(Bismillâhirrahmânirrahîm)
kalplere nûr, maksûda vusûl, onunla duâlar makbul... dertleri de’ ve nimetleri
celp eder. O, Kelâmullah’ın anahtarı, perdeleri açan, mânîleri aşan, gönüllere
şifâ saçan, ayıpları örten, ince sırlara sâhip ilâhî lütuf ve nurdur.
İmam
Câfer R.A. Resûlüllah S.A.V.’den rivâyet etti:
–“Kalem-i
Âlâ’nın Levh-ı Mahfuz’a ilk yazdığı, Bismillâhirrahmânirrahîm’dir. Bir kitap yazdığınızda evveline Besmele-i
Şerîfe yazınız. Zirâ, o, bütün semâvî kitapların anahtarıdır.”
Bazı
meşâyih: Bir kitap yazdığınızda evveline Besmeleyi yazınız yerine Besmele
okuyunuz, demişler.
Bazı
kitaplar, kaleler kalesinin anahtarı, Bismillâhirrahmânirrahîm’dir, diye
zikrettiler.
Ebu
Hüreyre R.A. Resûlüllah S.A.V. rivâyeten:
–“Allah
ismi zikredilmeden ve bana salât getirilmeden başlanan her kelâm bereketten mahrumdur.”
Ve:
–“Her
sûre evvelinde, Bismillâhirrahmânir-rahîm’in yer alması âdetullah olduğundan
bizde bununla emir olunduk” buyurdu.
İbni
Ömer R.A. Resûlüllah S.A.V.’den rivâyeten:
–“Cebrâil
A.S. bana ilk vahiy getirdiğinde, Bismillâhirrahmânirrahîm ile başladı.”
Hz.
Osman R.A. Rasûlüllah S.A.V.’den rivâyeten:
–“
Bismillâhirrahmânirrahîm esmâ-i ilâhîden bir isimdir ki, Allah ismiyle
aralarındaki fark, gözün beyazı ile siyahı arasındaki kadardır” buyurdu.
Buhâri’den:
“Allah lâfzı, İsm-i Â’zamdır. Zirâ; görülüyor ki, Kur'an-ı Kerîm bütün esmâ-i
ilâhîden evvel o isimle başlıyor. Allah ism-i celîlinin “Elif”i alınsa, “Lillâh” kalır; “Lâm”ın birisi alınsa, “Lehû”; ikisi alınırsa, “Hû” kalır ki, cümlesi zât-i ilâhîye delâlet eder.”
H.Ş.:
“Bismillâhirrahmânirrahîm nâzil olunca, melâike-i kiram ferahladı; Arş-ı Âzâm
sallandı ve onunla bin melek nâzil oldu; melâike-i kiramın imanı arttı (coştu),
mahlûkatta yakîn hâsıl oldu, cin tâifesi bayılıp yüz üstü düştü, felekler
harekete geldi, O’nun azametinden melikler zelil oldu.”
Âdem
A.S. yaratılmadan beş yüz sene evvel alnında, Bismillâhirrahmânirrahîm,
yazılmıştı. Âdem A.S.’a ilk nâzil olan Besmele-i Şerîfe’dir. İbrahim A.S.’a
imdada geldiğinde Cebrâil A.S.’ın kanadında, Bismillâhirrahmânirrahîm,
yazılıydı. Ve:
“Ey
ateş! İbrahim’e serin ve selâmet ol” (Enbiyâ,
69) diye okudu, İbrahim A.S. da bunu okudu.
Mûsa
A.S.’ın asası üzerinde İbrânî’ce, Bismillâhirrahmânirrahîm yazılı idi. Eğer o olmasa,
deniz yarılmaz, yol vermezdi.
Îsâ
A.S.’ın dili üzerinde, Bismillâhirrahmâ-nirrahîm, yazılıydı. Sabî olduğu halde
beşikte onun kerâmetiyle konuştu, ölüleri onun kerâmetiyle diriltti,
dilsizlerin dilini onunla çözdü, bars vs. illetlere onun kerâmetiyle deva kıldı...
Süleyman
A.S.’ın mührü üzerinde, Bismillâhirrahmânirrahîm, yazılı idi. İns ü cinne onun esrârı ve kerâmetiyle hükmetti.
Besmele-i Şerîfe’nin nüzûlü ile melekler, “Mülk tamam oldu” diye birbirlerini
tebrik ettiler.
Hz.
Âişe R.A. Vâlidemiz, Resûlüllah S.A.V.’den rivâyet etti:
–“Bismillâhirrahmânirrahîm
nâzil olduğu vakit dağlar Allahü Teâlâ’yı tespih ettiler. Öyle ki, Mekkeliler
bu tespihi işitti ve müşrikler, “Muhammed dağlara sihir yaptı” dediler.
Resûlüllah
S.A.V. buyurdu:
–“Her
kim kalp ve lisanla şevk ile, Bismil-lâhirrahmânirrahîm, dese, dağlar onunla beraber
tespih eder. Lâkin o kişi işitmez.”
