Hz. Allah (cc) Kur'an-ı Kerimdeki muhtelif ayetlerinde, er­kek ve kadınların muayyen yerlerini örtmelerini emir bu­yurmuş, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de hadis-i şeriflerinde bu hususu izah etmişlerdir. İslam ulemasının tamamı, fıkıh kitaplarında izah edilen şekli ile tesettürün farz olduğunda ittifak etmiş, müslümanlar da asırlardan beri bu farzı yerine ge­tirmeğe çalışmışlardır. Bu sebeple örtünmek diye bir farizanın olduğunu kabul etmek dinen şarttır. İnanmayan kafir, inandığı halde örtünmeyen kimse ise günahkar olur. Mevlamız (cc) Hz. leri Kur'an-ı Keriminde,

"Ey Peygamber, zevcelerine de, kızlarına da, mü­minlern hanımlarına da söyle, cilbab'larından üze­rini sıkıca örtsünler. Bu (tesettür) onların tanınmalarına, (iffetli olduklarının bilinmesine, adi kadınlardan olmadıklarının anlaşılmasına) ve eza olunma­malarına daha münasiptir. Allah (c.c.) Gafur ve Ra­him'dir. (Yani geçmiş günahlarınızı affeder. Veya Gafur ve Rahim olduğu için kadınların ezaya maruz kalmalarını iste­mez. Onun için örtünmelerini emreder.) buyurmaktadır.

.

.

Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

Bu eser incemeseleler.com ile internete müsadeli olarak kazandırılmıştır.

Eseri başka sitelerde yayımlamak yasaktır !

Cilbab, kadını yukardan aşağıya kadar örten dış elbise olduğuna göre, kadınların evlerinin içersinde giydikleri iç elbi­seleri ile dışarıya çıkmamaları, çıktıkları zaman üzerlerine cil­bablarını almaları bu ayeti kerime ile emredilmekte, böylece kadının hür ve iffetli olarak tanınması, kendisine taarruzun yapılmaması için tessettürün en münasip kıyafet olduğu ifade edilmektedir.

Hz. Allah (c.c.) erkeklerin ne ile örtüneceklerinden hiç bah­setmediği halde kadınların örtünmelerinden bahsederken "Cilbab" ı zikretmektedir.

\

Ortaya çıkan en kuvvetli görüşe göre Cilbab, kadının başını

ve yüzünün bir kısmını örttüğü, fazlasını göğsü üzerine sarkıttığı, Anadolumuzda atkı, şal ve poşu denilen, kadınların sokağa çıkarken iç elbiselerinin üzerine attıkları, dört köşe ve kolsuz bir kumaştır. Bununla beraber cilbabın, memleketimiz de bazı Müslüman hanımlar tarafından kullanılan Çarşaf ma­nasına gelmediğini iddia etmek hem imkansız, hemde lüzum­suzdur. Fakat kadının tesettürü için çarşafı şart koşmak, daha da ileri giderek başka elbiselerle tesettürü caiz görmemek, teset­tür noktasından İslami sahayı daraltmaktan, başka bir şey değildir. İnsanların buna müdahele etmesi, hüküm ve şart ilave etmesi, caiz ve kafi olanın caiz ve kafi olmadığını iddia et­mesi düşünülemez.

Peygayberimiz (s.a.v.)

"Helal, Allah'ın kitabında helal kıldığı, haram da Allah (c.c.) ın kitabında haram kıldığıdır. Allah'ın sü­kut ettiği (helal veya haram kılmadığı) ise affedilenden (mübah kılınandan) dır" buyurmuşlardır. Demek ki açıkça emredilmeyen veya yasaklanmayanlar, Allah (c.c.) Hz.lerinin affettiklerinden (mübah kıldıklarınclan) dır.

Sevgili Peygamberimiz bu hadis-i şerifi "tereyağı ve pey­nir yemekle, kürk giymenin caiz olup olmadığına" dair sorulan bir soru üzerine irad buyurmuşlardır. Bu hadis-:i şeriften de anlaşılıyor ki tesettürün muayyen bir kıyafetle olması şart değildir. Müslüman erkek ve kadının kafirin küfrüne simge olmayan, ve dinimizin aradığı vasıflara sahip elbise ile örtünmesi kafidir. "Müslümanların güzel gördüğü Allah (cc) indinde de güzeldir." buyurmuşlardır.

