$
Vuzû', ki abdesttir, vezâettendir. Vezâet: hüsün ve nezafettir. Şer'an vuzû': mâruf üç âzâyı yıkamak ve başa mesh eylemekten ibaret, özel bir temizilktir. (Mesih, başın rub'unda nezafet mânâsı aşikâr değil ise de, itibar galibedir).
Onda lûgat mânası dahi vardır. Çünkü, abdest dünyada, âzâyı tanzif ile temiz ve müstahsen kıldığı gibi onunla ibadeti hakka kıyam olunduğu için, âhirette dahi sahibine ravnak olur.
(Abdest) yüze nur ve kalbe sürürdür.
Abdestin sebebi, şartı, hükmü, rüknü, sıfatı vardır. (Bir varlığın kendisini meydana getiren parçalarına: Rükün, onun dışındakilere: Şart. Ve tesirsiz Musil'ine: Sebep, Ve eseri müterettibine: Hüküm. Ve fıkhan olan hal ve şanına: Sıfat tâbir olunur).
Abdestin sebebi, yâni insanı abdest almağa sevk ve iysâl eden şey, abdestsiz helâl olmayan fiili, istibaha yâni helâl ve mubah etmek, (namaz, mushafa dokunmak, tavafı Kabe) gibi muharrematı diniyyeden birine teşebbüs kasd eylemektir.
Bu onun hükmü dünyevîsidir. Hükmü uhrevîsi ise; niyeti ile âhirette sevap husulüdür.
Abdestin vücûb şartı, yâni mükellef üzerine, şer'an lüzumunun şartı: Akıl, bülûğ, İslâm, suyu kullanmaya gücü yetmek, vücudü hades, münafi halin yokluğundan ibaret olmak üzere altıdır (1) ki bunların hülâsası, taharetle mükellef olan kimsenin, hadesten tahareti su ile ifaya kaadir olmasından ibarettir. Çünkü, taharetle mükellef kaydı, akıl ve bülûğ ve İslâm ve vücudü hades ve (ademi hali münafi) kayıtlarını mütezammindir. Zira, müslim olmayan, yahut müslim olup da, âkıl veya bâliğ bulunmayan, veyahut muhdis (abdestsiz) olmayan kimse, hadesten taharet ile, mükellef olmadığı gibi, henüz hayiz ve nifas üzere olan kadın dahi, onunla mükellef değildir. Tahareti, su ile icraya kudret kaydı, suyun temizliği (temizleyiciliği) ve taharete kifayeti ve bir özür veya hacete binaen, hükmen ademi mefkudiyyeti şartlarım içine alır. Çünkü, tahir olmayan, veya mutahhir bulunmayan, yahut kâfi olmayan, veyahut hem tahir ve hem mutahhir ve hem de istimale kâfi ise de, özüre veya hacete mebni, istimaline kudret taallûk etmediğinden, yok hükmünde bulunan, su ile taharet vacip olmaz.
Abdestin sıhhatinin şartları üçtür: Birincisi, temiz suyun cilt üzerine nafiz olmasıdır. Bir suretle ki, gasli farz olan uzuv üzerinde iğne batıracak kadar yere su isabet etmemiş bulunur ise, abdest sahih olmaz. İkincisi, münâfî halin inkıtaı yani, hayiz veya nifas ve (nakızı vuzu) gibi (2) abdeste münafî olan ahvalin kesilmiş olmasıdır. (3) Bunlar bâki iken alınan abdest sahih olmaz. Meğer ki, özür sabit ola. Üçüncüsü, Şemi' ve şahim (4) gibi, suyun cesede vüsulüne mâni ve hail olan şeyin zail olmuş bulunmasıdır. Bunların da hülâsası: Şer'an mutahhir olanın cide yaygın ve nafiz olmasından ibaret olmak üzere, bire raci olur. Mutahhir olan şey sudur. Onun şer'an mutahhir olması, mâni halin kesilmesine mutavakkıf olmakla, ikinci şart dahi mezkûr demektir.
Abdestin hükmü, sebebinde zikredilmiştir.