Hz. Ali
R.A. Resûlüllah S.A.V.’in:
–Yâ
Ali! Bir felâket vukûunda, Bismillâhir-rahmânirrahîm, de, Allahü Teâlâ
belâlardan, gam, elem ve kederden yetmiş kapıyı kapatır, buyurduğunu rivâyet
etmiştir.
H.Ş.:
“Bir kul, Bismillâhirrahmânirrahîm deyince, Cennet-i Âlâ:
–Lebbeyk
Allahümme ve sa’deyk! “İlâhî! Filân kulun, Bismillâhirrahmânirrahîm dedi. Onu
cehennemden âzât et, cennetine dahil eyle” der.
Kur'an-ı
Kerîm’de her sûre başında Besmele-i Şerîfe’nin gelmesi ve Resûlüllah S.A.V.’e
ilk vahyin “Rabb’inin ism-i şerîfiyle oku!” âyetinin olması, onun şeref, kudret
ve kutsiyetine kâfi delildir.
H.Ş.:
“Meşrû bir işe Besmele çekilmeden başlanırsa, o iş başarılamaz; (o işten hayır
ve bereket hâsıl olmaz; ve o iş netîceye ulaşmaz.)”
Eğer
Besmele’nin hakikati harf ve kelimelerden tecrit edilip nihâyetsiz esrarı zahir
olsa, ulvî ve süflî cümle varlık, ârifler, kâmiller, hükemâ, ukalâ hayretlere
gark olup dehşete düşerdi...
Bir
kimse evine girerken Besmele çekse, kendini tâkip eden şeytan “Burada bana yer
yok” diye üzülerek döner.
Besmele-i
Şerîfe on dokuz harftir. Cehennem üzerinde vazifeli Zebânî isimli meleklerin
büyükleri de on dokuz adettir. Besmele
onların azabından halâs bulmaya sebeptir.
Resûlüllah
S.A.V. ile Sahâbe-i Güzîn’den bir kaç kişi hurma yerken, yanlarından geçen ve henüz
Müslüman olmamış bir ârâbî delikanlıyı da çağırdılar. Ârâbî oturup yemeye
başladığında hurmalar uçmaya başladı. Zirâ, şeytan, besmelesiz başlayan o
delikanlı ile yemeğe iştirak etmişti. Fahr-i Âlem S.A.V. İblis’in iki elini
elleriyle tutup, “Şu, İblis’in eli... Şu, İblis’in eli...” diye yanındakilere
gösterdi. Ve, “Kardeşim Süleyman’ın duâsı olmasa, bunu ağaca bağlar, çocuklara
taşlatırdım” buyurdular.
Elbise
çıkarırken besmele çeken kimseye cin musallat olmaz. Zirâ; Besmele, cinlerle o
kimse arasına perde olur.
Hz. Ali
R.A. Resûlüllah S.A.V.’den rivâyeten:
–“ Dört
kitabın ilimleri Kur'an-ı Kerîm’de; onun bütün ilimleri, Fâtiha-i Şerîfe’de;
onun cümle ilimleri, Besmele-i Şerîfe’de; ondaki bütün ilimler de, “Be”de
buyurdu. bütün ilimlerden murat, kulu Rabb’ine ulaştırmaktır. “Be”de ise
“İlsak” yani “Ulaştırma” mânâsı vardır.
Fahr-i
Âlem S.A.V.:
–“Kim
Bismillâhirrahmânirrahîm okusa, her harfi için ona dört bin hasene yazılır,
dört bin günah affolunur ve makamı dört bin derece yükseltilir.
İbni
Abbas R.A. rivayet etmiştir:
–Muallim,
bir çocuğa Bismillâhirrahmânir-rahîm öğretse, Allahü Teâlâ, amellere kaydetmekle
vazifeli meleklere “Ey meleklerim, üç adet kurtuluş beratı yazın. Biri o çocuk için,
ikincisi onun ana ve babası için,üçüncüsü o çocuğun muallimi için olsun.
Hepsini cehennem ateşinden âzât kıldım, rahmetimle onlara lütuf ve inâyet
eyledim” buyurur.
Eskiden
âile ocağında anaların ilk terbiyesi Besmele öğretmekle başlardı.
Yerken,
içerken, yatarken, kalkarken hâsılı her işe başlarken besmele okumak telkin edilir;
unutanlar tekdir edilirdi. Yaramaz çocuklara “Besmelesiz” denilmesi de mâlûm...
Adamın
biri yaramaz çocuğunun ıslahı için çare ararken, kendisine kırk besmele ile
kırk değnek vurması tavsiye edilir. Çocuğu yatırıp besmeleyle değnek vururken
biri görür; sebebini sorar ve öğrenir. Bunun üzerine: “Vaktinde gaflet etmeyip
de bir besmele çekeydin kâfî gelirdi ve daha kârlı olurdu” der. Ârif olan
anlar...