Mevlamız (c.c.) kadınların tesettürü hususunda Cilbab'ı zik­rettiğine göre zikri geçmeyenlerle tesettür caiz ve kafi değildir diye iddia etmek, yanlıştır. "Üşümemeniz için hırkanızı giyi­niz." denilince soğuktan korunmanın başka elbiselerle müm­kün olmayacağını iddia etmenin akıl ve mantığa ters düştüğü gibi. Burada şunu da ilave etmek lazımdır ki, çarşaf müslü­manların icat ettikleri bir elbise olmayıp, bilakis yabancıların icat edip giydikleri, muhtelif sebeplerle sonradan memleketi­mize girmiş olup, müslüman kadının tek dini kıyafeti değildir. Kafirlerin küfürlerine simge olmadığı için giyilmesi sadece ca­izdir.

Bazı müslüman hanım kardeşlerimizin ise, mantoyu, garplıların icadı diye giymediklerine, giyilmesini caiz görme­diklerine dair haberler ortalıkta dolaşmaktadır. Meselenin aslına vukufu olmayanların ileri sürdüğü bu fikirler, bazı müs­lümanları tereddüt ve tedirginliğe sevk etmektedir. Elbisenin kimler tarafından icat edildiği mühim olmayıp, "gayri müslim­lere has bir kıyafet olup olmadığı" mühimdir. Dikkat edilecek husus, giydiğimiz veya giydirdiğimiz elbiselerin kafirlere has ve kafirlik alameti olmaması ve İslami ölçülere uyup uymaması hususudur.

Şu hadis-i şerif buna şahitdir:

"Peygamberimiz (s.a.v.) Rumi olan (diyar-ı Rumda Rumlar tarafından icat edilip yapılan) ve kolları dar olan cübbeyi giymiştir." Yine Peygamberimiz, (s.a.v.) Habeşistan Kralı Necaşi'nin gönderdiği mestleri giymiş ve üze­rine meshetmişlerdir.

Müslüman hanımlar tarafından giyilecek manto veya per­düsünün, şekli ve hudutları sevgili Peygamberimiz(s.a.v.) ta­rafından, çizilen dış elbise efsafına uygun olması lazımdır. Zira örtünme emri geldiği zaman Peygamberimiz (s.a.v.) kızlarını ve hanımlarını toplayarak "Allah, (c.c.) Hz. leri örtünmenizi emrediyor" buyurmuş ve dış elbisenin hudutlarını (izah edi­len şekilde) çizmiş, dış elbiselerini giymeden hanımların na­mazgaha dahi gelmemelerini emir buyurmuşlardır. Hicretin 5.nci yılında nazil olan örtünme ayetleri Müslümanlara tebliğ edilince, bir gece içinde bütün hanımlar örtünmüşler, Cilbab temin edemeyen hanımlar, muhtelif elbiselerini yırtarak Cilbab (dış elbise) haline getirmişler sokağa ondan sonra çıkmışlardır. Müslüman hanımların çok kısa bir zamanda örtünmelerini hazmedemeyen Yahudiler, uzun bir ipin ucuna taktıkları çen­gelli diken ağaçlarını, müslüman hanımların, üzerine örttük­leri Cilbablarını, onların haberleri olmadan takıp çekerek düğmesiz olan bu elbiseleri düşürmek suretiyle onlarla alay etmeğe kalkışmışlar, müslüman erkekler de Yahudilere an­ladıkları dilden cezalarını vermişlerdir.

Yahudi aynı Yahudidir. Bugün de asrilik ipinin ucuna taktığı moda çengeli ile müslüman hanımın hem dış ve hem de iç elbisesine musallat olmuş, kadınımızın iffet ve namus şiarı olan elbisesini saymağa çalışmağa devam edegelmiştir. Onun için müslümanlar her zamankinden daha fazla dikkat edip, on­ların çengellerini ellerinin tersi ile itip, bu çirkin niyetlerine kalbi ile de buğz ederek en güzel ve en müessir cevabı vermeli­dirler.

.

.

Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

Bu eser incemeseleler.com ile internete müsadeli olarak kazandırılmıştır.

Eseri başka sitelerde yayımlamak yasaktır !

 

Giyinmenin dini ve ahlaki ciheti olduğu gibi, tıbbi ciheti de şüphesiz vardır. Zira dinimizin hedeflerinden birisi de sıhhati korumaktır. Giyinip örtünmeden sıhhati muhafaza etmek mümkün olmadığına, tıbbın da mevzuu insan sağlığı olduğuna göre, dinimiz gibi tıb da giyinmeği emreder. Hz. Allah (cc) "Kendi elleriniz ile kendinizi tehlikeye atmayınız." bu­yurmaktadır .

