan; senden evvelkilerin âdil
hükmünü, ya doğru bir işini, ya Fahr-ül- Mürselîn’den gelen bir haberi, ya
Allah’ın Kitâbında zikrolunan farzları hatırlamaktır. Tâ ki, böyle meselelerde
bizden gördüğün hareketlere uyasın ve ilerde nefsin isteklerine kapılmanı mazur
göstermek mümkün olmasın diye, bu Emirnâme’de bildirdiğim ve elimde sana karşı
sağlam bir hüccet bildiğim ahkâmı tatbike çalışasın.
Allahü Teâlâ’nın vâsî rahmetinden ve bütün istekleri kuşatan azamet ve
kudretinden dilerim ki, rızâ-i Bârî’sine uygun kullar arasında hoş hatır ve
beldeler içinde hayırlı eserler bırakmak için gücümüz yettiği kadar çalışmaya
seni de beni de muvaffak eylesin. Hakkımızda nîmetini tamam, keremini ziyâde
ile sana da bana da saâdet ve şahâdetle can vermek müyesser eylesin. Bizim niyâzımız
Allah’adır. Vesselâmü alâ Resûlullah.
***
Halîfe-i Müslimîn Hz. İmam-ı Ali Mısır vâlisi
Malik Hz.’ne yazdığı bu Emirnâme’den, Müslümanlığın bütün idârî meseleleri ve
siyâseti rûhu, açıkça anlaşılmaktadır. Ve bizim için rehber olduğu kadar
İslâm’ın mâhiyetini anlamayan ve ithamda bulunanları da îkaz eden mühim bir vesîkadır.