İşlere
ism-i ilâhî ile başlamak âdet değil, umûmî menfaat için Resûlüllah S.A.V.’in
emridir. Topyekün kâinâtın sahibi olan Allahü Teâlâ’nın mülkünde, bir işe O’nun
ismiyle, O’nun izniyle başlayan kişi yardım ve kolaylık görür; rahmet ve
berekete nâil olur.
Bir
haneye habersiz, bir bahçeye izinsiz girmek nasıl mümkün ve münasip değilse,
Mevlâ’nın mülkünde O’nun izni alınmadan yapılan işler de öyle abestir.
Bir
tabip hastasını muâyene ederken besmele çekse; o vücûdun Hâlik’ı onun
üzerindeki mânevî perdeleri açar ve tabip, isâbetli teşhiste bulunur. Değilse
tutuncaya kadar, gözü kapalı ateş eden nişancı gibidir. Kaç reçete değiştirir,
Allah bilir...
Mişkâtül
Envar’dan, Firdevs’il Ahbar sahibinden rivayet ettiği hadîs-i şerifte: “Bir
kimse Besmele-i Şerîfe yazılı kâğıdı hulûs-ı kalple, hürmet ve tâzimle yerden
kaldırsa, Allah indinde sıddıklardan yazılır ve onun ana babasından bu amel
sebebiyle azap hafifler, velev ki, müşrik dahî olsalar” buyurulmuştur.
İmam
Zendüstî Hz.: “Besmele-i Şerîfe, fazîletine nihâyet olmayan acâip bir deryadır”
demiş....
Mev’iza
kitaplarında meşhurdur: Bişr-i Hafî Hz. bidâyet hâlinde, meyhane
müdâvimlerindendi. Bir gün sarhoş halde sallanıp giderken yolda, Bismillâhirrahmânirrahîm
yazılı bir kâğıt gördü. onu yerden kaldırıp yüzüne, gözüne sürdü, temizledi ve
büyük bir tâzimle onu yuttu. Meyhane köşesinde uykuya vardı. Cenâb-ı Hak onun
bu muâmelesini hoş görüp makbul kıldı. Tâbiî’nden evliyâ-i ârifînden Hasan-ı
Basrî Hz.’ne ilham olundu: “Filan meyhanede bizim Bişr nâmında bir dostumuz
var. selâmımızı ona eriştir.”
Hasan-ı
Basrî uyandı, meyhane kapısına vardı. “Burada Bişr isminde bir kimse var,
benden selâm edin, kapıya gelsin. Ona müjde var, tebşir edeyim” dedi. Harâbâtî
gelip “Ey Bişr! Hasan Basrî kapıda, seni istiyor. Ona büyük bir müjdem var,
agelsin söyleyeyim diyor” dedi. Bişr bu
sözden şaşkın ve hayran,”Hasan Basrî’nin benimle ne münâsebeti var ki, meyhane
kapısına gelsin de beni istesin?” diyerek kapıya geldi. Hasan Basrî Hz. ona
hürmetkâr bir tavırla: “Yâ Bişr! Sana müjdeler olsun. Allahü Azîmüşşân sana
selâm etti. Bişr kulumun zulmet ve dalâletini nûr-i hidâyete tebdil ve hak yola
vasıl eyledim...” buyurdu.
Bişr,
bu sözleri işitince kalbinde değişen hallerle coştu, feryâd ü figan ile “İlâhî,
bu âsi ve mücrim kulun ne sebeple saâdet ve lütf-i ilâhîne müstahak oldu?”
dedi.
Hâtıftan
bir sedâ işitti:
–Sen
bizim ismimize ta’zim ettin ve onu tatyip ettin. Biz de seni yüceler katına
yükselttik!..”
bir
sarhoş, Allah ismine hürmet etmekle bu mertebe izzet ve kerâmete nâil olursa,
bir mümin onu kalbine, ruhuna yerleştirir ve hayatı boyunca onunla ünsiyet
ederse, hangi mertebelere erişmez!...
“Kütâbullah’ın
diğer harflerinden biriyle değil de “Be” ile başlamasının hikmeti nedir?” on
nükte getirildi. Bunlardan biri de şudur:
Elestüb birabbiküm= Bensizin Rabb’iniz değil miyim? Hitâb-ı izzeti’ne
insanoğlundan sâdır olan ilk sözün BELÂ, ilk harfin “BE” olmasıdır.
***
Şerh-ı
Meşârık’ta olduğu gibi bazı büyük âlimler: “ALLAH” ism-i celîli, İsm-i
Â’zam’dır” dediler.
–İsm-i
Âzam’ın şartı odur ki, onunla duâ olunursa, kabul makamına ulaşır, bir şey
talep edilirse verilir. Halbuki biz duâ ediyoruz, kabul olunmuyor, diye, sual
edilirse, cevabımız şu olur:
–Duâda
riâyet edilmesi lâzım gelen usuller vardır. Namazın kabul edilmesinin şartları
olduğu gibi... Her şeyden önce insan helâl lokma yemeli, nefsini ıslah
etmeli...
A.C.: “Dinde
ihlâslı olarak Allah’a ibâdet edin.” (Mü’min, 14)
Kalp
huzuru olmadan lisanla yapılan duâ,boş sayha ve kapı önünde gürültüden ibârettir.