Abdestin rüknü dörttür. Onlar, hem de abdestin farzlarıdır (5). Birincisi, yüzü yıkamaktır. Çünkü abdest âyetinde «yüzünüzü yıkayınız» (Mâide: 6) buyurulmuştur (6).
Gusül, yıkanmak. Gasl, yıkamak manasınadır. Bir şeyi yıkamak, suyu onun üzerine akıtmaktır. Bir haysiyette ki, ondan en az, iki damla hâsıl ola. Suyu, yağ sürünür gibi, sürünmek kâfi olmadığı gibi, damlasız akıtmak dahi kâfi olmaz. (Yaş sünger ile, mesih her ne kadar pisliğin temizlenmesi için, gasil sayılırsa da, gusül sayılmaz).
Vecih: İnsanın onunla müvacih bulunduğu, yerdir ki, dilimizde yüz tâbir olunur.
Vechin uzunlama haddi, alın üstünden çene sonuna kadardır. Başlangıçta, saç olup olmamak birdir.
Saç bitimi, aşağıda olana: dar alınlı, (egam). Saç bitimi yüksekçe olana; açık alınlı (aslâ'). Yüzünün iki yanında saçı az olana: az saçlı, (anza') denir. Bunlardan son ikisi, zihin keskinliği ve cömertlik sayıldığından, sevilmekte, birincisine ise, bunların aksi mânâ verilmekle, hoş karşılanmamaktadır.
Bunların cümlesine göre, yüz yıkanmasının farzı, mebdei tul itibariyle birdir.
Son haddin, çene nihayetine kadar olması, sakalsızlara veyahut sakalı, pek seyrek olanlara göredir. Seyrek sakallı olmayanlara göre, son had beşerenin mülâki olduğu kıllardır. Bu anlam, yüzün eninde dahi muteberdir.
Yüzün eninin haddi, iki kulak yumuşaklarının arasıdır. Sakal başı ile kulak arası olan, kılsız yer dahi, yüzün haddinde dahildir.
Malûmdur ki, yıkama, beşereye taallûk eder. Beşere, cildin dış tarafıdır. Vechin beşeresi, kadınlarda ve sakalsızlarda tamamen meydandadır. Sakallılarda ise, örtülüdür. Sakal bırakılınca, beşere yerine sakal geçmekle, yüzün, sakal ile örtülen yerlerinin yıkanmasının farziyyeti, alttan üste intikal eder. Gözlerin, ağızın ve burunun içlerini, ve yüzde ve sair abdest azalarında, sinek ve pire kirlerinin altını yıkamakta zaruret olmadığı gibi kaşların, bıyıkların ve sakal kıllarının altını dahi yıkamak lâzım değildir. (Gusülde bunların yıkanması lâzımdır). Bu sayılanların, üstlerinin yıkanması ile iktifa olunur.
(Mesele: Hangi uzuvdur ki, abdestte onu yıkamak bir zaman farz iken, sonra farz olmasın? Cevap: Çenedir ki, sakalsız iken yıkanması farz olduğu halde, sakallandıktan sonra, yıkama farziyyeti, çeneden sâkıt olup, sakala intikal eder).
İkincisi, iki elleri, dirsekleri ile beraber yıkamaktır. Abdest âyetindeki (Elmerâfik) lâfzı, buna delâlet eder. İnsan, istirahat zamanında, ona dayandığı için, dirsek denilmiştir. (Elden), zikri cüz ve iradei kül tarikiyle kol kastedilmiştir.
Abdestte tamamiyle el ve dirseğe kadar kol, gasl olunup, dirsek, kolun yıkanma yerinin müntehası olacaktır ki, ondan yukarısı, farz olarak yıkanacak yer değildir. Ancak, dirseklerin yıkanması farzdır.
Cem'in cem'a mukabelesi, ferdin ferde mukabelesini muktazi olmak kaidesine binaen, her kolun, dirseğiyle beraber yıkanmasının farz olması, (ibarei nas) ile sabit, ve fiili Resûle müstenit icmâ dahi bunun üzerinedir. (Diğer el için, aradaki müsavata binaen, ayrıca delâleti nas iddiasına hacet yoktur).