(Bakara suresi. ayet: 135)

Demek ki müslüman, sağdan soldan esen, insanları madde­ten ve manen perişan eden moda rüzgarlarına göre değil de mevlamızın estirdiği rüzgarlara ve yarattığı iklim şartlarına göre, sıhhatini muhafaza edecek olan elbiseler ile giyinip örtünmelidir. Giyilen elbiseler iklim şartlarına uygun olması ile beraber, iş ve mesleğine münasip olması da göz önüne alınmalıdır.

Maalesef asrımızda bilhassa kadınlar modaya uygun şekilde giyinmeyi ön plana alıp, elbisenin sıhhi olup olmadığına dikkat etmediklerinden, manevi hastalıklardan başka bir takım maddi hastalıklara da düçar olmakta, hastahanelerin devamlı müşterisi, ilaç sektörünün de daimi tüketicileri haline gelmektedirler. Matbüatdan da öğrendiğimize göre hastaların çoğu kadınlardır. Bunun sebeplerinden birisi de modaya uyacağız derken kafi derecede giyinmemeleri, yine aynı sebepden gayri sıhhi elbiseleri tercih etmeleridir.

Dinimiz vücutlarımıza zulmetmeyi haram kıldığına göre vücutlarımızı sıkan, teneffüs etmeyen, sıktığı için vücutta şekli bozukluklara sebebiyet veren elbise ve ayakkabıları giymemiz di­nen caiz olmadığı gibi, tıbben de doğru olmaz. Müslüman, dini­nin ve sıhhatinin icabı olarak giyeceği elbisenin kumaşı ve modelinin sıhhatine uygun olup olmadığını bilmek mecburiyetin­dedir. Tıb otoriteleri dar elbiselerin, mesela dar yelek ve korsele­rin, bazı dahili uzuvların yerlerinin değişmesine sebebiyet ver­diklerini, dar pantolonların kısırlığa yol açtığını, naylon elbise ve çorapların bir takım cilt hastalıkları ve kaşıntı meydana ge­tirdiklerini israrla ifade etmektedirler. Modacılar ise giyimin sıhhi tarafını tamamen bir tarafa iterek, kadın ve erkekler için uydurdukları giyim kuşam şekillerini, kadın ve erkekleri birbir­lerine karşı tahrik eden çirkin bir vasıta haline getirmişlerdir. Kadınların yüksek topuklu ayakkabı giymelerini moda haline getirirken, yüksek topuğun ayağa verdiği şekli bozukluğu, giyene verdiği tarifsiz işkenceyi gözardı etmiş, kadının cazibe ve tahrik ediciliğini ön plana çıkarmıştır.

Tıb, insan için en sıhhi elbise olarak yün, pamuk ve keten­den mamül elbiseleri tavsiye etmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.) hazretleri de Arabistan sıcak olduğu için daha çok pamuk ve ketenden mamül olan elbiseleri giymişler, sıcağı az emdiği için de beyaz renkleri tercih edip "Dirilerinize beyaz (elbise) giydirin ölülerinizi de beyaz ile kefenleyin, byurmuşlardır.

Hz. Allah (c. c.) "Ey adem oğulları, semadan sizin için elbise indirdik" buyurmakla, insanlar için en uygun elbisenin, sema­dan indirilen yağmur sebebi ile meydana gelen (yerden bi­ten)lerden olacağına işaret buyurmuşlardır. (24) Bunlar da pa­muk; keten ve yağmurun sebep olduğu otlarla beslenen hayvan­ların yünlerinden imal edilen kumaşlardır.

İnsanlar için en ideal elbise, keten, pamuk ve yünden ma­mul olan elbiselerdir. Naylon elbiselere gelince, sıhhi ol­madıkları gibi ince olduklarından tesettür için de kafi değillerdir. Bilhassa bazı kadınlarımız tarafından giyilen, ince ve naylon bluz ve çorapların tesettür için kafi geldiğini söylemek mümkün değildir.              .

Dinimiz, müslümanın hayatının her safhasına hükümler koyduğu gibi giyinmenin şekli hakkında da hükümler koymuştur. Elbisenin en başta gelen şartlarından birisi, giyen kişiyi dinimizin istediği şekilde örtmesi, onun avret yerlerini kaybetmesi, sıhhi noktadan da bünyesine uygun olmasıdır. Daracık elbiselerin bu vasıfları haiz olduğunu söylemek müm­kün değildir. Öyle ise kadın ve erkeklerin giydikleri daracık, vü­cut hatlarını kaybetmeyen, bilakis ortaya döken, karşı cinsi tah­rik etmekten başka bir işe yaramayan elbiseler, sıhhate aykırı olduğu gibi tesettür için de kafi olamazlar. Tabii ki bu gibi elbiseler ile namaz ve benzeri ibadetleri eda etmek de caiz olmaz.