***
H.Ş.:
“Evvelinde Besmele-i Şerîfe okunan duâ ret olunmaz.”
***
“ERRAHMÂN”: Lügatte “Rikkat-i Kalb” mânâsınadır. Âfetleri
defeden, mümin ve kâfir bütün mahlûkatın rızkını ihsan eden... demektir.
“ERRAHÎM”: Merhametli, istenilirse ihsan eder. İstenmezse
gazap eder... Âdemoğlu ise istenilirse gazap eder. Malum olsun ki, “Rahmet”,
Zât’ın sıfatlarındandır. Bu da hayır ihsan edip şerri def etmektir. Allahü
Teâlâ bu sıfatla sıfatlanmasa idi, mevcudatı yaratmazdı.
Hadîs-i
şerifte: “Allahü Teâlâ’nın yüz rahmeti vardır. Birisini dünya ehlinin tamamına
verdi. Doksan dokuzunu kullarına âhirette rahmet etmek için (âhirete) tehir
etti” buyurulmuştur.
Rahmet
umûmî ve husûsî, olmak üzere iki kısımdır. Ve her ikisi de, Besmele-i Şerîfe’de
vâkî olmuştur.
Allahü
Teâlâ’nın üç bin ism-i şerîfi vardır. Yalnız bin adedini Melâike-i Kiram
bilir... Binini peygamberler bilir... üç yüzü Tevrat’ta, üç yüzü İncil’de, üç
yüzü Zebûr’da ve doksan dokuzu ise Kur'an-ı Kerîm’de olup, Bârî Teâlâ birini
gizledi. Sonra üç bin esmâ-i ilâhiyenin mânâsını üç isimde topladı. Her kim
mânâsını anlayarak ve hulûs-i kalple Besmele-i Şerîfe’yi okursa, cümle esmâ-i
ilâhî ile Allahü Teâlâ’yı zikretmiş olur.
H.Ş.:
“Mi’rac gecesi bana cennetler gösterildi. Orada dört nehir gördüm. Biri su;
ikincisi süt; üçüncüsü cennet şarabı; dördüncüsü bal nehri idi. Cebrâil
A.S.’dan sordum:
–Bu
nehirler nereden akar, nereye dökülür?..
Cebrâil
A.S.:
–Havz-ı
Kevser’e dökülür, lâkin nereden geldiğini bilmiyorum yâ Rasûlallah! Allahü
Teâlâ’dan niyaz eyle, sana bildirir ya da gösterir...
Rasûlüllah
S.A.V.: Niyaz ettim. Bir melek gelip selâm verdi ve “Yâ Muhammed gözlerini kapa”
dedi. Gözlerimi kapadım. Sonra “Aç” dedi. Açtım, kendimi bir ağacın altında
buldum. Orada kapısı kırmızı altın, kendisi beyaz inciden büyük bir kubbe
gördüm ki, insan ve cinlerin cümlesi o kubbenin altında toplansa, bir dağ
üzerine oturmuş kuş gibi kalır.
O dört
nehir o kubbenin altından akıyordu. Dönmek istedim, melek bana “Neden o kubbeye
girmiyorsunuz?” dedi. “Nasıl gireyim, kapı kilitli ve bende anahtarı yok”
dedim. Melek bana “Onun anahtarı, Bismillâhirrahmânirrahîm’dir” dedi. Kilidi
tutup Bismillâhirrahmânirrahîm dedim, kapı açıldı. Kubbeye girdim. O dört
nehir, dört rükünden akıyordu. Dört rükün üzerinde de Bismillâhir-rahmânirrahîm
yazılı idi. Gördüm ki:
Su
nehri Besmele’nin Mim’inden,
süt nehri Allah (lâfza-ı celâl)’in “He”sından, cennet şarabı “Errahmân” ism-i celilinin Mim’inden, ve bal nehri “Errahîm” ism-i şerifinin Mim’inden çıkıyordu. Anladım ki, dört nehrin aslı
Besmele-i Şerîfe’dendir. Ve Allah azze ve celle buyurdu: “Yâ Muhammed!
ümmetinden her kim beni kalbi riyâdan hâli olduğu halde şu isimlerle zikreder,
yani Bismillâ-hirrahmânirrahîm derse, o kimseyi o nehirlerden sularım.”
* * *
Hikâye:
Mûsa
A.S. bir gün şiddetli karın ağrısına tutuldu. Devâ için Cenâb-ı Hakk’a
münâcatta bulundu. Allahü Teâlâ bir nebâttan ilâç yapmasını bildirdi. O ottan
yedi, şifâ buldu.
Sonra o
ağrı yine geldi. Tekrar o ilâcı içti, bu defa ağrı arttı. Tekrar münâcât etti.