Üçüncüsü, ayakları, iki topuklar ile beraber, yıkamaktır. Abdest âyetinde (ve ercülekûm ile-l-kâbeyn) buyrulmuştur ki, iki topuklara kadar yıkayınız, demektir.
Kâab ki, topuktur, ayağın baldır tarafından, iki yanında bulunan iki tümsek kemiktir. Ayakta dahi, yıkanacak yere son, bunlar olmakla, gaye mugayyada dahil, ve üst tarafı yıkama farziyyetinden sâkıttir.
Ayaklar zikrolunan sonlarıyla beraber, ehli sünnet mezhebinde (nassı âyet) veçhile, yıkanılır, mesh edilmez. Sünneti şayia dahi yıkamadır.
Peygamberimiz (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri, abdestte ayaklarını dahi yıkadıktan sonra, (Bu o abdesttir ki, namazı, Cenab-ı Hak ancak, onunla kabul eder) buyurmuşlardır.
(Ve ercüleküm) lâfzındaki cerr kıraeti, mücâverete yâni, manen değil de, yalnız lâfzen olan mütabeate mebnidir. Ayaklar, iki kıraete göre, yıkanmalı olup, üzerlerine meshetmek, mestli olmak hâlinin gayride caiz değildir (7).
Dördüncüsü, başın dörtte birini mesh etmektir. Abdest âyetinde: (Vemsehû biruûsiküm) buyurmuştur ki, başlarınıza su değdirin, demektir. Peygamberimiz (Sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri, nâsiyei şeriflerini yâni, alınlarının üst cihetini mesh etmişlerdir. (Dörtte bir kısmı olmak şartiyle, başın herhangi bir kısmının meshi caiz olup, ön kısmının meshedilmesi sünnettir.)
Mesh, lûgatte bir şey üzerine el gezdirmektir. Silmek mânâsına da gelir.
Şeriatte mesh, başka yerde kullanılmadık yaşlığı, bir yere değdirmektir. Değdirilen yer, gerek baş ve gerek mest veya yara sargısı olsun. Değdirmek dahi, gerek el i!e olsun ve gerek başka bir şey ile vukubulsun. (Kollardan artan yaşlığın, başa sürülmesi olmaz. Ancak, başın meshinden kalan yaşlık ile, kulakların meshi istisnâen caizdir.)
Mefruz miktarda yaşlığın isabeti, ıslak bir bez ile, yahut yağmur veya kar isabetiyle dahi olur. O takdirde, el ile mesh etmeğe hacet dahi kalmaz. Zira âlet, istenilen mahalle iysal vasıtasından başka bir şey değildir.
Başta, mesih yeri iki kulağın üst tarafıdır. Onun rub'unu mesh, sahih olup, onlardan aşağısını ve meselâ, sarkan keysuyu ve hattâ keysunun tepeye dolaştırılarak top edilmişini meshetmek, sahih olmaz (8).
Başta farz olan mesih mikdarı, rubu' iken: asıl el, parmaklar olmak ve hattâ, parmakların kesilmesine (kat'i yed) terettüp etmek mülâhazasına ve onların üçü, ekseri olup, (ekser için dahi hükmü kül) bulunmak kaidesine binaen, başın meshinde, farzın miktarını, üç parmak ile takdir etmek merduttur (9).
İşte abdestin rükünleri, zikrolunan üç uzvu yıkamak ve başa, su değdirmekten ibaret olmak üzere, dörttür. Emirler, tekrar iktiza etmediğine mebni, onları birer kereden fazla yapmak farz dahi değildir.
Bu rükünlerden biri veya birkaçı, uzvun yokluğuna ve hattâ malûliyyetine mebni, sâkıt olduğu gibi (10), zâid olan uzvun, farz olan mahallin hizasında olmayanından dahi, yıkanmak farizası sâkıttır. Meselâ: dirseklerinden itibaren kolsuz ve topuklarından itibaren ayaksız olandan, kol ve ayak yıkamak sâkıttır. (Dirsekten ve topuktan bakiye var ise, onlar yıkanır).
