Peygamberimiz s.a.v. kendisine bir takım ilimlerin verildiğini ifade ettiği hadisi şerifinden yola çıkarak tasavvufa bakış açımız nasıl olmalıdır?

 

Evvelînin ve âhirînin ilmine vâris kılınan Hz. Muhammed Aleyhisselamda üç türlü ilim mevcuttur:

 

Tasavvuf tarihinin müstesna siması ve en büyük merkezlerinden biri olan İmam-ı Rabbâni Hz.nin tasavvuf ilminde en sahih kaynaklardan biri olan Mektubat-ı Şerife’sinin mukaddimesinde bu üç ilim şu hadisi şerifle beyan edilmiştir. Peygamberimiz s.a.v. buyuruyor ki:

 

وسالنى ربى فلم استطع ان اجيبه فوضع يده بين كفتيه بلا تكليف ولا تحديد فوجدت بردها فاورثنى علم الاولين ولاخرين وعلمنى علوماشتى فعلم احد على كتمانه اذ علم لا يقدر على حمله احد غيرى وعلم خيرنى وعلم امرنى بتبليغه الى الحاص والعام

 

“Rabbim bana sual etti, ben cevaba muktedir olamayınca kudreti ile şekilsiz ve hudutsuz olarak tecelli edip iki omuzum arasına (manevi mührünü) vurdu, ben onun serinliğini hissettim ve beni evvelden ahire bütün ilimlere varis kıldı. Bir ilim ki gizlemekle emrolundum, çünkü bunu taşımaya benden başkası güç yetiremezdi. (Bu ilim risalet: peygamberlik ilmidir.) Bir ilim ki (havâssa) tebliğ edip (avâmdan) gizlemek hususunda muhayyer bırakıldım. (Bu ilim: Tasavvuf-bâtın-maneviyat-velâyet ilmidir.) (…) Bir ilim ki onu herkese tebliğ ile emrolundum. (Bu ilim: ise şeriat ahkâmıdır)

 

Görüldüğü gibi bu iş çok hususidir ve havâs işidir. Velhasıl tasavvuf (maneviyat) ilmi dinin ruhudur ve dindarın koruyucu kalesidir. Çünkü din, maneviyatsız muhafaza edilemez ve hakkıyla yaşanamaz. İslam müçtehitleri arasında diğerlerinin ıyal (ev halkı) ve kendisinin sahibül-beyt (ev sahibi) kabul edildiği ve en büyük amelî mezhep olan Hanefîliğin kurucusu, İmamı Azam Ebu Hanife hazretleri bile engin ilmine ve çok ibadetine rağmen:

 

لولاالسنتان لهلك النعمان

“Maneviyat üzere geçirdiğim son iki sene olmasaydı, Numan elbette helak olurdu”[1] buyurarak hüsnü hayat ve hüsnü akıbet için maneviyata duyulan ihtiyacı dile getirmiş ve tarihi mesajını vermiştir.

Nitekim Silsile-i aliyyenin son halkası Ebul-Faruk hazretleri bu hususu, bariz bir misalle anlatarak dikkatlerimizi püf noktaya çekmiştir. “Macaristan vaktiyle Müslüman’dı, fakat bir gün geldi ki orada yalnız zâhiri ulema (tasavvuftan mahrum ilim sahipleri), kaldı. Zâhiri ulema, maneviyattan mahrum olduğu için dengeyi tartamadı ve işte gördüğünüz gibi Hıristiyan olup gittiler, bu din maneviyatsız muhafaza edilemez”

 

Hadis-i şerifle müjdelenen İstanbul’un fethi kendisine nasip olan Sultan Fatih Hân Hz. cephede çok iyi hazırlanmış ordusu ile beraber, secdelerde teveccüh eden mana ehli Akşemseddin hazretleri ve büyük mutasarrıf Ubeydullah El-Ahrâr hazretlerinin desteğini alarak fethe müyesser olmuş ve fetihten sonra “Sûrî fetih tamam oldu, şimdi sıra hakiki fetihtedir” buyurarak ilminde rusuh (kemal) bulmuş zevat ile mana (gönül) sultanlarını manevi imar için İstanbul’a davet etmesi çok manidardır. Kendisine “fatih” diye tezahürat yapanlara, Akşemseddin hazretlerini göstererek “fatih” odur buyurması ve “Evliya-u enbiyaya istinadım var benim” sözü şayanı dikkattir.

 

İslam tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Mesela dört mezhebin imamlarına bakalım:

 

İmamı Azam Hazretleri ð Caferi Sadık Hazretlerine;

 

İmamı İdrisi Şafii Hazretleri ð Şeyh Şeyban-ı Râi Hazretlerine

 

İmamı Malik İbni Enes Hazretleri ð Caferi Sadık Hazretlerine

 

İmamı Ahmed Bin Hanbel Hazretleri ð Şeyh Şeyban-ı Râi Hazretlerine intisab ederek[3] “Bizde olanlar onlarda var, fakat onlarda olan bizde yok” diyerek manevi tekamülü o fuyuzat kaynaklarından temin etmişlerdir. Görülüyor ki mezhep imamlığı, ilimde rusuh bulmak, cihan fatihi olmak gibi üstün vasıflar, onları tatmin etmemiş ve

“Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ı zikirle tatmin olur”[4] ayeti kerimesinin sırrına koşmuşlardır. Böylece fiili bir icma vaki olmuştur.

 

Tarihin en büyük fetihleri kendilerine nasip olan Yavuz Sultan Selim Hanın: (meâlen)

 

“Padişahı cihan olmak bir kuru kavga imiş,

 

Bir veliye bende olmak cümleden evla imiş”

 

Mısraları ve Kanuni Sultan Süleyman Han’ın: “Görünüşte kıtaların hakanıyım, hakikatte ise üstazımın ayağının tozuyum” sözleri anlama kabiliyeti olanlara kafidir.

 

Ulu Hakan Abdulhamid Han dahi, Salahuddin İbni Mevlana Siracuddin hazretlerinin kalbinden feyz almıştır. Huccet-ül İslâm unvanının sahibi İmamı Muhammed Gazâli hazretlerinin Silsile-i aliyyenin 7. halkası Ebu Ali Fârimîdî k.s.ye intisabı dahi çok manidardır.

Yüce kitabımız Kuranı Kerim bu hakikatlerin hepsini haber vermektedir. Kuranı Kerimin 191 yerinde manevi kalpten, 49 yerinde nurdan, 9 yerinde ruhtan bahsedilmektedir. Yani bu hakikatlerin dayanağı da Kitabullah ve Sünnet-i Rasulullah’tır. Tatbikatta ise Ashabı kiramın, selefi salihinin (geçmiş büyüklerimizin) ve evliyaullahın hayatı bizlere sunulan fiili birer delildir. Büyük İslam Âlimi İmamı Muhammed Birgivi hazretleri “El-makaamât” isimli risalesinde şu teşbihi yaparak mevzuu anlamamızı kolaylaştırmaktadır:

الشريعة شجرة والطريقة اعضانها والمعرفة اوراقها والحقيقة اثمارها

“Şeriat bir ağaçtır, onun dalları, yaprakları ve meyveleri ise tarikat, marifet ve hakikattir (yani tasavvuftur)”



[1] Miftah-ul Kulub

[3] Feteva-i Ömeriyye

[4] R’ad Suresi 28

-----------------------

incemeseleler.com / N.Y.


   
© incemeseleler.com