“İlâhî, bu yediğim ebât yine evvelki idi, bu defa bana şifâ değil, şiddet
verdi” dedi. Cenâb-ı Hak: “Önce benim ism-i pâkimle ve ilâhî irâdemle şifâ
buldun. Bu defa, benden yardım talep etmeyi unuttu kendi muradın üzere teşebbüs
ettiğinden hastalığın şiddet buldu. Bilesin ki, dünya öldüren zehirdi. Onun
ilâcı ism-i pâkimdir.
Besmele’nin
mânâsı: “Ebtedeü Bismil-lah”tır.
Tahfifen “Ebtedeü”
kaldırıldı. Bu da, Besmeleyle başlayan kimsenin işinde kolaylık, hafiflik ve
mazhariyet olduğuna delildir. AllahÜ Azîmüşşân o ism-i şerifi, ihsanına delil
ve vesile kılmıştır.
Hikâye:
Firavun
ulûhiyet iddiâ etmezden önce, kâşânesinin kapısı üzerine
Bismillâhirrahmânir-rahîm yazmıştı. Sonra ulûhiyet iddiâ ettiğinde, Musa A.S.
tebliğ ve irşadının ona tesirini göremeyince, Cenâb-ı Hakk’a münâcâtında: “Yâ
Rabb’î, Firavunda hayırdan eser ve iman etmesine alâmet göremiyorum” diye ümit
kesip cezalandırılmasını talep etmişti.
Allahü
Zülcelâl Hz.: “Yâ Mûsa, sen onun küfrüne bakıyor, helâkini istiyorsun. Ben
Azîmüşşân ise, kapısı üzerine yazdığı ism-i pâkime nazar ediyorum” buyurdu.
Demek
oluyor ki, o güzel kelime-i kudsiyeyi kapısı üzerine yazan kâfir de olsa kârını
görüyor. Ya, evvel ömürden âhir nefese kadar kalbine nakşedip onunla ünsiyet
eden neler görmez!...
Allahü
Teâlâ, Zât-ı Pâkine, Rahmân ve Rahîm isimlerini verişken kullarından rahmetini
esirgemez.
Rivâyet
olundu ki: Bir sâil, yüksek bir kapı gördü. sahibi de kapısı gibi şânı yüce,
ihsanı boldur, diye yaklaşıp “Allah için bir şey verir” dedi. Sâilin umduğundan
az bir şey verildi.
Sâil
ertesi günü bir kazma ile gelip, kapıyı tahribe başladı. “Bu cüretkârlığa sebep
nedir?” dediler. “Ya kapıyı küçültün, ya ihsanı büyütün” dedi.
“Allah”
ism-i şerifi kahr ü kudrete, ulüvvü şâna işârettir. Lafzatullah’ın akabinde
Rahmân ve Rahîm ism-i şeriflerinin zikredilmesi, rahmetinin kahrına ve gazabına
galip olduğuna delildir.
Allahü
Teâlâ kullarına şöyle murat eder ve buyurur:
–“Ey
kulum, senin tâatine düşman olan şeytan isimli biri var. her amele başlarken
ism-i celîlim olan Bismillâhirrahmânirrahîm ile onu muhafaza altına al ve
nefsini Allah’ı zikirle meşgul et ki, iki cihanda mesut olasın.”
Rivâyet
edilmiş: Resûlüllah S.A.V. kullanmış olduğu yüzüğü Hz. Sıddîk R.A.’e verip
üzerine “Lâilâheillallah”
yazılmasını emretti. Sıddîk –ı Ekber R.A. mühürcüye:
“Muhammedün
Resûlüllah” yazılmasını da emretti.
Yazıldıktan sonra, Yüzüğü huzur-i saâdete takdim eylediğinde “Lâilâheillallah
Muhammedün Resûlüllah – Ebû Bekir Sıddîk”
ibâresi görüldü. Fahr-i Âlem S.A.V.:
“Bu
fazlalar nedir yâ Ebâ Bekir?” buyurdular. Hz. Sıddîk R.A. sıkılarak: “Yâ
Resûlallah, mübârek isminizi, İsmüllah’tan ayırmaya gönlüm razı olmadı.
Bâkisini ise ben emretmedim” dedi. O esnâda Cebrâil A.S. nüzûl etti. “Yâ
Resûlallah, Ebu Bekir’in ismini ben yazdırdım. Zirâ o ism-i şerîfinizi, ism-i
ilâhîden ayırmaya razı olmadığı gibi, Hak Teâlâ da, Ebu Bekir ismini, ism-i
şerifinizden ayırmaya razı olmadı” dedi.
Hz. Ebu
Bekir Sıddîk büyük bir ihlâsla işlediği şu ameliyle böyle büyük devlete ve
kerâmete nâil olunca, dâim zikrullah ile kalbini ve lisanın süsleyen ve nûr-i
ilâhî ve esmâ-i ilâhiye ile ünsiyet eden bir insanın, nice kerâmet ve
inâyetlere mazhar olacağı beyana muhtaç değildir.
