Mürşidi kâmil kimdir? Her yüz senede bir gönderileceği hadisi şerifle sabit olan müceddidin görevi nedir?Şeyh ittihaz etmeksizin yapılan zikirlerde merhale kat edilebilir mi?

Mürşidi Kâmil Kimdir?

İmamı Rabbani hazretlerinin Mektubatı Şerifesinin 1.cilt 190.mektupta yaptığı tarife göre, Mürşidi Kâmil:

“Cenab-ı hakka vuslat yolunda kendisinden istifade edilen ve yardım görülen zata denir.”

Diğer bir tarifte “Mekteb-i nuru nübüvvetin feyizli tarîki ile kemale ermiş, halkı ıslâh ve irşâd hususunda Allah ve rasülü tarafından memur ve mezun kılınan zattır”[1]

Peygamberimizin irtihalinden sonra kıyamete kadar gelecek ve ümmeti Muhammedi irşâd ile meşgul olacak zatlar hakkında sahih haberler:

1- Ahmed Bin Hanbelin Müsnedinde zikrettiği bir Hadisi Şerif:

الابدل فى هذه الامة ثلاث وثلاثون رجلا قلوبهم على قلب ابراهيم خليل الرحمن كلما مات رجل ابدل الله مكانه رجلا

“Ebdal, bu ümmetin içinde 33 zattır. Onların kalpleri Halilurrahman İbrahim aleyhisselamın kalbi (selîmi) üzeredir. Onlardan biri vefat ettiği zaman Hz. Allah yerine bir başkasını gönderir.” (Yani dünya, onlardan hâlî (boş) olmaz).

2-Taberânî, Kebir’inde zikrettiği bir Hadisi Şerif:

الابدل فى امتي ثلاث وثلاثون رجلا بهم تقوم الارض وبهم تمطرون وبهم تنصرون

“Ebdal, bu ümmetten 33 racüldür ki arz, onlar hürmetine ayakta durur (kıvam bulur), yağmur onlar hürmetine yağar ve onların hürmetine yardım olunursunuz.”

Gerçek mürşidi kâmil hakkında kesin ölçü (miheng) :

Peygamber Efendimizin Allah’ın Rasulü olduğuna dair deliller (mucizeler) çoktur. Bunların üçüncü derecede olanı Şakkul-kamer (O’nun işaretiyle ayın ikiye ayrılması), ikinci derecede olanı Mirac mucizesi, birinci derecede olanı yani en büyük delil ve mucize ise KURAN-I KERİM’dir.

Aynen buna paralel olarak bir asırda, özellikle ahir zamanda (son asırda) bir kimsenin vârisi rasul (mürşidi kâmil) olduğunun en kesin delili ve alameti KURAN-I KERİM’E HİZMET, yani onun okutulması, ahkamının öğretilmesi ve ahlakının yaşatılması için yapılan en geniş kapsamlı hizmet faaliyetleri ve gayretleridir.

EZCÜMLE: Dinin ihyası ile meşguliyettir. Bu olmadan irşada ehliyet ve liyakat asla mümkün değildir.

Şairin dediği gibi:

“Din hayatın hayatı, hem nuru hem esası,

İhya-i din ile olur, bir milletin ihyası”

İmamı Gazali Hz. şöyle buyurur:

“Mahlûkat iki kısımdır: Canlılar ve cansızlar… Canlılar iki kısımdır: Mükellef olanlar ve olmayanlar… Mükellef olanlar (insanlar) iki kısımdır: İnananlar ve kâfirler… Nefs ve şeytan inananları çeşitli şekillerde kandırır. Tasavvuf erbabı olanları kandırması da umumiyetle (genellikle) onları şeriat esaslarından uzaklaştırmak ve dinin ihyasından uzak tutmak sureti ile olur. (yani Kur’ana hizmet olmadan kendisini sûfî zan ettirir.)”[2]

Bu ölçüler derin derin düşünülmelidir!

 

İmamı Rabbani Hz. Silsile-i Aliyye’den bahsederken:

“Onların nazarları şifâ ve kelamları devâdır, onlar manevi hastalıkların tabipleridir” şeklinde tavsif etmiştir.

Onların vazifesini Ebu-l Fâruk hazretleri şöyle ifade etmektedir:

“Üstazlar, çeşme vazifesi görürler”. Yani, onlar nuru ilahi çeşmeleridir, saadet kaynaklarıdır ve bereket merkezleridir.

Tenvirul-Kulubte, bu alametler şöyle sıralanmaktadır:

1-Şer-i ve dini ilimlere sahip ve vâkıf olmak,

2-Kitap ve sünnete hakkıyla ittiba eylemek,

3-Kuran ilmini ve din ahkâmını okutucu ve öğretici olmak. (Ulûmu diniyye ile meşgul olmayan kimseden mürşid olmaz.)

Bu hususu Silsile-i Saadattan Ubeydullah El Ahrâr hazretleri şöyle haber veriyor:

“Eğer ben, (ilim öğretmekle değil de) sırf irşâd ve meşîhatle meşgul olsaydım, bu âlemde hiçbir şeyh, bir tek mürîd edinemezdi. Lâkin biz, âlemi ğaybden şeriatın tervîci ve dinin te’yidi (öğretilerek yaşanmasını temin) ile emrolunduk.[3]

İsmail Hakkı Bursevi Hz. tefsirinde şu ifade ile işin ehemmiyetini bildirmiştir:

“Kendi yaşadığı devrin Süleyman’ını (manevi sultanını) bulamayan bir kimse (ilahi) savtın (İslamî emirlerin) manasını (tam olarak) nasıl idrak edebilir?[4]

Netice olarak, bir dergah açarak köşesine kurulup el etek öptürmekle mürşid olunmaz. Bilakis sahte şeyhlik iddiası ile imanını bile kaybedebilir. Hakiki mürşid ise (ulûm ve ahkâmı Kur’anı) okutur, öğretir ve yaşatır. Hatta öyle ki, dinin ihya vazifesi dahî onun tasarrufu ile bu ruh ve şuur üzere intisab ve irtibatı olan Müslümanlara mümkün ve müyesser olur.

Nitekim Ahzab suresinin 72. ayetinde

:

Üzerlerine emanetullah olan Kur’an-ı Kerim’i haml (okutma, öğretme) vazifesi yüklenen müminlerin ancak şu iki sıfata sahip olmaları halinde bu ulvi vazifeyi yapmaya muktedir olabilecekleri haber verilmektedir. Bunlar (1) Zalûm: Kendi nefsine karşı zalimdir. Aç durur, ibâdet eder, yani gündüzleri oruç tutar, geceleri zikir ve teheccüd ile meşgul olur. Nefsanî arzulara tabi olmayıp nefsine her daim zulmederler. (2) Cehûl: Manevi râbıtasına Hazreti Mevlâ’nın nuru ile aşılanmış, ona bağlanmış, Cenab-ı Hak’tan ve ahiretten başka bir şey düşünmeyen ve nefsâni arzularından cahil, onların yollarını bilmez, nefsani arzulardan cahil, nasıl olacağını bilmez demektir.

Bu iki sıfata sahip olmayan kimse, Müslüman bile olsa dinin ihyası için maalesef gayret ve muvaffakiyet gösteremez.



[1] Mehmet EMRE-Fetvalar: 2–132

[2] El-keşfü vet-tebyînü fi Ğurur-il Halkı Ecmaıyn

[3] Mektubat:1–77

[4] Ruh-ul Beyan: 6/336


incemeseleler.com /n.y.

   
© incemeseleler.com