Omuz başında iki kolu ve topuğu ile beraber iki ayağı olan kimsenin, tam olan kol ve ayağı (asli) olup, diğerleri zâittir (11). Zâidin, farz olan mahâl hizasında olanını, (tâbiri diğerle) ur ve elde zâit parmak gibi (farz yerinde) çıkmış olanını yıkamak lâzımdır. (Farz yerine) muvazi değilse, onun yıkanması, abdestte farz olmayıp, menduptur.
Hadeste şüphe edip, taharette yakini olan, yâni abdest aldığını bilip abdestinin bozulduğuna şüpheli olan kimse abdestlidir. Aksi halde, abdestsizdir.
Abdest esnasında, bâzı âzâsını yıkamış olmakla şek eden kimse, (sahibi vesvese) değilse, o uzvunu yıkar. Eğer (sahibi vesvese ise) yâni ekseri, böyle şek etmekte ise şekkine iltifat etmez. Abdesti aldıktan sonra, zâhir olan şekke ise, itibar yoktur. Meğer ki, noksanına kendince yakin hâsıl ola.
Abdestin sıfatı şer'iyyesi üç olup, farz, vacip, menduptur. Beyanı ilerideki fasılda gelecektir.
------------------
(1) Asılda, hali münafî: hayiz ve nifas, diye başka başka sayılarak ve buna dıykı vakit dahi ilâve edilerek, şartların mecmuu sekize iblâğ edilmiştir.
(2) Özür sahibinin gayride, bevil ve seylânı dem gibi şeylerdir.
(3) Bu hususta, vücup şartı ile sıhhatin şartı içtima etmiştir.
(4) Şemi': mum. Şahim: iç yağı. Hamur ve çamur dahi böyledir. Balık derisi, kurumuş çiğnemik, burunun dışında ve gözün kenarında kuruyup kalan, kir ve çapak dahi, vuzuun sıhatine mânidir.
(5) Erkân ile tâbir, füruz ile tâbirden faidelidir. Farz ile rükün beyninde umumve husus mutlak vardır.
(6) Abdest âyeti: Bu konunun başında metni verilen âyettir ki; o aynı zamandagusül ve teyemmüm âyetidir.
(7) Keşşafta zikredilmiştir ki, ayakların başa atfedilmesi meshedilir olduğu için değil, üzerine su dökmekte, iktisadın vücudüne tenbih içindir. Çünkü, ayaklar, sâir abdest âzası gibi olmayıp, üzerlerine su dökülerek yıkanmakta olduğundan, (mezannei israf) olmakla güya ki, «ayaklarınızı, suyu israftan çekinerek yıkayın» diye emredilmiştir. Kâabeyne kadar buyurulması, ayakların meshedilmesi lâzım geldiği zannını izâle içindir. Çünkü, mesh için, şerîatte bir son tâyin olunmamıştır. Hem de, sahibi şer'i efendimizin, abdestte ayaklarını meshettiği, hiç bir vakit görülmemiştir.
(8) Saçına mesheden kimse, altında baş olan saça, meshetmiş ise, caiz olur.Eğer, altında alın veya boyun bulunan saça meshetmiş ise, caiz olmaz. Top halindeolan keysu meselesi de şöyle halledilmek gerekir: Meshedilen saçlar, çözüldüğü vakit, başın aşağısına sarkar ise, caiz olmaz, başta kalırsa caizdir.
(9) Rivayet, mesh edilecek miktar, rubu' olmaktır. Bunun dirayeten takdirineşer'i imkan olamaz.
(10) Başı nezleli olup da, mesihten mutazarrır olan kimseden, başa meshetmeksakıt olur.
(11) Dürrü Muhtâra göre, Zevâid, ihtiyaç halinde istimal edebilirse, asli ile birlikte yıkanması lâzımdır. Bununla beraber asli ile bir hizada bulunmak hasebiyle (birinin yıkanmasında) diğerinin de yıkanması zaruri ise, her ikisinin yıkanması gerekir. Zâid olan parmakların, bulunduğu yerlere göre, yıkanması elbet lâzım gelir.