Nuh
A.S. gemiye bindiğinde: “Bismillâhi mecrâhâ ve mürsâhâ inne Rabbî
legafûrur-rahîm” (Hûd,41) okudu,tûfandan kurtuldu, selâmete erdi. Bu,
Besmele-i Şerîfe’nin yarısıdır. Ömrünün sonuna kadar, Besmele-i Şerîfe’nin tamamıyla ünsiyet eden ise, her felâketten
selâmet bulur.
Süleyman
A.S. “İnnehû min Süleymâne ve innehû Bismillâhirrahmânırrahîm” (Neml, 30) kavl-i kerîmiyle dünya ve âhiret mülküne sâhip oldu.
Umulur ki, Besmele-i Şerîfe ile kalp ve lisanını ubûdiyet nurlarıyla süsleyen mümin
de dünya ve âhiret mülküne nâil olur. Enbiyâ-i mürselîn üzerinde vâkî ve
Kur'an-ı Kerîm’le beyan edilen cümle hâdisât, insanların ibret almaları için
zikredilmiştir.
“Bismillah”daki
“Be”, “Muhsin” mânâsınadır. “Birr” ism-i şerifinden alınmıştır.
Mâlumdur
ki, Cenâb-ı Ekremül Ekremîn, dünya âleminde mümin kullarına çeşitli nîmet ve
kerâmetler ihsan edici olduğu gibi, Âhiret âleminde de cemâli “Bâ” kemâliyle
ikram kılıcıdır.
Besmele-i
Şerîfe’nin “Sin”i “Semî” ism-i şerîfinden alınmış olup “ Hak Teâlâ Arş-ı
Â’lâ’dan tahtesserâ (yerin altına) kadar kullarının duâ ve nidâlarını işitir”
demektir.
Rivâyet
edildi ki; Eshâb-ı Kiram’dan Zeyd b. Hâris R.A., bir münâfıkla beraber Tâif’e
müteveccihen yola çıktılar. Yol üzerinde bulunan bir mağarada biraz istirahatla
uykuya dalan Zeyd R.A.’ı o münâfık öldürmek kastiyle, fırsattan istifâde bağladı.
Hz. Zeyd uyandı: “Beni niçin öldürmek istiyorsun?” dedi. Münâfık: “Sen
Muhammed’i seversin. Ben ise buğz ederim” dedi.
Herifin
münâfık olduğunu, yalvarmanın fayda vermeyeceğini anlayan Zeyd R.A. me’yüs bir
tavırla ve kemâl-i hüzünle, Kalbini Server-i Kâinât, Rahmeten-lil-Âlemîn’in
kalbine bağlayıp Mevlâ-i Müteâl’den imdat dileyerek “Yâ Rahmân, eğısnî= Bana
imdât et ey Rahmân” niyazında bulundu. O anda hâtıftan:
-“Yazıklar
olsun, onu öldürme” diye dehşet verici bir sedâ işitildi. Münâfık dışarı
fırlayıp etrafı araştırdı, kimseyi göremedi, tekrar öldürmeye teşebbüs etti. Bu
defa daha yakından “Yazıklar olsun sana, öldürme onu” sedâsı duyuldu. Münâfık
tekrar dışarı fırladı ve eli kılıçlı bir süvari ile karşılaştı ve o süvari tarafından
öldürüldü. Sonra süvari Cenâb-ı Zeyd’i çözüp “Beni tanır mısın? Rabbül izzet ve
tekaddes hazretlerinin emirlerini îfaya memur bulunan melek Cibrîl’im. Cenâb-ı
Erhamür-râhimîn’den yardım dilediğin zaman yedinci kat semâda idim. Allah
tarafından “Kulumu kurtar” fermânı sâdır oldu. İkinci sedâyı işittiğinde dünya
semasındaydım. Üçüncüde münâfığın işini bitirdim” buyurdu.
Bismillâh
denildiğinde: “Ey İnsanlar, biliniz ki, ben hayatım devam ettiği müddetçe
“Allah” derim. Öldüğümde “Allah” derim. Kabir suâlinde “Allah” derim. Kıyâmet
günü mahşerde “Allah” derim. Amel defterim verildiğinde “Allah” derim.
Amellerim tartıldığında “Allah” derim. Sıratı geçtiğimde “Allah” derim. Cennete
girdiğimde “Allah” derim. Ve Cemâl-i İlâhî ile müşerref olduğumda “Allah”
derim” mânâsı anlaşılır.
Ebu
Hüreyre R.A. rivâyet ediyor: Resûlüllah S.A.V. buyurdu:
–“Yâ Ebâ
Hüreyre! Abdest aldığında Bismil-lâhirrahmânirrahîm, de. İsm-i Pâk-i ilâhî ile
başla. Amelleri kayda memur olan abdestten ayrılıncaya kadar amel defterine
hasenât yazarlar.
Ehline
yakın olacağında, Bismillâhirrahmâ-nirrahîm de. Gusül edinceye kadar amel defterine
hasenât yazılır. Şâyet o sebepten çocuk vücûda gelirse, onun nefesleri adedince
ve çocuğun nesli kesilinceye kadar cümlesinin nefesleri adedince hasenât
yazılır. Hayvana binerken, Bismillâhirrah-mânirrahîm, de adımları adedince
hasenât yazılır.