Peygamberimiz (s.a.v.) hazretleri, "Cehenneme gireceklerin bir kısmı da (ben onları henüz dünya gözü ile görmedim) giyindikleri halde (ince ve dar giyindiklerinden) çıplak olan, başları deve hörgücü gibi olan kadınlardır. Onlar sapıtmış ve sapıtıcıdırlar... Cezalarını görmeden cennete giremezler" hadis-i şerifleri ile bu noktaya işaret buyurmuşlardır.

 

24 Ruhu'l-Beyan Cilt: 3 Sahife: 147

.

.

Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

Bu eser incemeseleler.com ile internete müsadeli olarak kazandırılmıştır.

Eseri başka sitelerde yayımlamak yasaktır !

Manto ve pardesüyü giymek, dinimizin aradığı vasıfları haiz ise, tesettür için elbette kafidir. Fakat şurasını açıkça ve üzerine basarak ifade edelim ki, bu elbiseler, güzel görünmek, dikkatleri çekmek, kadının tabii zinetlerini ortaya dökmek için değil, örtünmek, kadının ancak helaline göstermesine izin veri­len tabii güzelliklerini gizlemek ve kaybetmek için giyilir. Bu da ancak kalın kumaştan, uzunca, bolca ve koyu renklerden yapılmış mantolarla mümkündür. Dikkati çeken renklerden yapılmış, cazibeliliği yine cazip olan bir eşarp ile ziyadeleştirilmiş, modeli garip olan ve bizzat kendisi, rengiyle mo­deli ile zinet haline gelen manto ve pardesülere gelince, firaset sahibi müslümanların bunları giymesi ve giydirmesi dini nok­tadan münasip olmaz.

Biz bu hususta müslüman hanımlara, pardesü ve eşarplarını giyerken vücutlarının endamını tamamlayan bir aksesuar olarak giyenleri değil de İslami iffet ve hayanın tim­sali olan islam büyüklerini, sultanlarımızı taklit etmelerini tavsiye ederiz.

Müslüman kadınlar kafire ve müşrike olan kadınlara zinetlerini gösteremezler. Başlarını onların yanında açamazlar.

Çünkü bu kadınlar müslüman kadınların zinetlerini erkeklere anlatırlar. Bunun içindir ki Hz. Ömer (ra) vali olan Ebu Ubeyde hazretlerine mektup yazarak, müslüman olmayan kadınların müslüman kadınlarla beraber hamamlara girmelerine mani olmasını emretmiştir.

Araplar İslamiyetten evvel de başlarını örterler, fakat eşarplarının uçlarını arkalarına, boyunlarına bağlayarak, ger­danlarını ve boyunlarındaki zinetlerini gösterirlerdi. Hz. Allah (c.c.) bu şekilde bir kapanmayı kafi görmeyip, çene altlarının, gerdanlarının, boyun ve boğazlarının da sıkıca kapatılmasını emir buyurmuşlardır. Kanaatimizce geniş ve kalın bir eşarbı çene altına iğnelemek veya sıkıca bağlanmış eşarbın uçlarını mantonun altına sokmak en muteber örtme şeklidir. Bu tak­dirde boyun ve boğazın tamamı ile omuzlardan bir kısmı ör­tülmüş olacak, sağa ve sola dönüldüğü zaman boyun ve boğazlar açılmayıp görülmeyecektir.

Şunu da ilave etmek lazımdır ki CİLBAB’ı bazı müfessirler, kadının başını ve vücudunun bir kısmı (omuzları ve göğüsleri)ni örten örtü diye tarif etmişlerdir. Buna göre, bazı müslüman hanımların başlarına örttükleri küçük ve ince eşarpların, bu manada CİLBAB vazifesi gördüğü düşünülemez. Çünkü Cilbab, başörtüsünün üzerine örtülen dış örtüdür ve bü­yüktür. Başörtünün bu manada Cilbab yerine geçmesi için başı iki örtüyle örtmek icab etmektedir. Birincisi ince ve küçük olan ve sıkıca bağlanan başörtüsü, ikincisi de onun üzerine örtülen büyük ve kalın olan, kadının başını, omuzlarını ve bedeninin yu­karısından bir kısmını örten dış örtü (Cilbab, poşu, şal vb.) dir.