Gemiye
binerken, Bismillâhi mecrâhâ ve mürsâhâ inne rabbî
legafûrurrahîm, oku. selâmete sebep ve hasenâta
vesîle olur.”
Kezâ
bir hadîs-i şerifte: “İnsanoğlu elbise çıkarırken Bismillâhirrahmânirrahîm
derse, bu, kendisi ile cin tâifesi arasında perde olur,” buyurulmuştur.
Besmele-i
Şerîfe cin tâifesi ile senin aranda şerlere mâni bir perde olunca, Âlem-i
Âhirette de zebanîlerle senin aranda mânî ve perde olur.
* * *
Hikâye:
Rum
kayseri Hz. Ömer’e mektup yazıp “Sükûn bulmaz bir ağrıya müptelâ oldum. Bana şifâ
verir bir ilâç gönder” diye ricâ eder Hz. Fârûk R.A. bir külah gönderir.
Kayser, başına koyar sükûn bulur; çıkarır, ağrı geri gelir. Merakla “Bu külahta
ne var?” diye araştırır. İçinde Bismillâhir-rahmânirrahîm yazılı bir kâğıt bulur.
H.Ş.:
“Abdestte besmele çekmeyenin yalnız yıkadığı yerler temizlenir. Besmele ile
başlayanın bütün bedeni temizlenir.”
Hikâye:
Bir
kısım müşrikler Hz. Hâlid’e geldiler. “İslâm dâvâsı edersin! Bir âyet, bir
kerâmet göster de İslâm olalım” dediler. Hz. Hâlid R.A. bir miktar öldürücü
zehir getirtti, Bismillâhirrahmânirrahîm dedi, tamamını içti, sıhhatine hiçbir
zarar gelmedi. Bu hâli gören müşrikler “Hak Din budur” diyerek Müslüman
oldular.
Hikâye:
Îsâ
A.S. bir kabristandan geçerken bir mevtaya azap olunduğunu, nübüvvet nûruyla
gördü, üzüldü. Dönüşünde aynı meyyite melekler tarafından ikram olunduğunu
müşâhede etti. kısa zaman içinde vâkî bu değişikliğe hayretle Cenâb-ı Hak’tan
azâb-ı ilâhînin nîmet-i sübhânîye tebdil ediş sebebini niyaz etti.
–Bu
kişi isyanı yüzünden azap görüyordu. Vefâtından sonra, hâmile olan hanımı bir
çocuk doğurdu. Onu büyüttü, mektebe gönderdi. Bu gün muallim o çocuğa
Bismillâhirrahmânirrahîm’i öğretti. Yeryüzünde evlâdı ism-i pâkimi okuyup zikrederken,
yerin altında onun atasına azap etmeyi şân-ı ulûhiyetime lâyık görmeyip atasını
bağışladım” nidâsı geldi.
Büyük
âlimlerden Ömer’ül Fergânî Hz.’den sordular:
–Cünüp
ile hayızlı kadın Kur’an okumaktan men edilir de, bunların besmele okumasına
neden müsâade edilir?.. dediler.
“Besmele ilâhî sevgi ile sevdiğini zikretmektir.
Seven kimse sevdiğini zikretmekten men edilmez” diye cevap verdi.
***
Âriflerden
biri bir kâğıda Besmele-i Şerîfe’yi yazıp kefenine koymayı vasiyet etti.
“Faydası
nedir?” dediler.
–“İlâhî!
Bize bir kitap gönderdin. O kitâb-ı kudsînin unvanını Bismillâhirrahmânirrahîm
kıldın. İşte ben bu âleme onunla geldim. Onun kutsiyet ve şânı hakkı için âciz
kuluna onun unvanına göre muamele buyur, derim” cevabını verdi. Yânî rahmet ve
mağfiret dileği...
***
Nitekim
Sure-i Tevbe kıtal ile alâkalı olduğundan evvelinde Besmele-i Şerîfe
getirilmedi.
***
Hayvan
keserken de Rahmân ve Rahîm ism-i şerifleri zikredilmez, sadece “Bismillâhi
Allahü ekber” denir. Sünnet olan da budur. Zirâ o anda Rahman ve rahîm ism-i
şeriflerini zikretmek münâsip değildir.
***
Kalem-i
Âlâ’nın Levh-i Mahfuz’a yazdığı bu âyet-i celâle, okumaya devam edenler için
emandır.
Hadîs-i
Kudsî’de Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Kur'an-ı Kerîm tilâvetinde ve namaz
kılarken besmele çeken için ölüm acısı hafifler, kabir darlığı yok olur.
kabirde sual melekleri onu korkutmaz, ona ağır muâmele olunmaz, rahmetim onun
üzerine olur. Kabri, görebildiği kadar geniş ve nurlu olur. Kabrinden kalkarken
cismi beyaz ve parlak olarak kalkar. Hesabını kolay görürüm. Mizanda iyi
amellerini iyi getiririm. Cennete girinceye kadar sırat üzerinde tam nur
veririm. Arasât meydanında onun hakkında saâdet ve mağfiretimi bir münâdî ile
ilân ederim...”Resûlüllah S.A.V.: “Ümmetim bu âyet-i celileyi okumaya devam
ettiği müddetçe Allahü Teâlâ, bu âyet-i celîleyi her hastalığa şifâ, her derde
devâ, fakirlik ve zarûretten kurtulmaya, azaptan uzaklaşmaya, kusurlardan korunmaya
vesîle kılar” buyurmuştur.