Manto ve pardesü giyen hanımlar bunları Cilbab (dış örtü) diye giyiyorlarsa (ki öyledir) bunlar başı örtmediklerine, ancak boyundan aşağısını örttüklerine göre başlarını, boyun, boğaz, yaka ve gerdanlarını sıkıca örtebilecek şekilde olan büyük ve kalın bir eşarbı başlarına örtüp bağlamaları, gevşeyip çözül­memesini temin için de iğnelemeleri icap etmektedir. Halbuki kadınlarımızın bazısının kullanmakta oldukları eşarplar, ince, küçük, bağlandıktan kısa bir zaman sonra gevşeyiveren, kü­çüklüğünden dolayı da saçlarının uçlarını zaman zaman gösteren, asri hanımların canları istediği zaman canları istediği şekilde bir nevi aksesuar olarak kullandıkları ve tesettür nok­tasından, basit eşarplardır. Bu nevi eşarpların müslüman kadınların tesettürü için kafi geldiğini söylemek ve iddia etmek, aklı selim sahiplerini güldürür. Abdurrahman Bin Avf Hazretleri'nin kızı Hafsa (r.a.), Aişe Validemiz'in (r.a.) yanına ince bir eşarpla gittiğinde, Aişe Validemiz (r.a.) onun eşarbını ikiye katlayarak kalınlaştırmıştır.

İlerdeki sahifelerde görüleceği gibi, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde, Aişe Validemizin kız kardeşi Hz. Esma'ya (baldızına) hitaben, "Kadın baliğa olduktan sonra şurası ve şurasından başka yerlerinin görülmesi caiz değildir" buyurarak mübarek ellerini ve yüzünü işaret buyurmuşlardır.

Başka bir hadis-i şeriflerinde de "ALLAH'a (c.c.) ve ahi­ret gününe iman eden hiç bir kadın, elleri ve yüzü ha­riç bir yerini mahremi olmayan erkeklere gösterme­sin" buyurmuşlardır.

Netice olarak Hz. ALLAH (c. c.) erkek ve kadınların, avret olan yerlerini göstermemelerini emretmiş, kimlere hangi zinet­lerini gösterebileceklerini de ifade buyurmuşlardır.

.

.

Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

Bu eser incemeseleler.com ile internete müsadeli olarak kazandırılmıştır.

Eseri başka sitelerde yayımlamak yasaktır !

Dini, içtimai, tıbbi ve iktisadi cihetden müslümanlar için en uygun elbisede bulunacak vasıflan şu şekilde hulasa edebiliriz:

1) Müslümanın giydiği elbise, mevsim şartlarına uygun ola­rak pamuk, keten ve yün gibi sıhhi kumaşlardan dikilmiş ol­malı,

2)     İçini gösterecek kadar ince, şeffaf ve naylon olmamalı,

3)Vücut hatlarını belli edecek şekilde dar olmamalı, hangi tip elbise olursa olsun lüzumundan fazla (çirkinlik arzedecek şekilde) bol olmamalı,

4) Erkekler kadınlara, kadınlar da erkeklere mahsus olan elbiseleri giymemeli,

5) Giyilen elbise kafirlere has (küfürlerine simge) olmamalı, simge olduğu hususunda tereddüt edilenleri dahi giymemeli,

6) Üzerinde ayet ve hadis yazılmış olmamalı, ayrıca elbise­nin resimli olmamasına, üzerinde gayri müslimlerin isimleri­nin bulunmamasına da dikkat etmeli,

7) Elbisenin bizzat kendisi "Zinet" haline gelecek kadar süslü olmamalı, tabii ki giyenin mali ve ictimai durumuna uy­mayacak kadar da basit olmamalı,

8) Mekruh olduğu için erkekler kırmızı ve sarı renkli elbise giymemeli,

9) Giyilen elbise dinimizde yasaklanmış kumaştan imar edilmiş olmamalı, (erkekler için ipek elbise gibi)

10) Giyilen elbise deriden imal edilmiş ise, derinin dibağlanmakla derisi temiz olan hayvanların derisinden olması ve usulüne göre de dibağlanmış (temizlenmiş) olmalı,

       11) Netice olarak elbise vücudu teşhir edecek şekilde değil, dinimizin aradığı vasıfları haiz, giyenin müslüman olduğuna alamet olabilecek şekilde olmalı, Allah (c.c.) Hazretlerinin em­rine, Peygamberimiz (s.a.v.) efendimizin sünnetine uymak için giyilmelidir.

.

.

Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

Bu eser incemeseleler.com ile internete müsadeli olarak kazandırılmıştır.

Eseri başka sitelerde yayımlamak yasaktır !

   
© incemeseleler.com