***
“Be”
harfi, Allahü Teâlâ’nın Behâ ü hüsn-i cemâline, güzellik ve izzetine; “Sin”
harfi, şânının yüceliğine; “Mim”, mülk ve saltanata, kuvvet, kudret
tasarruf,kahır ve galebesine işârettir.
Besmele-i
Şerîfe cennet bahçelerinden bir bahçedir.
“Be”,
Bârî ism-i şerifine delâlet eder... her şeyin hâlikı...
“Sin,
“Mim” de öyle...
“Bismillâh”
deyen Allahü Teâlâ’nın af ve mağfiretine mazhar olur.
Besmele;
okuyanların, zikredenlerin zenginliğidir. Kuvvetliler için yükseliş,zayıflar
için sığınak, sevenler için nur, âşıklar için sürur...
Besmele,
ruhların huzuru...
Besmele
bedenlerin kurtuluşu, kalplerin nuru,işlerin nizamıdır. Sağlamların tâcı,
kavuşanların ışığı, âşıkların zikridir...
Besmele,
kullarını liyâkatlerine göre şerefli ve aşağı kılan Mevlâ’nın ismidir. Ateşi,
düşmanlarına; Ru’yet-i cemâlini, dostlarına va’deden Zât-i Sübhânî’nin ismidir.
Besmele,
varlığı adetle olmayan BİR’in ismidir.
Besmele,
sonu olmayan BÂKÎ’nin ismidir.
Besmele,
zâtı ile kaim olanın ismidir.
Besmele,
her sûrenin başı ve anahtarıdır... Ve yalnızları kendisi ile şereflendirenin
ismidir.
Besmele,
rahmeti tam ve kâmil olanın ism-i şerifidir.
Besmele,
zanları güzel kılanın ism-i şerifidir.
Besmele,
“Ol” emriyle her şeyi bir anda yaratanın ism-i şerifidir.
Sen,
harf harf Besmele’yi söyle, biner biner sevap kazan. Günahlarını azalt. Bir
kimse diliyle, “Bismillâhirrahmânirrahîm” dese, dünyayı; kalbiyle dese, âhireti; sırrı ile dese,
Mevlâ’yı müşâhede eder.
Besmele-i
Şerîfe öyle bir kelimedir ki, onu söyleyen ağız temizlenir.
Besmele-i
Şerîfe öyle bir kelimedir ki, onunla gam
devam etmez, gider.
Besmele-i
Şerîfe öyle bir kelimedir ki, onunla
nîmet tamam olur.
Besmele-i
Şerîfe öyle bir kelimedir ki, onunla
sitem, eziyet ve azap kalkar.
Besmele-i
Şerîfe öyle bir kelimedir ki, onunla
ümmet diğerlerinden seçilmiştir.
Besmele-i
Şerîfe öyle bir kelimedir ki, Celâl ve Cemâl arasını birleştirmiştir.
Bismillâh,
Celâl içinde Celâl; “Errahmâ-nirrahîm” Cemâl içinde Cemâldir.
Sen
“Bismillâh” de. Çünkü Allahü Teâlâ’ya kavuşan ancak bununla kavuşur, sonra tâat
nuruyla müşâhedeye erer. Sevgiyle kavuşan, elemden ve gamdan kurtulur. Allah’a
kavuşan, şakîlikten emin olur.
Dünyadan
nefret ve âhirete rağbet edene Allahü Teâlâ rahmet etsin.
Hadîs-i
şerifte: “Besmele-i şerîfe nazil olduğunda, bulutların doğuya doğru çekildiği,
rüzgârın dindiği, denizlerin coştuğu, yabâni ve diğer hayvanların kulak verip
dinlediği, şeytanların gökyüzünden kovulduğu ve Allahü Teâlâ’nın bu şerefli
ismi bir hastaya okunduğunda şifâ bulacağı, bir şeye dokunduğunda bereketli
olduğu ve izzet ile celâline yemin ettiği,bir kimse besmeleyi okusa, cennete
gireceği “ beyan buyuruldu.
Ey
kâinâtı yaratan Rabb’im! Kitâb-ı Kerîm’in evvelinde rahmet sıfatını bildirdiğin
gibi, zayıf ve âciz kullarını, zât-ı ulûhiyetine lâyık bir sûrette rahmetinden
müstefît eyle!
(İmam-ı
Birgivî Hz.’nin “Besmele” risâlesi ile, Sırrı Paşanın “Esrar-ı Fâtiha” isimli
eserlerinden alınmıştır.)
* * *